Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Ustalardan ve yazarlardan
18.12.2013- 19:05

Olduğumuz gibi görünmek
Metin Çulhaoğlu


“Sosyalizm mi? O dediğin sanayileşmeyle, modern işçi sınıfıyla olur; biz henüz toplu iğneyi bile dışarıdan ithal etmek zorundayız…”

“Yani şimdi sen ezeli ve ebedi düşmanımız Rusya’nın uydusu olalım mı diyorsun?”

“Türkiye henüz feodalizmi aşamamış bir ülke; Türkiye’de toprağı sıksan feodalizm fışkırır; daha sosyalizme hazır değiliz…”

“Sosyal demokrasinin, bir yanda kapitalizmin getirdiği adaletsizlikleri giderirken diğer yanda sosyalizmin herkesi yoksullukta eşitleyen aşırılıklarına kaymayan doğru yol olduğu ortaya çıkmıştır…”

Yukarıdaki cümleler, Türkiye’de “sosyalizm” dendiğinde yapılan itirazları kronolojik olarak özetlemektedir.

Bu tür itirazların hepsinin sosyalizmin azılı düşmanlarının ağızlarından çıktığını söylemek de mümkün değildir.

***

2013’ü geride bırakmak üzereyiz. Bugün “sosyalizm” dendiğinde artık buna benzer itirazlar gelmemektedir; hepsi aşılmıştır, çok gerilerde kalmıştır.

Ama aradan geçen zamanda, özellikle son 20-25 yıl içinde “başka” şeyler de olmuştur.

“Tam bağımsızlık” mı?

Dünya kapitalizminin bugünkü entegrasyon düzeyinde ülkenin kaynakları halkın yararına yönetilsin ve kullanılsın diyorsanız, verili sistem içindeki alternatifleriniz yok denecek kadar azdır. Hemen “sosyalizm” diye atlamasanız bile sosyalizmi düşünmek zorundasınızdır. “Bağımsız dış politika” diyorsanız da öyledir; içerde köklü denebilecek bir siyasal-toplumsal dönüşüm yaşanmadıkça en fazla “ben daha kişilikli bir uydu olurum” diyebilirsiniz.

Zaten böyle diyorlar…

“Demokrasi” mi?

Batıda yaklaşık 150 yıldır, Türkiye’de ise 70 yıla yakın bir süredir önüne ve arkasına ekler konularak kullanılmış, bin bir türlü versiyonu denenmiş, orasıyla burasıyla oynanmış, ama hepsinde belirli bir sınıra gelip dayanılmıştır. Daha kötüsü, Türkiye dâhil birçok ülkede düzen, “demokrasi” diye kaşıkla verdiğini uygulamada kepçeyle geri almanın yollarını bulmuştur ve şimdi bundan da ötesini aramaktadır.

Artık “demokrasiyi” başka bir bağlamda düşünmenin zamanıdır.

Emek mi, emeğin hakları, çıkarları mı?

Emeğe, emekçiye yönelik saldırı “arızi”, gelip geçici ya da konjonktürel bir durum olmaktan çoktan çıkıp kapitalizmin, uluslararası rekabetin sürdürülebilirliğinin olmazsa olmaz önkoşulu haline gelmiştir. Örneğin siz asgari ücretten, kayıt dışı çalışmaya tümüyle son vermiş bir Türkiye kapitalizmi düşünebiliyor musunuz? Türkiye kapitalizminin 60’ların ve 70’lerin sendikacılığına tahammül edebileceğini mi sanıyorsunuz?

O zaman, “emek” diyorsanız hemen başka çağrışımlara, yollara ve alternatiflere yönelmeniz kaçılmazdır.

Özetle: Türkiye’de bağımsızlık, demokrasi ve emek, tarihte ilk kez tek bir istikamete işaret eder durumda, bir aradalık içindedir.

Her gün beş vakit tekrar edelim, gece yarısından sonra davul zurnayla ilan edelim diyen yok; ama düşünmeden, anıştırmadan ve çağrıştırmadan hiç olmaz, yapamayız…

***

Türkiye’de Nazım Hikmet’in, Deniz Gezmiş’in, Yılmaz Güney’in toplumun büyük bir kesiminin gözünde bu kadar meşrulaştığı başka bir dönem hatırlıyor musunuz?

Peki, bu insanların meşguliyeti sosyalizm değil de neydi?

Bu değerleri benimseyen, bu insanlara gönüllerinde ayrı bir yer veren insanların hepsi hemen ardından “sosyalizme gelirsek, orası başka; benim itirazlarım var” şerhini mi düşecektir?

Nazım’ın şiirleri dillerde dolaşacak, Deniz’ler her yıl çok daha duyarlı biçimde anılacak, Güney sineması beğeniyle izlenecek, çeşitli durumlara “tam Aziz Nesinlik” denecek, Behice Boran’ın “dünyanın ve Türkiye’nin aydınlık geleceği” sözü burjuva partilerin bile mesajı haline gelecek ve biz de imalı imalı bakıp “anlayın işte” demekle yetineceğiz.

Ya da eski bir Yassıada hükümlüsü yakınının 1960’ların başında dediği gibi: “Gözlerimin içine bakın, anlarsınız…”

Bu kadar dolandırmaya hiç gerek yok.

En iyisi, olduğumuz gibi görünmektir.

SOL

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]