Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol


Baskıcı ve gerici ablukayı dağıtmak için...


Kuran kursları, İmam Hatip okulları yaygınlaştırılıyor, dinsel gericilik eğitim, kültür, medya aygıtlarıyla güçlendiriliyor, Alevi köylerine camiler yapılıyor, din dersi zorunlu hale geliyor.

Resim Ekleme

Bugün dizginlerinden boşalmış baskı ve gericilik uygulamaları ile yüz yüzeyiz. Dünya çapında yaşanan bunalımlar, sınıf ve halk hareketlerine neden olmakta, dünyanın dört bir yanında burjuvazi, iktidarını korumak veya sağlamlaştırmak için baskıyı ve gericiliği arttırmaktadır.

Özellikle işçi ve emekçi kitleleri uyutmak, mücadeleden uzak tutmak için ellerinden geleni yapan düzen güçleri, geleceği temsil eden sınıfı, işçi sınıfını kontrol altında tutmaya özen göstermektedir.

Ayrıca Haziran Direnişi bir kez daha göstermiştir ki, düzen gençlikten de öcü gibi korkmaktadır. Çünkü gençliğe hiçbir gelecek vaat edemediğinin farkındadır. Bu farkındalık gençliğin harekete geçmesini engellemek için elinden geleni yapmasına neden olmaktadır. Haziran Direnişi’nde en ön saflarda mücadeleye katılanların; en militan, dinamik, kararlı olanların; direnişte şehit düşenlerin genç olması, özellikle de işçi ve emekçi sınıflara mensup gençler olması bir çok şeyi ortaya koymaktadır. Bugün AKP’nin sürekli olarak gençliği diline dolaması, üniversitelerde hakimiyet kurmaya çalışması, yakın dönemde Eylül sendromuna tutulması ve önden tedbirlerini alması, “evlenin” çağrısı, “kızlı-erkekli” yurt ve ev tartışmaları açarak baskı ve denetimi arttırmaya çalışmaları boşuna değildir.

Ancak, bugün AKP iktidarında vücut bulan baskı ve gericilik, sadece ona ait bir olgu değildir.



Baskı ve gericilik sınıflı toplumların tarihi kadar eskidir

Sınıflı toplumlarda iktidardaki sınıf, iktidarını korumak için din, yargı, eğitim, güvenlik vb alanlarda düzenin ihtiyaçlarına yanıt verecek kurumsallaşmalara gitmiştir. Bu kurumsal yapılar gerici sınıf ideolojisinin devamlılığının sağlanmasında etkindirler.

Günümüzde de burjuvazi kendi sınıf iktidarını baskı ve gericilikle devam ettirmektedir. Göstermelik demokratik kurumlar, söz hakkı, seçme-seçilme hakkı palavraları, seçimler, parlamento vb. göz boyamadan ve düzen içi taraflaşmalara ve çekişmelere yön vermekten öteye bir anlam ifade etmezler.

Bugün AKP hükümeti, elinde bulundurduğu iktidar mekanizması ile tam da burjuva sınıf egemenliğinin devamlılığını sağlamak bakımından temel bir rol oynamaktadır. Zaten hükümet olarak yaslandığı güçler de bunun kanıtıdır. Ne Tayyip Erdoğan ne Abdullah Gül, ne Fethullah Gülen ne de diğerleri gökten inmiştir. Her birinin bir geçmişi, emperyalist ve burjuva güç odaklarıyla ilişkileri olmuş, özel olarak yetiştirilmiş kişilerdir. Ve her birinin kişisel tarihi AKP’den çok daha öncesine dayanmaktadır.

Elbette ki Türkiye’de de baskı ve gericilik AKP ile başlamamıştır. Burada gericilik derken sadece dinsel gericiliği değil, dinsel gericiliği de içine alacak bir şekilde burjuva gericiliğini kastediyoruz. Ancak dinsel gericilik siyasal bir güç olarak yavaş yavaş palazlanmış AKP ile bugün iktidar mekanizmasında etkin bir konuma ulaşmıştır.

Dünden bugüne dinsel gericilik...

Ne zaman ki toplumsal muhalefet güçlenmiş, sınıf ve gençlik hareketi sokaklara çıkmaya başlamışsa onun karşısında burjuva gericiliği de yükseltilmiştir. 1960’lar Türkiye’si sınıf mücadelesinin yükseldiği, sayısız mitingin, grevin, işgalin yaşandığı bir dönemdir. Yine aynı dönem katliamların, soruşturmaların, tutuklamaların tırmandırıldığı bir dönemdir.

1961’de Saraçhane’de grev hakkı için yapılan büyük işçi mitingi, 1963’te Kavel Kablo’da grev yasağını delen, grev hakkının sökülüp alınmasını sağlayan fiili grev, 1965’te Zonguldak’ta iki işçinin ölümüyle sonuçlanan, düzenin hava kuvvetlerini dahi harekete geçiren büyük işçi direnişi ve bir dizi işçi eylemi toplumu sarsmıştır. Bu hareketlilik karşısında gençlik de politikleşmekte, devrimcileşmektedir. FKF üzerinden gelişen hareket, Dev-Genç’in kurulmasıyla beraber devrimci-militan yanı daha da güçlenen ve gençlik hareketinin ihtiyaçlarına yanıt üreten bir gençlik örgütlenmesine kavuşmuş, hareketi daha da ileri çekmiştir.

Tüm bunlara düzen güçlerinin yanıtı baskı ve gericiliği arttırmak olmuştur. Özellikle dinsel gericilik ABD emperyalizminin hizmetinde politik bir iddia ile sokakalara dökülmekte, toplumsal muhalefeti bastırmak için devrimci kanı dökmekte kullanılmaktadır. Bunun en somut örneklerinden birisi 1969 Kanlı Pazar olayıdır. Kanlı Pazar yıllar öncesinden örgütlenmeye başlayan dinsel gericiliğin kanlı eylemlerinden bir tanesidir.

1963’te kurularak 2 yıl sonrasında hızla yayılmaya başlayan Komünizme Karşı Mücadele Dernekleri, CIA tarafından dinsel gericiliğin siyasal bir akım olarak şekilendirilmesi gerekliliği tespitinin ürünlerinden birisidir. Keza bu dernekler CIA tarafından finanse edilen kontr-gerilla örgütlenmelerdir.

Fethullah Gülen de   buralarda yertiştirilmiştir. Erzurum Komünizme Karşı Mücadele Derneği başkanlığı yapmış, daha o günlerden ABD’nin karşı-devrimci yapılanmaları içinde yer almış, oralardan palazlanmıştır. Bugün de yine ABD’nin emrinde ve denetiminde icraatlarına devam etmektedir.

Yine aynı dönem Dev-Genç’e karşı gençlik içinde güçlendirilmek istenen dinci-milliyetçi Milli Türk Talebe Birliği’nin başında günümüz Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü görüyoruz. Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç, Mehmet Ali Şahin, Cemil Çiçek, Recai Kutan, Numan Kurtulmuş ve bir dizi AKP iktidarının bilindik simaları da o dönem aktif MTTB üyeleri.

12 Eylül sonrası: Dinci gericilik palazlanıyor!

12 Eylül askeri faşist darbesi ile baskı politikalarının yanı sıra dinsel gericilik özel bir tarzda güçlendiriliyor. Toplumu uyutmanın önemli bir aracına dönüştürülüyor. Kuran kursları, İmam Hatip okulları yaygınlaştırılıyor, dinsel gericilik eğitim, kültür, medya aygıtlarıyla güçlendiriliyor, Alevi köylerine camiler yapılıyor, din dersi zorunlu hale geliyor. Tüm bunlar, 12 Eylül darbesi ile yapılıyor. Yani ABD’nin bizzat yönlendirmesi ile...

Şimdiye kadar söylediğimiz herşey dinsel gericiliğin AKP ile başlamadığını, çok daha uzun erimli politikalarla palazlandırıldığını ortaya koyuyor. Ancak 80’lerden sonra dinsel gericlik siyasal bir akım olarak güçlendiriliyor. Bunda ABD’nin Ortadoğu politikalarının dolaysız etkileri var. Erbakan Başbakan oluyor, Tayyip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oluyor. Dinsel gericilik devlet içinde yer ediniyor. Cemaat güçleniyor, düzen içi çatışmada güçlü bir taraf haline geliyor. Tayyip Erdoğan belediye başkanlığı döneminde ABD büyükelçileri ve ABD kuruluşları ile yakın temaslar kuruyor, özel olarak eğitiliyor, yönlendiriliyor ve hazırlanıyor. 2000’lerle beraber AKP kuruluyor. Bugün gelinen noktada ise siyasal anlamda dinci gericilik, sadece bir sermaye kesiminin temsilciliğinden öte ABD emperyalizminin ve tekelci burjuvazinin desteğini arkasına almış, düzen içi çatışmalardan güçlenerek çıkmış ve devletin tüm kurumlarında etkin hale gelmiş bir iktidar mekanizmasına dönüşmüş bulunuyor.

Bu yüzden bugün dinsel gericiliği tartışacaksak, onu emperyalizmden, burjuva gericiliğinden bağımsız ele alamayız. Gericiliğe karşı mücadeleyi de toplamında onu var eden, on yıllardır güçlendiren sisteme karşı mücadeleden bağımsız düşünemeyiz.

Baskı ve gericiliğe diren, örgütlen!

12 Eylül darbesinin ardından YÖK ile birlikte kurumsal bir işleyiş halini alan baskı politikaları üniversitelerde siyasal faaliyetin engellenmesi ile, düşünmeyen sorgulamayan bireylerin yetiştirilmesiyle, soruşturmalarla, milliyetçi ve dinci gericiliğin kontr-gerilla örgütlenmeleri ile tahkim ediliyor. ÖGB’lerle, sivil-resmi polislerle, kameralarla, turnikelerle, ajanlaştırma politikalarıyla gençlik üzerinde baskı ve denetim arttırılıyor. Bütün bu baskı ve denetim sıradanlaştırılmaya, kanıksatılmaya çalışılıyor.

Bugün dinci gericlik bir politika olarak gençliği taraflaştırmak için özel bir tarzda kullanılıyor. Dahası “kızlı-erkekli yurt / ev” vb tartışmalar ile gençlik üzerindeki baskı ve denetim arttırılmak isteniyor.

Paralı eğitim uygulamalarıyla eğitim hakkını kullanamayacak duruma gelen bir gençliğe ‘evlenin’ çağrısı yapmak, aynı şekilde büyük bir barınma sorunu varken meseleyi kadın ve erkek yurtlarının yan yana olmasını, kadın-erkek aynı evde kalma-kalmama tartışmasını ortaya atmak bu aynı amaca hizmet ediyor.

Gerici düzen güçleri tarafından gündeme getirilen bu tartışmaları doğru eksene oturtmak, bugün için en temel ihtiyaçtır. Bu eksense şöyle ifade edilebilir. Gençlik kitleleri içerisinde tarflaşma yaratmak için devreye sokulan gerici uygulamalara karşı mücadele edilmelidir. Bütün bir gençliğin sosyal, siyasal, kültürel ve akademik sorunları üzerinden etkin bir çalışma ortaya konmalı, gericiliğin gençliğin birleşik mücadelesini baltalamak için devreye soktuğu bozguncu ve karşı-devrimci politikalar etkin bir şekilde teşhir edilmektedir. Tüm bu çalışma bu sorunların kaynağı olan düzenin teşhiri ve alternatifiyle, devrim ve sosyalizm propagandası ile birleştirilebilmelidir.

Dinsel gericilik eliyle yapılmaya çalışılanın gençlik üzerinde baskı ve denetimi arttırmak olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bu noktada gençliğin gelecek ve özgürlük talebini daha yüksek sesle haykırmak gençlik mücadelesinin büyütülmesi bakımından elzemdir.

Bugün yapılması gereken Haziran Direnişi’nden öğrendiklerimizi uygulamaktır. Direnişe geçmektir, direnmektir. Çünkü direniş özgürleştirir, direniş insan olarak var olmamızı sağlar. Elbette Haziran Direnişi, örgütlü olmanın ne kadar yaşamsal ve yakıcı olduğunu tüm yalınlığıyla bir kez daha ortaya koymuştur. Zira Haziran’daki en temel zaafiyet kitlelerin örgütsüzlüğü, en kritik eksiklikse devrimci bir önderlik idi. Belki milyonlar sokaklardaydı ancak örgütsüzlerdi.

Halihazırda gençlik de alabildiğine örgütsüzdür. Olduğu kadarıyla da büyük oranda reformizmin etkisi ve denetimi altındadır. Belki geniş gençlik kesimlerine ulaşabilmiş değillerdir -zaten onları kucaklayabilcek ne bir politikaya ne de örgütsel zemine sahiptirler- ancak gençlik içinde sol adına en etkin güç bugün için reformizmdir. Bu nedenle reformizm gençlik harektinin önünde aşılması gerken bir engel olarak durmaktadır.

Bu yüzden gençliğin devrimci birliğini politik bir gençlik örgütlenmesi etrafında şekillendirmek, bu noktada ısrarla politikalar üretmek, örgütlenme ihtiyacını böylesi politik bir hat ve birliktelikle karşılamaya çalışmak günün en temel görevidir. Bu yüzden baskılara ve gericiliğe karşı direnmek ve örgütlenmek, devrimci politik faaliyetin temel eksenini oluşturmaktadır. Diren ve örgütlen çağrımızın karşılık bulması, gençliğin devrimci birlikteliğini ve örgütlenmesini yaratacak zemini her geçen gün olgunlaştıracaktır.

Kızıl Bayrak

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]