Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Ustalardan ve yazarlardan
25.12.2013- 09:42

Güncellik, yakın dönem ve sol
Metin Çulhaoğlu

Türkiye’de siyaset her zaman gerilimler üzerinden yürümüştür. İşin mayasında vardır ve başka türlüsü mümkün değildir.

Ancak gerilimlerin, Türkiye için normal sayılabilecek olanın ötesinde aşırı boyutlar kazandığı özel dönemler vardır. Bu özel dönemlerin sayısı o kadar fazla değildir ve “ardından gelenler” bakımından özel önem taşır.

Bunlardan ilki, özellikle 50’li yılların sonuna damgasını vuran DP (iktidar)-CHP (muhalefet) gerilimidir. Gerçekten çok aşırı boyutlara varmıştır ve arkasından 27 Mayıs gelmiştir.

Diğeri, 1970’li yılların ikinci yarısında başlayan Milliyetçi Cephe” (MC)-CHP gerilimidir. O dönemde bunlardan ikincisi (CHP) de iktidar olmuştur; ama gerilim hiç yumuşamamış, tırmandıkça tırmanmıştır. Ardından 12 Eylül darbesi gelmiştir.

Aşırı gerilimli bu iki dönemin ikisinde de gerilim iktidar ile muhalefet arasındadır.

Bugün?

Bugün, iktidar ile muhalefet arasındaki gerilimi aşan bir kavganın egemen bloğun kendi içinde olanca şiddetiyle yaşandığını görüyoruz. O kadar ki, işin içine din kültürü olmayanların bile vahametini kestirebilecekleri beddualar girmiştir: Ocağın sönsün, üzerine ateşler yağsın, sürüm sürüm sürünesin inşallah ve benzerleri…

Öbür taraf da aşağı kalmamaktadır: Senin inine kadar girerim alimallah…

İşte, buraya da mim konulması gerekir.

İktidar-muhalefet gerilimi aşırı da olsa normal sayılabilir; ama gerilimin bu türü bir anomalidir.

Ne oluyor?

Yukarıda verilen örneklerden ikisinde de sonunda asker gelmişti. Bu kez?

Bu kez askerin gelmeyeceği, gelemeyeceği ortadadır.

O zaman ne olacak?

***

Egemen bloğun kendi içindeki aşırı gerilimin ve kavganın temel nedeni, egemen olmanın nimetlerinin paylaşımına, kimin az kimin çok “götürdüğüne” ilişkin anlaşmazlıklar olabilir mi?

Gerçi maddiyat, zenginleşme, dünyevi kazanç hırsı hepsinde vardır ve özellikle belirgindir; ama kavganın salt bu alandaki bir didişmeyle açıklanması hiç de doyurucu olmayacaktır. Böyle şeyleri kendi aralarında pekâlâ suhuletle halledebilirlerdi.

Devlet aygıtı üzerinde denetim, bu aygıtın çeşitli kollarında kimin söz sahibi olacağı ise, dünyevi nimetlerin paylaşımına göre kuşkusuz daha ağır basan bir etmendir. Ancak, burada da başka sorular gündeme geliyor: Maddi çıkarlar dışında, devlette ve siyasette “denetim” ve “söz sahibi olma” kavgası daha genel anlamda neye yöneliktir? Türkiye’ye nasıl bir şekil vermek, nereye götürmek içindir?

Kimi okurlar açısından bir ihtimal yeterince doyurucu bulunmayacak olsa bile, sürmekte olan kavgayla ve az önceki sorularla ilgili olarak verilebilecek yanıt şudur: Bugün gündemde olan, cepte hazır duran bir alternatife göre, bu alternatif için uygun ortamı yaratmak değil, alternatifi, oluşturulan, kızıştırılan ve sürdürülecek ortama bakarak buradan çıkarmaktır…

Daha açık olması için, başta verilen “aşırı gerilimli” dönem örnekleriyle kıyas yoluna başvuralım:

1950’lerdeki DP-CHP geriliminde “dış faktörün” rolü yok denecek kadar azdır. 27 Mayıs’la ortaya bir “durum” çıkmıştır. Bu durum bu kez “dış faktör” de dâhil olmak üzere çeşitli siyasal güçlerce değerlendirilerek Türkiye’de 1960’ların düzeni şekillendirilmiştir.

1970’lerin geriliminde ise, özellikle dönemin sonlarına doğru, “dış faktör” daha aktiftir. Gerek uluslararası konjonktür (İran’ın kaybı, Sovyetlerin Afganistan’a müdahalesi) gerekse “iç program” (24 Ocak 1980 kararları ve Türkiye kapitalizminin yeni bir mecraya yöneltilmesi), 12 Eylül cuntacılarının cebine bir alternatif koymuştur.

Bu iki örnekle karşılaştırıldığında, bugünkü durumu şöyle değerlendirmek mümkündür: Bugünkü durum, dış faktörün rolü açısından 12 Eylül 1980 öncesine, henüz hazır olmayan alternatifi oluşan durumun kendisinden türetme açısından da 27 Mayıs 1960 öncesine benzemektedir.
Her ikisine de benzemeyen yan ise, askerin olmaması ve olmayacak olmasıdır.

***

Kritik açılım noktası olduğu için az önceki temel tespiti bir kez daha düşünelim: “Bugün gündemde olan, cepte hazır duran bir alternatife göre, bu alternatif için uygun ortamı yaratmak değil, alternatifi, oluşan ve sürecek ortama bakarak buradan çıkarmaktır…”

Eğer böyle ise, Türkiye için “yeni bir egemen bloğun”, buna tekabül eden siyasal oluşumların ve iktidarların düşünüldüğünü söylemek mümkündür. Ama sadece “düşünüldüğünü”; yoksa tekrar hatırlatalım: Kafalarda olgunlaşmış, cepte hazır değildir; yaratılan ortamda aktörlerin performansıyla, girecekleri angajmanlarla, çeşitli “testlerle” ve elbette önümüzdeki seçimler döneminin ortaya koyduklarıyla şekillenecektir.

Peki, bunca “devlet aklı”, bunca odak-merkez, bunca kurmay ve “think-tank” varken köşeleri belirgin net bir alternatifi henüz üretemediler mi?

Belki de üretip hazır edebilirlerdi; ama diğerlerinin yanı sıra iki önemli duruma ilişkin “sorun” vardır ve bu sorunlar belirsizlik yaratıp belirli testleri, bakıp görme süreçlerini zorunlu kılmaktadır.

Bunlardan birincisi, AKP’nin başındaki Erdoğan’ın, belki de her ne pahasına olursa olsun direnme kararlılığı ve arkasındaki kitle desteğidir. Dış faktöre olması gerekenden daha fazla ağırlık tanıyanlar belki “canım orasını da düşünüp halletmişlerdir” diyecektir, ama o kadar kolay değildir ve çeşitli “yoklamalar” gerektirmektedir.

İkincisi ise, Türkiye’de Haziran’da ortaya çıkan potansiyeli “ehlileştirip” sonunda düzene “eklemleme” işini en iyi kimin yapabileceğinin henüz netleşmemesidir. Evet, elbette Erdoğan ve AKP’si değildir, ama bunların dışında aday çoktur, heveslisi boldur.

Bu durumda, Erdoğansız AKP, AKP içinden yeni oluşum, yepyeni bir oluşum, Abdullah Gül, Cemaat, CHP, Sarıgül gibi faktör ve aktörlerin kombinasyonu (sıralama önemli değil) ve permütasyonu (sıralama önemli) düşünülecek ve test edilecektir.

***

Gelelim sol’a…

Eğer önümüzdeki dönem böyle geçecekse, bunun anlamı biraz şaşkın-şaşırmış, eski tercihlerini gözden geçirmeye eğilimli, kararsız, olup biteni anlamaya çalışan geniş halk kesimleridir. Bu, sol açısından, etkilenmeye ve şekillendirilmeye görece daha açık, daha “plastik” bir kitle demektir.

Daha açık deyişle, bir fırsattır.

“O zaman hadi yüklenelim…” diyelim; diyelim ama şu da var: En geniş anlamıyla sol, önce kendi ikirciklenmelerine, tereddütlerine, bulanıklıklarına ve kararsızlıklarına son versin, gerçekten sol olsun ki “gittiği kitlenin” kafasını bir de kendisi karıştırmasın…

sol

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]