Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

ZALİM KENDİ ZULMÜNDEN UTANIP ZULMETTİKLERİNE MUTLULUK DAĞITIR MI

Abdullah Öcalan, son günlerde dolaşıma sokulan video görüntüleri hakkında, "çözüm sürecini bitirmek ya da itibarsızlaştırmak amacıyla sinsi bir planın parçası olarak cımbızlanarak montajlanmıştır" ifadesini kullanmış, S.S.Önder, gitmiş, sormuş ve Öcalan’ın kullandığı ifade bu imiş!

Çok güzel ve peki!

Bu işler yaygın ve demek ki Öcalan’a da sıra gelmiş; şimdi bu servis edilenler, Öcalan’a yönelik, ”çözüm süreci”ne yönelik “sinsi bir plan”ın parçası ise ve bu şimdi lanetle ve öfke ile karşılanıyorsa, yıllarca bu tür sinsi planların işlediği Ergenekon, Balyoz, ODATV vb. davalarına dayanak yapılan, böylece yüzlerce TSK mensubunun, aydının, bilim adamının, gazetecinin, vb.nin, zindanlara tıkılmasının en sağlam kanıtları olarak kabul edilen ses kayıtları, bilgisayar çözümlemeleri, görüntülü kasetler vb. ve gizli tanıklar ki bunlardan biri de PKK’nin sabık yöneticilerinden biri idi, bu öfke ve lanet tufanı içinde olanlarca son derece ciddiyetle ve onaylanarak, hatta alkışlanarak ve hatta derin devletin bağırsaklarının temizlenmesi olarak nitelenerek karşılanmıyor muydu?
Ve şimdi devletin en yetkili ağızları bile, bazıları on yıllarca hapis cezasına çarptırılmış insanların yargılanmalarına dayanak olması için son derece sinsi bir “kumpastan” söz ettikleri halde “eyvah Ergenekoncular dışarı mı çıkıyor?” telaşınızı bile gizlemezken, şimdi rüzgârın tersten esmeye başladığı bir zamanda, onca zaman beklediği buzdolabından çıkarılıp, buzları çözülerek servis edilen Öcalan’a dair ses ve görüntü kayıtlarını hiç ikircimsiz reddettiniz ve düzmece buldunuz amma ve lakin S.S.Önder, Öcalan’ın tercümanlığını yaparak, “ifadesini kullandı” demesi ile birlikte, bu görüntüleri kabul ettiniz, ancak hâl⠓sinsi bir plan”ın parçasıdır diyorsunuz, çünkü bu uyarınıza gelmektedir ve Öcalan da böyle buyurmuştur ve aynı zamanda, bu görüntü ve ses kayıtlarına yansıyan ifadelerin Öcalan tarafından, yakalandığından itibaren mahkemede ve çeşitli görüşmelerde söyledikleri olduğunu da Öcalan’ın buyruğu gereği söylemeye başladınız!

Bu insanlar, sizler tarafından, tekellere ve ABD emperyalizmine ve elbette bunlardan ayıramayacağımız Kürt ağalarına, beylerine, zenginlerine bir saniyeliğine bile duymadığınız bir kin ve intikam duygusu ile peşin peşin daha mahkemeye bile çıkarılmadan mahkûm edilen insanlardır ve şimdi bu peşin hükmünüzün intikam duygunuzu tatmin etmek için soyut bir biçimde ortaya koyduğunuz hüsnü kuruntunuz olduğu ortaya çıkmıştır ve eminim bu ifadelerimi sadece ve sadece “ulusalcı” vb. türünden yaftaları fırlatarak çürütmeye çalışacaksınız ama nafile çaba, mızraklar çuvala sığmamaktadır.

Üstelik şimdi görüntülü ve sesli olarak kamuoyunun ilgisi ve bilgisi için servis edilen ifadeler ki “bu ifadeleri hep kullanıyordu” yollu konuşuyorsunuz, daha öncesinde yazılı olarak servis edilmişti ve siz yine kör ve sağırı oynamıştınız!
Hangisi doğru, “sinsi bir plan” olması mı, yoksa “Öcalan’ın öteden beri kullandığı ifadeler” olması mı?

Ya da yoksa bunlar gerçekten Öcalan’ın öteden beri kullanmış olduğu ama üzerinin hep örtülü kaldığı ifadeler midir ve biz bunları hem hep duyuyorduk, hem de hep okuyorduk ve hep Öcalan’ın dün başka bugün başka konuştuğunu hatırlatıyorduk, kimse yalanlamıyordu ve sükût altındır düsturunun altına saklanılıyordu ki devekuşunun saklanması gibidir.

Öcalan,” rolümü güzel oynamak için olanak sağlansın!” yollu haberler gönderiyordu ve siz Öcalanistler, bunu bile alkışlıyordunuz ama bu haberleri kimin için seslendiriyordu, dosta mı düşmana mı, ya da ikisine birden mi seslendiriyordu kimse üzerinde düşünmüyordu, dolayısıyla pek sorun teşkil etmiyordu; bu ayrıydı ve bu ifadelerin ses ve görüntü kayıtlarının orta yere düşmesi ile cümle âlemin, Öcalan’ın, “Leviathan” olarak “ceberrut” olarak gördüğü ve felsefi tonda anlattığı devletten hangi rolü istediğini ve beklediğini ve de kendini buna göre nasıl dizayn ettiğini ve gelip gelip nereye girdiğini görmesine olanak sağlanmış olması bambaşka bir şeydir ve artık sorun teşkil etmektedir; sizler şimdi bu sorunu, “sinsilik” olarak görüp, karşı çıkarak aşacağınıza inanıyorsunuz ama Öcalan’ın ifadelerinde bir terslik veya “ bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu ” deyişini hak eden bir deyiş olduğunu hâlâ görmüyorsunuz!

Siz istediğiniz kadar görmeyin ve canınız fena sıkılacak ama Kürt halkı da, Türk halkı da bunu ve bunu görmemek için hâlâ cambazlık yapanları çok net görmektedir!

Bizim baktığımız yerden böyle görünmektedir ama haksızlık yapmayalım, yoksa siz “Önderimizdir, ne dese yeridir, çünkü Kürtlere bir demokratik özerklik için her şey mubahtır; ya da demokratik özerklik uğruna, ’Leviathan’ devletten rol almak da, ona hizmet etmek de mubahtır!” mı diyorsunuz da biz anlamıyoruz, bunu da bir zahmet siz çıkıp delikanlıca söyleyiniz!

Söz konusu “Ergenekon-balyoz” olunca, 12 Eylül rejiminin şeriata dayalı faşist diktatörlüğünden “en demokrasi ” bekleyen ve bu beklenenin ” Ergenekon, balyoz vb. “kumpasları” sayesinde sağlanmış olduğunu kabul eden, bu anlamda beklediklerini almış ama biraz daha “demokrasi” eksik kalmış gibi ham hayallere kapılan ve bu hayali pompalayan sizler, söz konusu KCK ve Öcalan olunca, açılan davaları ve servis edilen görüntüleri “kumpas” görüyor ve zıplıyorsunuz ve “Leviathan” ise “melaike” oluyor, çünkü “çözüm” ortağıdır ki bu bir çelişik ruh halidir.

İşte asıl önemli olan budur; hâlâ ve hâlâ, bütün bunların, bu güne kadar olanların demek istiyorum, mutfağında olan ve baş aşçısı olan 12 Eylül rejiminin şeriata dayalı faşist diktatörlüğünün, Öcalan’la “en demokratik sözleşme” yaparak Öcalan’ı da, Kürtleri de “özgürleştireceği” ham hayalinden, başta Öcalan olmak üzere hiçbiriniz bir türlü vazgeçemiyorsunuz!

Ve hiç aklınıza gelmiyor ki, bu günleri döşemek üzere Kürt ve Türk halkına “hap” gibi yutturulan referandum oyunu sayesinde bu günlere geldik ve kumpaslardan kumpas beğenenlerin elllerini böylece daha da rahatlatan bu referandum oyunununa, siz çokbilmiş köylü kurnazlarının “BOYKOT” icadınız ile katkıda bulunurken, herhangi bir “kumpas” değil, her zaman ve şimdi hâlâ olduğu gibi, sadece “demokrasi” görüyordunuz!

Peki, gelinen bu noktada Kürt halkı açısından bakıldığında elde ne var?

Öcalan’ın ve Kürtlerin girdiği bir karanlık, bir cahiliye çukuru içinde, “demokrasi” aşağı, “ileri demokrasi “ yukarı, “demokratik modernite” sağa,“demokratik komün” sola “Zerdüştlük” tam ortaya paslaşıp duruyorsunuz! Elinizdeki budur!

Hangi tarihte görülmüştür ki ısrarla ve sıkılmadan bu ham hayali, yani zalimin kendi zulmünden utanıp ezilenlere mutluluk dağıtabileceğini, dayatıyorsunuz, bu dayatmaya karşı çıkanları “Kürt düşmanı” ilan ediyorsunuz?

Bu kadar mı körsünüz, ya da daha akla yatkını, körlüğe mahkûmiyetiniz bu denli vahim midir?

Diğer yandan, bu bir politik mücadele ise, bir taraf diğer tarafa ölümüne ve sinsice, hem de çirkinleşerek ki bu doğaldır, çünkü bu, bu kokuşmuş tekeller düzeninden akan pisliğin yansımasıdır, saldırıyor ise, en küçük bir rüzgâr değişikliğinde saldırı altında olan ve çoğu zindanda olan tarafın, ellerinde bulunan argümanları, bu çirkin ve sinsi saldırıların içinde ve tarafında olanları püskürtmek, bu çirkinlikleri deşifre etmek için ortaya dökmesinden doğal ne olabilir?

Bu somut olguyu dillendirmeyi, bir tarafın ya da öteki tarafın yandaşı olmanın yansıması olarak değerlendirmek, bence hiç yeltenmeyin, akıl fukaralığı değilse, gerçeklerden korkmanın ifadesidir!

Ve hani sizler dün diyordunuz ya “…düzen içindeki güçler birbirini yiyor, altta kalanın canı çıksın, bu bizim kavgamız değildir!” ve bunun emekçi halkın kafasına da kakılması için elinizden geleni yapıyordunuz ya, ne oldu, şimdi bundan vazgeçtiniz ve altta kalanın yanına mı geçtiniz de “düşman” edebiyatı yaparak, akla karayı birbirine doluyorsunuz?

Oysa o “zaman da, şimdi de bütün bu olanların hepsinin hepimizle ve daha çok da emekçilerle yakından ilgisi vardı ve vardır; ama siz bunu göremezsiniz, çünkü tavukkarası misli gözleriniz bir Amerikan projesi ile bağlanmıştır!

Bir tekelci düzen var ve bu düzenin yeni yönetimi yönetime gelir gelmez eski yönetimi ile kavgaya tutuşuyor ve bu tekellerden, yani egemen sınıflardan bağımsızdır, öyle mi? İşte tavukkarası dediğim budur ve körlüğünüz buradadır.
Egemen ideoloji egemen sınıfın ideolojisidir ki bunun, zaman zaman burada bile bakışını yansıtan bir imza misli vurgulandığı olmuştur amma ve lakin bu körlüğü engelleyemiyor! Evet, Marx’ın sözüdür ve çok doğru olduğunu daha önce burada uzun uzun anlattığımı biliyorum ve “uzun” düşmanlığınız içinde boğuntuya getirdiğinizi de biliyorum!

Daha önce,“EGEMEN İDEOLOJİ EGEMEN SINIFIN İDEOLOJİSİDİR ARTIK EGEMEN İDEOLOJİ KEMALİZM DEĞİLDİR “ başlığı ile Marx’ın Alman ideolojisindeki 150 yıl önceki önermesine atıfta bulunarak, yaşadığımız canlı gerçekliğin resmini çizmiştim.

Linki aşağıdadır, bakın bakalım, “sukut altındır” düsturu altındaki konsensüsü görebilecek misiniz?

EGEMEN İDEOLOJİ EGEMEN SINIFIN İDEOLOJİSİDİR ARTIK EGMEN İDEOLOJİ KEMALİZM DEĞİLDİR.

Her gün birkaç doz “Kemalist “ yaftası asanlardan bile ses seda çıkmamıştı!

Çünkü gerçeklerden kaçanların ve saklananların canını, gerçeklerin inatçı şamarı fena halde acıtıyor!

Siz o zaman ve hâlâ, egemen sınıflara ait olan ve egemen olan ideoloji ve politikalar ile değil, egemen olmayan ideoloji ve politikalar ile ve egemen ideoloji ve politikaların egemenliğini artırmak için kavgayı en geçer politika saydınız, sayıyorsunuz!

İrtica’a karşı tutum almayı bile din düşmanlığı, hatta özgürlüklere saldırı olarak gördünüz! Oysa İrtica’ın geriye dönüş olduğunu, gericilik olduğunu pekâlâ siz de biliyordunuz! Şimdi, bu “İrtica’a karşı ve hükümete karşı darbe yapılıyor” gerekçesiyle “Ergenekon örgütü” ne bağlanarak zindana atılanlara, bu irtica’i örgütlenmenin “kumpas kurduğunu” ,dahası “paralel devlet” yapılanması içinde olduğunu, hükümetin en yetkili ağızları, suç duyurusu misli itiraf etmekte iken bile, ilk düşündüğünüz ve sizi telaşa düşüren, bu “kumpas”a maruz kalanların salıverilmesi ihtimali olmaktadır!

Oysa ortada bir kumpas varsa bu, Türkiye’nin işçi ve emekçi halklarına yapılmıştır ve yeni değildir; 11 yıldır dozu ve sinsiliği artmış olabilir ama bu kumpasın 12 Eylül ile birlikte kurumsallaştığını hepimiz biliyoruz; en başında emekçi sınıfların başına örülen bu çorap, Egemen sınıfların egemen ideolojisi ve politikaları olarak öteden beri kullanılan ama çoktan vazgeçilmiş olan Kemalizm eli mahsulüdür ve hızla ve yine bu elle Kemalist ideoloji ve politikalardan uzaklaşıldığını, en sonu yönetimin dinci akımların eline teslim edildiğini biliyorduk ve görüyorduk!

Yani her şey Kemalizmle terbiye edilerek kurtulunamayan sosyalist hareketin topyekün imha edilmesi, dolayısıyla çalışan sınıfların devrimcisiz, itaatkâr, adı sanı belli olmayan, kimliksiz, kişiliksiz, edilgen sürüler haline getirilmesi, böylece bir gönüllü köleler cenneti tesis edilmesi için idi!

Bu ise tamı tamına bir sınıf mücadelesinin varlığının ifadesi idi ama siz bunu da görmediniz, bunu, egemen sınıfların iki farklı kanadının mahalle kavgası saydınız!
Oysa kavga, çalışan sınıfların nasıl geri dönüşsüz tepeleneceğine, gönüllü köleleştirileceğine ve nasıl emperyalizmin dünya devletine Türkiye’nin tekellerinin, büyük zenginlerinin bir direnişle karşılaşmadan entegre edilmesine dair idi!

“Kürt sorunu” ve “çözüm”ü, bu yönelimde en akla uygun bahane idi, Kemalizm ise en akla yatkın “düşman” idi; önce tanrı misli putlaştırılarak yükseltildi, rejimdeki tüm dönüşümler, hatta Kemalizmden uzaklaştırmalar bile bu putlaştırma çerçevesinde, kotarıldı; sonra bu put kırılarak, yaratılan düşmanlıkla birlikte tekellerin, büyük büyük zenginlerin çare olarak gördükleri yeni ideolojisi, “Ilımlı İslam” ve ulusal nihilizm, kozmopolitizm yükseltildi; bu en ucuz disiplinle ve emperyalizmin gerici milliyetçiliğin öteki yüzü olan akıl bozucu ideoloji ile geniş yığınlar irticai yönelimle dönüştürüldü!

Bunların hepsi, emperyalizmin, tekelci düzenin, 12 Eylül rejiminin çürümüşlüğünün, kokuşmuşluğunun, can çekişiyor olmasının üstesinden gelinemediğinin, yani ilerleyemediğinin, dolayısıyla kendi legalitesini inkâr etmesinin, kendi tarihinin gerisine dönmesinin göstergesi ve yansımaları idi; yani bir sınıf kavgasının şiddetlenerek dışa vurmasının ifadesiydi!

Hepsi tarihin ilerleme motorlu toplumsal gelişme çizgisini tersine bükmek içindi; hepsi, bu çürüyen, kokuşan, can çekişen soygun ve talan düzeninin sonsuza kadar ayakta durması içindi; hepsi, tarihin kaçınılmaz alternatifi olarak zalimlerin üzerine üzerine gelen eşitlikçi, ortakçı düzenin, sosyalizmin önünü kesmek içindi!

Hiç görmek istemediniz ve hepiniz, bir Kürt şarkısı tutturarak, bu sinsi saldırıya teslim oldunuz; teslim olmakla kalmadınız, gönüllü tetikçisi oldunuz; kafamızı ütüleyip durdunuz!
Evet, bu gerçeklerin hiçbirini görmediniz, görmezden geldiniz ve 12 Eylül rejimin, elbette onun şeriata dayalı faşist konuşlanmasını sürdüren diktatörlüğünün yanında olduğunuzu örtülemek için, daha önce kuyruğundan düşmediğiniz Kemalizme düşmanlığa sarıldınız!

Egemen ideolojinin, egemen sınıfın ideolojisi olduğunu hiç aklınıza getirmediniz, egemen sınıfların egemen ideoloji ve politikaları ile değil, egemenliği ortadan kaldırılmış olan ideolojisi ve politikaları ile kavga etmeyi politika saydınız; hatta en devrimci iş olarak gösterdiniz!

Şunu da görmek istemediniz ki, egemen sınıf, rafa kaldırdığı ideolojiye ve politikalara ya geri dönerse? Ya da yeni egemen kıldığı ideoloji ve politikaları ya iflas ederse? Diye sormak aklınıza gelmedi!

İşte şimdi bu rüzgâr esmekte ve siz bu sorular sorulmasın, cevabı da bulunmasın diye gene hareket halindesiniz!

Öteden beri vurguluyoruz ki artık pratik olarak daha bir netlikle görülüyor, CHP, AKP ‘leşiyordu ve belki de artık AKP olmuştur; peki şimdi ne olacak, daha önce 12 Eylül rejiminin şeriata dayalı faşist konuşlanmasını sürdüren diktatörlüğün yanında durmayı, “Faşist-CHP, ırkçı CHP” üzerinden “devrimci” ve meşru gösterebiliyordunuz belki ama şimdi, CHP’nin bütün karanlıkları donandığı bugün, tekellerin, büyük büyük zenginlerin ve elbette Amerikan emperyalizminin ideoloji ve politikalarının emekçi sınıflara dayatılmasının bu AK-CHP eliyle veya içinde onun da olduğu ama hegemon olduğu bir politik mekanizma eliyle gerçekleştirilmesinin öngörüldüğünü görmek zor değilken bu o kadar kolay olmayacak!

Ne var ki resmi politikaların ve ideolojilerin şövalyesi olmaya en baştan mahkûm olmuşsunuz! Bunu “Kürt sorunu ve çözümü” ile açıklamaya çalışmanız ise, bu mahkûmiyetinizin iler tutar yanı olmadığını kendinizin de bilmesindendir!
Peki, şimdi ne yapacaksınız? Şimdi de, egemen sınıfların CHP eliyle veya yeni politik mekanizması eliyle uygulamaya sokacağı, emekçilere dayatacağı ideoloji ve politikaların yanında olmanızı örtülemek için, ılımlı İslam ile mi kavga edeceksiniz?

Bunun sonu yoktur, bu, kapitalizmden, üstelik çoktan kendisi kendisinden vazgeçmiş olan bir çürümüş, kokuşmuş, can çekişen kapitalizmden ümidini kesmemiş olanların çaresizliğidir, acizliğidir ve oportünistliğidir! Bu, her halukarda yıkılacak olan bu çürümüş, kokuşmuş, kendinden bile vazgeçmiş burjuva düzenin ilk önce altında kalacak olanların yaklaşımıdır! Yeni mürteci olmayı kurnazlık saymaları bundandır! Tanrıya sarılmaktan başka dayanakları kalmamıştır!

Aslolanın, egemen sınıflar ve bu sınıflar tarafından ezilen, sömürülen sınıflar olduğu ve elbette bu sınıfların arasında süren amansız sınıf savaşı olduğu hiç aklınıza gelmiyor değil mi?
Egemen sınıfların bir süre önce kullandığı ideoloji ve politikalardan ve elbette bu politikaları yürütenlerden vazgeçip, yeni ideoloji ve politikalara ve bunları yürütecek elemanlara alan açmasının tesadüf olmadığını, egemenliğini sürdürmesinin gereği olduğunu hiç aklınıza getirmediniz değil mi!

Daha önemlisi ve daha vahimi, resmi ideoloji ve politikaların yanında olmaya mahkûm olmanız gereği, her taşın altındaki, hatta belki de yüz yıl sonra gerçekleştirilecek darbeleri bile görüyordunuz ama emekçi halkın tepesine inen, aydınların, devrimcilerin, devrimci-demokratların, sosyalistlerin tepesine inen darbeleri görmemek için gözlerinizi yumuyordunuz!

Sizin görmemek için gözlerinizi yumduğunuz bu gerçekleri biz, bütün sinsi ve açık engellemelere karşın, hep gördük ve gösterdik; bugün servis edilen bu sesli ve görüntülü ifadeleri de öteden beri duyuyor ve yazılı olarak asıldıkları yerden izliyorduk ama hiçbir tanesini burada afişe etmedik!

Etmedik ama ne diyorduk, “Geldiler geldiler bir karanlığın içine girdiler ve çıkmak bilmiyorlar!” Başka ne diyorduk? “uzun hapislik yılları Öcalan’ı değiştirmiş!”

Peki, başka?

“Öcalan dün bunu, bunu diyordu, artık tam tersini söylüyor ve ne diyorsa ABD-AB emperyalizminin politikasına uygun düşüyor!” diyorduk.

Hiçbiriniz, Öcalan’ın bu yeni söylediklerini yalanlamıyordunuz ve hepiniz Öcalan’ın dün söylediklerine kör ve sağırdınız, çünkü dün söyledikleri çizginize ters idi ama artık hem Öcalanist kesiliyordunuz ve hem de Öcalan’ın yeni dedikleri için “ABD’nin politikalarına uygun değil “ diyordunuz ve elbette bunların, “Öcalan’ın ve Kürtlerin gelip gelip bir karanlığın içine girdiklerine delalet olmadığını” söylüyordunuz!

Ayrıca ABD emperyalizmine karşı ortaya konulan muhalefete karşı, bu dünya çapında tescilli bir kan emici olan emperyalizme örtülü bir kalkan olmayı içinize sindirilebiliyordunuz ve bunu politik kurnazlık sayıyordunuz!

İşte şimdi yine geldik geldik, yalanlanamayacak denli gerçek olan ses ve görüntülerini yalanlayamadığınız ama hem “deşifre etmek sinsi bir komplodur”, hem de “bu ifadeler, Öcalan’ın hep söyledikleridir” dediğiniz noktaya!

Öcalan’ın “cımbızlanarak montajlanıp”, ortaya yere dökülen sesli ve görüntülü ifadeleri şöyle:

"Devletin direkt olarak bir şey yapmasına gerek yok, biz taşeronuz. Bunlarla, yeni Kafkasya'dan Suriye'ye bütün güçleri Türkiye'nin emrine vereceğiz.”; ” Çünkü bazı şeyleri devlet olarak yapmak olmaz ve zordur. Biliyorsunuz, ABD dev dünya gücüdür ama o bile taşeron kullanır. Dünyada en büyük işleri bunlar yapar." ; " Türkiye ölçülerine göre hiçbir devrimci bunu yapamaz. Hemen 'işbirlikçi' derler. 'Uzlaşıp teslim oldu' derler. Ama ben yaptım."; “Bana işaret edin, 'şu ülkede şu tehlike vardır' diye; benim için çocuk oyuncağıdır.

Ortadoğu'da, Avrupa'da hangi ülke olursa olsun, Rusya'da dâhil, nerede olursa olsun fark etmez. Bakın görün o zaman dünya nasıl idare edilir. Tek isteğim şunu deyin: ‘Apo iyi çalış, görevini iyi becer!’ Bunun bazı küçük olanaklarını isteyeceğiz."; "Şu anda milyonlarca insanı bağlayabilirim bu devlete. Mimar gibi bağlayacağız... Ve Kürt olayında beş on ülkeye tonlarca istihbarat, para vs. ile dev şeylerin yapamadığını, tek başıma ve kuruş masraf ettirmeden ben yürüteceğim."
Bu ifadeler, KCK tarafından , ”cımbızlanarak yayınlanan bölümlerin esas olarak Önderliğin Türk devletine çağrı yaptığı bölümler olduğu” şeklinde açıklanıyor; demek ki yalanlanmıyor, sadece “devlete çağrıdır! “ ama yayınlayanlar, KCK nezdinde “provakatör”dür!

Bu nasıl bir mantık?

Bu ifadelerde bir sakınca yoksa bir terslik yoksa; bu ifadeler, Kürt coğrafyasındaki iki tarz-ı siyasette Barzanist çizgi lehine yani ABD politikalarının lehine bir politika değişikliğini yansıtmıyorsa; yani KÖH’nin ve “önder” Apo’nun çizgisindeki değişikliği yansıtmıyorsa, Kürt ve Türk halkının bu ifadeleri görmesinde bir sakınca olabilir mi?

Öyleyse “provokatörlük” ile açıklamak son derece sığ bir açıklama olmuyor mu? Bu ifadeler yalan ise veya çarpıtılmış ise veya işkencede alınan ifadeler ise ve elbette bir “provokasyon”dan söz etmek ve tepki göstermek yerindedir; ancak “ bu ifadeler cımbızlanmıştır ama yalan değildir, sadece devlete çağrıdır “ denmektedir!

Daha ne?

Bu görüntülü sesler, Öcalan’ın egemen sınıfların egemen kılınan karanlığının içine girmek ve Kürtleri bu karanlığa taşımak için, epeydir rolüne çalıştığını ve bu role uygun olduğunu ilgili taraflara, anlatmaya çalıştığını göstermiyor mu; hatta şu bile, yani Barzani yapamaz ben daha iyi yaparım demek istediği bile görülmüyor mu?

Yani bütün meselenin, dün Kemalist yönetimden, bu gün ve bir süredir yönetimi Kemalist yönetimden davul zurna ile ama son derece sessizlikle, deyim yerinde ise karda yürüyüp iz belli etmeden alan 12 Eylül rejiminin en çok beklenen ve aranılan bütün vasıfları üzerinde taşıyan yeni yönetiminden, Kürtleri Barzani-Talabani çizgisine yaklaştırmak için rol istemek olduğu apaçık ortada değil mi?

Bu da ABD emperyalizmi istedi bir göz Öcalan verdi iki göz demek olmuyor mu?
Bunu inkâr mı ediyorsunuz? Üzerimize hâl⠓Kürt düşmanı” yaftaların ı mı fırlatacaksınız?

Hiç durmayın ama hâlâ ve bütün ifadeler ortada iken ve de bu ifadelere sahip çıkıp, ifadelerin görüntülerinin ve seslerinin ortaya saçılmasına karşı çıkıyorken, “Geldiler geldiler bir karanlığa girdiler, oradan çıkmak istemiyorlar” dediğimiz için kızmanız; kızmakla kalmayıp, bizi “Kürt düşmanı”, daha doğrusu “Kürt halkının düşmanı” ilan etmeniz; buna karşılık, Öcalan’ın Dühringvari saçmalıklarından bütün dünyaya nur yağıyor misli, “demokrasi” yağdığı ham hayalini pompalamanız Kürt halkının da Türk halkının da ve elbette Kürt devrimci-demokratlarının da, Türkiye işçi sınıfının ve sosyalistlerinin de gözünden kaçmayacaktır, kaçmıyor!

Pompalarınız yetmeyince,” onca sene mücadele etmiş ve onca senedir zindanda yatan birisi için bu suçlamalar yanlıştır, haksızlıktır ” diyorsunuz!

Ancak bu savunular koftur, başka dayanak bulamamanın ifadesidir, üstelik başkalarına da, örnek olsun Perinçek’e de, aynı savunu hakkını tanımayı zorunlu kılar; o da sürekli zindandadır ve o da toplumun belli bir kesiminin çıkarlarını dillendirerek politika yapıyor ve harekete getirdiği kitle az buz değildir! Yani ölçü bu olursa, kim bilir daha kimleri arşı alaya çıkarmak zorunda kalırsınız!

Ve şimdi Öcalanist olan pek çoğu, daha önce Perinçeklerin güttüğü politikaların içinde idiler ve hatta belki de hâlâ aynı yerdedirler; anti-Sovyetizm hâlâ var ve hep söylediğimiz gibi, anti-sovyetizm, anti- komünizm ve anti-Marksizm-Leninizm’dir! Ama hiç de Öcalanist değillerdi, ne PKK’nin ne de Kürt halkının yanına yaklaşıyorlardı! Örnek olsun, Ertuğrul Kürkçü de hep uzak durmuş, Kuruçeşmenin, ikisi de Hemingway’in balığına dönmüş olan Dev-Yol ile TKP’yi birleştirme seanslarından, Belge’nin tedrisine, oradan, güdecekleri eşeklerin önlerine ot koymaları misli, “demokrasi” dağıtan emperyalist odakların rüzgârını alarak Türkiye’nin geleceği karartılan halklarının başına nur misli ” demokrasi” yağdırmayı ilke edinmiş olan Bianetin demokrasi şampiyonluğuna ve oradan da tam “SOSYALİZME ÇAĞIRAN HAYAT ”ın habercisi olacakken, Kürtlerin başına Milletvekili olan Kürkçü şimdi bir de Sosyalizm ile İslam’ı kaynaştırarak Marx’ı ve Engels’i aşmaya çalışmakta, böylece en Marxist olduğunu kanıtladığını zannetmektedir! S.S.Önder’in ise hem “sosyalizm”i, hem de Nurculuğu yüksek tuttuğunu hepimiz biliyoruz ve daha önce Kürtlere ve Öcalan’a ne kadar yakın ne kadar uzak onu bilmiyoruz! Hele “Şeriat” talep eden Altan Tan’ın Kürt gerçeğinin neresinde olmuş olduğunu hiç bilmiyoruz! Ve Leyla Zana’yı Barzani’ye kaptırdıklarını ise biliyor, görüyoruz ve şimdi, belli ki Öcalan-Barzani- AB arasında özel ulak görevini de üstlenmiştir!

“Demokrasi” aşkı, ama ille de emperyalizm eliyle dağıtılan “demokrasi” nin aşkı, nelere kadir!

Öcalan’ın seçme saçmalarına doladığı kelamlarında da, Kürtlerin aklını iyiden iyiye karıştırmak ve ABD emperyalizminin kozmopolitizmine uygun kafalar yetiştirmek için, yine Öcalan’ın buyurduğu siyaset akademinizde öğretilenlerde de hep anti-Sovyetizm ile birlikte anti Marxizm vardır!

Sinsilik mi arıyorsunuz, bunlar sinsilik değilse nedir? Bir taraftan Öcalan’ın ağzından “ Marx'ı İngiltere besledi, Lenin kapitalizme hizmet etti” yollu sosyalist hareketin değerlerine küfürler savrulur; diğer taraftan birkaç haftalık kurslarda, üstelik sertifika dağıtılan kurslarda,” Marxizm-Leninizm’in aşıldığı” demogojileri ile zaten karışık olan kafalara Marxizm-Leninizmin ne denli eksik ve yanlış bir teori olduğu ve aynı zamanda, Kürtlerin en eski dini olarak zerdüştlüğün erdemleri yerleştiriliyor!

Bundan daha sinsi komplo ne olabilir?

Öcalan, Marxizm-Leninizmin kurucularına ki, geride bir bilim, insanlığın temel değeri haline gelmiş bir bilimsel teori bırakmışlardır ve egemen sınıfları hâlâ korkutmakta ve ürkütmektedir, küfür misli yakıştırmalarda bulunuyor ve aynı zamanda “siyaset akademiniz”de Marxizm’in aşılmasını buyuruyor, bu siz “Marxizm’i aşan” baylara, hiç de tuhaf ve kötü gelmiyor; ama “Öcalan’ı uzun hapislik yılları değiştirmiş” demeyi bile, Kürt halk önderine, hatta Kürt halkına hakaret sayabiliyorsunuz!

Oysa apaçık ortadadır ki bu uzun hapislik yıllarının Öcalan’da yarattığı değişikliğin şekli-şemali, Öcalan’ın bizzat kendi icraatı olarak, inkârı ve üzerinin örtülmesi mümkün olmayan görüntülü ifadelerinde görülüyor ve siz “Marxizm’i aşan” baylar, bu görüntülü ve sesli ifadeleri, hem yalanlayamıyorsunuz hem de “sinsi bir komplo” olarak niteliyorsunuz!

Ne denilebilir ki, daha önce ifade ettiğimiz gibi, gittikçe daha fazla dökülüyorsunuz, bunu tekrarlamak yerindedir!

Üstelik internet sansürüne sözde karşı çıkarak popülizm yapan BDP, Öcalan’ın bu görüntülerin yayınlanmasının yasaklanmasını isteyebiliyor! Yanında da, “ bu ifadeler zaten Öcalan’ın hep söyledikleridir” diyebiliyor(sunuz)!

Ve birileri de kalkıp, daha ne? Biz de bunu demiyor mu idik? Ve bunu dediğimiz için “Kürt düşmanlığı“ ile yaftalanmıyor muyduk? Derse, gene “sinsi komplocular” veya “ulusalcılar ” yaftasını mı fırlatacaksınız üzerlerine?

Madem bu ifadeler de yeni bir şey yok ve Kürt halkını öteden beri Öcalan’ın bu tür ifadeleri aydınlatıyor, hatta Marxı böyle aştırıyor, öyleyse bu telaş niye?
Alın kasetleri, akademinizde izletin ve “açılımını” da yapın, belki Marx’ı daha çok aştırırsınız!

İnsan biraz utanır, Kürt halkına ve devrimci-demokratlarına, sanki Marx ile Lenin zulüm yapmış, sanki Kürtler ne çektilerse bilimden çekmiş; sanki Kürtlere eksikleri ile yanlışları ile yetmiş yıl boyunca pratik olarak sosyalizmin işçi sınıfının düzeni olduğunu dosta ve daha çok da düşmana göstermiş olan Sovyet sosyalizmi düşman olmuş; dahası sanki Türkiye’nin işçi sınıfı, emekçi halkı, Kürt halkının düşmanıdır; sanki 12 Eylül rejiminin Kürt halkına uyguladığı zulümden Türkiye’nin işçi sınıfının, emekçi halkının payına bir şey düşmemiş gibi, sanki bir Kürtler mutsuz, diğer herkes çok mutlu imiş gibi, sanki ABD emperyalizminin bu mutsuzlukta hiç dahli yokmuş gibi, sanki 12 Eylül rejimi melaike olmuş Kürtleri mutlu etmek için tövbeye gelmiş de, Türkiye’nin işçileri ve emekçileri bundan hoşnut değilmiş gibi, hatta ve hatta bu kokuşmuş düzene, bu tarihinde görülmemiş sinsilikte ki faşist diktatörlüğe sımsıkı sarılıp, Kürtleri düşman bellemişler gibi; başka ve özet ifadeyle dünya Kürtlerin etrafında dönüyor da, bütün dünyanın zenginleri dahi bir olmuş bu dönüşe, bu Kürtlerin mutluluğuna olan dönüşe yardım ediyor da, bir tek Türkiye’nin işçi sınıfı ve emekçileri ve elbette sosyalistleri köstek oluyormuş gibi, her taşın altında Türkiye’nin işçilerinin, emekçilerinin, devrimcilerinin, devrimci demokratlarının, sosyalistlerinin, Marxist-Leninistlerinin düşmanlığını arıyorsunuz!

Ama bir türlü burnunuzun ucundaki düşmanı görmüyorsunuz ve görülmesin diye kör rolüne bile bürünüyorsunuz!

Sahi siz, fiziksel yaşam bir yana, politikada düşman-düşmanlık nemenem bir şeydir hiç gördünüz mü, duydunuz mu, ona dokundunuz mu, ya da o size hiç deydi mi?

Hiç sanmıyorum, siz asıl düşmana ve düşmanlıklara karşı bütün duyu organlarınızı kapatmış, aykırı giden lokomotiflerin raylarının altında aradığınız ama bulamadığınız “düşmanlık ”ları, tıpkı “Berkeley’ler gibi, ”Dühring’ler gibi, yeni Öcalan ve yeni Öcalanistler gibi, zihninizden çıkarıp, hiçbir maddi karşılık bulamayacağını bile bile nesnel dünyanın ortasına fırlatıyorsunuz!
Yersek tabii!

Ama yedirmek için de az çaba sarf etmiyorsunuz! Siyaset akademinizin bile işlevi budur ve Muhsinlere, Mamolara, Hatçelere, vb. pek güzel, Marxizm-Leninizm nasıl aşılıp, nasıl Zerdüşt olunur, bunun yalan yanlış felsefesini anlatıyorsunuz!

Oysa bir tarafta tekeller ve sömürü düzenleri, soygun düzenleri, zulüm düzenleri var ki bu düzen, sadece ezdiklerinin, sömürdüklerinin, zulüm yaptıklarının, geleceğini kararttıklarının, uzun süre dizüstü durmaktan ayakları üstüne yükselmeyi aklına getiremeyecek hale getirilen emekçi kitlelerin, yani asıl güçlerin bilinç ve örgüt düzeylerinin çukura düşürülmüş olması ile ki, bunda sizin gibi sahte sol gömlekli oportünizm şövalyelerinin, yeni-mürteci “modern” Berkeleylerin, bu tekellerin zulümkâr düzeninin ideolojik tetikçilerinin payı çok büyüktür, ancak böyle ayakta durabilen çürümüş, kokuşmuş, can çekişen bir düzendir; bu düzen ki, en küçük bir kıpırdamada bile tehdit algılayarak, bir çırpıda kendi ilan ettiği “ileri demokrasiden” vazgeçip, faşist diktatörlüğünün şiddetini hiç ikircimsiz uygulayan 12 Eylül faşist rejiminin yeni versiyonudur!
Ve siz, bir taraftan hem bu düzeni ve sahiplerini ve elbette hem de tüm çürümüşlüğüne, kokuşmuşluğuna karşın, bu düzeni, “ileri demokrasi” afişleri ile donatılmış bir tren misli rayında tutmaya çalışan ve en son istasyona kadar (ki “bir cahiliye düzeni “ olduğu apaçık ortadadır), taşımaya çalışan makinistleri, kondüktörleri, bu trenin içinde kendinden geçmiş halde, bir istasyondan ötekine giderken her tarafa saçılan pis kokuların, zulmün ve sömürünün, akılların, fikirlerin, çelişkilerin ve iyiden güzelden yana ne varsa hepsinin üzerini örten kirin, pisliğin farkında olmayan, daha çok da bu düzenin kirine, pasına boğazına kadar battığı için görmemeyi politika sayan “demokrasi” şövalyelerini, yani bilumum “sol” gömlekli,” Kürtsever” kasketli, “İnsan hakları savunucusu”, “doğasever” etiketli sahte cengâverleri bir bütün olarak “Mesih” misli görürken:
Diğer taraftan, bu “Mesih” misli gördüğünüz bütünden ve bu bütünün makinisti de, kondüktörü de olanlardan, inatla, sabırla, sadakatla ve “sol” telden çalarak, “en demokrasi” bekleyen ve bundan gayrısını düşünmek bile istemeyen ama arada bir “sen bizim mahalleden geçersin! ” yollu, ya da “bunu da yapma bak o zaman nasıl gününü görürsün” misli kükreyenlerin ama buna karşın, şeriata dayalı faşist diktatörlüğün zulmünü görmemeleri bir yana, “kedi vaska”ları da aşan bir vurdumduymaz aç gözlülük dinamiğinin varlığına da gözlerini kapayanların ve resmi olarak ilan edilmiş “kumpas” ları ise başka yerlerde arayan ve bu “kedi vaska”lardan “en demokrasi” beklemeyi “en devrimcilik” sayanların; başka ifadeyle hiç kimsenin gütmeyeceği eşeğin önüne ot koymayacağını ama bunların ise güttükleri eşekleri bile otsuz bıraktıklarını inatla görmeyenlerin; bu çürümüş, kokuşmuş tekeller düzenini, en son istasyonuna, yani cahiliye devrine taşıyan “ileri demokrasi” treninin en rahat köşelerine kurularak, bu trenin geçtiği rayların altında kalanlardan düşman yaratarak üzerimize fırlatanların ve bütün bu halk düşmanı, emekçi düşmanı, bu kokuşmuş düzene sadakatla bağlı olanların, bu çürümüş, kokuşmuş düzende cennet görenlerin, bütün sahtekârlıklarını ve asıl niyetlerini göstererek deşifre edenleri, bu sahtekârlıklarını bütün çıplaklıklarıyla Kürt halkının da Türk halkının da gözlerinin önüne serenleri bir deccal misli gösteriyorsunuz!

Ne var ki ne güneş balçıkla sıvanabiliyor, ne de artık gerçeklerin üzeri, bu çürümüş, kokuşmuş tekeller düzeninden akan pisliklerle örtülebiliyor! Aksine, bu pislik deryası o kadar öyle koku yayıyor ki, bu kokuları ne Türkiye’nin emekçileri, ne de Kürt halkı duymamazlık edemiyor!

Ve işte sizin bütün telaşınız bundandır; “çözüm de, çözüm “ diye çırpınmanız bundandır; hem bu kokuları Kürt ve Türk halkının duymasını ve hem de Kürt halkının asıl düşmanlarının kimler olduğunun görülmesini engellemek için, sefere çıkmış ideolojik cengâverler, demogoji şampiyonları misli hareket ediyorsunuz!
Öcalan mı?

Bence çoğunuz Öcalan’dan çok, Öcalan nezdinde fetişleştirerek oluşturulan “önderlik” in gölgesinden yararlanmak, bu gölgenin altında ikbal aramakla ilgileniyorsunuz ve şunu da göremediğinizi sanmıyorum ve en azından çoğunuzun beklediği ve istediği bu olabilir ki en büyük “Kürtsever” , ”Büyük Kürdistan” düşü gören büyük patronun da, yani ABD emperyalizminin de, artık itaatkâr bir Kürt hareketi ve devleti için, devrimci renkleri budamanın yetmediğinden hareketle, bu temelde açık açık en tam ifadesiyle Barzanist çizgide rol alacak enstrümantalleri hedeflediği için, devrimcisizliği, Öcalan’ın yöntemi ile aşılamanın zaman kaybı olduğundan, en azından fiyatının yüksek olduğundan hareketle veyahut da Kürtlerin yeteri kadar devrimcisizleştirildiğinden hareketle, ya da belki Öcalan’ın “devrimci” li, “demokratik”li, “komün”lü ,”momün”lü lakırdılarının Kürtlerin kimine sadece hoş bir tını, kimine ise boş bir tını geldiğinden hareketle artık Öcalan’ın önderliği ile değil, Öcalan’ın önderlik gölgesi ile birlikte Barzani çizgisine biat etmesinin zamanının geldiği ile ilgilendiği için, Öcalan’ın karizmasının çizilmesine hız ve onay vermiş olabileceğini pek düşünmek istemiyor gibisiniz!

Çünkü Öcalan fetişli bir “önderliğin” gölgesinden mahrum kalırsanız sizin de karizmanız çizilecek ve sizin de takkeniz düşüp, keliniz açıkta kalacaktır!
Keliniz mi, hiçbir zaman yanında olmadığınız, tam tersine hep karşısında ve uzağında olduğunuz bir Öcalan ve PKK ile ilgilendiğinizin resmini taşıyor ve göbeğinizin de aklınızın da bağlı olduğu yerin hep Barzanist bir “Kürt kurtuluşu” olduğunu ve artık buna kavuştuğunuza inandığınızı resmediyor; dolayısıyla Barzanist çizgiye biat etmiş bir Öcalan’ı her haliyle, bu görüntülü ve sesli ifadeleri ile bile bağrınıza basabilirsiniz; işte takkenin altındaki keliniz bu resmi taşıyor!

Eğer böyle olmasaydı, bir süredir yazılı metinleri kerte kerte piyasaya sürülen, onca yıl buzdolabında kaldıktan sonra ortaya dökülen bu görüntülü ve sesli ifadelerin, Öcalan’ın en şen-şakrak hali ile sarf ettiği bu sözlerin, TSK’ya Kumpas “ iddialarının ve buna karşı hücum hallerinin yaşandığı ve “yeniden yargılanmaların dillendirildiği”, yeni düzenlemelerin gündemde olduğu ve de bunun AKP’nin ulusalcılarla ittifak arayışına girdiği “ şeklinde yorumlandığı, ama Kürtlerin hâlâ ve hâlâ ille de AKP-RTE dediği, başka demokrasi havarisi tanımadığı bugünkü atmosferde, cümle âleme izlettirilmesini , “dost” Amerika ve “Kürtsever” likte sınır tanımayan 12 Eylül rejimi, ne yapar eder engellerdi!

Ve bu atmosfere bir de, Barzani’nin başkanlığını tanıyan mektubun, özel ulak ile ki, Barzanist olduğu tescilli olan Leyla Zana’dan söz ediyorum, Barzani karargâhına varması da eklenince ve buna ilaveten aynı zaman aralığında, Amerika’nın en yakın müttefiki olan ama hâlâ terör örgütü olarak kabul edilen KDP ve KYB’nin bu listeden çıkarılacağını, dolayısıyla hangi çizgiyi müttefik olarak kabul ettiğini ilan etmesi, yerine oturmamış hemen hemen hiçbir taş kalmamış olduğunu düşünmenin yerinde olduğunu göstermeye yeter!

Tabii bu, düşünmeyi unutmayanlar için yerindedir; düşünmeyi unutanların yerine bu vesile ile kimin düşündüğü de daha bir netlikle ortaya dökülmektedir!

“Demokratik özerklik” mi?

“Dimyata pirince giderken, bulgurdan olmanın hikâyesini içeriyor olabilir mi?
Göreceğiz!

Bakalım bu gerçekleri akıl taşıyanlara ve Kürt halkının, Türkiye’nin işçi ve emekçi sınıflarının gerçek dostlarına hatırlattığım için üzerime hangi bayatlamış yaftalar fırlatılacaktır!

Bunu da göreceğiz!

Fikret Uzun

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]