Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

01.04.2014- 10:40

Seçim sonrası ilk notlar…
Kemal Okuyan


Ne oldu, diktatörü yavaş yavaş götürme stratejisi yol kazasına uğradı!

Ortada AKP’nin elde ettiği bir “zafer” filan yok. Oyları yüzde 43 civarında. Elmayla armutu, elmayla şeftaliyi toplayıp bazı sonuçlar açıklıyorlar, kimse sesini çıkarmıyor. Dahası, Ankara ve İstanbul’u hileyle ve zor kullanarak aldılar. Buralarda ortaya çıkan ama engellenemeyen alavere dalaverenin diğer kentlerde hangi ölçülerde yapıldığını artık düşünün. Tamam, yine de yüksek oy alıyor AKP. Bunun böyle olacağını seçimden birkaç gün önce yazmıştık. Ancak her şeye rağmen, bir “zafer”den söz edilemez.

Kasetlere, yolsuzluk deşifrasyonuna dayalı bir propagandanın etkisi buraya kadar. CHP diktatörden kurtulma kaygısı içindeki milyonlarca kişiyi belli bir yola soktu, angaje etti, hatta bu yola hapsetti.

Neydi bu yol? Normal olmayan bir iktidarı tansiyonu yükseltmeden, tamamen seçimlere odaklanarak ve bir meşruiyet krizi yaratmaksızın düşürmek, hatta düşürmeden önce geriletmek. Bu yola bir kez girdikten sonra, diğer seçenekler gündemden düştüğü gibi, sonuna kadar gitmekten başka çare kalmıyordu. Seçim sonrasındaki tasarımı da gözeten bir biçimde, sağcılaşma, sağcı adayları öne çıkarma politikası kısa sürede yaygın bir biçimde benimsendi. CHP’nin tek şansının yerel seçimleri genel seçimlere dönüştürmesi, bu anlamda gerilimi artırması olduğunu söylüyorduk, tersine AKP, 17 Aralık’tan sonra tarz değiştirip bu işi bir savaşa dönüştürdü, inisiyatifi ele geçirdi. Erdoğan seçimlerde AKP için tek figürken, CHP bütünlüklü değil parçalı bir görüntü verdi.

Üstelik CHP yeterince gerekçe birikmesine karşın, hükümetin meşruiyetini sorgulayan bir tarz hiç sergilemedi. Aylarca yazdık, Erdoğan’ı rahatlatan, Meclis muhalefetinin kendisini düşürmek istememesiydi. Meşruiyeti olmayan bir hükümetle seçime gidildi, her taraftan hile, zorbalık haberleri geldi, “bu seçimler meşru değildir” bile diyemediler.

Dolayısıyla AKP’ye “zafer” ilan etme fırsatı verildi.

Oysa tıkanma olduğu gibi sürüyor. Kalıcı bir rahatlama mümkün değil. Muhalefetin üstüne gelecek ama aşırı yıpranmış bir biçimde. Hırsızlıklar, provokasyonlar dünyanın gözü önüne serilmiş durumda. Geleceği olmayan bir siyasi aktöre, bitmiş birine CHP bir kez daha yardım etmiş oldu, o kadar. Ancak sürdürülemez.

Unutulan bir başka şey… Çankaya, Yenimahalle, Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy, Karşıyaka, Konak… Bunlar üç büyük kentin “merkez”deki kritik ilçeleri. “Orta sınıf” yerleşimleri denebilir, hatta zengin bölgeler diye küçümsenebilir. Sol açısından değil, düzen açısından söyleyeceğim, buralar Türkiye’nin siyasi ve ideolojik dinamiklerini belirleyen ilçelerdir. Buraları mutlak bir biçimde kaybeden bir siyasi iktidar kapitalist Türkiye’yi yönetemez.

Gerilim artacak…

Gerilim artarken solun ne yapacağı mutlaka tartışılacak, yol haritası yeniden belirlenecektir.

Sol açısından seçim “bildiğimiz gibi”dir. Ne ortak aday, ne standardı ileri çekilmiş kampanyalar, solun üzerindeki CHP baskısını kırabilmiştir. Sokakta bildiri dağıtanların, gazete satanların yanına gelip ağlayarak “beni affedin, size veremeyeceğim, faşizm geliyor” diyen binlerce kişiyle karşılaştık. Sol en yakınındakileri, hatta içindekileri ikna edemedikten sonra geniş kesimleri nasıl kazanabilirdi ki? Yanlış yapıldığını filan düşünmüyorum, tablo bu. İnsanlar, Haziran kitlesinin önemli bölümü CHP’nin arkasına koyuldu ve tahmin edileceği üzere, şimdi bayağı bir insan “biz ne yaptık” demekte.

Bir yerinden kırılacak bu kısır döngü. Mutlaka.

Defne’ye gelince… Sevra’yı ve orada çalışan herkesi kutlamak gerek. CHP’nin tarihi bir sonuç elde ettiği seçimde, komünistler ittifak yapmaksızın ilk kez büyük bir ilçede bu oranda oy aldı. Başkanlık Sevra’ya yakışırdı evet, ancak Türkiye’deki kuşatmayı hiçbir yerinden yaramamış bir partinin 200 bin nüfuslu bir yerleşimde yerel yönetime gelmesi de pek adil olmazdı. Sonuçta ilginç, yararlı bir deney oldu.

Ovacık’taki seçim başarısı çok açık ki, büyük ölçüde TKP ile ittifak yapan DHF’nindir, onları da kutlamak isterim.

sol

umut  |  Cvp:
Cevap: 1
01.04.2014- 10:47


Kısa seçim değerlendirmesi
Metin Çulhaoğlu


İki gün önceki seçimin, belirli açılardan bakıldığında Türkiye’nin genel-yerel seçim tarihinin özel önem kazanan, en kritik seçimi olduğunu söyleyebiliriz.

Bu niteleme, yalnızca 30 Mart’a uzanan sürecin aşırı gerilimli geçmesiyle ilgili değildir. Meselenin başka bir boyutu daha vardır: Diğerlerinden farklı olarak 30 Mart seçimleri, hemen ardından belirli bir “istikrar”, “sakinleşme” vb. beklenebilecek özellikler taşımadığı gibi buna görece elverişli bir döneme de oturmamaktadır. Çünkü sırada yeni gerilimlerin yaşanacağı Cumhurbaşkanlığı seçimi vardır ve ondan sonra da genel seçimler gündeme gelecektir.

30 Mart sonuçlarının bu bağlamda değerlendirilmesi gerekmektedir.

Burada kısa bir parantez açalım.

soL gazetesinde 27 Mart günü yayınlanan “Üçe bölünmüş Türkiye” başlıklı yazıda, bölünmüş Türkiye’nin parçaları tanıtıldıktan sonra şu sonuca varılıyordu:
“30 Mart seçimleri, işte bu ‘bölünmüşlüğü’ bir kez daha tescil edecektir.”

Fazlasıyla “tescil etmiştir.”

***

30 Mart sonuçları başka nasıl yorumlanabilir?

En kestirme (ama doğru) yorum şu olabilir: AKP açısından seçim sonuçları, Erdoğan’a balkon konuşması yaptıracak ölçüde “güven tazeleyici”, ancak bu konuşmada sivri ve saldırgan dil kullanmasını zorlayacak ölçüde de “kaygı vericidir”…

Yukarıdaki yorumda “çelişki” ya da “iç tutarsızlık” yoktur. Başka türlü ifade edersek, 30 Mart sonuçları Erdoğan’a ve AKP’sine önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimler için belirli bir umut ışığı yakmış gibi görünse bile, bu seçimlere ilişkin kaygılarını gidermemiştir.

İçine kurt düşürdüğünü bile söyleyebiliriz.

“Ama efendim, yerel seçimleri karşılaştırma bazı gene yerel seçimler olmalıdır, öbür türlü…”

Geçiniz…

30 Mart yerel seçimlerine “istiklal savaşı” diyen, bu seçimleri adeta bir referandum gibi “forse eden” Erdoğan’ın kendisidir. Bu bakımdan, son seçimlerin 2010 Anayasa referandumu sonuçlarıyla karşılaştırılması bile fazla sakıncalı olmayacaktır.

Öbür türlü bakılması sakıncalıdır. Ortada AKP için bir “zafer” yoktur. Klasik deyişe başvurursak, kazanıldığı defalarca tekrar edilecek şey en fazla bir “muharebedir” ve bundan sonraki gelişmeler fazlaca belirleyici olacağından asıl “savaşın” sonucu şimdilik büsbütün belirsizdir.

***

Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimi var demiştik…

30 Mart sonuçları, Erdoğan’ın “bundan sonra artık geçmiş olsun” denilen Cumhurbaşkanlığı düşlerinin yeniden canlanmasına vesile olabilir mi?

Kendi oylarını yeterli seviyede gören bir Erdoğan, çeşitli pazarlıklar ve vaatlerle buna bir de Kürt oylarının eklenebileceğine kanaat getirirse bu işe soyunabilir.

Ama daha düşük olasılıktır. Ne kendi yüzde 43’ünün ne de Kürt oylarının garantisi vardır. Daha büyük olasılıkla böyle bir riske girmeyecek, “üç dönem sınırının” kaldırılması yoluna gidecektir.

Elbette, gerilimleri tırmandırarak ve daha da saldırganlaşarak…

***

30 Mart seçimleri başka “alt başlıklarda” da değerlendirilebilir. Örneğin:

Bu sonuçlar Kürt siyasetini nereye yöneltir?

Suların zaten hiç durulmadığı CHP’de ne gibi yeni gelişmeler beklenebilir?

Gerek seçime uzanan süreçten gerekse seçim sonuçlarından sosyalistlerin çıkaracağı dersler var mıdır?

Bunlar da önemlidir; ayrı yazılarda ya da geniş bir değerlendirmede ele alınabilir.

Ancak, bugün çıkarılabilecek başat, yönlendirici ve yol çizici sonuç, bir kez daha tekrar edersek, şudur: Ortada bir “AKP zaferi”, değil daha da artacak bir “AKP tehlikesi” vardır. Üstelik gene ayrı bir başlık olabilecek “Türkiye’nin yönetilemezlik durumu” bu tehlikeyi daha da artırmaktadır.

Artan tehlikeyi görüp buna karşı mücadeleye kararlı bir sol bunu yaparken diğer yandan AKP’nin zafer falan kazanmamış olduğu gerçeğini hep aklında tutarsa, adımlarını daha sağlam atacaktır.




.  



umut  |  Cvp:
Cevap: 2
01.04.2014- 10:49

Halkın oyları
Erbil Tuşalp


Arkada kalan hüznün adı seçim olduğuna göre, ülkenin siyaset erbabı artık ne olur ve mutlaka “yenildik” sözcüğünü kullanmaya başlasın. Ve elbette “yenilgi nedenleri” üzerinde konuşsun. “İyi yenildik...” demesin, “yenildik...” desin. Yüzde hesaplarına bulaşmadan, “Yüzde 45 karşısında öfkeli yüzde 55 demeden”, halkın oylarıyla “kimden değil neden yana olduğunu” olanca açıklığıyla anlatsın. Halkın yarıya yakın oyu ile sandıkta başarı sağlayan partinin programı ve kadroları açısından geleceğin ipotek altına alındığı politikalar bir kez daha geç kalmadan, münasip zaman kollamadan, sıcağı sıcağına açıklansın.

Döneme özgü
Halk, akepe’ye verdiği oylarla zorun ve paranın gücüne tapan; psikolojik savaşın kumpaslarıyla siyaset yapan; yolsuzluğa-hırsızlığa, soyguna-vurguna karşı çıkmayan; siyaseti rüşvet-komisyon-bağış gibi yasadışı yollarla finanse eden; cinayetten kara para aklamaya, uyuşturucudan her tür kaçakcılığa uzanan döneme özgü din ağırlıklı bir örgütlenmenin yeraltından yer yüzüne çıkmasına göz yuman tarz-ı siyaseti alkışlamıştır.

Halk, akepe’ye verdiği destekle hukuk tanımayan liderinin aklından geçeni kanun sayan; Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere Yargıtay ve Sayıştay’ı ele geçiren; HSYK’yı, savcı ve yargıçları teslim alan; bağımsız yargıya müdahaleden yana olan; olağanüstü yargı yollarına ve olağandışı yöntemlere başvuran; özel yetkili mahkemeler kurarak doğal yargıç ilkesine aykırı davranan; yolsuzluğu-hırsızlığı, soygunu-vurgunu özendiren yasalar çıkaran tarz-ı siyaseti desteklemiştir.

Hakları kısıtlayan
Halk, akepe’ye verdiği oylarla iktidarın denetimi dışındaki medyaya baskı ve sansür uygulayan; medyayı baskı, gözdağı ve korku kaynaklı siyaseti kitlelere ulaştırmak için kullanan; yargı kararı olmaksızın temel insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayan; tartışılması mümkün olmayan tek yanlı idari işlemlerle suç oluşturan; iletişime dolaylı yasaklar getiren; ifade özgürlüğünü sınırlayan; resmi, heykeli, müziği, baleyi, dansı kültür ve sanattan dışlamaya kalkan; tiyatroya el koyan uygulamalar yapan ve yasalar çıkaran tarzı-ı siyasetten yana olmuştur.

Halk, akepe’ye verdiği destekle eğitimde, üniversitede, orduda, poliste, yargıda, yürütmede, sendikada, dernekte, kooperatifte, vakıfta, meslek odalarında ve sivil toplum kuruluşlarında kadrolaşmaya sınır tanımayan; din ve inanç ayrılığını körükleyen; mülki yapıyı federatifleştiren; ülke güvenliğini polise devreden; toplantı ve gösteri hakkını kısıtlayan; protestoyu yasaklayan tarz-ı siyasete katılmıştır.

Sınır Tanımayan
Halk, verdiği oyla bağımsızlık, ulusal egemenlik, hukukun üstünlüğü, çağdaşlık gibi kavramları dışlayan; Türkiye Cumhuriyeti’ni Türkiye İslam Cumhuriyeti’ne dönüştüren yasalar çıkaran; dini istismarda sınır tanımayan; ilk ve orta eğitime Kuran dersi koyan, Kuran kurslarında yaş sınırını kaldıran; eğitimi Said-i Nursi’nin şakirdlerine bırakan; imam hatipli vali kaymakam, savcı, yargıç, polis ve subay arayışına girişen; kadını aşağılayan, tesettür ve türbanı kadının iffeti sayan tarzı-ı siyaseti onaylamıştır.

Sözün kısası, “üniversite hocalarına haddini bilmez, edepsiz; muhalefet partisine bereketsiz, cibiliyetsiz; gazeteciye utanmaz, haddini bilmez; muhalafet edene, karşı olana vicdansız, ahlaksız, adi, kepaze, namussuz, terbiyesiz, haşhaşi, vampir, sülük diyen bir akepe’liye destek vererek siyasi eğilimlerini başkaca bir açıklamaya gerek olmayacak biçimde ortaya koymuştur.

Elektiriği kesmiş, özgürlük bağımsızlık ve çağdaşlıkla bağını koparmıştır...

umut  |  Cvp:
Cevap: 3
01.04.2014- 10:52

Yozlaşma ve kaos
Yavuz Alogan


Bu yerel seçim tarihe herhalde “çirkin manipülasyonlar seçimi” adıyla geçecek, Cihan ve Anadolu haber ajanslarının çılgın yarışıyla anılacak. İki ajansın farklı rakamları yüzünden, merkez medyanın tv. kanallarında yüz gösterenler zaman zaman paniğe kapılıp, iki farklı rakam kümesinin ilerleyen saatlerde yakınlaşmasını niyaz ettiler, zira parti yetkililerinin ve adayların ikide bir ekranda belirip “biz kazandık, çirkin manipülasyon var,” demeleri ülkeyi keman yayı gibi gerdi. Cihan Haber Ajansı, Hüseyin Çelik’ten fırça yedikten sonra, “siber saldırı altındayız” demeye başladığında, saatler 22.00’ı gösteriyordu. Sonuçlar aşağı yukarı belli oldu, ancak anlaşmazlıklar, itirazlar, kavgalar ve yeniden sayımlar uzunca bir süre devam edecek gibi görünüyor.

Ekonomik krizin eşiğinde olduğunu hisseden muhafazakâr seçmen, borçlanmayla edindiği hayat standardını koruma telaşıyla, açığa çıkmış bütün rezilliklerine göz yumduğu iktidar partisinden oyunu esirgemedi; rezil olmuş bir siyasi partinin önünü açtı ve ona geniş bir manevra alanı sağladı. Seçim sonuçları yozlaşmanın, ahlak yoksunluğunun nasıl derinleştiğini; kaosun sadece siyaset alemini değil, insanların zihnini de kapladığını gösterdi. En önemlisi, siyasete bulaşmış tarikat ve cemaatlerin sorumsuzluğunu, vicdansızlığını ve çıkarcılığını ortaya koydu.

Her seçim öncesinde kendisini mağdur ilan eden Tayyip Erdoğan, ilahi bir lütuf olarak bu seçimde de aynı rolü, çok daha dramatik biçimde oynama imkânı elde etti. Üstelik Cemaat denilen enteresan yapının siyasi alanda karşılıktan yoksun olduğunun anlaşılması, diktatör taslağına yakın gelecekte çok daha geniş bir alanda şiddet kullanma imkânı kazandırdı. Ancak bu imkânı istediği gibi değerlendirebileceği araçlardan yoksun.

Piazza Venezia meydanındaki Venedik Sarayı’nın balkonuna çıkan Benito Mussolini … pardon, tarihi anoloji merakı yüzünden hatlar karıştı birden, başbakan diyecektim; AKP binasının balkonuna çıkarak seçim başarısı sayesinde rüşvet, yolsuzluk, savaş kışkırtıcılığı ve daha pek çok suçtan aklandığını zımnen ilan etti ve çok önemli iki şey söyledi: “kucaklayıcı” bir yeni muhalefete ihtiyaç olduğunu birkaç kez vurguladı (mevcut muhalefeti meşru kabul etmiyor!) ve “Suriye bizimle savaş halinde,” dedi. Bu iki söz, yakın geleceğin komplo, şiddet ve provokasyonlarının habercisidir. Balkona biraz erken bir saatte, 23.45’te çıktı ve attığı zafer narası ile gerçek durum birbiriyle tam olarak örtüşmedi. Bu kadar başarıya o kadar böbürlenme ve havai fişek fazla geldi; orantısız oldu.

Seçimler, hükmedebilecek araçlardan yoksun hükümete, muktedir olabilmesi için gerekli olan meşruiyete de baskı aygıtlarına da sahip olmayan, dış desteğini kaybetmiş, en mahrem yerlerine girilip madara edilmiş iktidara güç vererek büyük kaosun kapısını açtı. Ayrıca balkonlar yüksek yerlerdir; yükseklik arttıkça düşüş süresi uzar, ancak çarpmanın şiddeti artar.

BDP’nin başarısı, kantonal yönetim tasarlayan PKK ile AKP’yi birbirine yaklaştıracak; fakat hem bu iki partinin tabanları, hem de bu iki parti ile Türkiye’nin öteki yarısı arasındaki yabancılaşmayı artıracaktır.

İstanbul’da “zamanı geldi Sarıgül”ün hezimeti ile AKP’nin taşradan kuşattığı Ankara’da “yavaş gardaşım yavaş Mansur Yavaş”ın partinin özgüçleriyle değil de dışardan payandayla, yani ülkücülerin desteğiyle ancak başa baş duruma gelmesi, CHP için ağır bir sonuçtur. Ülkücü Mansur kazanıyor diye sevinen, genel merkezin önünde havai fişek atan CHP’lilerin bilinçsiz/belleksiz hali tek kelimeyle hazindir. Bu partinin merkez yönetiminin tantanalı bir Kurultay’la yerini parti tabanındaki Cumhuriyetçilere bırakması; seçim boyunca kasetten başka edecek laf bulamayan işbirlikçi Kılıçdaroğlu’nun derhal istifa etmesi uygun olur.

Sosyalistler için durum değişmemiştir; kaybedilmiş hiçbir şey yoktur. Bütün gücünü CHP’ye, hatta MHP’ye aktararak hiçbir şeyde birleşemeyip açıkta kalan “sosyalist Atatürkçüler”in çıkarmaları gereken pek çok ders vardır.

Sosyalist solun çok daha geniş bir cepheleşmeyle kendi yolunu çizmesi, kimsenin kuyruğuna takılmadan kendi özgüçleriyle, bildiği tarzda hareket etmesi gerektiği bu seçimde göze batacak kadar açığa çıkmıştır.

dayanışma  |  Cvp:
Cevap: 4
01.04.2014- 19:16

Takke düştü!
 
Resim Ekleme  

Seçim sonuçları, seçime katılan herkesin boyunun ölçüsünü aldığı, takkenin düşüp kelin görüldüğü durumlardır. Sonuçları, bu yarışa katılan her siyasi öznenin “önümüzdeki maçlara bakacağız”ın ötesinde değerlendirmesi gerekir. Usulsüzlükler, elektrik kesintileri, eşitsiz koşullarda yarış, vb seçime katılırken de üç aşağı beş yukarı bilinen şeylerdir ve sonuçların sorumluluğundan kaçmanın bahanesi olamaz.

Kutuplaştıran ve bu sayede yolsuzlukları, hırsızlıkları, hatta kutsal sayılanlara küfrü bile önemsemeyecek şekilde sağ muhafazakar seçmeni etrafında bütünleştiren Erdoğan bu seçimden başarılı çıktı. O sayede, başta Bilal olmak üzere tapelerin aktörlerini de balkona çıkartıp alkışlatabildi.

Kılıçdaroğlu’nun ilk değerlendirmesinden, 2009’da yüzde 23.1 olan oy oranının 27.9’a çıkarmanın başarı gibi gösterileceği anlaşılıyor. Parti içinde bile pek inandırıcı olamayacak, CHP bu seçimin ana mağlubu sayılacaktır.

Ecevit’le tersi kanıtlanmış olmasına karşın, CHP ezici çoğunluğu sağ/muhafazakâr olan memlekette sağa yanaşarak, Cemaat’le flört ederek kazanacağı anlayışına sarıldı. Lider yenilgi saymasa da, bu sonuçlar, CHP’de iç tartışmalara yol açacaktır. Bu süreçte, itirazlarını somutlayıp bir “kanat olarak” bayrak gösterememiş olmak da, CHP’nin solu için kayıp olmuştur.

AKP, başta ekonomi olmak üzere bundan böyle yaşanacakların sıkıntılı olacağını öngörerek genel seçimleri erkene almaya, Erdoğan da aklından çıkarır gibi olduğu cumhurbaşkanlığını yeniden düşünmeye yönelebilir.

Bugünden itibaren, zaten kutuplaşmış olan toplumun daha da gerilen bir zeminde iktidarın gittikçe artan baskısıyla karşılaşacağını öngörebiliriz. Önümüzdeki 1 Mayıs da düşünüldüğünde, sokağın yine öne çıkacağı günlere gebeyiz.

Bu arada, seçim sonuçlarının sosyalist sol açısından da hiç parlak olmadığını, bir başarısızlıktan söz edilecekse, bunun sadece CHP hanesine yazılamayacağını belirtmek gerek.
Kuşkusuz seçim, devrimci bir sol hareketin tek seçeneği, tek siyaset aracı değil. Bu nedenle de, seçimlere mesafeli ve “gönülsüz” yaklaşan, seçimi sokağın boşlanması gibi algılayan bir hali var. Bu ruh halinin, seçim çalışmalarında gerekli eforu gösterememek gibi bir yansıması olabilir, ancak artık katıldığınız bir yarış varsa, sonucu açıklarken bu gerekçelerin bir önemi kalmaz.

Sokakta başarılı olamayanların, sandıkta başarılı olması da pek mümkün değil zaten. Sokağı, belli dönemlerde ve belli günlerde çıkılan ve zapt edilen bir alan değil, sürekli var olunan ve o varlıkla sokak etrafında yaşanan hayatta bir fark yaratılan mekân olarak görmek gerek. O nedenle, “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dediğimiz Gezi’den sonra, sosyalist solun karşılaştığı seçim sonucu üzerine daha dikkatli düşünmek gerek.

Sol, “Gezi ruhu”na bir vücut kazandırıp, onu bir yerlerde kalıcı ve görünür kılamazsa, Gezi ne yazık ki bir “ruh” olarak kalacak!

Bugün hâl⠒80 öncesine referanslar veriyor ve Fatsa’yı konuşuyorsak, orada bir ruhun vücut bulmuş halini gördüğümüzdendir.

Sosyalist solun epeyce iç karartıcı bu manzarayla tekrar tekrar karşılaşmaması için siyaset yapma tarzını değiştirmesi, yalnızca söyleyen değil yapan bir siyasal özneye dönüşmesi gerektiğini, yapmaya ağırlık vererek kitlelerin karşısına başarı öyküleriyle çıkması gerektiğini söyleyegeldim. Solun “doğru sözlerinin”, enerjisini ve gücünü bir yerde toplayarak bir başarı öyküsü yaratamadığı sürece toplumsal bir karşılık bulmasının zor olduğunu bu seçim sonuçları da gösterdi.
Şimdi, TKP ve ÖDP’nin Demokratik Haklar Federasyonu desteğiyle kazanılan belediyelerde yakalanmış bir fırsat var. Değerlendirilebilirse ileriye dönük en büyük kazanç olacaktır.

“Takke düştü” diyerek “kel”i göstermem alınganlık yaratmasın. Görünen kendi kelim: “AKP en fazla yüzde 38 alır” diyerek girdiğim iddiaları kaybettim. Bir kez daha “öngörülerinin tersi çıkan adam” oldum!

melnur  |  Cvp:
Cevap: 5
02.04.2014- 14:27



Sol açısından seçim “bildiğimiz gibi”dir. Ne ortak aday, ne standardı ileri çekilmiş kampanyalar, solun üzerindeki CHP baskısını kırabilmiştir. Sokakta bildiri dağıtanların, gazete satanların yanına gelip ağlayarak “beni affedin, size veremeyeceğim, faşizm geliyor” diyen binlerce kişiyle karşılaştık. Sol en yakınındakileri, hatta içindekileri ikna edemedikten sonra geniş kesimleri nasıl kazanabilirdi ki? Yanlış yapıldığını filan düşünmüyorum, tablo bu. İnsanlar, Haziran kitlesinin önemli bölümü CHP’nin arkasına koyuldu ve tahmin edileceği üzere, şimdi bayağı bir insan “biz ne yaptık” demekte.



Hemen her seçimde olduğu gibi, bu seçimde de solun karşılaştığı ve ne yaparsa yapsın üstesinden gelemediği sorun bu. CHP ne yaparsa yapsın, sağa ne kadar savrulursa savrulsun, her seçim günü solun her renginin oylarını alabiliyor. K.Okuyan'ın da altını çizdiği gibi hemen her seçimden sonra, ''biz ne yaptık' pişmanlıkları da ortaya çıkabiliyor. Evet, bu sorunu üstesinden gelemiyoruz. Ve bence tam da bu noktada farklı bir perspektif geliştirilmek zorundadır; yoksa sol her seçimde hüsran yaşayacaktır ve CHP üzerinde de hiç bir etkisi kalmayacaktır.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]