Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Dünyadan

'Sezar' raporundaki tutarsızlıklar

Resim Ekleme


CNN, Guardian, TRT ve AA tarafından servis edilen “Esad’ın işkenceleri” raporu, çok sayıda tutarsızlık içeriyor. En fazla dikkat çeken husus, fotoğrafların kaynağı ile son 8 günde ve yalnızca 3 kez görüşen ekibin, 55 bin fotoğrafı nasıl tasnif ettiği.

(soL - Dış Haberler) Suriye’deki krize yönelik siyasi çözüm amacıyla Montrö’de yapılması planlanan konferans öncesinde, Suriye yönetimine karşı büyük bir kampanya başlatıldı.

CNN International, Guardian, TRT ve AA’nın Suriye yönetimi tarafından yapıldığı ve işkenceyi kanıtladığı iddia edilen raporu yayımlaması ile birlikte, özellikle sosyal medyada “Esed vahşeti”ne dair çok şey yazılıp çizildi, hala yazılmaya devam ediyor.

Rapor nereden çıktı?
Ancak bütün bunlara rağmen, raporun içeriğine dair çok az şey tartışılıyor.

Londra merkezli Carter-­Ruck and Co. isimli bir hukuk bürosu adına hazırlanan rapor, hazırlayanların “Sezar” kod adını verdikleri, Suriye yönetiminde uzun yıllar askeri polis olarak görev yaptığı iddia edilen ve sonradan taraf değiştirerek muhaliflere katılan bir kaynağa dayandırılıyor.

İddiaya göre, gizli tanık uzun yıllar olay yeri fotoğrafçısı olarak görev yaptı. Ancak Mart 2011’de Suriye’de gösteriler patlak verince, “Sezar”ın görevi gözaltından askeri hastaneye gelen cesetleri belgelemek oldu.

Rapora göre “Sezar” taraf değiştirerek, geçtiğimiz Ağustos ayına kadar olan “görevi” süresince çektiği 55 bin fotoğrafı, bir flaş bellek ile Suriye dışına kaçırdı. Raporu hazırlayanlar ise bu fotoğrafları, Suriye Ulusal Hareketi isimli bir muhalif gruptan temin ettiler. Rapor, 55 bin fotoğrafın yaklaşık 11 bin kurbana tekabül ettiğini söyledi.

‘Sezar’a duyulan güven
Raporu hazırlayan ekip, “Sezar” ile yaptıkları “dikkatli görüşmeler” neticesinde, onun “dürüst ve güvenilir bir tanık” olduğuna kanaat getirdiler. İddiaya göre “Sezar”ın “sansasyonel” olduğuna dair bir işaret yoktu, ayrıca “partizan” gibi de görünmüyordu.

Raporu hazırlayanlar “Sezar”ın Suriye rejiminin muhaliflerini desteklediğini belirtirken, bununla birlikte gizli tanığın kendi tecrübelerine dair getirdiği “dürüst açıklamalar”ın “tatmin edici” olduğunu söylediler.

Raporda, yazarların neden böyle düşündüğüne dair tek kanıt ise şu:


“Eğer o [Sezar] kanıtlarını abartmak isteseydi, gerçekte infazlara şahit olduğunu söylemesi onun için çok kolay olurdu.”

Gerçekten de raporda “Sezar”, hiçbir infaza şahit olmadığını belirtiyor. Herhangi bir şahit olmadan, fotoğrafların bir infaza işaret ettiğinin nasıl anlaşıldığı ayrı bir soru işareti olmakla birlikte, yazarların “Sezar”a güvenlerini bunun üzerinden açıklamaları, raporun zayıf yönlerinden birini oluşturuyor. Yazarlar okurlara özet olarak, “bizler inandık, siz de inanın” diyorlar.

Yalnızca üç kez görüşmüşler
Raporun en zayıf, hatta skandal olarak görülebilecek yanı ise, araştırmacıların “Sezar” ile yaptıkları mülakatlar.

İsmi verilmeyen bir Ortadoğu ülkesine giden yazarlar, burada “Sezar” ile yalnızca üç kez görüştüler. Üstelik, bu görüşmelerin tarihleri de hayli yakın: 12 Ocak, 13 Ocak ve 18 Ocak 2014. Rapor ise dün, yani 20 Ocak 2014 tarihinde yayımlandı. Üstelik “Sezar”ın Suriye’den kaçırdığı iddia edilen flaş disk’in içerisinde 55 bin fotoğraf yer aldığı belirtiliyor.


“Sezar”ın iddiasına göre, “işkence” edilmiş cesetlerin fotoğraflarını çekmesinin ik nedeni var. Birincisi, aileler cesedi görmeden uygun bir ölüm belgesi hazırlayıp gerçek ölüm nedenini gizlemek. İkincisi ise, infazların uygulanıp uygulanmadığını resmi olarak kontrol etmek.

Yazarlar ‘kendilerini kimseye kullandırtmadı’!
Suriye’de ulusal ve öteki çıkarların birbirleriyle rekabet halinde bulunması nedeniyle, “Sezar”ın ifşaatlarını raporlayan yazarlar, “kimsenin aracı haline gelmemek için” tetikte olduklarını iddia ediyorlar.

Raporu hazırlayan ekip, adli uzmanların yardımına başvurduğunu belirtiyor. İddiaya göre 35 fotoğraf, Britanya’daki Acume Forensics isimli bir şirketin güvenli bir sunucusuna yüklendi. Burada Stephen Cole isimli bir “dijital görüntüleme” uzmanı fotoğrafları inceledi ve fotoğrafların dijital olarak üzerinde oynanmamış olduğu sonucuna vardı.

Ekip, fotoğrafların incelendiği bilgisayardaki 26 bin 948 dosyanın ve kalan yirmi binden fazla resmin bazılarının , “Sezar” tarafından temin edildiğine ikna oldu.

Ancak raporun tam burasında, yazarlar bir dipnot düştüler: “Araştırma ekibinin bu paragrafa sözü edilen fotoğraflara erişimi, onları şu anda elinde bulunduran Suriye Ulusal Hareketi tarafından sağlandı.”

Bazı şeyler belli, hiçbir şey belli değil

Daha sonra, fotoğraflardaki cesetlerde bulunduğu iddia edilen yara izlerine sıra geliyor. Burada, aşırı zayıflama, çarpmaya bağlı travma gibi durumlardan bahsediliyor. Ancak daha sonra, adli tıp uzmanlarının karşılaştığı problemlere değiniliyor.

Birincisi, fotoğraflar “olay yeri fotoğrafı” değil. Bu nedenle bir ölçeklendirme ve yaralanmalara yönelik yakın çekim görüntüler içermiyor. Ayrıca fotoğrafların çoğunda, “kurbanların” sırt kısmı görüntülenmemiş. Yanı sıra, “içerideki” yaralara dair de herhangi bir kanıt bulunmuyor.

Ancak rapordaki esas dikkat çekici ifade, araştırma ekibinin üzerinde bir zaman kısıtlaması olduğunun belirtilmesi. Yazarlar, bu zaman kısıtı ve çok sayıda fotoğraf olduğu gerekçesiyle, her fotoğraf ve her ceset için ayrıntılı bir yaralanma raporu hazırlayamadıklarını kaydediyorlar. Raporun hazırlanmasına yönelik zaman kısıtının ne olduğu ise belirtilmiyor.

‘Sezar’ ve yurtdışındaki bağlantıları

Raporun bir kısmında, “Sezar”ın günde 50 ceset fotoğrafı çektiği ve bunun kendisi ve ekibi için “psikolojik bir acı” verdiği söyleniyor.

Dikkat çekici olan ise, “Sezar”ın muhaliflerle kurduğu bağlantı. Suriye Ulusal Hareketi’ne mensup olan ve “Sezar”ın eşinin akrabası olan ismi verilmeyen bir kişi, Suriye’de silahlı çatışmalar başladıktan birkaç gün sonra yurtdışına çıktığını söylüyor. Bu kişi, “uluslararası insan hakları gruplarıyla ilişki kurduğunu” belirtiyor. Daha sonra, Ortadoğu’da, Suriye’de yaşananları materyalleri toplamak ve yayınlamak için bir “enformasyon komitesi” oluşturuluyor.

Bu kişinin iddiasına göre, “Sezar” Eylül 2011’den beri bu komite ile ilişki halindeydi.

Rapordaki ‘kanaatler’
Raporun yazarları, “Sezar”ın yalnızca güvenilir değil, aynı zamanda ikna edici olduğunu belirtiyorlar.

Buna buldukları gerekçe ise hayli tuhaf: “Suriye yönetiminin öldürdüğü kişilerin fotoğrafını çekmesine duyduğu ihtiyaç ile gözaltı merkezlerinde öldürülme emirlerinin yerine getirildiğine emin olunması ihtiyacı, bütünüyle birbiriyle uyumlu.” Raporda, bu zorlama bağlantının nasıl kurulduğu ise açıklanmıyor.

http://haber.sol.org.tr/dunyadan/sezar-raporundaki-tutarsizliklar-haberi-86288

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
21.01.2014- 08:07

Cenevre öncesinde böyle bir ''rapor''un ortaya çıkması hiç kuşku yok ki, son zamanlarda ABD dahil dünya kamuoyunda gelişen Esad ve Suriye halkından yana olumlu havayı etkileyecek ve Suriye muhalefeti olarak gösterilen El Kaide ve benzeri ölüm çetelerinin elini güçlendirecektir. İçlerinde çocukların da bulunduğu söylenen ve 11 bin kişinin gözaltındayken işkenceler sonucu öldürüldüğü iddia edilen bu ''sezar'' raporunun arkasında Katar sermayesinin olması, raporu hazırlayan bir ingiliz hukuk bürosuna toplam 55 bin fotoğrafın Suriye muhalifi bir ordu mensubu tarafından gönderilmesi akla Cenevre öncesinde Suriye lehine oluşan olumlu havayı dağıtmak amaçlı bir komplo ve manipulasyon iddiaları getirmelidir. 11 bin kişinin işkenceyle öldürüldüğüne ilişkin 55 bin fotoğrafın bu işkencehanelerde çekilmesi, saklanması, ve günü geldiğinde kullanılması o kadar da basit bir olay olmasa gerek. Bu rapor ve içindeki görüntülerin birebir gerçeği yansıttığını iddia etmek bu koşullarda oldukça saf bir tutum almak olur. Peki bu durum, Suriye'de, Esad yanlılarında her şeyin uyarında gittiği ve onların savaş alanlarında veya bu raporda dile getirildiği gibi gözaltı olaylarında ölümlere yol açmadığı, bu ''canavarlaşma'' olarak nitelenebilecek olayların bir parçası haline gelmediği anlamı çıkar mı? Böyle bir iddiada bulunulabilir mi? Mümkün mü böyle bir şey?

Suriye'ye karşı kirli bir savaşın yürütüldüğünü burada aylardır söylüyoruz. ABD emperyalizminin güdümünde Katar, S.Arabistan, ve Türkiye taşeronluğunda bölgede bir dizayn çalışması yapılmaktadır. Daha önce Irak'ta gerçekleştirilen, sonrasında en somut biçimini Libya'da gördüğümüz ve bugün de Suriye üzerinde oynanan oyunların perde arkasında ABD emperyalizmi, uluslar arası tekeller ve silah tacirleri vardır. Bölge emperyalizmin çıkarları yönünde biçimlendirilmeye çalışılmaktadır. Amaç bölgeye demokrasi falan getirmek değildir. Amaç Esad adlı ''diktatörü'' devirip, barışçıl ve demokrat bir rejimin oluşturulması da değildir. Taşeron ülkelerin başta Katar ve Suudi Arabistan olmak üzere ne kadar demokrat olduğu ortada değil mi? Amaç emperyalist çıkarlardır. Amaç bu emperyalist çıkarlar uğruna Suriye halkının daha fazla sömürülmesi ve buradan elde edilecek kirli kazançların gelişmiş ülkelere, uluslarası tekellere akıtılmasıdır. Esad'ın ''diktatör'' veya demokrat olup olmamasının ( ki bu ikisi arasındaki fark da sadece biçimseldir) bu kirli savaşın nedeni ve sürüp gitmesiyle doğrudan ilgili değildir.

Aylardır gözlerimizin önünde cereyan ediyor. TIR'lar dolusu mühimmat Suriye halkına yönelik bir savaşta El Kaideci ölüm çetelerine gönderilmektedir. Suriye'ye karşı savaşan bu ölüm çetelerinin pek çok militanının   dışardan olduğu, Suriye ile hiç bir bağıntısının bulunmadığı ve yaptıkları ''iş' gereği belli ücretler aldıkları da basına yansıyor.   Çoğu şeriat yanlısı bu ölüm çetelerinin, dinci sloganlar atarak, kör testerelerle canlı canlı insan kafası keserek, ve hatta kestikleri kafalarla ayak topu oynayarak ve bundan sadistçe keyif duyarak çektikleri görüntüleri yine kendileri videolara almakta internete koymaktalar. Böylesine korkunç, böylesine iğrenç ve böylesine kirli bir savaşta taraf olup da kirlenmemek mümkün mü? Böyle bir şeyi iddia edebilmek mümkün mü? Olabilir mi böyle bir şey? Daha dün iyi kötü bir yaşamı bulunan ve çok çeşitli etnik ve dini farklılıklara sahip olan bir halk, bu halkın silahlı militanları karşı karşıya kaldıkları ve aylardır süren böyle bir   emperyalist saldırı karşısında hangi insani duygu ve melekelerini koruyabilir? Adına sezar raporu denilen bu görüntülerin gerçek olup olmaması, Suriye'de yaşananların farklı bir zeminde cereyan ettiğini mi gösterecek bize?

''Esad diktatör mü değil mi?'' ''Kendi şehirlerini bombalıyor mu bombalamıyor mu?'' ''Kimyasal silah üretmiş mi, üretmemiş mi?'' Birileri bu sakızı çiğnemeye devam edebilir. Her ülkede böyle bir algı yaratmaya çalışan emperyalist merkezlerin, düşünce klüplerinin, basının, medyanın, liberal şarlatanların varlığı da biliniyor. Onlar elbette kendi işlevlerini sürdürecekler, bu kirli ve iğrenç savaşın emperyalist cephesinde yerini alacaklardır. İşleri bu. Ama hiç kimse Türkiye solundan bu kirli savaşta emperyalizm yanlısı bir pozisyon almasını beklemesin. Solcu, sosyalist olmanın gereği budur. Nerede yaşanıyorsa yaşansın sol emperyalizm karşıtlığı içinde bulunur. Emperyalizmin bir ülkeye ''iyi şeyler'' getirebileceğine inananlar varsa, onlar bu masallara devam ededursunlar, dünyanın hiç bir ülkesinde sol bu masalları savunmaz ve bu emperyalist oyunların içinde yer almaz. Böyle bir şey olamaz.

Solcu olmak her şeyden önce emperyalizme karşıt olmak demektir.
Solcuysanız emperyalizme karşı çıkacaksınız. Başka yolu yok bunun.


''Ama esad da şöyle böyle...kem küm...''

Bataklığa gözlerini kapayıp,   sivrisineklerle uğraşmak bizim işimiz değil.
Onlar kendilerini avutmaya ve emperyalizme uşaklık etmeye devam edebilirler.

şibusa  |  Cvp:
Cevap: 2
21.01.2014- 21:09

Fatih Yaşlı yazdı: Suriye’ye tuzak, ABD ve AKP’ye suni teneffüs

Resim Ekleme  

"Emperyalizm Cenevre’ye elleri güçlü bir şekilde gitmek için bu hamleyi yapmıştır; üstelik bunu yapmasının nedeni muhtemelen hem Rusya’nın hem de Suriye’nin elinde, -örneğin kimyasal saldırıların rejimin değil muhaliflerin işi olduğuna dair- son derece güçlü kozlar olmasıdır."

Fatih Yaşlı - soL

“Canlı yayınlanan ilk savaş” olan Birinci Körfez Savaşı, yani Irak’a yönelik ABD saldırısı, CNN’i “küresel bir marka” haline getirmişti 1990’ların başında. Berlin Duvarı, Sovyetler Birliği ve reel sosyalizm çökerken Baba Bush tarafından yeni dünya düzeni ilan ediliyor, gece görüşlü kameralar aracılığıyla bir halkın başına yağdırılan bombaları kola-patlamış mısır eşliğinde izliyordu insanlık. Kapitalizmin zafer sarhoşluğunu felsefi bir sosa bulayıp “tarihin sonu” adı altında dünyaya pazarlamak ise Francis Fukuyama adlı beşinci sınıf bir siyaset bilimciye düşecekti hal böyleyken.

Savaş sürerken, “gösteri toplumu”nda savaş yalanlarıyla medya arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğunu mükemmel bir şekilde sembolize eden bir görüntü dolanmaya başlandı ekranlarda. Saddam’ın havaya uçurduğu petrol tesislerinden denize dökülen petrole bulanmış, kurtulmak için çırpınan bir karabatak kuşunun görüntüleriydi bunlar ve televizyonlarının başındaki milyonlarca insan o kuş vesilesiyle Saddam’ın ne kadar zalim bir diktatör olduğuna ve devrilmesi gerektiğine ikna edilmişti. Çok sonradan, o görüntülerin Irak’tan değil Alaska’dan olduğu ortaya çıkmıştı ama dünya Irak halkının tepesine milyonlarca ton bomba yağdırılmasının gerekliliğine ikna edilmişti bir kere o görüntüleri izlediğinde.

Benzer bir yalan ikinci Körfez savaşı sırasında, bu sefer doğrudan bir siyasetçinin, Colin Powell’ın ağzından dile getirildi. Saddam Hüseyin’in elinde kimyasal silahlar vardı ve üstelik Saddam, 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren El Kaide’ye yardım ve yataklık etmekteydi. Dolayısıyla insanlığı böyle büyük bir tehlikeden kurtarmak için yaklaşık on yıl aradan sonra tekrar saldırıp Irak’ı bir kez daha yerle bir etmek gerekiyordu.

Yalanlar ve Suriye
Tüm bu yalanların katbekat büyüğüne ve süreklileşmiş haline yaklaşık üç yıldır Suriye’de tanıklık ediyoruz. Hak ihlalleri, demokrasi savaşçısı muhalifler, kitleler halinde öldürülen insanlar, kimyasal saldırılar… Bunların hepsi tüm dünyada ama özellikle Suriye’deki rejimi değiştirmeye ant içmiş AKP Türkiye’sinde muazzam bir propaganda aracılığıyla ve Suriye’ye yönelik emperyalist bir saldırıyı gerçekleştirmek adına dolaşıma sokuldu; gazetelerden, dergilerden, televizyon ekranlarından evlere sızdırıldı, insanların akıllarının iğdiş edilmesi adına kullanıldı.

Peki bu yalan üretim fabrikasının çalışmaları bir sonuç verdi mi, ortaya bir ürün konabildi mi? Eğer amaç Suriye’ye yönelik bir askeri operasyon ise bu sorunun yanıtının açık bir şekilde hayır olduğunu biliyoruz. Suriye halkı direndi; İran ve Rusya, kendi jeopolitik kaygıları adına da olsa Suriye’ye destek verdiler ve Irak ya da Afganistan benzeri bir felaketin Suriye’de yaşanması önlendi. Emperyalizmin Suriye planları bozuldu ve Cenevre bir kez daha kaçınılmaz hale geldi.
İşte Cenevre’ye sadece iki gün kalmışken, daha öncekilere benzeyen ama uygulanış itibariyle belki de ilk kez tanıklık edilen bir gösteri konuldu yürürlüğe ve adeta tarihi bir ana, “emperyalist bir müdahaleye” tanıklık ettik beraberce: Dünya tarihinde ilk kez farklı ülkelerden televizyon kanalları, aynı anda canlı ve bir tür ortak yayına geçerek, Suriye’de işlenen savaş suçlarına dair bir raporu ve işkence fotoğraflarını, yani “kanıtları” dünyaya ulaştırmaya başladılar. Bundan önceki bütün emperyalist saldırılarda her zaman kirli bir rol oynamış CNN bir kez daha devreye girmiş ve en iyi bildiği şeyi yapar olmuştu.

Anadolu Ajansı’nın Suriye ile ilgili tarihi belgeler açıklayacağını duyurduğu anda ilk aklıma geleni Twitter’a şöyle yazmıştım: “Sicili bozuk AA'nın, Suriye konusunda "güvenilir" bir belge açıklaması imkânsız. Cenevre'de elini güçlendirmek için ABD mi verdi acaba?” Saat 21.00 olduğunda sorumun yanıtı da geldi, üstelik yanılmamıştım. Ortada en başından beri Suriye düşmanlığında sınır tanımayan Katar, ABD ve İngiltere yapımı ucuz bir film vardı ve an itibariyle vizyona sokulmuştu. En başından beri taşeronluğa hevesli Yeni-Osmanlı ise tam da kendi taht kavgalarıyla boğuştuğu bir konjonktürde, söz konusu rapor ve fotoğraflara mal bulmuş mağribi gibi sarılmıştı. Üstelik öylesine sarılmıştı ki, ne Gezi’de canlı yayın yaptığı için dış mihrak ilan edilen CNN’le ortak yayın yapmayı ne yine Gezi’de düşman ilan edilen Amanpour’un yayını sunmasını, ne de daha dün “bizi devirmek istiyorlar” dediklerinin tezgâhın gerisinde olmasını dert etmişti yeni-Osmanlı’nın kapıkulları.

Yeni-Osmanlı’ya Suni Teneffüs
Görüntüler, her şeyden önce yeni-Osmanlı’nın Suriye’de batağa saplanan ve herkes tarafından eleştirilen politikasını aklamaya hizmet etmek için mükemmel bir araçtı. İşte kanıtlanmıştı, “diktatör Esed” insanları cezaevlerine dolduruyor ve işkenceyle katlediyordu. Tabi ki kendi halkına böylesine zulmeden bir katile karşı, tüm dünya bundan vazgeçse bile onurlu bir duruş sergilenecek, bunun bedeli bunca zamandır süren “değerli yalnızlık” olsa da, bu duruşun ne kadar haklı olduğunu nihayet tüm dünya anlayacaktı.

Ancak sadece bu değil; ortaya çıkan görüntüler Suriye’deki muhaliflere silah da dâhil her türlü yardımı yapmanın bir insanlık görevi olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyordu. Başbakanımız “o TIR’lara benden izin almadan dokunamazsınız” derken haklıydı, MİT o TIR’ları aratmazken haklıydı, Hüseyin Çelik “o TIR’larda ne olduğu kimseyi ilgilendirmez” derken haklıydı. İktidar, bir insanlık görevini -üstelik tüm dünyayı karşısına alma pahasına- yerine getirmekte ve böylelikle tüm dünyaya bir ders vermekte, Batı’nın ikiyüzlülüğünü teşhir etmekteydi. Dolayısıyla artık kimse çıkıp “ o TIR’larda ne var” diye sormasındı.
Ve son olarak, söz konusu görüntüler, AKP ile Cemaat arasındaki kavgada AKP açısından müthiş bir koz anlamına gelecekti. Cemaat, “El Kaide’ye silah gönderen terör destekçisi iktidar” algısını iç ve uluslararası kamuoyuna yerleştirmeye çalışadursun, Batı kamuoyu en azından bir süre AKP’yi bu konuda sıkıştıramayacak, Erdoğan’ın Brüksel’de bulunduğu bir zaman dilimine denk gelmesi itibariyle de AB karşısında elini kısmen de olsa rahatlatacaktı.

Ne işe Yarar?
Bu görüntüler gerçek midir? İç savaş yaşayan, emperyalist bir kuşatma altında var olma mücadelesi veren, binlerce Cihatçı katilin ortalıkta dolaştığı ve şiddetin saltanat sürdüğü bir ülkede böyle şeylerin yaşanmayacağını iddia etmek mümkün değildir. Lakin “işkenceyle öldürülen on bir bin kişi ve onlara ait elli beş bin fotoğraf” da, tüm bunların Cenevre’den iki gün önce, Katar, ABD ve İngiltere tarafından küresel ölçekte dolaşıma sokulması da buram buram komplo kokmaktadır. Aynı gün içerisinde ABD’nin baskısıyla BM’nin İran’a sunduğu Cenevre davetini geri çekmesi ve muhaliflerin son anda Cenevre’ye gitme kararı alması ise komployu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Cihatçı katillerin insanların kafasını kesip ciğerini yediği biliniyorken, Türkiye’de de örneklerine bolca rastlanan NATO’cu hümanistlerin bu görüntüler üzerinden artık unutmaya başladıkları alışkanlıklarını tekrar hatırlayarak uluslararası müdahale çağrısı yapmaları gibi bir alçaklık ise kabul edilemez bir şekilde karşımızda durmaktadır.

Sonuç olarak, tüm bunların bu saatten sonra bir işe yaramayacağını söylemek şüphesiz ki kehanette bulunmak anlamına gelmeyecektir. Bunca yaşanan gelişmeden sonra Suriye’ye askeri operasyon da, Esad’ın devrilmesi de, hem emperyalizm hem de yeni-Osmanlı için bir hayalden ibarettir artık. Emperyalizm Cenevre’ye elleri güçlü bir şekilde gitmek için bu hamleyi yapmıştır; üstelik bunu yapmasının nedeni muhtemelen hem Rusya’nın hem de Suriye’nin elinde, -örneğin kimyasal saldırıların rejimin değil muhaliflerin işi olduğuna dair- son derece güçlü kozlar olmasıdır. Muhtemelen görüşmelerde Esad’ın bir kez daha devlet başkanlığına aday olmaması masaya konacaktır ama bunda başarılı olunamayacaktır.

Erdoğan ve AKP için ise bu en fazla geçici bir soluklanma anı olabilir. Unutulmamalıdır ki ABD ve emperyalizm bugün Cenevre’ye eli bu kadar zayıf gidiyorsa bunda en büyük rol Erdoğan ve Davutoğlu’nun ihtiras yüklü stratejik derinliklerinindir. Söz konusu ihtirasın yarattığı sonuçlar, Batı nezdinde başka birçok şeyle birlikte zaten çoktan not edilmiştir ve er ya da geç ödenmesi gereken bir bedel olarak Erdoğan’ın karşısına çıkarılacaktır.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]