Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Ustalardan ve yazarlardan
16.01.2014- 12:04

Kanun namına
Metin Çulhaoğlu


“Kanun Namına” (1952) Ö. Lütfi Akad’ın yönetmenlik yaşamının başyapıtlarından biridir.

Filmin teknik ve sinemasal özellikleri hakkında pek çok şey söylenebilir. En önemlilerinden biri, filmin sonlarındaki kaçma-kovalama bölümüdür. Nazım usta (Ayhan Işık) kaçar, polis kovalar. Uzun tutulan bu bölümde İstanbul’un özellikle Haliç civarındaki çeşitli mekânlarını “hareketli kameradan” (Kriton İlyadis) peş peşe izleriz. Derler ki, Akad’ın bu filminde İstanbul’un kendisi de ayrı bir “oyuncu” kimliğiyle anlatılan öyküye dahil olmuştur…

Türkiye’de 17 Aralık’tan bu yana sanki Kanun Namına’nın kaçma-kovalama bölümünü “izliyoruz.”

Kimin kaçıp kimin kovaladığı, kimin “Nazım usta” olduğu o kadar önemli değildir.

Önemli olan şudur: Akad’ın filminde ön plana çıkan İstanbul mekanlarının yerini şimdiki “filmde” düzen, onun kurumları ve aktörleri almıştır. “Hareketli kamera” bir TBMM’de, bir HSYK’dadır; iktidarla Cemaat arasındaki hızlı geçişleri izlemekte zorlanırız; 1952’de Kriton İlyadis filmi sadece “çekmişti”, ama burada medyanın kendisini bir aktör olarak emniyetle yargı arasında mekik dokurken görürüz; MİT, Barolar Birliği, “ana muhalefet”, iktidarın ve bugün karşısına geçen gücün açık ve “dolaylı” destekçileri…

Hepsi işin içindedir.

Aslında bu “filmde” düzen, Kanun Namına’daki İstanbul’a göre çok daha ön plandadır. Bir mekân olarak İstanbul’un Ayhan Işık’tan “çaldığı” rolün çok daha fazlasını, düzenin kendisi bugünkü kaosun aktörlerinden çalmaktadır…

* * *

Kanun Namına’yı günümüzde ilk kez izleyenler büyük ihtimalle şunları düşünecek, söyleyeceklerdir:

“Bak Kapalıçarşı o zamanlar nasılmış…”
“Filmdeki Haliç’e, kıyıdaki balıkçılara dikkat ettin mi? İstanbul’u bitirmişler resmen…”
“Bir 50’lerdeki Karaköy’e bak bir de bugünkü…”

İşin püf noktası ise şurada: Bugün de her şey sözde “kanun namına” (hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı vesaire) yapılıyor; iyi de, biz seyirci miyiz, seyirci olarak mı kalacağız? “Sonunda ne olacak acaba” diye bekleyip duracak mıyız?

Arada çeşitli kurgular yaparak elbette:

“Bence asıl kumpası şunlardan ve şunlardan oluşan çete diğer kesime karşı kurdu…”
“Yok, pek öyle değil, bence Paris cinayetlerinin arkasındaki gü煔
“Ama Utah-Florida-Yahudi lobisi üçgenini hesaba katmıyorsunuz gibi geldi bana…”
“Zamanlamaya dikkat et, zamanlamaya!”

* * *

Peki, bunları yapmayalım da ne yapalım?

“Reel politikayı”, siyasette “gerçekçi” olmayı, saflaşmalarında, koşullarında, zamanlamasında ve yürütülüş tarzında zerre kadar söz ve pay sahibi olunmayan düzen içi bir kavgada taraf tutmak şeklinde anlayanlar o düzenin parçası olmuşlardır.

Bu kadar açıktır.

Siyasette, düzen içi ciddi kavgaların, o düzenin ve kavganın taraflarının dışında, hepsini karşıya alan bambaşka bir muhalefet için alan açıp zemin oluşturduğu uğraklar ortaya çıkar. Örnek: Türkiye’de solun 1960’lardaki yükselişinin temel “iç” faktörlerinin başında, özellikle 1957-1960 döneminde kızışan Demokrat Parti-Cumhuriyet Halk Partisi kavgası gelir. Üstelik bu dönemde sol, yakın geçmişteki kavganın her iki tarafından da parça koparmış, kendi ayrı zeminini öyle oluşturmuştur.

Bugün Türkiye benzer bir uğraktan geçmektedir.

Ülkenin neresine giderseniz gidin, sözgelimi 10 kişilik bir topluluk içinde “al birini vur ötekine” diyecek 2-3 kişi bulursunuz. Üstelik “alınıp vurulacak” olanlar salt bugünkü kavganın ön plandaki iki tarafı da değildir; düzen içi aktörlerin hepsidir.

“Reel politika”, “gerçekçilik” falan adına baksanız da çok ama çok önemli bir fırsattır…

* * *

Kanun Namına’da kamera İstanbul’u dolaşırken şöyle bir görünen işçiler, esnaf, sıradan yurttaşlar, doğal olarak mekânın (İstanbul) mütemmim cüz’ü (tamamlayıcı parçası) durumundaydılar.

Bugünkü “filmde” ise bu cüz’ü başlı başına bir aktör haline getirmek gerekiyor.

Bu uğraşı da “gerçekçi” ya da “zamanlı” bulmayanlar, bırakalım mütemmim cüz olarak kalmaya devam etsinler…

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]