Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Kürt Ulusal Sorunu

Şaptan şeker veya AKP'nin Kürt kontrpolitikası
Melih Pekdemir


Diyarbakır'da, daha doğrusu artık kanırta kanırta söylenebilen ''Kürt ili Amed'de AKP devleti hem Kürtlerle savaşıyor hem de ''Kürt barışı'' toplantısı yapıyor.

Gerçi çoktandır kontrgerillayı kullanıyorlar. Üstelik Batı illerinde de ''Çapulcular'' karşısında kontr-çapulcular ortaya çıkmadı mı? Çapulcu kıyafetine bürünerek sırt çantalarında coplarıyla ve maskeleriyle sivil polisler değil miydi onlar?

Son Kürt Çalıştay'ı da tipik kontrgerilla ve kontrpolitika tarzı... Elbette PKK gerillası var oldukça kadim devletin ve şimdi de AKP devletinin kontrgerillası gündemden kalkmayacak. Ama kontrgerilla madalyonun bir yüzüyse öbür yüzü kontrpolitika ve onun son hali de Beşir Atalay'ın cuk oturan sözleriyle şimdi şöyle dile geldi:

''Öcalan'ın mesajları bizim de düşüncemiz.''

O halde şunları unutmamalı: Kontrpolitika, basit anlamıyla düzenin reformlar ile restorasyonu değildir, basit anlamıyla demagoji yöntemlerinin uygulanması değildir. Kontrgerillanın etkisizleştirme peşinde olduğu muhalefeti, bir kez de kontrpolitikayla ehlileştirmek, muhalefetin silahlarını ve taleplerini elinden alarak, iktidara karşı muhalefeti talepsizleştirmektir. AKP'nin Amed'de yapılan Kürt Çözümü Çalıştay'ı ise tam da bunu ve hatta daha ötesini (başkanlık diktasının bu sayede tesisini) amaçlıyor. Peki, Başbakan Yardımcısı Atalay, ezcümle, sizler Demirtaş'ın filan dediklerine bakmayın (onun ''ne dediğini'' yazının sonuna sakladım), Öcalan'ın dediklerine bakın mı demiş oluyor?

Kontrpolitika sivil diktanın (vesayetin!) olmazsa olmazıdır. Neden mi? Dünyanın her yerinde ''gerilla tarzı'' karşısında, zalimler ''kontrgerilla tarzı''nı icat etmişlerdir: Gerillayı taklit ederek, muhalefeti itibarsızlaştırmak için sanki onun yaptıklarını yapıyormuş gibi davranmak tarzını... Ve tekrar söylersem, bu yüzden, kontrgerilla madalyonunun öbür yüzü de kontrpolitika...

Kontrgerilla 1980 öncesinde de toplumun yukarıdan aşağı faşistleştirilmesinde etkin bir yönetim metodu olmuştu. AKP ise kontrpolitikayı öncelikle toplumun yukarıdan aşağı siyasi bakımdan İslamlaştırmasında kullandı. Yeri geldi, muhalif bir hareketmiş, mağdurmuş gibi ve bu yetmeyince muhalefetin taleplerini de üstlenmiş gibi davranabildi. Bu tarzının maskesi düşürülmesine rağmen aynısını, özellikle son dönemde, Kürt sorununda gündeme getirebiliyor. Çözüyormuş gibi yaparken diktayı, çözümsüzlüğü dayatıyor.

Oysa çözüm seçeneği çok açık: ''Him aşitî him azadî'' Yani? Hem barış hem özgürlük. Geçen yıl 11 Mart günü bu başlıkta uzun bir değerlendirme yazmıştım. Çünkü o günlerde Zalim Şahıs'ın (ZŞ'nin) başkanlık hevesi karşılığında Öcalan'la özerklik pazarlığı yaptırdığı şeklinde yaygın bir inanç vardı. Sonra hemen ardından gelen Gezi-Haziran isyanları nedeniyle ZŞ'nin başkanlık hayali suya düşmüş gibi göründü, ama 2014 Mart yerel seçimlerinden bu yana hevesi yine depreşti.

Ve tekrar basında sıklıkla Kürt seçmeninin desteğini alarak başkan seçilebileceği yazılır oldu. Kürt siyaseti cenahında ise önemli ve karışık ve karmaşık gelişmeler yaşanıyor. Bunda şaşacak bir şey yok. Hep böyle oluyor. En basit haliyle İmralı ile siyasi müzakerelerde önemli mesafe alındığı söylenirken, AKP'nin Kürdistan'da peş peşe inşaya giriştiği kalekollar karşısında kitlesel direnişler artıyor. Dağdaki çocuklar tartışması ve ayrı bir yazıda ele alınması gereken Rojava'daki son durum, Güney Kürdistan'daki gelişmeler ve bölgede artık aleni haldeki AKP-KDP ve TC-KBY (Kürdistan Bölgesel Yönetimi) ittifakı... Ama can alıcı soru hiç değişmiyor: Ortadoğu'da Kürtlerin lideri Barzani mi, Öcalan mı? Üstelik Barzani ile kanka olan ZŞ'nin aynı zamanda Öcalan'a mavi boncuk veriyormuş gibi yapmaya devam etmesi... Velhasıl, bir acayip bilmece...

Bu bağlamda geçen yıl yazdıklarımdan bazı noktaları aktarabilir miyim? Çok ama çok somut konuşmak gerekirse; tarihin şu sıkıştırılmış zaman kesitinde, bir mecburiyet halinde ZŞ ile Öcalan arasındaki ''çözüm'' ihtimali ZŞ'nin sivil diktasıyla tamamına erdiğinde, ne denilecek? Öyle kalleşçe bir ''çözüm'' dayatılıyor ki, AKP tarifindeki bir ''barışı'' seçince özgürlüğü terk ediyorsun, özgürlükte ısrar edince ''barış imkânı elden kaçacak'' diyorlar.

İşte bu durum karşısında: 1. Barıştan yanayız. 2. Öcalan'ın barış ve hatta çözüm uğruna AKP ile işbirliği bağlamında zımni destek deklare ettiği başkanlık rejimine, kesinlikle karşıyız. Evet, bugüne dek Kürt siyasetleri için pozitif ayırımcılık yaptık. Yine yaparız. ABD, Ortadoğu, Yeni Osmanlıcılık, Petrol, başkanlık rejimi vesaire üzerine ''kılı kırk yaran'' tahlillerimiz de oldu... ''Ama,'' dedik, ''illa ki barış olsun. İnsanlarımız artık ölmesin.''

Şimdi ''yine yumurta kapıya geldi, ZŞ cumhurbaşkanı seçilsin çünkü çözüm imkânı var'' diyenlere ''hayır'' deyince yan çizmiş mi olacağız? Hayır. Peki, dayatılan ''çözüme evet'' derken ''Zalim'e hayır'' demek çelişkili değil mi? Elbette çelişkili. Çünkü çelişkili bir dayatmanın cevabı da ancak böyle çelişkili olabiliyor!

Üstelik çelişkili durum daha da katmerleşiyor. Sırrı Süreyya Önder, İmralı'daki görüşmeyi anlatırken ''Sayın Öcalan'ın devletle görüşmeleri sıklaştı ve ilk defa bir siyasi irade belirdi'' demiş, hükümetin hazırlayacağı takvimin, yani yol haritasının iki-üç hafta içinde Öcalan ile (MİT heyeti üzerinden) ''ortaklaşıldıktan sonra'' kendilerine aktarılmasını beklediklerini söylemişti.

Aslında ZŞ bakımından çok daha çetrefil bir denklem kurulduğu aşikâr. HDP kendi adayıyla seçime katılır ve ZŞ ikinci tura kalırsa, Kürt oylarına öyle muhtaç olacak ki... Ama bu arada (ve yine!) bir kısım MHP oylarına da şiddetle ihtiyacı var. Üstelik hâlâ tam olarak inlerine giremediği Cemaat faktörü de ortada duruyorken... Ve Öcalan da işte bu açmazı kendi lehlerine kullanacağını alenen ilan etti: ''İkinci tura kalan insanlar için aslında bugünkü verili koşullarda bir gündem olmayan demokratik siyaset bir gündem olacak... Biz ne peşin ambargo, ne peşin bir reddiye, ne peşin bir kabulle davranmayız.'' Yani? ZŞ ikinci tura kaldığında, 10 Ağustos'tan sonra bize mecbur demiş olmuyor mu? Tersinden söylersek Öcalan da ''çözüm'' imkânı için ZŞ'nin cumhurbaşkanı seçilmesine kendisini mecbur hissetmiyor mu?

Ama yüreğimizi karartmayalım. Selahattin Demirtaş ne güzel söyledi: ''Bu adam başbakan ve cumhurbaşkanı olmaya layık değil. Onun aklında sadece 4 şey var. O da paradan başka bir şey değildir.''

AKP elbette ''cins'' bir parti, zulmü meşrulaştıran, kontrpolitikayı kanırtan, zalimken mağdurluktan dem vurabilen, aklında hakikaten paranın iktidarından başka bir şey olmayan cinsten bir parti...

Demek ki, AKP şapından hiç olur mu şeker?

ayhan  |  Cvp:
Cevap: 1
09.06.2014- 21:54

İmralı'da al gülüm ver gülüm pazarlığı yapılıyor. Erdoğan kürtlere özgürlük vereceğini söylüyor, Öcalan da özgürlük için Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığına yol vereceğini belli ediyor.   Erdoğan kurt bir politikacı. Her dönemde, her olayda kendisine yandaş toplamakta hiç de zorluk çekmiyor. ''Enseyi karatmayalım'' tamam ama, görünen köy de kılavuz istemez.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]