Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

25.03.2014- 12:08

'Sosyalizm propagandası'/Metin Çulhaoğlu

“Şu Erdoğan ve AKP hele bir başımızdan gitsin de…”

Ülkede kendini solda tanımlayan geniş bir kesimin başlıca derdinin bu olduğunu biliyoruz.

Biz de bunun “fena bir şey olmadığını” teslim ettikten sonra, malum çevrelerin Erdoğansız ve/ya da AKP’siz siyaset tasarımının tuzaklarına dikkat çekiyoruz. Bunca hengâme ve hayhuy içinde “sosyalizm” diyoruz; bu alternatifi güçlendirmeye, gündeme yerleşmesini sağlamaya çalışıyoruz…

Önce bir noktada anlaşalım: Herhangi birinin, hem kayıtsız şartsız Erdoğan/AKP karşıtı olup hem de bunların yerine kotarılmaya çalışan düzen içi siyaset tasarımlarına hiç ama hiç itibar etmemesi, ancak sosyalist, en azından sosyalizme açık bir bakış açısından mümkün olabilir. Yani “ben AKP’ye karşıyım; ama ona alternatif olarak cilalanan oluşumlar da beni kesmez, ben bunlara da karşıyım” diyenler, gerçekten solda duranlar, belirli bir sosyalist perspektiften hareket edenlerdir.

O halde AKP karşıtlığı kadar önemli bir gündem ve görev, bu safları güçlendirmek, “sosyalist alternatifi” ülke siyasetinde etkili bir güç haline getirmektir.

Yukarıda söylenen, hiç kuşkusuz “sosyalizm propagandası” diye tanımlanabilecek bir etkinliği gündeme getirmektedir.

İşin püf noktası da “sosyalizm propagandasının” nasıl, nerelere odaklanarak yapılması gerektiğidir.

Tartışma bu noktaya geldiğinde önce “olumsuzdan” başlayalım ve sosyalizm propagandasının “nasıl yapılmaması gerektiği” üzerinde duralım; çünkü “olumsuz” örneklere ara sıra rastlanabiliyor.

***

Bir sosyalistin, ülkesi için neyi istediğini nedenleriyle birlikte özlü biçimde anlattıktan hemen sonra bir “ama” bağlacıyla bu isteğin “neye benzemeyeceği”, “ne gibi olmayacağı” ya da “nelerden uzak duracağı” konusunda uzun uzun dil dökmesi yanlıştır!

Örneğin, “sosyalizm” deyip bunun gerekçesini ortaya koyduktan sonra geçmişteki kimi “olumsuz” örneklere atıfla “bizim sosyalizmimiz bambaşka olacak” mealinde uzun eklere girişmek hiç gerekli değildir.

“Aydınlanmacılık” ve “laiklik” deniyor, güzel. Güzel de, hemen ardından “bakın öyle pozitivistçe, toplum mühendisliği yapmaya kalkmadan” deyip “bizim laiklik anlayışımızın tepeden elitist dayatmalarla alakası yok” gibi ekler düşmek de gereksizdir.

Her “yurtseverlik” sözünün ardından bunun milliyetçilikten farkları konusunda dil dökmek zorunda mıyız?

“Bağımsızlık” dendiğinde herkesin aklına ilk olarak dış dünyadan kopmuş, kendi içine kapanmış, otarşik-otokrat yönetimler mi geliyor ki böyle olmadığını anlatmak için bunca çaba harcanmaktadır?

Kuşkusuz burada kapsamlı değerlendirme yazılarından, tartışma panellerinden, özel konferanslardan değil, doğrudan halka yönelik mesaj ve anlatımlardan, propagandadan söz ediyoruz. Muhataplarımız, kadın erkek emekçilerdir, çoğunluğu da gençlerdir. Bu insanların karşımıza “tarihteki sosyalizm deneyimlerinin olumsuz yanlarına ilişkin bilgilerle donanmış” olarak çıktıklarını varsayıp ona göre konuşmanın âlemi yoktur.

Ayrıca, karşınızdaki biraz akıllı biriyse, sizin dediklerinizi dinledikten sonra “bunlar iyi şeyler istiyorlar” yerine “bu sosyalizm denilen şeyin sicili hepten bozuk galiba” diye düşünmesi çok daha olasıdır.

Sosyalistler, sahiplendikleri değerleri, öngördükleri toplum düzenini ve yaşam tarzını kendi iç zenginlikleriyle geliştirilip açımlayabilirler. Bu dururken hepsinin kimi olumsuz örneklere atıfla “başka”, “ayrı” ve “çok daha iyi” olacağı anlatımına kilitlenmek, düşünsel bir kısırlaşmayı da beraberinde getirecektir.

Oysa yaratıcılık, öz ya da esas neyse oradan ortaya çıkar; “ters” örneklerden, “olumsuzluklardan” değil…

***

O zaman “nasıl yapmak” gerekir?

Türkiye’de yaşanan güncel siyasal hayhuyun öyle uzağında değil, hemen geri planında ya da yanı başında duran başlıca temalara bakalım:

Haklar: İş/çalışma, eğitim, sağlık, konut, iletişim (bilgilenme ve haber alma dâhil), boş zaman, çevre ve diğer haklar…

Özgürlükler: Yaşam tarzına, tercihlere, düşüncelerin ifadesine ilişkin temel özgürlüklerle birlikte yukarıda örneklenen haklar için talepte bulunma, mücadele etme ve örgütlenme özgürlüğü…

“Negatif haklar”: Yaş, cinsiyet, etnik köken, kimlik, cinsel yönelim, dinsel inanç, toplumsal statü vb. temelinde ayrımcılığa, dışlanmaya, şiddete, nefret söylemine vb. maruz kalmama hakları…

O zaman düşünelim: Bu hak ve özgürlüklerin Türkiye’de bugünkü durumuna baktığımızda hepsini tek bir “olumsuzluk ekseninden” kalkarak değerlendirebiliyor muyuz?

Bu hakların ve özgürlüklerin tek tek her birinin üzerine çöken kâbusun “paranın saltanatı” ile birlikte ve onunla iç içe geçmiş “yobazın karanlığı” olduğu tartışılmaz bir gerçek değil midir?

Aklınıza kapsayıcılık anlamında bu ölçüde tekleşmiş başka bir “olumsuzluk ekseni” geliyor mu?

Evet, günümüz Türkiye’sinde “canım bu sadece paranın saltanatı” demeye kalkacağınız ne varsa onun içine yobazın karanlığı şu ya da bu ölçüde sızmıştır; neye “bunun parayla alakası yok, tastamam bir yobazlık” diyorsanız, bilin ki arkasında para ve onun saltanatı olmasaydı üzerinize bu kadar çökemezdi…

Bir “iddialaşma” ya da “inatlaşma” değil, salim kafayla düşünmeye davettir: Eğer paranın (sermayenin) saltanatı ve yobazın karanlığı deniyorsa, bunu da üst belirleyen, yani bundan da önce gelen, buna da başat olan başka hiçbir olgudan, durumdan, çelişkiden vb. söz edilemez. İsteyen, yukarıdaki haklar ve özgürlüklerden her birini tek tek alıp buna göre sınasın…

İşte, alın size “sosyalizm propagandası” için “gerekçe”, “maddi zemin”, “nesnel temel”, artık her ne gerekiyorsa o!

Ha “haklar ve özgürlükler alanındaki olumsuzlukların paranın saltanatı ve yobazın karanlığıyla hiçbir ilişkisi yoktur” ya da “paranın saltanatına son vermenin sosyalizm dışı yolları da vardır” diyen varsa bize de “pes” demekten başkası düşmez…

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/metin-culhaoglu/sosyalizm-propagandasi-89930

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]