Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

SOSYALİST DEVRİMDEN VAZGEÇMEK KAPİTALİZME SIKI SIKI SARILMAKTIR


Sosyalist devrimden ümit kesmek, kapitalizmden ümidi kesmemiş olmanın dışa vurumudur ve tarihte bütün döneklerin dönüş noktası burada başlar; aynı şekilde işçi sınıfının devrimci rolüne güvensizlik duymak, yine kapitalizmden ümidi kesmemiş olmanın sonucudur; o kadar öyle ki, “ne olur bizi bırakıp bir yere gitme” diye kapitalizmin önünde dua ayinleri yapmak sıradan bir durum olmaktadır! Sosyalist devrimden ve işçi sınıfının devrimci rolüne güvenmekten vaz geçmek, sınıf mücadelesini reddetmek demektir, başka ifadeyle tarihin lokomotifinin sınıf mücadelesi olduğu gerçeğini reddetmek demektir; daha da önemlisi, sosyalizmin işçi sınıfının düzeni olduğunu ve bu düzenin, ancak ve ancak az veya çok şiddetli, zora dayalı bir devrim sonucu kurulabileceğini reddetmek demektir! Hepsi birden, Marx düşmanlarını ayırıyorum, Marxist görünenler açısından vurguluyorum ki, hem Marxist görünüp, hem de Marx'ın tarihin ilerleme motorlu toplumsal gelişme çizgisini reddetmeye veya bunun, tarihsel ve toplumsal ilerlemenin sadece düz bir hatta ve evrim yoluyla mümkün olacağı düşüncesine götürür ve götürdüğünü görüyoruz. Her ikisi de bir sapmadır ve bu sapma, Marxist olunursa sapma sayılabilecek bir sapmadır; Marx’ı tümden reddedenlerin böyle dertleri zaten yoktur ve zaman zaman vaaz ettikleri bu misli lakırdıları ise, kafa ütülemekten başka bir şey değildir. Ve elbette sınıf mücadelesini kabul edip, bu mücadelenin kaçınılmaz olarak proletarya diktatörlüğüne, yani proletaryanın devlet mekanizmasına, yani zor aygıtına varacağını reddetmek de sosyalist devrimden ve proletaryanın devrimci rolünden vazgeçmenin temel dayanaklarındandır! Öyleyse, her ne şekilde olursa olsun, bütün bu sosyalist devrime ve işçi sınıfının devrimci rolüne inançsızlık ve güvensizlik, hep kokuşmuş, çürümüş, can çekişen sömürü ve zulüm düzeninin uzun süren egemenliğine teslim olmanın ve hatta onda hâlâ işe yarar bir şeyler bulmanın yansımasıdır.
Tarihte hep böyle oldu, bütün dönekler, işçi sınıfına ihanet edenler, örnek olsun Kautsky, Bernstein, Plehanov ve daha niceleri, hep mevcut düzenden ümitlerini kesmediklerini anladıkları bir zamanda, işçi sınıfına ve zora dayalı bir devrime inançsızlık ve güvensizlik göstererek, kapitalist kampa ricat etmişlerdir. Gerisi sadece ve sadece ucuz bahanelerdir; bunun suçunu işçi sınıfına, çalışan sınıflara yüklemek ise “yürek parçalayan” son derece acıklı bir güldürüdür! Evet, bu, sosyalist devrimden ve işçi sınıfının devrimci rolünden ümidini kesenlere tavsiyem veya öğüdüm olsun ki, Marxizm'in temelleri bu gün de sağlamdır ve bu temeller, bu gün de sosyalist devrime ve işçi sınıfının devrimci rolüne ve elbette sınıf mücadelesinin tarihin motoru olduğuna, dahası emek-sürecinin belirleyici olduğuna ve tabii sosyalizmin işçi sınıfının düzeni olduğuna inanmamız ve güvenmemiz için gereken verileri net olarak hem teorik ve hem de pratik olarak göstermiştir;bu nedenle iyimser olmamak, umutvar olmamak için, hiçbir neden yoktur ki, hepsi bir yana, buna inanmak ve güvenmek için, bugün hâlâ Türkiye'de ve dünyada bütün kaygıların emek süreçlerinde olmasına bakmak yeter; Amerikan askerlerinin ki yarım milyondur, Arap çöllerine yığılmasına bakmak yeter; sınıf mücadelesini köreltme çabasının,bütün gelişmiş ve gelişmemiş kapitalist ülkelerin politikalarının odak noktası olduğuna bakmak yeter. Marx'ın tarihin ilerleme motorlu toplumsal gelişme çizgisine, şu veya bu nedenle karşı çıkanlara, reddedenlere ki, sosyalist devrimden ve işçi sınıfının devrimci rolünden vazgeçmekle bağlıdır, bir başka öğüdüm de, Marx'ın kaçınılmazlık teorisinin, dolayısıyla devrimin kaçınılmazlığı teorisinin, kaçınılmazı ortaya çıkaran bir teorik yapı olduğunu ve bunun, yani bu kaçınılmazlığın, ekonomistlerin sarıldığı gibi,hiç bir iradi güç olmadan, müdahale etmeden, kendi kendine gerçekleşen bir kaçınılmazlık olmadığını görmeleri olacaktır. Bilimsellik, kaçınılmazlık ve zorunluluk demektir; özgürlük buradan çıkıyor; düzeni tasarlamak ve iktidarı politik müdahale ile almak, özgürlük oluyor ve bu özgürlük, kaçınılmazlıktan ve zorunluluktan kaçınılmaz olarak çıkıyor. Marx'ın teorisi, gelişmenin kıyamete, aynı anlama gelmek üzere cehenneme götürdüğünü ve bu cehennem içinden bir cennetin doğacağını veya yanı başında bir cennetin şekilleneceğini anlatmaktadır. Bu iyimserliktir ve bilimseldir; hem de geçmişe bakıp, gününü yaşayarak değil, gelecek açısından iyimserliktir; her cehennem, kaçınılmaz olarak, içinde veya yanı başında cenneti de hazırlar ; bu anlamda,halkın diline yapışmış olan“karanlığın en koyu olduğu zaman,aydınlığın doğacağı zamandır “ sözü boş bir laf değildir. Ancak güçlü olanlar, hiçbir güçlük karşısında moralini bozmayanlar iyimserdir. Demek ki, moralli olmak, iyimser olmak bir yürek işidir. Ancak yürekli olanlar yeni bir düzeni düşleyebilirler. Öyleyse devrimciler iyimserdir ve gelecek açısından umutludurlar ve bu iyimserlik ile en geri işçiyi bile devrimci yapmak için mücadele etmekten yorulmazlar, sabırlarını tüketmezler! Yeni bir düzen düşlemek, sosyalizmi düşlemektir; sosyalizmi düşlemek ise sosyalist devrimi düşünmeden bir şey ifade etmez; daha açıkçası iktidar hırsı ve perspektifi olmadan, sosyalizmi düşlemek, sosyalist devrime dudak ucuyla yaklaşmak, en sonu ondan vazgeçmek demektir! Bir de şunu hatırlatmak istiyorum ki, amiyane tabiri de var ve ben bunu söylemeyeceğim, hem işçi sınıfının örgütlülüğünün ve bilinç düzeyinin düşük olduğundan söz ediyorsunuz ve hem de sosyalist devrim sakızını çiğnerken çeneleriniz yoruluyor ve bu yorgunlukla işçi sınıfının devrimci rolüne ve sosyalist devrime olan inançsızlığınızı kusuyorsunuz! Yani siz yaman sosyalistler, hem işçi sınıfını beğenmiyorsunuz, hem sosyalist devrimin olmayacağına karar veriyorsunuz ve hem de bunun ikisinin de kapitalizmden ümidinizi kesmediğinizin işareti olduğuna aldırış etmeden, ona buna, “burjuva düzen içinde hareket ediyor” yollu çeşitli yaftalar takıyorsunuz! Peki, siz devrimcilik, halkçılık nedir biliyor musunuz? Duruma bakarsak, kesinkes bilmiyor ve bilmek de istemiyorsunuz! Çünkü devrimci, saksıda yetişen çiçek ya da serada büyütülen zerzevat değildir; hele ki etinden ve sütünden yararlanmak için büyütülen kuzu değildir; dahası devrimcilik kâr getiren bir meslek de değildir; devrimcilik en geri işçiyi ve emekçiyi ve de köylüyü devrimci yönde değiştirmek için sabırla ve iyimserlikle çaba sarf etmektir; en küçük bir yenilgide veya zorlukta moralini bozan ve suçu daha önce bel bağladıklarına, peygamber gördüklerine ve cennete açılan bir kapı olarak gördüklerine atanlar devrimci de olamaz, işçi ve emekçileri, yoksul köylüleri devrimci yönde değiştirecek yürekliliğe de sahip olamazlar! Bu tipolojilerin ortak noktası, burnunun dibinde ve onca zaman, tam da sosyalist devrimin, bu gün olduğu gibi,”miadının dolduğunu” düşündürtmek ve tüm çürümüşlüğüne karşın, kapitalist düzende kalınmasının sayısız yararlarına inandırmak üzere, sosyalist devrimin öznelerini atıl tutmak yanında, bu devrime akan bütün kanalların öyle ya da böyle kurutulması için, özellikle toplumun en bilinçli aktörleri olmak üzere, işçi ve emekçilerin, yoksul köylülerin velhasıl toplumun ezici çoğunluğu olan ezilen, sömürülen sınıfların devrimcisizleştirilmeye, hatta gericileştirilmeye, hatta ve hatta adı sanı bilinmeyen, kimliksiz, belleksiz, yersiz, yurtsuz ortaçağ sürülerine dönüştürmeye çalışıldığını görmek istememeleridir. Ve bu dönüştürme ameliyesinin mutfağının baş aşçısının Amerikan emperyalizmi olduğunu ve 12 Eylül rejiminin, öteden beri bu ameliyenin içinde olduğunu; bununla birlikte Türkiye'deki bu sükûneti, toplumun her katında kendini hissettiren çelişkilere rağmen, toplumun kılcal damarlarına kadar yaygınlaştırılan edilgenliği, “inanıyorum öyleyse doğru söylüyor” doğmasının yönetim ilkesi olmasını ve baskının en can yakıcı olduğu zamanda bile bunun “demokrasi” illüzyonu ile kapatılmasını, fabrikalardan sınıf bilincini atmak, sınıf mücadelesini köreltmek için, oralara tarikat bilincinin yerleştirilmesini, işçi sınıfının tutunabileceği bütün dallarının, onun gözleri ve liderleri önünde kesilmesini, kazanmış olduğu ve kazanmayı umduğu bütün savunma ve mücadele silahlarının elinden alınmasını ve sonuçta, tam da bu günkü durumla karşı karşıya kaldığımızı bu baylar katiyen görmek ve anlamak istememektedirler! Üstüne üstlük, bu inancını yitirmiş veya öteden beri taşıdıkları inançsızlıklarını dışa vuran baylar, tıpkı Nişe gibi, tüm cafcaflı sözleri oradan buradan araklayıp, birbirleri ile çiftleştirerek, tekelleri, büyük büyük zenginleri, emperyalist çok uluslu şirketleri ve sahiplerini, yani egemen sınıfları, dolayısıyla onların egemen ideoloji ve politikalarını ve dahi egemenlik araçlarını ve toplumun bütün sınıfları üzerindeki baskılarını görünmez yaparlarken; en büyük suçlu olarak, ellerinden bütün savunma ve mücadele araçları alınmış olan ve en dibe itilerek köleleştirilen, edilgenleştirilen işçi ve emekçileri gösterirler. Bununla birlikte, egemen sınıfların tarihleri boyunca ezilen ve sömürülen sınıflara, halklara dayattıkları önyargıları kıskançlıktan çatlatırcasına, Engels'in şahane ifadesiyle, güvercinin suçsuzluğunu, yılanın kurnazlığıyla birleştirerek ürettikleri önyargıların eşliğinde, deccal misli tasvir ettikleri “devlet” düşüncesi ve devletin her türlüsü için, insanlık adına çok dokunaklı bir kaygı gösterdikleri zaman, kendi kendilerini onurlandırdıklarını zanneden bu baylar, “devlet” düşüncesi üzerine her türlü önyargıyı kitlelere dayatan ve bu devlet mekanizması sayesinde ideolojik, politik, ekonomik egemenliklerini ayakta tutabilen tekelleri, büyük büyük zenginleri, emperyalist çok uluslu şirketleri ve sahiplerini, yani egemen sınıfları, dolayısıyla onların egemen ideoloji ve politikalarını ve dahi egemenlik araçlarını ve toplumun bütün sınıfları üzerindeki baskılarını görünmez yapmaktan vaz geçmemektedirler! Sosyalist devrimin son kullanım tarihi bitti öyle mi? İşçilerin ve emekçi halkların ve hatta onların bilinçli unsurlarının bile sersemletildiği böyle bir atmosferde daha ne bekliyorsunuz? İsterseniz emperyalizmin, tekellerin ideolojik hegemonyasına hapsedilmiş, kime inanacağını, hangi örgüte güveneceğini şaşırmış olan, yoksulluğun zirvesi mi diyelim, dibi mi, diyelim, tam oraya geriletilen, ortaçağa mı, cahiliye devri mi diyelim oralara sürüklenen kitleleri, sosyalist devrim yapmak için irade göstermemeleri nedeniyle tek ayak üzerinde tutup cezalandıralım, bilinçli unsurları da bu cezaları denetlemeleri için başlarına nöbetçi koyalım; belki o zaman “akıllanırlar” da sosyalist devrimi akıllarına getirirler! Ama sakın ha, onları bu hale getiren tekellere, onların ideolojik tetikçisi olan sahte sol gömlekli devrim kaçkınlarına, bu kokuşmuş sömürü ve soygun düzeninin sahiplerine ve büyük ağabeyleri Amerikan emperyalizmine bir şey söylemeyelim, zavallılar üzülürler, darılırlar ve çat diye kırılırlar; o zaman ne yaparız?
Tam da sosyalizmden ümidimizi kestiğimiz, işçi sınıfının devrimci rolünü reddettiğimiz bir zamanda, bir de kapitalizmden ve kapitali ellerinde tutanlardan olursak halimiz nice olur?

Fikret Uzun 04-Mart-2014



http://fikretuzunyazilari.blogspot.com.tr/

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]