Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 V.I.Lenin

Enternasyonal Yeniden Nasıl Canlandırılır

ALMAN sosyal-demokrasisi, çok uzun yıllar boyunca tüm dünya sosyal-demokrasisi için olduğundan daha fazla, Rus sosyal-demokrasisi için örnek olmuştur. Bu nedenle, kişi, Alman sosyal-demokrasisine karşı tutumunu çok kesin biçimde tanımlamadıkça, şimdilerde süregelen sosyal-yurtseverliğe ya da "sosyalist" şovenizme karşı akıllıca, yani eleştirici bir davranış içinde olamaz. Alman sosyal-demokrasisi geçmişte neydi? Bugün nedir? Gelecekte ne olacak?

Bu sorulardan ilkine, K Kautsky'nin 1909'da yazdığı, birçok Avrupa diline çevrilmiş broşüründe, Der Weg zur Macht'da bir yanıt bulunabilir. Çağımızın hedeflerini en tam biçimde ortaya koyan bu broşür, Alman sosyal-demokratları için (umut verici oluşları nedeniyle) çok yararlıydı, üstelik İkinci Enternasyonalin en seçkin yazarının kaleminden çıkmıştı. Broşürü, bir ölçüde ayrıntılara inerek anımsatacağız; unutulan o ülküler şimdi sık sık yüzsüzce bir yana bırakıldığı için, bu anımsatma hayli yararlı olacak.

Sosyal-demokrasi, yalnızca buharlı makinenin bir devrim olması anlamında değil, ama "bir başka anlamda da" (broşürün ilk tümcesinde belirtildiği gibi) "devrimci bir parti"dir. Sosyal-demokrasi, siyasal iktidarı proletaryanın ele geçirmesini ister, proletarya diktatörlüğünü ister. Kautsky, "devrimden kuşku duyanlara" alaylar yağdırarak şöyle der: "Herhangi bir önemli harekette ve ayaklanmada, kuşku yok ki, yenilgi olasılığını hesaba katmalıyız. Savaştan önce, ancak bir budala, yeneceğinden kesinlikle emin olabilir." Ne var ki, zafer olasılığını düşünmemek de "davamıza doğrudan doğruya ihanet" olur. Bir savaşla bağlantılı olarak devrim, der Kautsky, hem savaş sırasında, hem savaş ardından olasıdır. Keskinleşen uzlaşmaz sınıf karşıtlığının tam hangi anda devrime yolaçacağını kestirmek olanaksızdır, ama diye sürdürür yazar sözünü, "oldukça kesinlikle söyleyebilirim ki, savaşın, ardından sürükleyip getirdiği devrim, ya savaş sırasında, ya hemen ondan sonra patlayacaktır"; biraz daha ilerde, "sosyalizme barışçıl ilerleyiş" teorisinden daha bayağı hiçbir şey olmadığını okuruz. "İktisadi gereksinmelerin anlaşılması iradenin zayıflaması demektir, yollu düşünceden daha hatalı bir şey yoktur" der. "İrade, bir savaşım arzusu olarak, her şeyden önce savaşımın bedeliyle, ikincisi kudret duygusuyla ve üçüncüsü de gerçek kudretle belirlenir." Vorwärts, Fransa'da Sınıf Savaşımları'na Engels'in yazdığı ünlü Giriş'i oportünizmin örneği gibi göstermek istediği zaman, Engels çok öfkelenmiş ve kendisinin, "fiyatı ne olursa olsun yasallığa tapan barışçıl bir kişi olduğu" sanısını uyandıracak bu yayını utanmazca olarak nitelemişti. "Devlet iktidarını ele geçirmek için bir savaşım dönemine girmekte olduğumuzu gösteren birçok neden var" diye devam ediyor Kautsky. Bu savaşım çok uzun yıllar boyu sürebilir. Ne kadar süreceğini bilemiyoruz, ama "bu savaşım, her olasılığı düşünerek söylüyorum, Batı Avrupa'da proletarya diktatörlüğünü olmasa bile, proletaryanın yakın bir gelecekte dikkate değer ölçüde güçlenmesini sağlayacaktır." Devrimci unsurlar gelişiyor, diyor Kautsky: 1895'te Almanya'daki on milyon seçmenden altı milyonu proleterdi, özel mülkiyete ilgi duyanların sayısı üç buçuk milyondu; 1907'de özel mülkiyete ilgi duyanların sayısı 0,03 milyon arttı, proleterlerin sayısıysa 1,6 milyon. "Devrimci mayalanma zamanı gelir gelmez ilerleme hızı birdenbire artar."

Uzlaşmaz sınıf karşıtlıkları körleşmiyor, tam tersine keskinleşiyor; fiyatlar artıyor, emperyalist rekabet ve militarizm gemi azıya almıştır. "Yeni bir devrim çağı" yaklaşıyor. "Eğer devrim seçeneği silahlı bir barış döneminin arkasında değil de, savaşın hemen arkasında bekliyor olmasaydı" vergilerin canavarca artışı "devrime karşı bir seçenek olarak, çoktan savaşa yolaçmış olurdu." Kautsky, "bir dünya savaşı kapının eşiğinde" diyor ve sürdürüyor "savaş da devrim demektir." 1891'de Engels, Almanya'da henüz olgunlaşmamış bir devrimden korkarken, bazı nedenlere dayanmaktaydı. Ne var ki, o zamandan bu yana "durum büyük ölçüde değişti". Proletarya "artık devrimin henüz olgunlaşmadığından sözedemez". Küçük-burjuvazi kesinlikle güvenilir değildir ve proletaryaya karşı her zamankinden daha düşmandır; ancak bir bunalım döneminde "yığın yığın bizim tarafımıza geçebilir". Asıl nokta şudur: sosyal- demokrasi "sarsılmaz, tutarlı ve uzlaşmaz kalmalıdır". Devrimci bir döneme girdiğimize kuşku yoktur.

Kautsky, geçmişte, tam beş yıl önce işte böyle yazıyordu. Alman sosyal-demokrasisi buydu, daha doğrusu böyle olmayı vadediyordu. Saygı duyulacak, saygı duyulması gereken sosyal-demokrasi buydu.

Bir de aynı Kautsky'nin bugün yazdıklarına bakalım. İşte, "Savaş Zamanı Sosyal-Demokrasisi" başlıklı yazısında yer alan en önemli ifadeler: "Partimiz, savaş zamanında nasıl davranılacağını, savaşın nasıl önleneceğini tartıştığından daha seyrek tartışmıştır. ... Savaşın başında, hükümet hiç bu kadar güçlü, partilerse hiç bu kadar zayıf olmamıştır. ... Sakin tartışmalara en az elverişli olan zaman, savaş günleridir. ... Bugün pratik sorun şudur: kişinin ülkesinin zaferi ya da yenilgisi." Düşman ülkelerin partileri arasında, savaşa karşı hareket konusunda bir anlayışa varılabilir mi? "Böyle bir şey pratikte hiç denenmemiştir. Bu olasılığın doğruluğundan her zaman kuşku duyduk..." Fransız ve Alman sosyalistleri arasındaki ayrılık, (her ikisi de anayurdu savunduğuna göre) "bir ilke ayrılığı değil"dir... "Bütün ülkelerin sosyal-demokratları, kendi anayurtlarını savunmakta eşit hakka ya da eşit yüklenime sahiptirler: hiçbir ulus, böyle yapıyor diye ötekini kınamamalıdır..."

"Enternasyonal iflas mı etti?" "Parti, savaş zamanında parti ilkelerini doğrudan doğruya savunmayı red mi etti?" (Aynı sayıda Mehring'in soruları.) "Bu hatalı bir anlayış ... Böyle karamsar olmak için hiçbir neden yok. ... Farklılıklar derin değil. ... İlkelerde birlik devam ediyor. ... Savaş zamanının yasalarına uymamak, bizim basınımızın susturulmasına neden olur." Bu yasalara uymak "bizim parti basınımızın, Demokles'in kılıcı olan şu Sosyalizmle Savaş Yasası sırasında yaptığı ölçüde ve o zamanki gibi ufak miktarda, parti ilkelerini savunmaktan vazgeçmek demektir."

Bu satırları yazının aslından bile bile aktardık, çünkü böyle şeylerin yazılabileceğine inanmak güç. Bugünkü gibi bir Avrupa savaşı olasılığı var diye, genel olarak sosyalizmden ve (örneğin Stuttgart'ta ve özellikle Basle'da) oybirliğiyle kabul edilmiş Enternasyonal kararlarından çok açık bir dönüşü örtmek için başvurulan böylesine tatsız bir kaçamağı, gerçeklerden böylesine utanç verici bir uzaklaşmayı, böylesine süslü-püslü bir bayağılığı (düpedüz dönek olanlarınkiler dıştalanırsa) yazında bulmak güçtür. Kautsky'nin iddialarını ciddiye alsak ve tahlile çalışsaydık, okurlara saygısızlık etmiş olurduk. Eğer Avrupa savaşı, basit, "küçük" bir Yahudi aleyhtarı genel kırımdan birçok yönde farklılık gösteriyorsa, böyle bir Avrupa savaşına katılmaktan yana olan "sosyalist" savlar da, Yahudi aleyhtarı bir genel kırıma katılmaktan yana olan "demokratik" kanıtlarla tam bir benzerlik gösteriyor. Kişi, genel kırımdan yana olan kanıtları tahlil etmez; yazarlarını, sınıf bilinci taşıyan işçilerin gözünde rezil etmek için o tür kanıtları yalnızca ortaya kor.

Ama okur, İkinci Enternasyonalin önde gelen otoritesi, bir zamanlar, bu yazının başında belirtilen görüşleri savunmuş bir yazar, dönek olmaktan da beter bir çukura nasıl oldu da battı, diye soracaktır. Belki de bilinçsizce, olup bitenlerde olağan-dışı bir şey görmeyenler "bağışlayıp unutma"nın güç olmadığını düşünenler, yani konuya döneklerin gözüyle bakanlar bunu anlayamaz, diye yanıt veririz. Ancak ciddi olarak ve içtenlikle sosyalist inançlar taşıyanlar ve bu yazının başında belirtilen görüşleri taşıyanlar, "Vorwärts'ın öldüğünü" (Paris Golos'da Martov'un sözü), "Kautsky'nin öldüğünü" duymaktan şaşırmayacaklardır. Tarihin dönüm noktalarında bireylerin siyasal iflası, pek az görülen olaylardan değildir. Yaptığı büyük hizmetlere karşın Kautsky, hiçbir zaman, büyük bunalımlarda hemen savaşkan marksist bir tutum takınan kişiler arasında olmamıştır (millerandizm sorunundaki yalpalamalarını anımsayın).

Şimdi içinde bulunduğumuz zaman, böyle bir zamandır. "Önce siz ateş edin bay Burjuvalar!" diye yazmıştır Engels 1891'de, biz devrimcilerin sözümona barışçıl, anayasal gelişim döneminde burjuva yasalcılığını kullanmamızı çok doğru olarak savunmuştur. Engels'in görüşü apaçıktı: Biz sınıf bilinci taşıyan işçiler, diyordu, ikinci ateş eden olacağız; burjuvazinin, kendi koyduğu yasal temeli yıktığı bir sırada kurşuna (iç savaşa) oyla karşılık vermek bizim yararımızadır. 1909'da Kautsky, Avrupa'da devrimin artık olgunlaşmamış sayılamayacağını ve savaşın devrim demek olduğunu söylediği zaman, bütün devrimci sosyal-demokratların tartışmasız kabul ettikleri bir görüşü dile getiriyordu.

Ancak "barışçıl" yıllar, geride iz bırakmaksızın geçip gitmedi. O yıllar zorunlu olarak bütün ülkelerde oportünizme yolaçtı ve bu oportünizmi, parlamenter, işçi birlikleri önderleri, gazeteciler ve öteki "önderler" arasında yaygınlaştırdı. Avrupa'da, oportünizme karşı şu ya da bu biçimde, uzun, inatçı bir savaşımın verilmediği, devrimci proletaryayı zayıflatmak ve yozlaştırmak için çabalayan tüm burjuvazinin oportünizmi binbir biçimde desteklemediği herhangi bir ülke yoktur. Bundan onbeş yıl önce, Bernstein tartışmasının başlangıcında, aynı Kautsky, eğer oportünizm bir duygu olmaktan çıkıp bir eğilim haline dönüşürse çabucak bölünmeye yolaçacağını söylemişti. Rusya'da işçi sınıfının sosyal- demokrat partisini yaratan eski 1skra, 1901'in başlarında "Yirminci Yüzyılın Eşiğinde" başlığı altında yayınladığı yazıda,18. yüzyılın devrimci sınıfı burjuvazi gibi, 20. yüzyılın devrimci sınıfının da kendi jirondenleri ile montanyarları olduğunu belirtmişti. Avrupa savaşı, çok büyük bir tarihsel bunalımdır, yeni bir çağın başlangıcıdır. Her bunalım gibi savaş da, ikiyüzlülüğün peçesini yırtarak, bütün anlaşmaları reddederek, bütün kokuşmuş, soysuzlaşmış otoritelerin burnunu kırarak, kökü derinlerde olan karşıtlıkları ağırlaştırmış, yüzeye çıkarmıştır. (Yeri gelmişken söyleyelim, bu, bütün bunalımların yararlı ve ilerici yönüdür. Bunu, ancak, "barışçıl evrim"in kalın kafalı yandaşları anlayamaz.) Yirmi- beş ya da kırkbeş yıllık (hesaplamanın 1870'den ya da 1889'dan başladığına bakarak) ömrü boyunca, sosyalizmin etkisini genişletmekte ve sosyalist güçlere, ilk, başlangıç ve temel örgütü vermekte çok önemli ve yararlı bir iş gören İkinci Enternasyonal tarihsel rolünü oynamış, von Kluck'lar tarafından olduğundan çok oportünizm tarafından alt edilmiş, göçüp gitmiştir. Bırakalım ölüler, ölülerini gömsün. Bırakalım boş kafalı ukalalar (eğer şovenistlerle oportünistlerin entrikacı uşakları değilse), sanki karşımızda, İvan Nikiforoviç'i "budala" diye adlandıran ve dostları tarafından düşmanıyla barışması istenen bir İvan İvanoviç varmış gibi,[80] Vandervelde'yle Sembat'ı, Kautsky ve Haase'yle biraraya getirmeye çalışsınlar. Enternasyonalizm demek, aynı masa çevresinde oturmak ve gerçek enternasyonalizmin, "anayurdu savunma" adına, Alman burjuvazisinin Fransız işçileri kurşunlama çağrısını Alman sosyalistlerin, Fransız burjuvazisinin Alman işçileri kurşunlama çağrısını da Fransız sosyalistlerin haklı göstermesinden ibaret olduğunu sanan kişilerin yazdığı, dava vekillerine özgü, ikiyüzlü kararlar almak demek değildir. Enternasyonal, bu ciddi günlerde, sosyalist enternasyonalizmi eylemde savunabilecek, yani kuvvetlerini biraraya toplayarak, kendi "anayurtları"nın egemen sınıflarıyla hükümetlerine "kurşun atma sırası kendisine gelecek" kişilerin (önce ideolojik, sonra da zaman içinde örgütsel olarak) biraraya gelmesidir. Bu kolay bir iş değildir; çok fazla hazırlığı ve özveriyi gerektirir; zaman zaman terslikler olacaktır. Kolay bir iş olmadığı içindir ki, bu işi görmeyi arzu eden ve şovenistlerle ve sosyal-şovenizmin savunucularıyla ilişkileri tam koparmaktan korkmayanlar tarafından birlikte yerine getirilmelidir.

Şovenist olmayan, sosyalist bir enternasyonalin, riyadan uzak, içten bir biçimde yeniden kurulması için Pannekoek gibi kişiler herkesten çok çaba harcıyorlar. "Enternasyonalin Çöküşü" başlıklı yazısında Pannekoek şöyle diyordu: "Eğer önderler, aralarındaki ayrılıkları kabaca onarmak için biraraya gelirlerse, bunun hiçbir önemi olmayacaktır."

İzin verirseniz, gerçekleri açık yürekle belirtelim; savaş, [sayfa 168] yarın değilse öbür gün bizi böyle yapmaya mutlaka zorlayacak. Enternasyonal sosyalizm içinde üç akım var: (1) Sürekli olarak oportünist bir siyaset güden şovenistler; (2) bütün ülkelerde kendi seslerini duyurmaya başlamış olan ve iç savaşa yönelik devrimci çalışmayı yönetebilen tutarlı oportünizm düşmanları (oportünistler bunların çoğunu yenik düşürmüştü, ama "yenilen ordular çabuk öğrenir"); (3) bugünkü durumda oportünistlerin izinden yürüyen ve hemen neredeyse bilimsel olarak ve marksist (aynen!) yöntemi kullanarak yaptıkları, oportünizmi haklı göstermeye dönük ikiyüzlü çabalarıyla proletaryaya en büyük zararı veren kafası karmakarışık, sağa-sola yalpalayan kişiler. Bu sonuncu akım içinde yer alanlardan bazıları kurtarılıp sosyalizme döndürülebilir. Ancak bu, birinci akımla tam ve kesin bir ayrılık siyasetiyle olabilir; savaş kredileri oylamasını, "ata topraklarının savunulması"nı, "savaş zamanı yasalarına boyun eğişi", yalnız yasal yollarla yetinme istekliliğini ve iç savaşın reddedilmesini haklı gösterenlerle tam ve kesin bir ayrılık siyasetiyle olabilir. Ancak bunun gibi bir siyaset güdenler gerçekten sosyalist enternasyonali kuruyorlar. Bize gelince, merkez yönetim kurulunun Rus Collegyumuyla ve St. Petersburg'daki işçi sınıfı hareketinin önde gelen unsurlarıyla bağlantı kuran, onlarla fikir alış-verişinde bulunan ve ana noktalarda görüş birliğinde olduğumuz sonucuna varan bizler, merkez yayın organının yazıkurulu olarak, partimiz adına, ancak bu yönde yürütülen çalışmanın parti çalışması ve sosyal- demokratik çalışma olduğunu ilan edebilecek bir durumda bulunuyoruz.

Alman sosyal-demokrat hareketi içinde bölünme düşüncesi, "alışılmamışlığı"yla, birçok kişiye kaygı verici bir şey gibi görünebilir. Ne var ki, nesnel durum, ya alışılmadık şeyin olacağını (her şey bir yana, Adler'le Kautsky, Temmuz 1914'te Enternasyonal Sosyalist Büronun son toplantısında, mucizeye, bu nedenle de bir Avrupa savaşına inanmadıklarını açıkça söylediler) ya da bir zamanlar Alman sosyal-demokrasisi diye bilinen şeyin acılı bir biçimde eriyip çürümesine tanık olacağımızı gösteriyor. Sonuç olarak, (eski) Alman sosyal-demokratlara "güvenmeye" çok fazla eğilim gösterenlere anımsatmak isteriz ki, birçok konuda bizim karşımızda olan kişiler, böyle bir bölünmenin gerçek olduğu düşüncesine ulaşmışlardır. Golos'ta Martov'un şu satırları yazması bu yüzdendir: "Vorwärts ölmüştür. ... Sınıf savaşımını açıktan reddeden bir sosyal-demokrasi, gerçekleri olduğu gibi kabul eder, örgütü geçici olarak dağıtır, organlarını kapatırsa daha iyi eder." Bir raporunda Plehanov'un, Golos'taki bir alıntıya göre şöyle demesi bundandır: "Ben bölünmelere çok fazla karşıyım, ama örgütün birliği uğruna ilkeler kurban ediliyorsa, o zaman bölünme sahte bir birlikten yeğdir." Plehanov, Alman radikalleri kastediyordu; Almanların gözündeki çöpü görüyor, kendi gözündeki merteği görmüyor. Bu onun kişisel özelliğidir. Son on yıldan bu yana, Plehanov'un, teoride radikal, pratikte oportünist olmasına artık alıştık. Ama böylesine "gariplikleri" olan kişiler bile, Almanlar arasındaki bir bölünmeden sözetmeye başlarlarsa, onun altında bir şeyler var demektir.

Kaynak:
V.I.Lenin; Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları; Sol yay. sah.163-170.
Kurtuluş Cephesi

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]