Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

'Durmak olmaz ki bir kez halk için çıktın mı yola'

Resim Ekleme  

Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Başkanı Mustafa Suphi ve Genel Sekreteri Ethem Nejat’la birlikte 13 komünist, 28-29 Ocak 1921 gecesi haince katledildi. Onbeşler, Anadolu’da emperyalizme karşı mücadeleyi yükseltmek üzere yola çıkmışlardı. Başlattıkları yolculuk, 93 yıl sonra devam ediyor.

Erkan Baş


Kuruluşu 10 Eylül 1920 olan TKP, Ekim Devrimi’nin ve Anadolu’daki emperyalizme karşı kurtuluş mücadelesinin ateşleri içinde doğdu. Bu iki büyük tarihsel olay yalnız TKP’nin doğduğu zemini değil, aynı zamanda önündeki ikili görevi de açıklar. TKP kuruluş kongresi de bu ikili görevi son derece açık bir biçimde formüle etmişti: “TKP, III. Enternasyonal’in üyesi olarak dünya devriminin bir müfrezesi olacak, aynı zamanda kendi programı ve bağımsız güçleriyle ulusal kurtuluş savaşına katılacaktır.”

28-29 Ocak 1921 gecesi, sonu 15 komünistin ölümüyle biten yolculuğun arka planında böyle bir siyasal değerlendirme vardı. Değerlendirme yapılmış, bu değerlendirmelerden çıkan görevi yerine getirmek için yola çıkılmıştı.

Kurtuluş Savaşı’nda solun tasfiyesi
Ekim Devrimi sadece kapitalist ülkelerdeki sınıf savaşımına bir ivme katmakla kalmamış, Doğu’da ezilen halklarının kurtuluş ve bağımsızlık yönelişlerine de muazzam bir enerji katmıştı.

Bolşevizm Anadolu’da -deyim yerindeyse- “moda” siyasal akımlardan birisiydi. Ekim’in ardından Türkiye içinde ve dışında oluşmaya başlayan komünist öbekler, Anadolu çete-gerilla örgütlenmesinin belkemiğini oluşturan Yeşilordu ve Millet Meclisi’nde “Halk Zümresi” adında bir grup oluşturan Türkiye Halk İştirakuyun Fırkası (THİF) ile Kurtuluş Savaşı’nın sol kanadının yavaş yavaş şekillenmeye başlamış olduğunu söyleyebiliriz.

Bu verilerle birleştirdiğimizde Mustafa Suphi’lerin katledilmesinin temel nedeni de ortaya çıkıyor: Tüm bu güçlerin tek bir merkezi siyasal hatta buluşması olasılığını ortadan kaldırmak.

Solsuz ülke soluksuz kalıyor
Türkiye komünist hareketinin umutlu doğumunun henüz birkaç ay sonrasında gerçekleşen bu katliamda TKP, belki de en değerli yönetici kadrolarını kaybetti.

Ancak daha önemlisi bu katliam ve takip eden saldırılar nedeniyle komünistler bağımsız bir güç olarak Kurtuluş Savaşı’ndaki yerlerini alamadı. Bu bir taraftan burjuvazinin komünistleri “kökü dışarda” olarak damgalamasına vesile olarak kullanılırken, komünistlerin ülke tarihinin en önemli anında devre dışında kalmasına neden oldu.

Bu kanlı hesaplaşma aynı zamanda Türkiye’nin bugün içine düştüğü acıklı durumun da arka planını yansıtmaktadır. Korkak ve hain sermaye sınıfı, kesintisiz biçimde sürdürdüğü sol düşmanlığıyla kendi iktidarını güçlendirdiği ölçüde, Türkiye’yi milyonlarca emekçi için karanlık bir ülkeye dönüştürdü.

Hepsi bir komünist gibi öldü
“(...)

-Yoldaş
bunların sen
isimlerini aklında tutma
fakat
28 Kanunisani’yi unutma!
(...)”
Nâzım bu dizeleri, mücadelenin sürekliliğini vurgulamak, devrimciler ölebilir ama devrim davası sürer demek için yazmış olmalı.
Şiirin etkisi ne kadardır bilinmez ama gerçekten Onbeşler’in isimleri pek akılda tutulmaz. Bugün alçakça öldürülmelerinin üzerinden 93 yıl geçtikten sonra onları anmak için yazarken, Nâzım’ın aynı şiirin sonunda “hepsi bir komünist gibi öldü” diye söz ettiği yoldaşlarımızın adlarını da hatırlayalım...
Mustafa Suphi, Üsküdarlı Ethem Nejat, Erzincanlı öğretmen Aşçıoğlu Bahaeddin, Uşak Hacı Hüseyin Mahallesi’nden Kasım Hulusi, Sürmeneli Kıralioğlu Maksut, Cihangirli Hilmioğlu Doktor İsmail Hakkı, Van Erciş’ten Ahmetoğlu Hayrettin, Bandırma Manyas nahiyesinden Topçu Yüzbaşı Hakkı Bin Ahmet Ali, İstanbullu Mühendis Emin Şefik, Kadıköylü Tayyare Yüzbaşısı Tevfik Bin Ahmet, Manisalı İhtiyat Zabiti Kazım Bin Ali, Erzincan’ın Akdağ kariyesinden Hatipoğlu Mehmet, İzmir Tilkilikten Hacı Nustafaoğlu Mehmet, Kandıralı Cemil Nazmi Bin İbrahim ve TKP kayıtlarında adı Meryem Yoldaş olarak geçen Mustafa Suphi’nin eşi Maria.
Hepsini sevgiyle ve saygıyla anıyoruz...


On beş komünistin katili kim?
Mustafa Suphi’lerin katledilmesi, maalesef sonrasında ülkemizde pek çok örneğini yaşadığımız siyasi cinayetlerin ilk örneklerinden birisidir. “Faili meçhul” olarak kaldığı için üzerine en çok tartışılan başlıklardan birisi bu cinayetin emrini kimin verdiği sorusu.

Meseleyi bir polisiye vaka olarak ele alanların belki daha çok uzun yıllar daha tartışması gereken bir boyuttur bu. Ancak eğer siyasal düzlemde yanıtlanacaksa bu cinayetin sermaye sınıfının ve onun siyasal iktidarının sorumluluğunda olduğu gün gibi ortadadır.

1923 Cumhuriyeti başından itibaren sermaye egemenliğinin siyasi ve hukuki belirlenimindedir. Cumhuriyet’i kuran kadroların kaynakları, devletin iktisadi programı ve komünist harekete yönelen şiddet bu durumun en somut göstergeleridir. Cumhuriyet’in ilk dönem ekonomik programı içinde yer alan “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” demogojisi bile bu gerçeğin, iktidarın sınıf karakterinin üzerini örtemez.

Mustafa Suphi’lerin katledilmesi emrinin doğrudan Ankara’dan verildiğine dair hukuki bir delil ortaya konulamasa da bu cinayetin siyasi sorumlusunun Ankara Hükümeti olduğuna dair tarihsel bir şüphemiz yok. Sadece örnek olsun, Suphi’ler Anadolu içinde yol alırlarken Erzurum’a sokulmamaları BMM’nin 22 Ocak tarihli gizli oturumunda, “yaşasın Erzurumlular” haykırışlarıyla karşılandığını bilmek, bizim için yeterlidir.

Komünistlerin göze aldığı
Onbeşlerin katli, tarihimizi önemli ölçüde etkileyen, burjuvazinin elinden geldiğince sola yaşam şansı vermeyeceğini açık biçimde gösteren bir eylemdir. Hatırlanması, Türkiye burjuvazisinin kendi iktidarını korumak için gerektiğinde emperyalizme karşı savaşmaya gelen yiğit insanları bile katledebileceğini unutmamak için önemlidir.

Bugün bu Onbeşleri tekrar anarken ve hatırlarken en başa yazılması gereken, Mustafa Suphi önderliğindeki bu topluluğun öldürülme olasılığını bilerek ve buna rağmen Kurtuluş Savaşı’na katılmak ve Anadolu topraklarında sosyalizm mücadelesini örgütlemek için ölümü göze alarak bir atmış olduklarıdır.

Kazanma olasılığının zayıf olması nedeniyle, hayalcilik hatta maceraperestlik ile suçlandıkları da olmuştur. Sanki devrimcilik, sadece kazanacağı kesin olan kavgaya girmekmiş gibi...

Suphi’ler sınıf mücadelesinin bir altın kuralına uygun hamle yapmışlardır. Mevcut durumu değiştirmeye ve değiştirebilmek için iktidarı almaya odaklanmışlardır. Anadolu halklarının kavgası varsa, o kavganın içinde olmayı, onu gerçek kurtuluşa taşımak için emek vermeyi tercih etmişlerdir.

Evet, işçi sınıfının iktidar kavgasının garanti belgesi yoktur ve tarihe anlık olarak bakanlar açısından yenilmişlerdir. Oysa tam da bu adımı atabildikleri için, emekçi halk için çıktıkları yolda gereken cesareti gösterdikleri için bu gün hâlâ yaşıyorlar.

Doğru bir hamle yaptıkları için Türkiye’de devrimcilik Mustafa Suphi’lerden bu yana sosyalist iktidarı belirsiz yarınlara havale etmeyip, bugünün mücadele pratiğinde aramak olarak anlam kazandı.

Burjuvazi emperyalizmle masaya oturunca...
Kurtuluş Savaşı yıllarında sol, ihmal edilebilir bir güç değildir. Kimi abartılı yorumlar nedeniyle, henüz doğum sürecinde olan bir hareketten söz ettiğimizin farkında olunması gerektiği notunu düşelim. Tam bu nedenle, diğer pek çok siyasi akım gibi dönemin yarattığı olanaklarla çok hızlı gelişme dinamiği bulabileceği de rahatlıkla söylenebilir.

İçerideki örgütlenmelerin yanı sıra Ekim Devrimi etkisiyle Anadolu’da prestiji artan “Bolşevizm”, ağırlığı olan bir siyasal akım haline gelir. Çerkes Ethem’in askeri gücü de arkasında duran Yeşil Ordu, Meclis’te İçişleri Bakanı seçtirebilecek olanaklar bulan Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası ve yeni kurulan TKP ile anlam kazanan bu güç, küçük görülemez.

1921 yılının Ocak ayı bu açıdan çok önemli bir kırılma noktasıdır. Güvenilir bir kaynakta arka arkaya sıralanan olaylar şunlar:

“Çerkes Ethem başkaldırdığı sıralar, Ankara’da (Resmi TKF’nin organı olarak yayımlanan) Yeni Dünya gazetesi de hükümete cephe almış ve eski sahibine karşı asker sevkini engellemek için, demiryolu işçilerini greve çağırmıştır. Bunun üzerine 2 Ocak’ta Yeni Dünya idarehanesi hükümet taraftarlarınca tahrip edilmiştir. Gazetenin imtiyaz sahibi Arif Oruç ve arkadaşları tutuklanmıştır. Resmi TKF bu sıralar kendiliğinden kapanmış olmalıdır. Ayaklanmayı destekledikleri iddiasıyla, aynı ay içerisinde THİF ve Emek gazetesi çevresinden Salih Hacıoğlu, Ziynettullah Nevşirvanov ve daha başka bir takım kimseler tutuklanmışlardır. Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının Karadeniz’de öldürülmeleri yine bu aralığa rastlamaktadır.” (Erden Akbulut- Mete Tunçay; Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası, Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul, Temmuz 2007, s.167.)

1921 yılıyla ilgili resmi tarih kitaplarında yansıyan önemli bir nokta var. Londra Konferansı, ilk defa İstanbul temsilcisinin yanı sıra Ankara Hükümeti’nin de resmi olarak davet edildiği toplantıdır. Bu Ankara’nın emperyalistler tarafından ilk defa resmi olarak muhatap alınması anlamına gelmektedir ve aynı anda pek çok alanda devrimcilere karşı tasfiyenin denk gelmesi tesadüf olmasa gerek.

Emperyalizmle uzlaşma, sol ile hesaplaşmayı beraberinde getirmiştir.

sol

umut  |  Cvp:
Cevap: 1
29.01.2014- 10:04

TKP Federal Almanya komitesi Mustafa Suphi'yi andı


Resim Ekleme
 

Türkiye Komünist Partisi Federal Almanya komitesi 93 yıl önce katledilen Mustafa Suphi ve yoldaşlarını andı.

Mustafa Suphi ve yoldaşları Federal Almanya'da da unutulmadı. Türkiye KOmünist Partisi Federal Almanya komitesi 93 yıl önce katledilen 15 TKP üyesi için bir açıklama yayımladı. Açıklamada şu ifadeler kullanıldı:


"Türkiye Komünist Partisi’nin kurucusu Mustafa Suphi ve on dört yoldaşının alçakça tuzağa düşürülerek katledilmesinden bu yana doksan üç yıl geçti.

Biz komünistler yas tutmayız.
Fakat asla unutmayız!
28 Ocak gecesini de,
o gün alçakça katledilen onbeş yoldaşımızı da
93 yıldır unutmadık, unutmuyoruz.

Emperyalistlerin Osmanlı topraklarını işgal ederek aralarında paylaşmaya çalıştığı günlerdi. Padişah ve Halife başta olmak üzere İstanbul’daki hükümet çevreleri iktidarlarını sürdürmek için hangi devletin himayesine gireceklerini tartışırken, Anadolu’da ulusal kurtuluş savaşının ateşi yanmaya başlamıştı.

Büyük Ekim Devrimi’nin esintileri Anadolu’ya da geliyor, her yerde sosyalist fikirler tartışılıyor, Ankara’da kurulan ilk mecliste mebuslar birbirlerine “yoldaş” diye hitap ediyordu. Sosyalist devrimini başaran Bolşeviklerin kurduğu ilk Sovyet hükümeti, bir yandan emperyalistlerin desteklediği Beyaz Ordularla, diğer yandan eski Rusya topraklarındaki gerici güçlerle mücadele ederken, öte yanda Anadolu’daki anti emperyalist savaşa destek vermekte bir an bile tereddüt etmedi. Ulusal kurtuluş savaşına para, silah ve cephane gönderdiği gibi, Ankara hükümetini resmen ilk tanıyan devlet oldu.

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının gayretleriyle Anadolu’daki kırkın üstündeki komünist örgüt ve grup da biraraya gelerek Türkiye Komünist Partisi’ni kurmuş bulunuyordu. TKP’nin on beş yiğit evladı, işte bu koşullar altında, kendi güçlerini de ulusal kurtuluş savaşına katmak üzere geliyorlardı.

Çürümüş Osmanlı imparatorluğundan kalan son toprakları emperyalist işgalden kurtarmak, padişahın, gericiliğin karanlığına karşı mücadele etmek ve çağdaş bir cumhuriyet kurmak için yola çıkmış olan Mustafa Kemal ve çevresindekilerin gideceği yol o günlerde belli oldu. Anadolu mütegallibesiyle ve henüz pek cılız olan burjuvaziyle saflarını sıklaştıran Mustafa Kemal ve çevresindekiler, işçi sınıfına düşmanlıklarını, onun örgütlü gücünden korkularını gösterdiler. Mustafa Suphi ve yoldaşlarını alçakça tertiplerle tuzağa düşürerek katlettiler.

Padişahlık düzenini yıkarak kendi düzenini kuran hakim sınıflar, o günlerden itibaren baş düşman olarak hep komünistleri bellediler. Onbeşler’in katli bir ilkti. Burjuvazi, kurduğu sömürü ve baskı rejimini savunmak için nice darağaçları kurdu, nice komünistleri katletti, hapislerde, işkence masalarında telef etti. Sınıf savaşını durduramadı. Suphi’lerin yaktığı sosyalist devrim ateşini söndüremedi.

Türkiye bugün yeni baştan emperyalizmin at koşturduğu bir ülke durumuna düşmüş bulunuyor. Emperyalist odaklar, iktidar yolu döşedikleri taşeronları vasıtasıyla ülkenin tüm değerlerini talan ediyor. Amaçları, Birinci Cumhuriyet’in padişahlık düzenine karşı edindiği kazanımları bile geri döndürmek. Ülkede gericilik yuvası tarikatların diktası altında, emekçi yığınların hak ve özgürlüklerinin ayaklar altına alınarak büsbütün esir edildiği, emek sömürüsünün alabildiğine arttığı bir düzen kurmak.

Ne var ki, biz komünistler Mustafa Suphi’lerin açtıkları bayrağı onurla, daha da yükselterek taşıyoruz. O günlerde olduğu gibi bugün de emperyalizmin oyunlarına ve ona taşeronluk eden gerici güçlere karşı mücadelede kararlılıkla en önde yürüyoruz.

Emekçi yığınlara, ülkenin aydınlıktan yana güçlerine gerçek kurtuluşun yolunu gösteriyoruz!

Onlara, bu düzene nihai olarak son verecek dönüşümlerin şu anda birbirleriyle didişmekte olan burjuva çevrelerinden birini diğerine tercih ederek sağlanamayacağını anlatıyoruz!

Sosyalistleri ortak bir cephede birleşerek emperyalizme, kapitalist sömürüye ve karanlık güçlere karşı ortak mücadeleye çağırıyoruz!

Sermayenin sömürüsünün ortadan kalktığı, adil ve barıştan yana bir düzene, sosyalizme işaret ediyoruz!

Yarın 28 Ocak, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katlinin 93. yılı. Burjuvaziye inat, yas tutmuyoruz! O günü bu bugüne bağlıyoruz. Mustafa Suphi’lerin mücadelesini, geçmişten ders çıkararak, her geçen gün yeni deneyler biriktirerek, her seferinde biraz daha ustalaşarak sürdürüyoruz. Sürdüreceğiz.

Her türlü sömürü, baskı, eşitsizlik ortadan kalkana dek...

Yaşasın işçi sınıfının kurtuluş mücadelesi!
Yaşasın Türkiye Komünist Partisi!"

toplumcu  |  Cvp:
Cevap: 2
29.01.2014- 17:42

Anmak
Kemal Okuyan


27 Ocak 1944… İkinci Dünya Savaşı’nın en büyük zalimliklerinden birinin sona erdiği gün. Hitlercilerin 872 gün boyunca kuşattığı, açlığa mahkum ettiği Leningrad, geride milyonlarca ölü bırakarak özgürlüğüne kavuşuyordu.

Alman faşizmi için öncelikli kentlerdendi, Leningrad, yani St. Petersburg, yani Petrograd… Ortadan kaldırmak için! “Böyle bir kente ihtiyaç yok” diyorlardı. Muazzam bir tarih, eşsiz kültürel-sanatsal miras, bunlar değersizdi. Kentin bir kısmı Finlandiya’ya verilecek, diğer kısmı da küçültülecekti.

İnsanlar mı? “Öldürün” diyordu emirde. “Esir alıp masraf çıkarmayın.” Asmayalım da besleyelim mi misali…

Onlardan, yüzlerden, binlerden değil, milyonlardan söz ediyorlardı. Yok edin!

Hesap tutmadı. Tamamen kuşatılan kent, direndikçe direndi. Direnirken kâh büyük kahramanlıklara imza attı, kâh insanın tükenişine. Bombalara alışmışlardı. Alışılamayan açlıktı. Kızıl Ordu muhafızları yiyeceksizlikten “canlı insan eti”ne yönelen “insanlıktan çıkma”ları yakalayıp cezalandırmaya başladığında kentin hayvan nüfusu, artık aklınıza ne gelirse, tamamen tükenmişti.

Başka kentlerde de ölüm-kalım savaşı veren Sovyetler Birliği Leningrad’ı beslemek için her yolu deniyordu ama zaman içinde açılabilen küçük bir koridor dışında, “yardım” için pek bir şey yapılamıyordu.

Yine de Leningrad direndi. Aklıyla, inadıyla, cesaretiyle, inancıyla, müziğiyle… En iyi komutanlar, halk önderleri gizlice kuşatma altındaki kente girdi, dirence direnç katmak için. Ülkenin önemli sanatçıları gönüllü oldular “asıl bize orada ihtiyaç var” diyerek. Ekmek yoksa şiir vardı, şarkı vardı!

İki milyon insan can verdi 2,5 yılda. Faşizme teslim olmamanın bedeliydi bu. Ardından kollar sıvandı, kent yeniden ayağa kalktı, onarıldı, yaralar sarıldı. Bir süre sonra dünyanın en güzel şehirlerinden biriydi yine Leningrad. “Sosyalizm çok ama çok yakışıyor” denirdi, Moskova’ya nazire yaparcasına.

Kahraman Kent Leningrad, 872 günlük kuşatmaya direnmenin onurunu yaşarken, zerre direnemeden, ne olduğunu anlamadan kapitalizme teslim olmanın utancını yaşadı yıllar sonra.

Birkaç gündür törenler yapılıyor, konserler düzenleniyor, belgeler yayınlanıyor. Leningrad direnişçileri anılıyor.

Ne fayda!

Anılmalı. Ama artık geçmiş kahramanlık ve trajedilerin insanlığın üzerine çöktüğünü, onu boğduğunu da fark etmeli. Bugünü ve yarını kazanmak için somut bir kavga yoksa, geçmiş sadece ve sadece bir yüke dönüşür, bu bilinmeli.

Öbür türlüsü ne büyük rezalet! “Leningrad’ı piyasa faşizmine terk edesiniz diye mi yaşadık onca acıyı” diye sormaz mıydı yitirilen canlar olanak olsa. Soranlar var, çünkü hâlâ hayatta bir bölümü.

Leningrad’ı kapitalizmden geri alma mücadelesi yoksa, bırakın anmayın, destanlar yazmayın. İnsanlık zaten unutmaz ve unutulmaz!

1921 Ocak 28’de kalleşçe öldürülen komünist önder Mustafa Suphi ve arkadaşları için de geçerli bu söylediklerim. Borçluyuz bu insanlara ve ödemenin tek bir yolu var. Kapitalizmden kurtulmak!

Bunun için çaba harcamayacaksak; boşuna anmayalım, 15 komünistin göğsünde açılan yarayı derinleştirmeyelim!

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]