Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

SOSYALİZMİN İNŞASI VE TROÇKİ

“DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!”

TROÇKİ  

“24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ


  Makale 10 - 11


SOSYALİZMİN İNŞASINDA BAŞARILAR VE TROÇKİ


SSCB'nin geri bir tarım ülkesinden ileri bir sanayi ülkesine dönüşmesi için mücadele kolay olmamıştır. Ülkenin kısa zamanda fırtınalı sanayileşmesinin sonuçlarından işçi sınıfı ve emekçi kitleler hemen yararlanamamışlardı. Hatta tam tersi oldu: Sosyalist inşanın ilk yıllarında halktan olağanüstü fedakarlık talep edilmiş, karşılığında ise fazla bir şey verilememişti. Sovyet insanı aç kalma pahasına ülkenin sosyalist inşasına katılmıştı. Bütün güçler tek elde toplanmaksızın, öncelikle üretim araçları sanayii kurulmaksızın Sovyet insanın tüketim araçlarına sahip olma durumu olmayacaktı. Bu nedenle birinci beş yılık planın hedefi en kısa zamanda Sovyet insanına yeterli derecede tüketim araçları (gıda vs.) verebilmek değil, bunu sağlayabilmenin koşullarını oluşturmaktı. Bu da üretim araçları üreten sanayinin -ağır sanayinin- öncelikle kurulmasından geçiyordu. Esas sorun, tüketim araçları eksikliğin ortadan kaldırılabilmesi, insanların ihtiyaçlarını giderebilmeleri; bütün bunların temini anlamına gelen tüketim araçları sanayisinin kurulmasına temel teşkil eden üretim araçları sanayinin kurulmasıydı.  

Bunun ötesinde bu sanayinin kurulması için kapitalist dünyadan alınan makine ve krediler ülkede halkın tüketiminde kullanılan tarımsal ürünlerle karşılanıyordu. Bu da tüketim araçlarında yaşanan büyük sıkıntının bir nedeniydi.

Tabii ki, başka bir yol da izlenebilirdi ve ülkenin mevcut ve potansiyel olanakları, zenginlikleri öncelikle tüketim araçları sanayisinin kurulması için seferber edilebilirdi. Bu durumda tüketim araçları yetmezliği ortadan kaldırılabilir, belki de açlıktan vb. söz edilmezdi. Ama böyle hareket etmekle de SSCB'nde sosyalizmin kurulmasına temel teşkil eden sanayileşme gerçekleştirilmemiş olurdu. Tam da böyle bir sanayileşmeyi Troçki savunuyordu. Daha 1922'de, Komünist Enternasyonal'in IV. Dünya Kongresi'ndeki konuşmasında şöyle diyordu:

“Bunun anlamı şudur: Biz, her şeyden önce oldukça fakiriz ve sanayinin canlandırılmasına teknik ve mali güçlerimizi en acil ihtiyaç duyulan yerde kullanarak başlamalıyız. En acil ihtiyaç duyulan yer ise tüketimin başladığı yerdir; işçiler, köylüler ve kızıl askerler. Açık ki, araçlar öncelikle oraya gönderilmelidir. Ancak hazır ürün sanayi gelişirse, ağır sanayinin sağlıklı bir gelişimi için imkan oluşacaktır. Hazır ürün sanayinin ülkenin gerçek zenginliklerini almak ve kar sağlamak için bize verdiği imkan ölçüsünde ağır sanayi için bir temel de elde edeceğiz” (1).  

Troçki'nin önerisine göre hareket edilmiş olsaydı ne olurdu? Sanayileşmeye önce tüketim araçları sanayinin inşasıyla başlanmış olsaydı, SSCB'nde sosyalizmin ekonomik altyapısı inşa edilmemiş olurdu. Ekonomi ağır sanayi ve üretim araçları üreten sanayi bakımından dış dünyaya, yani kapitalizme bağımlı kalırdı.  

SSCB'deki gelişme Lenin ve sonra da Stalin önderliğinde Bolşevik Parti'nin sosyalizmi inşa etmek için öncelikle üretim araçları üreten sanayiden başlanması gerektiği düşünce ve kararlarının ne denli doğru olduğunu göstermiştir.

Bolşevik Parti kararları doğrultusunda yürümekle SSCB'nin ne denli doğru hareket ettiğini elde edilen sonuçlardan da görüyoruz.  

Troçki sosyalizmi bir hayal olarak görüyordu, ama Bolşevikler sosyalizmin erişilemez olmadığını gösterdiler.  

Troçki, kapitalizmde imkansız olanın sosyalizmde mümkün olacağına inanmadı, buna karşı mücadele etti. Ama Bolşevikler kapitalizmde imkansız olanın sosyalizmde mümkün olduğunu gösterdiler.

Troçki, sosyalizmin zafer olduğuna, kapitalizmin yegane alternatifi olduğuna inanmıyordu ve sosyalizmin zaferine karşı mücadele etti, ama Bolşevikler sosyalizmin zafer olduğunu gösterdiler.

Kapitalizmin alternatifi sosyalizmdir'i ekonomik gelişme bakımından makale 8 ve 9'da somutlaştırdık. Burada aynı konuyu, karşılaştırma adına yeniden ele almayacağız. Ama başka verilerle kısa bir kapitalizm-sosyalizm karşılaştırması yapacağız.  

Sosyalizm, toplumun sınıfsal yapısının değişmesi demektir.

Resim Ekleme

Sosyalizm sömürücü sınıfların; burjuvazinin ve toprak beylerinin örgütlü sınıf olarak tasfiye edilmesi demektir. Sosyalist toplum, ilişkileri dostça olan; birbirleriyle uzlaşmaz çelişki ve ilişki içinde olmayan sınıflardan; işçi sınıfından, emekçi köylülerden ve aydınlardan oluşur. 1956 yılı başı itibariyle SB'nde aileleriyle birlikte işçi ve ücretli memur sayısı yaklaşık 117 milyon; yine aileleriyle birlikte kolhoz köylülerinin ve kooperatiflerde örgütlü üreticilerin sayısı 82 milyon ve aileleriyle birlikte bireysel köylülerin ve kooperatiflerde örgütlenmemiş üreticilerin sayısı da yaklaşık bir milyondu.  

Yukarıdaki veriler 1930'lu yılların ikinci yarısından itibaren ara sosyal tabakaların da eridiğini ve ekonomik yaşamda Sovyet toplumunun ezici çoğunluğunun işçi sınıfı ve emekçi köylülerden oluştuğunu göstermektedir (2).

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 1
23.06.2014- 12:55

Sosyalizm yoksulluk ve açlık tanımaz!
Kapitalizm yoksulluk ve açlık demektir!


Krizsiz kapitalizm olmaz; kapitalizm kriz ve yoksulluk demektir. Sosyalizm kriz tanımaz, sosyalizm refah demektir. Kapitalizm işsizliği, açlığı, yoksulluğu yok eden sistem değildir. Ancak sosyalist sistemde insanlık işsizliği, yoksulluğu, açlığı yok edebilir. Kapitalizmde işsizlik, açlık ve yoksulluk sadece ve sadece ekonominin krizde olduğu dönemlerde görülen olgular değildir; kapitalist üretim koşullarında insanlık her zaman işsizliğin, açlığın, yoksulluğun pençesindedir. Bırakalım 1929-1932 dünya krizi döneminde kapitalist sistem açısından korkutucu boyutlara varan; on milyonlarla ifade edilen işsizleri, açları, yoksulları bir kenara, bugünün koşullarında da 100 milyonlarca insan açlık ve yoksulluk içindedir. Yoksullar ile varlıklı olanlar arasındaki fark 1969'da 1:30'dan 1990'da 1:60'a ve 2004'te de 1:90'a çıkmıştır; 40 sene içinde fark üç misli artmıştır. Yeterli gıda alamayanların; açların sayısı 1969-1971 döneminde 878 binden 1995-1997 döneminde 825 bine düşmesine rağmen yeniden artmaya başlayarak 2008'de bir milyar sınırını aşarak 1 milyar 20 milyona çıkmıştır.

Günde 2 dolardan daha az bir miktar kazanarak geçinmek zorunda kalan çalışanların toplam çalışanlara oranı 2003 yılı itibariyle Latin Amerika'da yüzde 33,1; Doğu Asya'da 49,2; Güneydoğu Asya'da 58,8; Batı Asya ve Kuzey Afrika'da yüzde 30,4; Sahra'nın alt kısmında yüzde 89; Orta, Doğu Avrupa ve eski SB topraklarında yüzde 23,6 ve dünya çapında yüzde 49,7 idi. Bu durumda 1 milyar 387 milyon insan yoksulluk içinde kıvranıyor demektir (3).  

İşsizlik, açlık, yoksulluk sosyalizme yabancıdır. SSCB'nde sosyalizmin inşa tecrübesi, dünyanın altıda biri kadar geniş bir coğrafyada işsizliğin yok edilebileceğini, açlık ve yoksulluk kavramlarının sosyalizme yabancı olduğunu göstermiştir. Aşağıdaki veriler sosyalizmde bu gerçekliği yeteri kadar açıklamaktadır.

Sosyalizm refah demektir!  
Sosyalizm sürekli kültür devrimi demektir!


Sovyet emekçilerinin maddi ve kültürel yaşam koşullarının değişimi:

Kapitalizm cehalet üretir, insanları bilgisizliğe mahkum eder. Kapitalizmde üretim kar amaçlıdır, halkın maddi ve kültürel yaşam standardını göz önünde tutmaz. Sosyalizmde tam tersi geçerlidir; sosyalizmin amacı halkın maddi ve kültürel yaşam standardını sürekli yükseltmektir. Sosyalizm kültür devrimidir. Veriler bunun böyle olduğunu göstermektedir:

1917'den 1956'ya ekonomide işçi ve ücretli sayısı 4 mislinden fazla; sanayi ve inşaat işçilerinin reel ücreti 4-8 misli; tarımda emekçi köylünün reel geliri (çalışan başına ortalama) 6 misli; ordu hariç bütün okullarda, iş rezervleri okullarında ve işletme okullarında ders alan kişi sayısı 3,6 misli; genel eğitim okullarına gidenlerin sayısı 3,1; teknik ve başkaca meslek orta okullarına (açık öğretim dahil) gidenlerin sayısı 37; yüksek okullara gidenlerin sayısı 16; askeri hizmetliler hariç yüksek okul ve meslek okulu eğitimi alan uzmanların sayısı 33; basılan kitap tirajı 11; gazetelerin günlük tirajı 16; kulüp sayısı 536; halk kütüphanesi sayısı 10; bu kütüphanelerde kitap sayısı 69; daimi kreşlerde yer sayısı 1757; diş doktoru hariç doktor sayısı 14; hastane yatak sayısı 6,6 misli artmıştır.  

Sosyalizmde hizmet sektörü ücretsizdir; halkın sağlığı, refahı ve kültürel gelişmesi içindir. Kapitalizmde tam da tersi geçerlidir; hizmet sektörü; sağlık, emeklilik, kültürel kurumlar özelleştirilmekte, kazanç amaçlı yapılmaktadır.

Bilimsel kurumların sayısı 1929'da 1263'ten 1957'de 2756'ya; bilim insanlarının sayısı da 1914'te 10 binden 1956'da yaklaşık 240 bine çıkmıştır.  

Her türden kütüphane sayısı 1914'te 76 binden 1957'de 394 bine ve kitap mevcudu da 46 milyondan 1489 milyona çıkmıştır.

Basılan kitap sayısı 1923'te 15 binden 1956'da 60 bine ve baskı adedi de 85 milyondan 1107 milyona; aynı dönemde dergi sayısı 1609'dan 2501'e, bunların tirajı da 68 milyondan 420 milyona ve gazete sayısı 889'dan 7537'ye, günlük tiraj da 3 milyondan 54 milyona çıkmıştır.

SB'nde konut yapımı (kolhozlar hariç devlet ve kooperatif örgütleri tarafında inşa edilen konutlar) toplam alanı 1918-1928'de 3,9 milyon m2'den 1956'da 36,9 milyon m2'ye çıkmıştır.  

Sosyalizm sağlık demektir!

Toplumsal yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi sağlık alanında da sosyalizm kapitalizmden üstünlüğünü göstermiştir.  

SB’nde ve bazı kapitalist ülkelerde doktor sayısı (askeri doktorlar hariç):

Her on bin kişiye düşen doktor sayısı SB'de 1917'de 1'den 1928'de 4'e, 1940'da 7'ye, 1951'de 13,9'dan 1957'de 16,9'a çıkarken bu sayı 1954'te ABD'de 12,7; 1951'de İngiltere'de 8,8; Fransa'da 1954'te 9; İtalya'da 1951'de 12,3, Japonya'da 1954'de 10 ve Almanya'da da (Batı Berlin hariç) 13,5 idi.

Diş doktoru hariç doktor sayısı SB'de 1917’de 14,5 binden 1928’de 63,2 bine; 1940’da 140,8 bine; 1951'de yaklaşık 259 binden 1954'de 299 bine ve 1956’da da 329,4 bine çıkmıştır.. Diş doktoru hariç doktor sayısı ABD'de 1954'de 206 bin; İngiltere'de 1951'de 44 bin; Fransa'da 1954'de yaklaşık 39 bin; İtalya'da 1951'de yaklaşık 58 bin; Japonya'da 1954'de yaklaşık 90 bin ve Almanya'da da (Batı Berlin hariç) yaklaşık 68 bindi.

Askeri hastaneler hariç hastanelerde yatak sayısı 1917'de 149 binden 1928'de 245 bine, 1940'da 791 bine, 1956'da 1 milyon 361 bine ve 1956'da da 1 milyon 432 bine çıkar.

SB, anne ve çocuğun korunması ve bakımında dünyanın en ileri ülkesi konumuna yükselmişti: Hamile ve loğusalar için yatak sayısı 1913'te yaklaşık 7 binden 1928'de 27 bine, 1956'da da 179 bine çıkmıştır. Kreşlerde yer sayısı 1928'de 62 binden 1956'da 966 bine, şehirlerdeki çocuk yuvalarındaki çocuk sayısı da aynı yıllarda 130 binden 1 milyon 882 bine çıkmıştır.

Cinsiyet eşitliği ancak sosyalizmde gerçekleştirilebilir:  

Sovyet iktidarı kadınları ev işinden kurtarmak için bir dizi adımlar atmıştır; bu çabaların bir sonucu olarak yemekhane sayısı 1924'te 3 binden 1928'de 15 bine; 1940'da 88 bine; 1950'de 95 bine ve 1956'da da 126 bine; buralarda ciro da 1924'te 0,14 milyar rubleden 1956'da 60,4 milyar rubleye; cironun gıda maddeleri toplam satışındaki payı da 1924'te yüzde 10'dan 1945'te yüzde 27'ye çıkmış ve 1956'da da yüzde 19 oranında gerçekleşmiştir.

1954 seçimleri itibariyle SSCB Yüksek Sovyeti'nde kadın temsilci oranı yüzde 25,8'e; Birlik Cumhuriyetleri Yüksek Sovyeti'nde (1955 seçimi) yüzde 32,3'e; Özerk Cumhuriyetler Yüksek Sovyeti'nde de (1955 seçimi) yüzde 31,2'ye çıkmıştır.

Ulusal ekonominin çeşitli sektörlerinde çalışan kadın işçi ve ücretli memur sayısı da sürekli artmıştır; örneğin toplam ekonomide çalışan kadın işçi ve ücretli sayısı 1929'da yüzde 27'den 1930'da yüzde 30'a; 1940'da yüzde 38'e, 1945'te yüzde 55'e çıkmış ve 1957'da da yüzde 45 olarak gerçekleşmiştir.

Teknik okullarda ve başkaca meslek okullarında okuyanların 1927'de yüzde 38'i; 1940'da yüzde 55' ve 1956'da da yüzde 52'si ve yüksek öğretim görenlerin 1927'de yüzde 28'i; 1940'da yüzde 58'i ve 1956'da da yüzde 51'i kadındı.  

Ekonomide çalışan yüksek okul ve orta dereceli okul eğitimi almış uzman kadın sayısı 1928'de 151 binden 1941'de 864 bine ve 1956'da da 3 milyon 778 bine çıkmıştır; böylece toplam uzman içinde kadın uzman oranı aynı yıllarda yüzde 29'dan yüzde 36'ya ve yüzde 60'a çıkmıştır.

Ekonomide orta ve yüksek seviyede meslek eğitimi görmüş olan uzmanların sayısı da 1913’te 190 binden 1928’de 521 bine; 1941’de 2400 bine ve 1956’da da 6257 bine çıkmıştır. Yani 1928’de yarım milyondan biraz fazla olan uzman sayısı 12 misli artarak 6,2 milyona çıkmıştır. Bunların arasında yüksek derecede eğitim gören uzmanların sayısı 1928’de 233 binden 1941’de 908 bine ve 1956’da da 2633 bine çıkmıştır.

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 2
23.06.2014- 12:57

Sosyalizm üretimde planlama demektir!
Kapitalizm üretimde anarşi ve rekabet demektir!  


Kapitalizmde üretimde anarşi hakimdir, sosyalizmde planlı ekonomi esastır; sosyalizm sanayileşmektir, üretici güçlerin özgür gelişmesidir; kapitalizm çürümektir, durgunluktur, üretici güçlerin tahribidir.  

Sosyalizmde ulusal ekonominin planlı, orantılı gelişme zorunluluğu ve bunun mümkün olması üretim araçlarının toplumsal mülkiyette (sosyalist mülkiyette) olmasından kaynaklanmaktadır. Ekonominin planlı/orantılı gelişmesi, sosyalizmin nesnel ekonomik yasasıdır. Bu yasanın gereği yerine getirilmeksizin sosyalizm inşa adilenmez. Sosyalist ekonomide işgücünün ve üretim araçlarının sosyalizmin temel ekonomik yasasıyla uyumluluk içinde dağılımı bu yasaya göre gerçekleştirilir. Kapitalizmde ise bunun tam tersi söz konusudur: Kapitalizmde üretimde anarşi ve rekabet söz konusudur. Esas amaç kardır, iş gücünün sömürüsüdür.  

Sosyalizmin temel ekonomik yasasının merkezinde toplum vardır!  
Kapitalizmin temel ekonomik yasasının merkezinde sömürü vardır!  


Sosyalist sistemin karakteri konusunda fikir verici en önemli göstergelerden birisi de üretim biçiminin temel yasasıdır. Burada bu yasayı ve kapitalizmde temel ekonomik yasayı tanımlamakla yetiniyoruz.

Kapitalizmde temel ekonomik yasa:

“Modern kapitalizmin ekonomik temel yasasının en önemli özellikleri ve gerekçeleri şöyle formüle edilebilir. Verili ülke nüfusu çoğunluğunun sömürüsü, yıkımı ve yoksullaştırılmasıyla, başka ülke halklarının, özellikle de geri ülkelerin köleleştirilmesi ve sistematik talanıyla ve nihayetinde en yüksek karı elde etmeye hizmet eden savaşlarla ve ekonominin askerileştirilmesiyle kapitalist azami karın teminat altına alınmasıdır” (4).  

Sosyalizmde temel ekonomik yasa:

“Sosyalizmin ekonomik temel yasasının önemli özellikleri ve gereksinimleri aşağı-yukarı şöyle formüle edilebilir: en gelişmiş teknik temelinde sosyalist üretimin kesintisiz büyümesi ve devamlı mükemmelleştirilmesi sayesinde bütün toplumun devamlı artan maddi ve kültürel ihtiyaçlarını azami tatmininin teminat altına alınmasıdır” (5).  

“Bütün toplumun devamlı artan maddi ve kültürel ihtiyaçlarının azami tatmin edilmesinin teminat altına alınması –bu, sosyalist üretimin amacıdır; en gelişmiş teknik temelinde sosyalist üretimin kesintisiz büyümesi ve devamlı mükemmelleştirilmesi- bu, amaca ulaşmak için araçtır.  

Bu sosyalizmin ekonomik temel yasasıdır” (6).    

Kapitalizmle karşılaştırıldığında sosyalizmde temel ekonomik yasa:

“Azami karın teminat altına alınması yerine toplumun maddi ve kültürel ihtiyaçlarının azami tatmininin teminat altına alınması; yükselişten krize ve krizden yükselişe (gibi) kesintisiyle üretimin gelişmesi yerine, üretimin kesintisiz büyümesi; periyodik, toplumun üretici güçlerinin tahribatının refakat ettiği tekniğin gelişmesindeki kesintilerin yerine en çok gelişmiş teknik bazında üretimin devamlı mükemmelleştirilmesi”dir (7).  

Bu yasa, toplumsal mülkiyetin gerçekleştirilmesiyle; sosyalist üretim ilişkilerinin kurulmasıyla, yani kapitalist üretim/mülkiyet ilişkilerinin yıkılması ve yeni (sosyalist) ekonomik koşulların doğmasıyla geçerli olmaya başlar. Böylelikle, kapitalizmde amaç olan azami kar için üretimin yerini, sosyalizmde amaç olan ihtiyaçların azami tatmini için üretim alır.  

“Sosyalist üretimin amacı, ihtiyaçlarıyla insandır. Yani onun maddi ve kültürel ihtiyaçlarının tatminidir... Sosyalist üretimin amacı... bütün toplumun sürekli artan maddi ve kültürel ihtiyaçlarının azami tatminidir” (8).  

Ekim Devrimi ve SSCB'nde sosyalizmin inşası, insanlığın gelişmesinde çığır açıcı bir rol oynamıştır; sömürü, baskı, özel mülkiyet sisteminin yıkılabileceğini; en demokratik sistemin; proletarya diktatörlüğünün kurulabileceğini, sömürüsüz sistemin, sosyalizmin inşa edilebileceğini; kapitalizmin alternatifinin sosyalizm olduğunu göstermiştir.  

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 3
23.06.2014- 13:01

11. Makale

SOVYET TOPLUMUNUN KARAKTERİ -  
SOSYALİST DEMOKRASİ VE TROÇKİ



Ekonomide kapitalizmin yıkılması ve kalıntılarının da tasfiyesinden sonra -bunun böyle olmadığını Troçki ve Troçkistler dahi savunamaz- SSCB, Lenin'in daha 1922'de söylediğini gerçekleştirmiş oldu; “NEP'in Rusya'sından” sosyalist bir ülke kuruldu. SSCB'nde kapitalistleri var edecek maddi koşullar kalmamıştı; bu ülkede artık kapitalist yoktu. Sanayi ve ticarette özel kapitalist kalıntılar da tasfiye edildi. Geriye kolhozlara ve kooperatiflere henüz katılmamış küçük özel üreticiler kalmıştı; bunlar da ancak kendi emeğine dayanarak ayakta kalabiliyorlardı. Yeni anayasa geriye kalan bu özel mülk sahibi üreticilerin yabancı işgücü çalıştırmalarını yasaklıyordu. Artık SSCB'nde bir insanın başka birisi tarafından sömürülmesinin hiçbir olanağı kalmamıştı.

Kapitalizmin olmadığı yerde kapitalistler de -bunun tersi de doğrudur- olamazdı. Denklemi şöyle de kurabiliriz: Kapitalizmin olmadığı yerde devlet kapitalizmi de olmaz. Ama böyle düşünmeyenler de vardı. SSCB'nde en iyi durumda “devlet sosyalizmi”nin bir biçimi hakimdir anlayışına karşı Stalin, 5 Mart 1936'da “Pravda”da yayımlanan Amerikalı gazeteci Roy Howard ile yaptığı söyleşide şu cevabı verir:

“İnşa ettiğimiz toplum asla “devlet sosyalizmi” olarak tanımlanamaz. Bizim Sovyet toplumumuz sosyalist bir toplumdur. Çünkü bizde fabrikalarda, işletmelerde, toprakta, bankalarda, ulaştırma araçlarında özel mülkiyet kaldırıldı ve yerine toplumsal mülkiyet getirildi. Oluşturduğumuz sosyal organizasyon, henüz tamamen inşa edilmemiş, ama buna rağmen özü itibariyle toplumun sosyalist organizasyonu olan Sovyetik, sosyalist bir toplum olarak tanımlanabilir. Bu toplumun temeli toplumsal mülkiyettir; yani devlet mülkiyeti, bütün halkın, kooperatif ve kolhoz mülkiyeti. Ne İtalyan faşizminin ne de Alman ulusal 'sosyalizmi'nin böyle bir toplumla herhangi bir ortak yanı vardır. Her şeyden önce orada fabrikalarda, işletmelerde, toprakta, bankalarda, ulaştırma araçlarında vs. özel mülkiyete dokunulmadığı için ve bunda dolayı Almanya'da ve İtalya'da kapitalizm tamamen yürürlüktedir” (1).

Oldukça seyrek de olsa Troçki'nin SSCB'nden yana tavır aldığını da görmekteyiz: SSCB'ne ve Stalin'e karşı bütün düşmanlığına rağmen Troçki, Sovyet toplumunun temelinin sosyalist olduğunu inkar etmez veya inkar edilemeyeceğini görmüştür. Bir toplumun sosyal karakterinin belirlenmesinde üretim ilişkinlerinden başka belirleyici kıstasın olamayacağını Troçki de bilir. Belki de bu noktada Marksizmi reddeder duruma düşmemek için “SSCB'nin Gelişmesinin Sorunları” yazısında şöyle der:

“Sosyal bir rejimin karakteri her şeyden önce mülkiyet ilişkileriyle belirlenir. Toprağın, sanayi üretimi araçlarının ve mübadelenin devlet dış ticareti tekelinde ulusallaştırılması SSCB'nin toplumsal rejiminin temellerini oluşturur... Sınıf ilişkilerinin temelini oluşturan bu mülkiyet ilişkileriyle bizim için Sovyetler Birliği'nin karakteri proleter devlet olarak belirlenmiştir...

Sovyet ekonomisinin şu andaki gerçekten devasa başarılarının imkanı, pazar anarşisinin planlı alt edilmesinin ön koşulunu oluşturan mülkiyet ilişkilerinin devrimci altüst oluşuyla meydana getirilmiştir. Şu anda Sovyetler Birliği topraklarında gelişen ekonomik büyümenin o ilerlemesini kapitalizm üretemez ve hiçbir zaman da üretecek yetenekte değildir. Taklitçilerin yönetiminin planlarının ve beklentilerinin aksine kendi yolunu açan sanayileşmenin emsalsiz yüksek hızı, sosyalist iktisat yöntemlerinin gücünü nihai olarak gösterdi. Emperyalistlerin sözde Sovyet 'damping'ine karşı çılgın mücadelesi, onların istemeden ama daha da gerçek biçimde Sovyet sanayi biçimlerinin üstünlüğünü tanımasıdır” (2).  

Troçki burada hem nalına hem de mıhına mı vuruyor? Bilemem, kendisine sormak gerekirdi. Ama burada reddedemeyeceği bir gerçeği dile getirirken bu gerçeğin yönetime rağmen gerçekleştiğini söylüyor. Bir taraftan SSCB'nin sosyalist karakterini kabul ediyor, diğer taraftan da “Epigon” (taklitçi) diye tanımladığı yönetimdekilere rağmen bir gelişmedir diyor. Troçki, “sanayileşmenin emsalsiz yüksek hızı” Stalin'e, parti yönetiminin iradesine rağmen gerçekleştirilmiştir diyor. Peki, bunu kim gerçekleştirdi? SSCB'de, SBKP(B)'de bilinen Stalin önderliğindeki parti yönetiminden başka bir yönetim mi vardı da onun iradesiyle gerçekleşti?

Troçki bu, sağı solu belli olmaz. Önce “sanayileşmenin emsalsiz yüksek hızı” taklitçilerin iradesine rağmen gerçekleşti diyor, daha sonra ise bu hızlı tempodan ve onun daha da hızlandırılmasından dolayı aynı “taklitçileri”, yani Stalin önderliğinde yönetimi eleştiriyordu.

Ama her halükarda burada, Troçki'nin bu sözlerinde önemli olan, eleştirisinden ziyade SSCB'nde gelişmiş olan toplumsal yapının kapitalizmle bir ilişkisinin olmadığını, sosyalist olduğunu kabul etmesidir. Mülkiyet ilişkilerinin temelden değişimi ile sosyalist toplumun belirleyici ön koşulları oluşmuş demektir. Troçki'nin SSCB'ndeki kabul ettiği bu gelişmeyi “bizim için Sovyetler Birliği'nin karakteri proleter devlet olarak belirlenmiştir”le yumuşatmaya çalışması da meselenin özünde bir şey değiştirmez.

SSCB'nin toplumsal yapısını, sınıfsal karakterini, sosyalist demokrasiyi değerlendirirken Troçki çelişkili görüşler savunur. Onun anlayışındaki -hem öyle hem böyle demesindeki- temel faktör, altyapı ile üst yapı arasındaki diyalektik bağı kavramamasından ileri gelmektedir. Troçki'ye göre üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olduğu, ulusallaştırıldığı bir toplumda üst yapı yozlaşabilir, ama alt yapının sınıfsal karakterini değiştiremez. Şu koşul-bu koşul altında şöyle-böyle olabilir türünden varsayımlarını değil de onun bu temel anlayışını ele aldığımızda Troçki'nin belirttiğimiz temel hatasının kaynağını görürüz. Aşağıdaki anlayışı onun bu temel hatasını göstermek bakımından dikkati çekiyor.  

“Kapitalizmin Can Çekişme Mücadelesi ve IV. Enternasyonal'in Görevleri (Geçiş Programı)” yazısında şunları yazıyor:

“Sovyetler Birliği Ekim Devriminden bir işçi devleti olarak çıktı. Sosyalist gelişme için gerekli bir ön koşul olan üretim araçları üzerinde devlet mülkiyeti, üretici güçlerin süratle gelişmesi olanağını yarattı. Ama aynı zamanda işçi devletinin aygıtı tam bir yozlaşmaya uğradı; işçi sınıfının bir silahı olmaktan işçi sınıfına karşı bürokratik şiddet uygulanması ve giderek ülke ekonomisinin sabote edilmesi için bir silaha dönüştü. Geri ve yalıtılmış bir işçi devletinin bürokratlaşması ve bürokrasinin her şeye muktedir bir ayrıcalıklı kasta dönüşmesi, tek ülkede sosyalizm teorisinin, yalnızca teoride değil, pratikte de ortaya çıkan en ikna edici yalanlanmasıdır” (3).  

Ne diyor Troçki burada?

1-Sovyetler Birliği bir işçi devletidir.

2-Sosyalist gelişme için gerekli bir ön koşul olan üretim araçları üzerinde devlet mülkiyeti, üretici güçlerin süratle gelişmesi olanağını yaratmıştır.  

3- İşçi devletinin aygıtı tam bir yozlaşmaya uğramıştır.

4- İşçi sınıfının bir silahı olmaktan çıkarak, işçi sınıfına karşı bürokratik zorun uygulanması ve giderek ülke ekonomisinin sabote edilmesi için bir silaha dönüşmüştür.  

5-Geri ve yalıtılmış bir işçi devletinin bürokratlaşması ve bürokrasinin her şeye muktedir bir ayrıcalıklı kasta dönüşmesi, tek ülkede sosyalizm teorisinin teorik ve pratik bir sonucudur.  

İlk iki madde Troçki'nin SSCB'ni ilerici, hatta sosyalist gördüğünün ifadesidir. Demek ki, tek ülkede de, en azından Troçki'nin kabul buyuracağı seviyede bir sosyalist toplum kurulabiliyor. Ama burada sorunumuz bu değil. Son üç maddede üretim araçlarının toplumsal (devlet) mülkiyetini değiştirmeyen bir üst yapı yazlaşmasından bahsediyor. Bu durumda ilerici ilişkiler (devlet mülkiyeti) üzerinde yükselen üretim araçları gerici, ülke ekonomisini sabote eden bir bürokrasi tarafından yönlendiriliyor. Bu durumda bu “ekonomiyi sabote eden silaha dönüşmüş” üst yapıya rağmen ülkede üretim araçları devlet mülkiyetinde kalıyor -kalamaz diye bir anlayışım da yok- ve Troçki üretim araçlarının toplumsal mülkiyetine sahip çıkarak, bu üst yapıyı “siyasal devrim”le yıkmayı amaç ediniyor. Troçki bu “yozlaşmış” üst yapının ekonomi üzerindeki etkisini üretim araçlarının sınıfsal karakterini değiştiremeyecek derecede önemsiz olduğunu savunuyor.  

Troçki, bürokrasinin bileşenlerini de ele alıyor, en azından sınıfsal yapısını belirtiyor. Yukarıda adı geçen yazısından bir örnek verelim:

“Bürokrasi içinde sadece küçük bir azınlık oluşturan devrimci ögler, edilgen biçimde de olsa proletaryanın sosyalist çıkarlarını yansıtmaktadırlar. Durmaksızın çoğalan faşist, karşı devrimci ögeler, sürekli açık bir planlılık içinde dünya emperyalizminin çıkarlarını ifade etmektedirler. Komprador rolüne aday bu ögeler, haklı olarak, yeni egemen katmanın ayrıcalıklı durumunu ancak “Batı uygarlığı”nın, yani kapitalizmin özümlenmesi adına millileştirmeye, kolektifleştirmeye ve dış ticaret tekeline karşı çıkarak güvence altına alabileceğini düşünmektedirler. Bu iki uç arasında, burjuva demokrasisine doğru yönelen dağınık Menşevik, Sosyal devrimci, liberal eğilimler bulunmaktadır” (4).  

Anlayışlarını madde madde sıralayalım:

1-Devrimci ögeler bürokrasi içinde sadece küçük bir azınlığı oluşturmaktadır.

2- Edilgen biçimde de olsa bunlar proletaryanın sosyalist çıkarlarını yansıtmaktadırlar.  

3- Faşist, karşı devrimci ögeler durmaksızın çoğalmaktadırlar.

4- Bunlar sürekli açık bir planlılık içinde dünya emperyalizminin çıkarlarını ifade etmektedirler.  

5- Bu iki uç arasında (devrimci ögeler ile karşı devrimci, faşist ögeler arasında) burjuva demokrasisine doğru yönelen dağınık Menşevik, Sosyal devrimci, liberal eğilimler bulunmaktadır.

Tamam anladık, Troçki'nin “Bolşevik-Leninistleri”, yani “devrimci ögeler” bürokrasi içinde azınlıktalar ve SSCB'nin “sosyalist” olması için mücadele ediyorlar.

Troçki, yukarıdaki anlayışıyla “Stalinist bürokrasi”yi, yani devlet, parti, ordu ve sendikalardaki “bürokrasi”nin ezici çoğunluğunu “faşist, karşı devrimci ögeler” olarak tanımlıyor ve bunların “sürekli açık bir planlılık içinde dünya emperyalizminin çıkarlarını” savunduklarını dile getiriyor.

Bu durumda SSCB'nde “bürokrasi” açık ki faşistleşmiştir; SSCB'de faşist bir diktatörlük hakimdir ve bu diktatörlük emperyalizmle işbirliği içindedir veya onun SSCB'deki uzantısıdır. Nasıl oluyor da böyle bir üst yapı, toplumun alt yapısını oluşturan ekonomik ilişkileri; üretim araçlarının devlet (toplumsal) mülkiyette oluşunu değiştiremiyor? Nasıl oluyor da bu durumda ekonomik yapı bakımından SSCB ilerici, en azından savunulabilecek veya değiştirilmesine gerek duyulmayacak derecede ilerici oluyor da onun yönlendiren üst yapı ezici çoğunluğu bakımından “faşist, karşı devrimci” oluyor?

Troçki, bu ve benzeri sorulara cevap verememiştir.  

İki sene öncesinde, 1936'da “İhanete Uğramış Devrimi”nde de SSCB'ni şöyle tanımlıyordu:

“SSCB, kapitalizm ile sosyalizm arasında duran çelişkili bir toplumdur, bu toplumda; a)Üretici güçler devlet mülkiyetine sosyalist bir karakter verebilmek için hala yeterli olmaktan çok uzaktır; b) Sıkıntıların yarattığı ilkel birikim çabası, her yerde planlı ekonominin sayısız gözeneklerinden sızıyor; c) Burjuva karakterini koruyan paylaşım normları, yeni toplumsal farklılaşmanın temelinde yatıyor; d) Ekonomik yükseliş yavaş yavaş emekçilerin durumunu düzeltiyor ve ayrıcalıklı bir tabakanın hızla oluşmasını körüklüyor; e) Toplumsal çelişkileri kullanan bürokrasi, kendini sosyalizme yabancı, denetimsiz bir kasta dönüştürmüştür; f) İktidar partisince ihanete uğratılan toplumsal devrim, hala mülkiyet ilişkilerinde ve emekçi kitlelerin bilincinde varlığını sürdürüyor; g) Biriken çelişkilerin daha da gelişmesi, sosyalizme olduğu gibi, geriye dönüp kapitalizme de yol açabilir; h) Karşı devrim kapitalizme doğru aldığı yolda işçilerin direncini kırmak zorunda kalacaktır; i) İşçiler sosyalizme doğru aldıkları yolda bürokrasiyi devirmek zorunda kalacaklardır. Son çözümlemede soru, yaşayan toplumsal güçlerin, hem ulusal düzeyde hem de tüm dünyadaki mücadelesiyle karara bağlanacaktır”(5).

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 4
23.06.2014- 13:05

Ne diyor Troçki?

1-Üretim araçlarının (devlet mülkiyeti) sosyalist karakterli olabilmesi için üretici güçlerin gelime seviyesi henüz yeterli değildir.  

2-Sermaye birikimi (Troçki buna “ilkel birikim” diyor) planlı ekonominin gelişme seyrini etkiliyor.  

3-Paylaşım normları burjuva karakterli olduğu için yeni toplumsal farklılaşmanın temelini oluşturuyor.  

4- Ekonomik yükselişten dolayı bir taraftan yavaş yavaş da olsa emekçilerin durumunda iyileşme oluyor, ama diğer taraftan da ayrıcalıklı bir tabakanın oluşması hızlanıyor.  

5- Bürokrasi, toplumsal çelişkileri kullanarak sosyalizme yabancı, denetimsiz bir kasta dönüştürmüştür.

6- Devrim, hakim parti tarafından ihanete uğratılmış olsa da hala mülkiyet ilişkilerinde ve emekçi kitlelerin bilincinde varlığını sürdürüyor.

7- Biriken çelişkilerin daha da gelişmesi, hem sosyalizme hem de kapitalizme yol açabilir.

8- Kapitalizmi yeniden inşa etmek için karşı devrim, işçilerin direncini kırmak zorunda kalacaktır.

9- Sosyalizme doğru ilerlemek için işçi sınıfı, bürokrasiyi devirmek zorunda kalacaklardır.  

1936'da üretim araçlarının (devlet mülkiyeti) sosyalist karakterli olabilmesi için üretici güçlerin gelime seviyesi henüz yeterli değildir dese de 1934'te “Savaş ve IV. Enternasyonal” yazısında Troçki, SSCB'nde “üretim ilişkilerinin yön itibariyle sosyalist karakterini inkar ve örtbas eden” her anlayışa karşı mücadele edecek derecede SSCB'ni savunuyordu (6).  

SSCB'nde birikimi kapitalizmde ilkel birikimle karşılaştırmakla Troçki, ekonomiden ne derece anlamadığını gösterir. Bunun ötesinde planlı veya plansız olsun her ekonomik adım kaçınılmaz olarak birikim sorununu gündeme getirir. Bu sorunu bir biçimde (iç olanaklar, borçlanma, kredi biçiminde dış olanaklar) çözülmeden ekonomide yatırım bir hayaldir. Troçki bunu bilmesi gerekirdi, ama SSCB'nde sosyalizmin inşası için atılan her adıma karşı olma pahasına bu saçmalıkları görüş olarak yazabildi.  

Sosyalizmi inşa sürecinde paylaşım normlarının komünist olmayacağını, burjuva olacağını veya sosyalizm aşamasında paylaşım normlarının burjuva özelliklerinden arındırılmış olmayacağını “Gotha Programı Eleştirisi”nden öğreniyoruz. Sanırsam Bolşevikler de o yazıdan öğrenmişlerdir. İsterseniz Marks'ın bu konuda ne dediğini hatırlatalım:“Burada ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur” (7).  

Ekonomik yükselişten dolayı bir taraftan yavaş yavaş da olsa emekçilerin durumunda iyileşme oluyor, ama diğer taraftan da ayrıcalıklı bir tabakanın oluşması hızlanıyor. Troçki'nin bu anlayışı, yükselen bir ekonomide paylaşım normlarının burjuva karakterli olması görüşünden kaynaklanıyor. Troçki'nin anlayışına göre böyle bir gelişme kaçınılmazdır. Ona göre paylaşım normları daha baştan komünist normlar olmalıdır, yani ücretlerde eşitlemecilik daha baştan uygulanmalıdır. Bu sorunu “Sosyalizmde Ücret Politikası, Sovyet Pratiği ve Troçki” başlıklı makalede ele alacağımız için burada bu kadarlık açıklamayla yetiniyoruz.  

SSCB'nde bürokrasi, toplumsal çelişkileri kullanarak sosyalizme yabancı, denetimsiz bir kasta dönüşmüştür anlayışı da yukarıdaki tespitinin mantıksal sonucudur; ekonomi yükseliyor, bu yükseliş ayrıcalıklı tabakanın oluşmasını körüklüyor ve sonunda da bu tabaka bir kasta dönüşüyor.  

Troçki'nin ne yazdığının farkında olup olmamasından bağımsız olarak burada yaptığı proletarya diktatörlüğünü, sosyalist devleti veya kendi deyimiyle “yazlaşmış işçi devleti”ni “sosyalizme yabancı, denetimden çıkmış bir kast”la birbirine karıştırmasıdır.

Devrim, hakim parti tarafından ihanete uğratılmış olsa da hala mülkiyet ilişkilerinde ve emekçi kitlelerin bilincinde varlığını sürdürüyor. Bu anlayışın Türkçesi şudur: SSCB'nde üretim ilişkilerini, mülkiyetin karakterini değiştirmeyi hedef alan bir sosyal devrime ihtiyaç yoktur. Yapılması gereken üst payının, yani “Stalinist bürokrasi”nin yıkılmasıdır, bunun içinde “politik devrim” kaçınılmazdır.

Biriken çelişkilerin daha da gelişmesi, hem sosyalizme hem de kapitalizme yol açabilir. Troçki, bu tespitinde tamamen haklı. Ama bu tespit kendisine ait değildir; bu tehlike Lenin ve Stalin tarafından daha SSCB'nin kuruluş yıllarında sürekli vurgulanmıştır.

Kapitalizmi yeniden inşa etmek için karşı devrim, işçilerin direncini kırmak ve sosyalizme doğru ilerlemek için de işçi sınıfı, bürokrasiyi devirmek zorunda kalacaklardır. Doğrudur. Bu konuda da Troçki'ye katılıyorum. Ama Troçki'nin değerlendirme yaptığı dönemin SSCB'nde böyle bir gelime olmamış, tam tersine işçiler sosyalizmin inşası için mücadele etmişlerdir. Yoksa etmediler mi? Yoksa sosyalizm SSCB'nde işçi sınıfı önderliğinde kurulmadı mı? SSCB'nde işçi sınıfının kendi iktidarını; proletarya diktatörlüğünü yıkma diye bir derdinin olmadığını şu fani dünyada bir Troçki anlayamamıştır.

Bu görüşleriyle Troçki'yi baş başa bırakarak devam edelim.

Ekim Devrimi olgusu, Rusya'da sömürücü düzenin yıkıldığını ve proletarya diktatörlüğünün kurulduğunu ifade eder. Proletarya diktatörlüğünün kurulmasıyla birlikte sömürücü sınıflar siyasi iktidardan hemen uzaklaştırılmışlardı. Bu sınıfların ekonomiden; sanayi ve tarımdan tamamen uzaklaştırılmaları Rusya'nın ekonomideki geri durumundan ve proletarya diktatörlüğünün karşılaştığı zorluklardan dolayı biraz zaman almıştı.  

Ekim Devriminden sonra Sovyet halkı ve genç Sovyet devleti, daha tarihinin başlangıcında emperyalist gericiliğin desteğini alan iç ayaklanmalarla yüz yüze geldi. Şahlanan gericiliği alt etmekle uğraşan Sovyet devleti, aynı zamanda iktisadi yıkım ve yokluklara yol açan gerici direnişlerle de karşı karşıya idi. Yaklaşık üç yıl süren bu süreçte, ekmeklik tahıl bile bulunamaz hale geldiğinden, yalnızca savaş vurguncularının, spekülatörlerin değil, yaygın küçük üretici köylünün de ürün fazlası tahılına el koyan bir iktisadi politika izlemek durumunda kalmıştı. “Savaş komünizmi” adı verilen “şehir ve kırdaki kapitalist unsurların kalesini baskınla, cepheden ele geçirme” politikası sona erdirildiğinde ülkede iktisadi yaşam, ticaret neredeyse “ölüm” noktasına varmıştı. Ülkede büyük bir iktisadi yıkım ve onun ağır sonuçları, sosyalizmin inşasını imkansız kılacak bir ortam oluşturmuştu. Bu durumda Bolşevik Parti ve Sovyet devleti, NEP (Yeni Ekonomik Politika) ile kendisine yol açmaya çalıştı. NEP, sosyalist devletin, iktisadi alanda kapitalizmin unsurlarının kendi denetiminde gelişmesine izin veren, kimi ayrıcalıklar tanıyan bir politikaydı. NEP, sosyalist devletin iktisadi zorunluluklar nedeniyle geçici bir adımıydı. 1921’de ilan edilen NEP, iktisadi yaşamı ve özellikle ticareti canlandırdı.  

Bir yıl sonra, 1922’de toplanan XI. Parti Kongresi, “kapitalizm ile sosyalizm arasında ölüm kalım mücadelesi anlamına gelen” NEP’in ilk sonuçlarını değerlendirdi. “NEP’le amaçlanan sonuçlara ulaşıldığını” tespit ederek özel sermayeye karşı taarruza hazır olun şiarıyla partinin ve ülkenin önüne sosyalizmin inşasının yeni planını koydu. Sonuç itibariyle ülke, Ekim Devriminden 1930’ların başına kadar, kapitalizmin unsurlarıyla sürekli bir mücadele içinde, sanayinin eski, geri ve yetersiz tekniğe dayalı halinden, tarımda ise geri, ortaçağ tekniklerinin kullanıldığı küçük köylü çiftçiliğinden, ticari alanda tüccar ve spekülatörlerin egemenliğinden, sosyalist ekonomi ve sosyalist üretim ilişkilerinin kesin hakimiyetine, sosyalist sanayi ve sosyalist kolektif tarıma ulaştı.  

1930’larda Stalin’in durum değerlendirmesi şöyleydi:

“Şimdi ekonominin bütün safhalarında sosyalist sistemin tam zaferi gerçek oldu…

Bu, insanın insan tarafından sömürüsünün yok edildiği, kaldırıldığı, üretim araçları ve aletlerinin sosyalist mülkiyetinin Sovyet toplumunun sarsılmaz temeli olarak gerçeklik kazandığı anlamına gelir…

Toprak beyleri sınıfı, bilindiği gibi daha iç savaşın muzaffer bitişiyle yok edilmişti. Diğer sömürücü sınıflara gelince; onlar da toprak beyleri sınıfının kaderini paylaştılar. Sanayide kapitalistler sınıfı kayboldu. Tarımda kulaklar sınıfı kayboldu. Ticaret alanında tüccarlar ve spekülatörler kayboldu. Böylelikle bütün sömürücü sınıflar kayboldu.

Geriye işçi sınıfı kaldı.

Geriye köylüler sınıfı kaldı.

Geriye aydınlar kaldı” (8).  

Stalin, burada 1930'lu yılların ilk yarısına kadar olan dönemdeki SB'nin sınıfsal yapısını tanımlıyor. Bu dönemde yukarıdaki şekilde değişime uğrayan sınıfsal yapının yerine hangi sınıfsal yapının geldiğini ve bu yapının karakterini de şöyle açıklıyor:

“Bu değişmeler, birincisi, işçi sınıfıyla köylülük arasındaki, keza bu sınıflarla aydınlar arasındaki sınır çizgilerinin silindiğini, eski sınıfsal kapalılığın yok olduğunu göstermiyor. Bu, bu sosyal gruplar arasındaki mesafenin giderek azaldığı anlamına gelir.  

İkinci olarak bu değişmeler, bu sosyal gruplar arasındaki ekonomik zıtlıkların giderek yok olmaya başladığını ve silindiklerini kanıtlıyor.  

Bu değişmeler, nihayet onlar arasındaki siyasi zıtlıkların da giderek yok olmaya başladığını ve silindiğini gösteriyor”(9).  

Üretim araçları üzerinde sosyalist mülkiyetin gerçekleşmesi, sömürücü sınıfların, sınıf olarak yok olmaları ve geriye kalan “sosyal tabakalar” arasındaki siyasi ve ekonomik zıtlıkların da giderek kaybolması, Sovyet toplumunu komünizme götürecek olan yolun açılmış olduğunu gösteriyordu.

5 Aralık 1936'da VIII. Sovyet Kongresi'nde SSCB'nin yeni anayasası oy birliği ile kabul edildi. Stalin bu kongrede yaptığı konuşmanın sonunda şunları söyler:

“Bu, basit ve kısa bir biçimde, neredeyse protokol üslubuyla yazılmış, Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin zaferinden, Sovyetler Birliği emekçilerinin kapitalist kölelikten kurtuluşu gerçeğinden, Sovyetler Birliği'nde tam gelişmiş ve kararlı demokratizmin zaferinden söz eden tarihsel bir belge olacaktır.  

Bu, kapitalist ülkelerde milyonlarca dürüst insanın düşlediği ve düşlemeye devam ettiği şeylerin Sovyetler Birliği'nde artık, gerçekleştiğini kanıtlayan bir belge olacaktır.

Bu, Sovyetler Birliği'nde gerçekleştirilmiş olanların, başka ülkelerde de gerçekleştirilebileceğini kanıtlayan bir belge olacaktır”(10).  

Bütün dünya SSCB anayasasındaki değişimi ilgiyle takip etmiştir. En akla gelmez yorumlar ve umutlarla yeni anayasa ele alınmış ve değerlendirilmiştir. Yeni anayasayla proletarya diktatörlüğünün tasfiye edilip edilmeyeceği, burjuva demokrasisine geçilip geçilmeyeceği, yeni anayasa ile SSCB'nin “demokratik” ülkelere yakınlaşıp yakınlaşmayacağı vb. tartışma konusu olmuştur.

1936 Anayasası, diğer adıyla “Stalinist Anayasa” Sovyetler Birliği'nin daha önceki anayasalarından (1918 ve 1924) birçok noktada farklılıklar içermekteydi. Bu farklılıklar Ekim Devriminden sonraki gelişmelerde katedilen mesafenin anayasal ifadeledirilmesinden başka bir anlam taşımıyor. Şimdi SSCB'de anayasa olgusuna ve gelişmesine bakalım (11).

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 5
23.06.2014- 13:09

SOVYET ANAYASASI-SOVYET DEMOKRASİSİ
PROLETER DEMOKRASİ - PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ (12)

Sovyet Anayasası-Stalinist Anayasa

Sovyet Anayasası ve tarihsel gelişimi:


Burjuva ve sosyalist anayasalar arasında bir karşılaştırma yapabilmek için önce burjuva anayasanın anlamına bakmak gerekir.

Lenin burjuva anayasa oluşumunu şöyle açıklıyor:

“Çeşitli Avrupa ülkelerindeki anayasalar, bir taraftan feodalizm ve mutlakıyetçilikle, diğer taraftan da burjuvazi, köylüler ve işçiler arasında uzun ve zor sınıf mücadelesinin sonucuydu. Yazılı ve yazılı olmayan anayasalar,... yeninin eski üzerine bir dizi güçlükle kazanılan zaferlerden ve eskinin yeniye verdiği bir dizi yenilgiden sonraki mücadelenin sonuçlarının sadece bir tespitidir” (13).

Burada burjuvazinin feodalizme ve mutlakıyete karşı mücadelesi ve burjuva devrimlerinin zaferi söz konusudur. Bu mücadeleler sonucu kabul edilen anayasalar da burjuva devrimlerinin en önemli kazanımlarından birisiydi. Burjuvazi iktidara gelmişti ve onun anayasası belli bir sınıfın, yani burjuvazinin çıkarlarını ve iradesini ifade ediyordu. Böylelikle genel olarak anayasa, her bir ekonomik toplum formasyonunda hakim olan sınıfın çıkarlarının ve iradesinin doğrudan ifadesi olmaktadır.

Yapısı ve formülasyonu ne denli farklı olursa olsun bütün burjuva anayasaların belli ortak yönleri vardır. Bunları Stalin şöyle belirtiyor:

1-“Burjuva ülkelerin anayasaları yöntem olarak kapitalist toplum düzeninin sarsılmazlığı inancından hareket ederler. Bu anayasaların esas temelini kapitalizmin ilkeleri oluşturur. Kapitalizmin temel direği şunlardır: Toprak, ormanlar, fabrikalar, işletmeler ve başka üretim araçları ve aletleri üzerinde özel mülkiyet; insanın insan tarafından sömürüsü; sömürücülerin ve sömürülenlerin varlığı; toplumun bir kutbunda emekçi çoğunluğun yaşam belirsizliği ve diğer kutupta da emekçi olmayan, ama yaşamı güvence altına alınmış azınlığın israfı vs. vs.”.

2-“Burjuva anayasalar, toplumun uzlaşmaz sınıflardan; zenginliklere sahip olan sınıflardan ve hiçbir şeye sahip olmayan sınıflardan oluştuğu anlayışını sessiz sedasız kabul eder”.

3-“Burjuva anayasalar, ulusların ve ırkların eşit haklara sahip olmadıklarını, tam haklara sahip olan ve tam haklara sahip olmayan ulusların olduğunu sessiz sedasız kabul eder”.

4-“Demokratizm açısından burjuva anayasalar iki gruba ayrılır. Gruplardan birisi, vatandaşların eşitliğini ve demokratik özgürlükleri reddeder,... diğer grup ise... demokratik ilkeleri kabul eder, özellikle ön plana çıkartır, ama sınırlamalarla tamamen sakatlar”.

5-“Burjuva anayasalar, genel olarak vatandaşların biçimsel haklarını tespit etmekle yetinir ve bu hakların gerçekleşmesinin koşullarıyla, gerçekleşmesinin olanağıyla, gerçekleşmesi için (gerekli) araçlarla ilgilenmez” (14).

Burjuva anayasaların genel ve temel özellikleri böyle.

Sovyet devletinin ilk kararnameleri:

Ekim Devrimiyle ilk Sovyet Anayasasının kabulü arasında sekiz aylık bir zaman dilimi vardır. Bu zaman dilimi içinde bir taraftan Sovyet devleti gelişip güçlenirken, aynı zamanda sosyalist anayasa ilkeleri de oluşmaya başlamış ve gelişmiştir. Sovyet Anayasasının temelini teşkil eden bu ilkeler, ülkedeki mülkiyet ve sınıf ilişkilerini yansıtıyorlardı.

Söz konusu olan bu sekiz aylık dönemde genç Sovyet devleti, çıkartılan kararnamelerde yasal düzenlemeleri sağlıyordu. Bu kararnameler, Bütün Rusya Sovyet Kongresi, Bütün Rusya Merkezi Yürütme Komitesi ve Halk Komiserleri Konseyi tarafından çıkartılıyordu.

Tarihe “Ekim Kararnameleri” olarak geçen bu ilk kararnameler, Sovyet düzeninin (devletinin) gelişmesinde ve güçlenmesinde önemli rol oynamışlardı. Lenin; Stalin ve Sverdlov'un imzalarını taşıyan bu kararnameler, aynı zamanda kitlelerin inisiyatifini ve devrimci eylemlerini de geliştiren, onları toplumsal ve ekonomik yaşamı örgütlemeye çeken kararnamelerdi.

2 Kasım 1917'de “Rusya Halklarının Hakları Deklarasyonu” Lenin ve Stalin'in imzalarıyla yayınlandı. Bu deklarasyonda Sovyet iktidarının, çarlık döneminde uygulanan ulusal baskı, ulusal kışkırtma vb. politikalara son verdiği, Rusya halklarının birbirlerine güven sağlamaları için dürüst ve açık bir politikanın uygulanacağı açıklanıyordu (15).  

20 Kasım 1917'de, yine Lenin ve Stalin'in imzasını taşıyan Doğu’nun ve Rusya'nın Müslüman emekçilerine yapılan çağrı yayınlanır. Bu çağrıda, Müslüman halkların yaşamlarını özgürce şekillendirme hakları açıklanıyordu.  

Sovyet hükümeti, 4 Aralık 1917'de Ukrayna Halk Cumhuriyeti'nin ve 18 Aralık 1917'de de Finlandiya'nın bağımsızlığını tanır.

Sovyet hükümetinin burada belirttiğimiz ve belirtemediğimiz bütün ilk kararnameleri, Ekim Devriminin sonucunda doğan sosyalist toplumsal ve devletsel düzeni yasal olarak ifade ediyordu. Bu kararnameler, 1918'de çıkartılan ilk Sovyet Anayasasına da yansır.

İlk Sovyet Anayasası-Rus Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti Anayasası, 1918

Ocak 1918'de III. Bütün Rusya Sovyet Kongresi toplanır. Kongre, Lenin ve Stalin tarafından hazırlanan “Emekçi ve Sömürülen Halkın Hakları Deklarasyonu”nu ve "Rus Sovyet Cumhuriyeti’nin Federatif Yapılanması Üzerine”kararı kabul eder.

“Rus Sovyet Cumhuriyeti’nin Federatif Yapısı Üzerine” kararnamesi Sovyet ülkesinin; sonradan kurulacak olan Sovyetler Birliği'nin devlet düzeninin temellerini oluşturuyordu. Kararnamenin bu öneminden dolayı burada, devlet formlarıyla ilgili kısa bir açıklamaya yer vermeyi doğru buluyoruz.

Sovyet devleti, çok uluslu federatif bir devletti. Bu devlet biçimi, birçok burjuva ülkede de vardı. Ama burjuva ülkelerde çok uluslu devletin; federatif devletin iki temel biçimi geçerliydi. Bunlardan birisi üniter devletti. Bu biçime göre, devleti oluşturan ulusal bölgeler, her türlü ulusal-devletsel bağımsızlıktan mahrumdular. Çarlık Rusya'sı buna bir örnekti. İkincisini ise tek tek bölgelerin (devletlerin, kantonların) birleşmesinden oluşan federatif devletler oluşturuyordu. Bu türden bir devleti oluşturan devletler veya kantonlar, merkezi hükümete bağlıydılar ama iç işlerinde belli oranlarda da olsa bağımsız hareket ediyorlardı/ediyorlar da. Bunlara, ABD, İsviçre ve Kanada birer örnektir.

Devletsel yapıda görülen bu iki temel biçimden hangisi geçerli olursa olsun, esas olan, kapitalist koşullarda hakim ulus burjuvazinin, federatif yapıyı oluşturan diğer ulusları baskı altında tutmasıydı. Hem üniter ve hem de federatif devletlerde bu böyledir.

Çok uluslu Sovyet devletinin nasıl bir devlet olması gerektiği dönem dönem tartışılmış ve böyle bir devleti kurma sürecinde Bolşevik Parti, federatif devlet yapısında karar kılmıştı. Bunun böyle kararlaştırılmasında Lenin ve Stalin'in rolü belirleyici olmuştur.

Sovyetik federatif devlet anlayışı, burjuvazinin federatif devlet anlayışından tamamen farklıydı. Sovyet federasyonu, ulusların gönüllü birliği üzerine yükseliyordu. Sovyet federasyonunu oluşturan devletler, topraksal veya başka bakış açılarına göre değil, ulusal varlık göz önünde tutarak kuruluyordu.

Nisan 1918'de - III. Sovyet Kongresinden hemen sonra, Bütün Rusya Merkezi Yürütme Komitesi tarafından Stalin'in önderliğinde oluşturulan Anayasa Komisyonu bir taslak hazırlar. Bu taslak, Bolşevik Parti MK'sının Lenin önderliğindeki özel bir komisyonunda incelenir ve onaylanır. 10 Temmuz 1918'de ise V. Bütün Rusya Sovyet Kongresi, Rus Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti’nin (RSFSC) Anayasası’nı kabul eder. Böylelikle ilk Sovyet Anayasası ilan edilmiş ve yürürlüğe konmuş olur.

Bu anayasanın bazı temel özellikleri şöyledir:

1-Anayasa, proletarya diktatörlüğünü Sovyet ülkesinde yasama yetkili biçimde teyit eder. Bütün merkezi ve yerel iktidar, Sovyet devletinin siyasi temelini oluşturan işçi, asker ve köylü temsilcilerinin Sovyetlerine verilmiştir.

2-Anayasa, Sovyet devletinin ekonomik temelinin ilkelerini yasal olarak teyit etmiştir.

3-Anayasa, özgür ulusların özgür ittifakı temelinde kurulmuş olan Sosyalist Sovyet Federasyonu’nu devlet inşası için temel ilke olarak kabul etmiştir.

4-Anayasa demokratik merkeziyetçilik temelinde inşa edilmiş devlet egemenliğinin yerel ve merkezi organlarının oluşum ve faaliyet sistemini tespit etmiştir.

Anayasa, savaş nedenlerinden dolayı Avrupa'nın burjuva devletlerinde anayasaların rafa kaldırıldıkları bir dönemde kabul edilmiştir.

RSFSC-Anayasası, emekçiler için en geniş demokratik hakları ve özgürlükleri güvence altına alıyordu; seçme ve bütün devlet organlarına seçilme hakkı; inanç özgürlüğü, toplantı özgürlüğü vs. Sovyet devleti bu hak ve özgürlükleri sadece açıklamamış, onlardan yararlanılması için maddi koşullar da hazırlamıştır. (Matbaalar, kağıt stoku, toplantı salonları vs.).

Bu anayasada yer alan seçim hakkının bir özelliği vardı. Anayasa, seçim hakkını, bütün sömürücülere, ruhban takımına, eski polis ve jandarmalara veya eski düzeni savunduğu bilinen kişilere vermiyordu. Seçim hakkındaki bu sınırlandırmalar, Sovyet ülkesinin o zaman içinde bulunduğu tarihi durumdan kaynaklanıyordu. Bu unsurlar sınıf düşmanıydılar, emperyalizmle işbirliği içinde proletarya diktatörlüğünü yıkmak için mücadele ediyorlardı. Bu unsurlara seçim hakkı tanımamak, Sovyet devletinin onlara karşı yürüttüğü mücadelenin bir biçimiydi.

Lenin, bu sınırlandırmanın Sovyet iktidarı güçlenince, bu unsurların kökü kazınınca ortadan kaldırılacağını sürekli vurgulamıştır.

Bu anayasada yer alan seçim hakkının başka bir özelliği daha vardı. Bu özellik de tarihi koşullardan kaynaklanıyordu. İşçilerin sayısal olarak az, köylülerin çok olmasından dolayı işçi ve köylü temsilcileri, Sovyet seçimlerinde eşit normlara göre seçilmiyorlardı. Sovyet iktidarı, Sovyetlerdeki işçilerin payını artırmayı ve devlet yönetiminde işçi sınıfının rolünü garantilemeyi amaçlıyordu. Böylelikle; eşit olmayan seçimlerle Sovyet devleti, devlet yönetiminde işçi sınıfının önder rolünü pekiştirmişti. Lenin, bu tedbirin de geçici olduğunu, nesnel koşullardan kaynaklandığını, bu koşullar ortadan kalkınca seçim sistemindeki bu tedbirin de ortadan kalkacağını sürekli vurgulamıştır.

RSFSC-Anayasası, eski Rusya toprakları üzerinde 1917-1921 döneminde kurulmuş olan bütün diğer Sovyet Cumhuriyetleri için örnek olarak kabul edilmiştir.

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 6
23.06.2014- 13:12

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) Anayasası, 1924


RSFSC-Anayasası, ilk Sovyet anayasasıydı. 1924 Anayasası ise SSCB'nin kurulmasından sonra kabul edildiği için ilk SSCB, ama ikinci Sovyet anayasasıydı.

Rusya halklarının birleşmesi düşüncesinin temeli daha Ekim Devrimi sürecinde atılmış ve iç savaş döneminde gelişmişti. Bu dönemde (1917-1921), dört Sovyet Cumhuriyeti kurulmuştu: RSFSC, Ukrayna, Beyaz Rusya ve Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan'dan oluşan Transkafkasya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti. Bu dönemde birleşik devlet eğilimi oldukça güçlüydü ve Bolşevik Parti, X. Kongresinde mevcut cumhuriyetlerin birliğini sağlama çalışmasını görev olarak tespit ediyordu.

İç savaş döneminde iç ve dış düşmanlara karşı aynı cephede mücadele eden bu cumhuriyetler arasında ilişkiler zaten vardı ve bu ilişkiler, 1922 yılı başında anlaşmalı ilişkilere dönüşmüştü. Fakat bu ilişkiler, cumhuriyetlerin gerçek anlamda birleşmeleri için yeterli değildi. Bu cumhuriyetlerde, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin oluşturulması için 1922'nin ikinci yarısında canlı bir siyasi kampanya yürütülmüş, Lenin ve Stalin'in inisiyatifi üzerine 1922 yılı sonunda Sovyet halklarının gönüllü devletsel birliği sağlanmıştı: Aralık 1922'de Bütün Birlik Sovyet Kongresi toplandı. 30 Aralık'ta ise kongre, Stalin tarafından önerilen “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin Kurulması Üzerine Deklarasyon”u ve “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin Oluşturulması Üzerine Anlaşma”yı kabul etti. Böylelikle SSCB kurulmuş oldu (16).

Sovyetler’in Birinci Bütün Birlik Kongresinden hemen sonra Stalin önderliğinde SSCB'nin ilk anayasasının hazırlık çalışması başlar. Bu çalışmanın sonuçları -anayasa- Merkezi Yürütme Komitesi’nin 6.7.1923 tarihli oturumunda aldığı kararla yürürlüğe konur ve Ocak 1924'te toplanan Sovyetler’in İkinci Bütün Birlik Kongresi tarafından nihai olarak onaylanır (31 Ocak 1924).

SSCB'nin ilk anayasasının bazı temel özellikleri:

Bu anayasa, eşit haklara sahip birlik cumhuriyetlerinde emekçi yığınların aktif katılımıyla hazırlanmıştır. Dolayısıyla bu anayasa, bahsettiğimiz cumhuriyetlerdeki güçlü birlik hareketinin bir sonucudur.

1-Bu anayasa, SSCB'nin I. Sovyet Kongresi kararlarında dile getirilen Sovyet cumhuriyetleri halklarının iradesini - sosyalist federasyon temelinde çok uluslu Sovyet devletini kurmak- yasa formunda teyit etmiştir. SSCB Anayasası’nda “Bu birlik, eşit haklara sahip halkların gönüllü bir birleşmesidir” anlayışı yer alır.

2-Bu anayasa, SSCB'nin ve birlik cumhuriyetlerinin hükümdarlığını teyit eder. Anayasa, SSCB’nin ve birlik cumhuriyetlerinin yetki alanlarını belirler.

3-Her bir cumhuriyet, Birlik'ten ayrılma özgürlüğüne sahiptir.

4-Birlik cumhuriyetlerinin vatandaşları, aynı zamanda SSCB vatandaşları olarak kabul edilmiştir.

5-Bu anayasa, Birlik'in egemenliğinin en yüksek organlarının sistemini belirlemiştir. Bu sistem, SSCB Sovyet Kongresinden, iki kongre arasında da SSCB Merkezi Yürütme Komitesinden ve bu komite de iki meclisten- Birlik Sovyet’i ve Milliyetler Sovyet’i- oluşmuştur. (Merkezi Yürütme Komitesi, her iki meclisin ortak oturumunda başkanlığı seçer ve hükümeti oluşturur- SSCB Halk Komiserleri Konseyi).

6-Bu anayasa, devlet egemenliğinin en yüksek organlarının ve Birlik cumhuriyetleri yönetiminin inşası için temel ilkeleri tespit eder.

7-Bu anayasa, Sovyet ülkesinde ekonominin eski haline getirilmesi, sosyalist sanayileşmenin geliştirilmesi ve tarımın kolektifleştirilmesi mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır.

8-Bu anayasa bütün dünyaya, bütün dünya emekçilerine ulusal sorunun proleter enternasyonalizmi temelinde çözümünü göstermiş ve eşit haklara sahip ulusların gerçek birliğinin sağlanışını pratikte kanıtlamıştır.

1924 Anayasasının kabulünden sonra her bir birlik cumhuriyeti, bu anayasayla uyumluluk içinde kendi anayasalarını hazırladılar ve yürürlüğe koydular. İlk Sovyet Anayasası (1918) Lenin ve Stalin'in önderliğinde, SSCB'nin ilk anayasası da Stalin'in önderliğinde hazırlanmış ve uygulamaya konmuştu.

SSCB'nin ikinci anayasası (1936)- Sosyalist Anayasa

1936 Anayasası'nın ne olup olmadığını ele almadan önce Troçki'nin bu anayasayı nasıl değerlendirdiğine bakalım.

“İhanete Uğrayan Devrim”inde bu konuda şunları söylüyor:

“Siyasal alanda yeni anayasanın eskisinden ayrıldığı nokta, Sovyet tarzı sınıf ve üretim gruplarına göre seçimden burjuva demokrasisinin dayandığı sisteme, yani parçalanmış nüfusun güya “evrensel, eşit ve dolaysız” denilen oylamasına dönüştür. Kısaca belirtmek gerekirse bu, proletarya diktatörlüğünün hukuksal olarak tasfiye edilmesidir”   (17).  

Troçki'nin böyle değerlendirmesi doğaldır. Başka türden bir değerlendirme beklenemezdi. Ne de olsa işçi devleti yozlaşmış, bürokrasi hakim hale gelmiş! Ama her nedense Troçki yeni-eski anayasa konusunda çok fazla, en azından bürokrasi üzerinde durduğu kadar durmaz. Her fırsatı değerlendiren Troçki'nin proletarya diktatörlüğünün hukuksal olarak nasıl yıkıldığını döne döne anlatması dikkati çekicidir.

Genel anlamda yeni anayasa ile proletarya diktatörlüğü tasfiye edildikten sonra hakim bürokrasinin kendini hukuksal olarak güvencelemesi ve burjuva düzene uyum sağlaması gerekiyordu. Bu gelişmeyi de aynı kitabında şöyle anlatır:

“Sosyalist ilkelerden burjuva ilkelere devasa bir geri adımı temsil eden yeni anayasa, iktidar grubunun üstüne göre biçilip dikilmiş olup, aşamaları Milletler Cemiyeti, küçük burjuva ailenin restorasyonu, milisin yerini düzenli ordunun alması, rütbe ve nişanların geri getirilmesi ve eşitsizliğin artması yararına dünya devriminden vazgeçmek olan tarihsel yolu izlemektedir. Hukuksal olarak bürokrasinin mutlakıyetini pekiştirmek suretiyle yeni anayasa, yeni bir varlıklı sınıfın doğuşu için gereken siyasal zemini yaratmaktadır” (18).  

Bütün dünyada şimdiye kadarki sosyalizm, sosyalist hukuk, sosyalist anayasa tecrübeleri bakımından 1936-Anayasası'nın en gelişmiş, örnek alınması gereken bir anayasa olduğunu biliyorduk. Bunun böyle olmadığını Troçki'den öğrenmiş olduk. Peki, Troçki bu iddialarını ne ile kanıtlıyor? SSCB'nde “küçük burjuva ailenin yeniden kurumlaşmasının” kıstası nedir? İnsanın içinden “aşk olsun” Troçki diyeceği geliyor! Sen ki o meşhur treninle orduları dolaşarak, meydan muharebeleri “kazanarak”, Kızıl Ordu'yu kurarak iç savaşın “baş” komutanı olmuştun. Kapitalizmin varlığı (dış tehlike) koşullarında düzenli ordunun -her ne kadar Marks'ın talebine uymuyorsa da- kaçınılmaz olduğunu senden başka kim daha iyi bilebilir ki? Yani Stalin'e karşıyım diye düzenli ordu zorunluluğuna da karşı olmak zorunda değilsin ki? Herhalde II. Dünya Savaşına milis güçleriyle katılıp o “büyük anavatan savaşını” milis ordularıyla -düzensiz orduyla- kazanacaktın? Öyle mi?

Sıkça olmasa da bazen “rütbe ve nişanların geri getirilmesi”nin SSCB'nde sosyalizmin inşa edilmediğinin göstergeleri olarak dile getirilmesini duyduğumda bu işin altında Troçki'nin olabileceği hiç aklıma gelmemişti! Bir anayasanın sınıfsal karakterini belirlemek için “rütbe ve nişanların geri getirilmesi”ni temel gösterge olarak ele almak, savunulan düşüncenin ne denli tutarsız olduğunu gösterir. “Rütbe ve nişanların geri getirilmesi” bu konuda argüman olamaz demiyorum, ama bir dizi temel argüman sayarsın ve ek olarak da bunları belirtirsin. O zaman iddian bir anlam kazanır.

Yeni anayasanın hangi “eşitsizliğin artması”na yol açtığını birçok yerde ele aldık, aşağıda da ele alacağız. Anlaşılmayan bir nokta da sosyalist bir ülkenin kendisi için yeni bir anayasa oluşturmasının “dünya devriminden vazgeçmek”le ne türden bir ilişkisinin olduğunu anlayamadım. Herhalde dünya devrimine uygun düşen bir “dünya sosyalist anayasası”nından bahsedilmesi gerekirdi denmek isteniyor.

Troçki'nin savlarını doğrulanıp doğrulanmadığını anlamak için bir de 1936-Anayasası'na bakalım.

1924-1936 arasında Sovyetler Birliği'nde önemli gelişmeler olmuş; Sovyet devleti gelişmesinin ilk aşamasından ikinci aşamasına geçmiş; Sovyet ülkesinde ekonomi, sınıfsal yapı, ulusal ilişkiler vb. alanlarda önemli değişmeler olmuş; Sosyalist sanayileşme sağlanmış, tarım kolektifleştirilmiş, üretim araçlarının mülkiyeti tamamen halkın (devletin) mülkiyetine geçmişti. Bütün bunlara bağlı olarak devletin ve Sovyet hukukunun da işlevi değişmişti; yukarıda ele aldığımız gibi Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin inşasında söz konusu olan sorunların bazıları tamamen çözümlenmiş ve onların yerini yeni sorunlar/görevler almıştı. Dolayısıyla NEP döneminin bir ürünü olan 1924 Anayasası, Sovyet ülkesinin yeni koşullarına; inşa edilmiş sosyalizm koşullarına tekabül etmiyordu. Şüphesiz ki 1924'ten 1936'ya kadar olan dönem içinde birtakım yeni yasalar çıkartılmış, yasa değişimleri yapılmıştı. Ama bunlar, daha ziyade devletin inşasıyla ilgili yasalardı. Bir bütün olarak 1924 Anayasası, ‘30'lu yılların ilk yarısındaki Sovyetler Birliği'ni artık ifade etmiyordu. 1918 ve 1924 Anayasaları, sosyalizmi kurma hazırlığı içinde olan Sovyetler Birliği'nin anayasalarıydı. 1936'da ise sosyalizm inşa edilmişti. O halde, yeni anayasa bu gelişmeyi ifade etmeliydi.

SSCB'nin VII. Sovyet Kongresi, Şubat 1935'te 1924 Anayasasının değiştirilmesi kararını alır ve yeni anayasanın hazırlanması için Stalin önderliğinde bir anayasa komisyonu kurulur (7.2.1935). Komisyon, Mayıs 1936'da anayasa taslağını hazırlar ve genel tartışmaya sunar (11.6.1936).

Yeni anayasa taslağı üzerine tartışma, diğer şeylerin yanı sıra iki önemli ögeyi açığa çıkartır. Sovyet insanını oluşturmada önemli bir yol alınmış, halkın ahlaki-siyasi birliği sağlanmış ve Sovyet insanının Bolşevik Parti’ye ve onun önderi Stalin'e olan sevgi, güven ve bağlılığı bir kez daha kanıtlanmıştır.  

Bu anayasa taslağı üzerine tartışmaya 51,5 milyon insan katılır. Tartışma boyunca, ülkenin her köşesinde sayısı 1,5 milyona varan yeni öneriler, düzeltmeler vs. yapılır.

25 Kasım 1936'da da SSCB'nin Olağanüstü VII. Sovyet Kongresi başlar. Stalin, bu kongrede yeni anayasa taslağı üzerine bir rapor sunar. Kongre, taslak üzerine tam 10 gün tartışır ve 5 Aralık 1936'da SSCB'nin yeni anayasasını kabul eder. (Anayasanın kabul edildiği gün, Sovyetler Birliği’nde bayram günü ilan edilir; SSCB-Anayasası Günü) ve Sovyet halkı, hazırlanmasındaki rolünden dolayı bu anayasayı, Stalinist Anayasa diye tanımlar.

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 7
23.06.2014- 13:14

Stalinist Anayasa’nın bazı önemli özellikleri:

Bu özellikleri Stalin şöyle açıklıyor:


Birinci özellik:

“SSCB'nin yeni anayasa taslağı geride bırakılmış yolun özetidir, elde edilmiş olan kazanımların özetidir. Yani o, fiilen ulaşılmış, elde edilmiş olanın tespiti ve yasal teyididir” (19).  

İkinci özellik:

“SSCB'nin yeni anayasa taslağı, kapitalist toplum düzeninin yok edildiği gerçeğinden, Sovyetler Birliği'nde sosyalist toplum düzeninin zafere ulaştığı gerçeğinden kaynaklanmaktadır. SSCB yeni anayasa taslağının esas temelini sosyalizmin ilkeleri oluşturmaktadır. Sosyalizmin elde edilmiş ve gerçekleştirilmiş temel direkleri şunlardır; emlak ve toprağa, ormanlara, fabrika ve işletmelere ve başka üretim araçlarına ve aletlerine olan sosyalist mülkiyet; sömürünün ve sömürücü sınıfların ortadan kaldırılması; çoğunluğun yoksulluğunun ve azınlığın müsrifliğinin ortadan kaldırılması; işsizliğin ortadan kaldırılması; çalışmanın her çalışabilir vatandaşın, "çalışmayan yememelidir" formülüne göre görev ve şeref borcu olarak (algılanması); çalışma hakkı, yani her vatandaşın garanti altına alınmış çalışma hakkı; dinlenme hakkı; eğitim hakkı vs. Yeni anayasa taslağı sosyalizmin bu ve benzeri temel direklerine dayanır, onları yansıtır ve yasama yoluyla teyit eder” (20).

Üçüncü özellik:

“SSCB'nin yeni anayasa taslağı, toplumda uzlaşmaz sınıfların olmadığı gerçeğinden; toplumun iki dost sınıftan -işçiler ve köylüler- oluştuğu; bu emekçi sınıfların iktidarda oldukları toplumun devletsel yönlendirilmesinin (diktatörlük) toplumun en ilerici sınıfı olarak işçi sınıfının işi olduğu; anayasanın, emekçiler açısından kabul edilir ve yararlı toplumsal durumların teyit edilmesi için zorunlu olduğu gerçeğinden hareket eder” (21).

Dördüncü özellik:

“SSCB'nin yeni anayasa taslağı tamamen enternasyonaldir. O, bütün ulusların ve ırkların eşitliğinden hareket etmektedir. Deri rengindeki veya lisandaki, kültür seviyesindeki veya devletsel gelişme seviyesindeki farkların veya uluslar ve ırklar arasındaki herhangi başka farkların, ulusların eşitsizliği için neden görülemeyeceğinden hareket etmektedir. Bütün ulusların ve ırkların, geçmişlerinden ve şimdiki durumlarından, güçlerinden ve zaaflarından bağımsız olarak, toplumun iktisadi, toplumsal, devletsel ve kültürel yaşamında eşit haklara sahip olduklarından hareket eder” (22).

Beşinci özellik:


“SSCB'nin anayasa taslağı açısından aktif veya pasif vatandaş yoktur. Ona göre bütün vatandaşlar aktiftir. Erkeklerin ve kadınların “yerleşmiş olanların” ve “yerleşmiş olmayanlar”ın, varlıklı olanları ve varlıklı olmayanları, eğitim görmüş olanların ve eğitim görmemiş olanların hakları arasında fark tanımaz. Anayasa açısından bütün vatandaşlar haklarında eşittirler. Her vatandaşın toplumdaki konumunu varlık durumu, ulusal köken, cinsiyet, mevki değil, bilakis kişisel yetenekler ve kişisel çalışma belirler” (23).

Altıncı özellik:

“Yeni anayasa taslağının bir özelliği, kendisini vatandaşların biçimsel haklarını tespitle sınırlamamasından, bilakis bu hakların garantileri sorununa, bu hakların gerçekleştirilmesi araçları sorununa önem vermesinden ibarettir. Anayasa, vatandaşların haklarının eşitliğini sadece açıklamaz. Bilakis bunu, sömürü rejiminin kaldırıldığı, vatandaşların her türlü sömürüden kurtulduğu gerçeğinin yasal teyidiyle teminat altına alır. Çalışma hakkını sadece ilan etmez. Bilakis, Sovyet toplumunda krizlerin olmadığı gerçeğinin, işsizliğin yok edildiği gerçeğinin yasal teyidiyle teminat altına alır. Demokratik özgürlükleri sadece ilan etmez. Bilakis, onları belli maddi araçlarla yasal yolla teminat altına alır. Bundan dolayı yeni anayasa taslağının demokratizmi, "yöntem" ve "genel kabul gören" demokratizm değil, sosyalist bir demokratizmdir” (24).

Stalin, Şubat 1935'te SBKP(B) MK Plenumu'ndan önce anayasanın değiştirilmesi sorununu gündeme getirir. Plenumun görevlendirdiği Molotov, konuyla ilgili olarak hazırladığı bir öneriyi VII. Bütün Birlik Sovyet Kongresine sunar. Bu öneride anayasa değişikliğinin hangi yönde olması gerektiği belirtilir.

1-”Seçim sisteminin daha da demokratikleştirilmesi yönünde; tam eşit olmayan seçimlerin yerine eşit seçimlerin, dolaylı seçimlerin yerini dolaysız seçimlerin; açık seçimlerin yerine gizli seçimlerin alması”.

2-”Anayasanın sosyo-ekonomik tabanının SSCB'nin mevcut sınıf ilişkileri ile anayasanın uyumluluğu suretiyle daha da belirginleştirilmesi”.

Anayasa değişimindeki bu ana yönler, Lenin'in 1918 Anayasası için belirttiği koşullara bağlı geçici durumların ortadan kalktığının birer ifadesi olmuştur.

Sonraki dönemde anayasa bazı noktalarda değiştirilmiş, yeni eklemeler yapılmıştır.

1936 Anayasasının onaylandığında SSCB, 11 Birlik Cumhuriyeti’nden oluşuyordu. Bu sayı daha sonra 16'ya çıkmıştır.

1944'te Birlik Cumhuriyetleri’nin hükümranlık hakları genişletilmiş, her bir cumhuriyete yabancı ülkelerle doğrudan ilişki kurma ve kendi cumhuriyet birliklerini (ordu) oluşturma hakları tanınmıştır.

1946'da (Mart) çıkartılan yasayla “Halk Komiserleri Konseyi”, “SSCB Bakanlar Konseyi”ne çevrilmiş, Halk Komiserlikleri de bakanlıklara dönüştürülmüştür. Aynı doğrultudaki düzenleme, birlik ve otonom cumhuriyetlerde de gerçekleştirilmiştir.

Keza Mart 1946'da çıkartılan yasayla SSCB Savcılığı "SSCB Genel Savcılığı"na dönüştürülmüştür.

Sosyalist Anayasa insanlığın tarihte varabildiği en ileri noktanın; gelişmişliğinin doruk noktasının yasal ifadesi olmuştu; bu anayasa Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin inşa edilmişliğini çıkış noktası olarak alıyordu. İnşa edilmiş sosyalizm 1936 Anayasasının maddi temeliydi (25).

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 8
23.06.2014- 13:16

Sovyet demokrasisi - Proleter demokrasi

Sovyet demokrasisinin ne olup olmadığını, burjuva demokrasisine nazaran milyon kere daha iyi olduğunu klasikleşmiş tanımlamalarla açıklamayacağız, çıkış noktamız şu: Sovyetler Birliği'nde sosyalist demokrasinin uygulanma koşulları oluşturulmuş ve sosyalist demokrasi de bu koşulların gelişmesine paralel olarak kapsamlaşmış ve gelişmiştir. Sosyalizmin maddi koşulları, aynı zamanda sosyalist demokrasinin de maddi koşullarıdır. Bunların neler olduğunu şimdiye kadar ele aldığımız konularda gösterdik. Sosyalist anayasa, sosyalist demokrasinin varlığının, gelişmesinin ve uygulanmasının en yoğun ve yalın ifadesidir. Yukarıda Sovyet Anayasasının gelişmesini önemli noktalarında ele almıştık. Burada ise Sovyet Anayasasını (25 Şubat 1947'deki haliyle), sosyalist demokrasinin kapsamı ve uygulanışı açısından bazı noktalarını ele alarak inceleyeceğiz. Yani bizim burada ele aldığımız noktalar, siyasi-teorik açıklanması yapılmış ve bununla yetinilmiş olan değil, tersine fiilen uygulanmış olanlardır.

Sosyalist demokrasinin maddi temeli-SSCB'nin toplum yapısı

SSCB Anayasasının (1947) 1. bölümünde toplumun inşası ele alınmaktadır. 12 maddeden oluşan bu bölümde Stalin'in deyimiyle “sosyalizmin temel direkleri”nden bahsediliyor. Bütün bunlar, sosyalist demokrasinin maddi temellerini oluşturuyor:

1. madde: “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, işçilerin ve köylülerin sosyalist devletidir”.

2. madde: “SSCB'nin siyasi temelini, emekçilerin temsilcilerinin Sovyetleri oluştururlar...”.

3. madde: “SSCB'de bütün iktidar, emekçilere aittir...”.

4. madde: “SSCB'nin ekonomik temelini, sosyalist ekonomi sistemi ve üretim araçlarının ve aletlerinin sosyalist mülkiyeti oluşturur...”.

5. madde: “SSCB'de sosyalist mülkiyet ya devlet mülkiyeti (halkın ortak mülkiyeti) biçiminde veya da kooperatifsel-kolektif iktisadi mülkiyet (tek tek kolhozların mülkiyeti, kooperatifsel birliklerin mülkiyeti) biçiminde vardır”.

6. madde: Toprak, zenginlikler (hazineler), sular, ormanlar, işletmeler, fabrikalar, maden ocakları, maden işletmeleri, demir yolları, su ve hava yolları, bankalar, posta ve telgrafçılık, sovhozlar, MTİ belediye işletmeleri vs. devlet mülkiyetindedir, yani halkın ortak mülkiyetindedir.

7. madde: Kolhozlardaki ve kooperatifsel örgütlenmelerdeki toplumsal işletmeler (buna canlı ve ölü envanter de dahil), bunlar tarafından üretilen ürün ve binaları, kolhozların ve kooperatifsel örgütlenmelerin toplumsal, sosyalist mülkiyetini oluşturur.

Büyük tarım işletmesi tüzüğüne göre her kolhoz ailesi, toplumsal kolektif ekonomiden elde ettiği temel gelirden başka, kişisel olarak kullandığı bir bahçeye (çiftliğe), şahsi mülkiyeti olarak burada yan bir ekonomiye, bir eve, kullanım hayvanına, kümes hayvanlarına, küçük bir tarım envanterine sahiptir.

8. madde: Kolhozların elinde olan toprak, onlara ücretsiz ve sınırsız bir kullanım için, yani ebediyen ve garantili olarak verilmiştir.

9. madde: SSCB'de hakim ekonomi biçimi olan sosyalist ekonomi sisteminin yanı sıra, tek tek köylülerin ve küçük esnafın şahsi çalışmasına dayanan ve yabancı işin sömürüsünü dışlayan küçük özel iktisada yasal olarak müsaade edilir.

10. madde: Vatandaşların kendi çalışmaları sonucu elde ettikleri gelirlere ve tasarruflarına, konut ve yan ekonomilerine, ev eşyalarına ve ev işlerine, konfor ve şahsi ihtiyaç eşyalarına olan şahsi mülkiyet hakkı ve vatandaşların miras olarak şahsi mülkiyetleri yasal olarak korunur.

11. madde: SSCB'nin iktisadi yaşamı, devletsel ekonomi planıyla toplumsal zenginliğin çoğaltılması amacı için; emekçilerin maddi ve kültürel seviyesinin sürekli yükseltilmesi için; SSCB'nin bağımsızlığının pekiştirilmesi için ve onun savunma yeteneğinin artırılması için belirlenir ve yönlendirilir.

12. madde: SSCB'de çalışma, çalışabilir durumda olan her bir vatandaşın “çalışmayan yememelidir” ilkesine göre görevidir ve şeref sorunudur.  

SSCB'de sosyalizmin “herkesten yeteneklerine göre herkese emeğine göre” ilkesi gerçekleştiriliyordu (26).

Sosyalist demokrasinin ifadesi olarak Sovyetik devlet inşası

Sovyet Anayasasının ikinci bölümünde devlet inşası ele alınıyor. Konuya ilişkin bazı anayasa maddeleri şunlardır:

13. madde: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, eşit haklara sahip Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri’nin gönüllü birliği temelinde oluşmuştur.

14. madde: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin egemenlik ve devlet idaresinin en yüksek organları biçiminde yetki kapsamı şöyledir; (Bunları aşağıda belirteceğiz.)

15. madde: Birlik Cumhuriyetlerinin hükümranlığı, SSCB Anayasasının 14. maddesinde belirtilen sınırlarla tanımlanmıştır.

16. madde: Her Birlik Cumhuriyeti, Cumhuriyetin özelliklerini hesaba katan ve SSCB Anayasası ile tam uyumluluk içinde olan kendi anayasasına sahiptir.

17. madde: Her Birlik Cumhuriyeti, SSCB'den özgür ayrılma hakkına sahiptir.

18. madde: Birlik Cumhuriyetlerinin (devlet) sınırları, o cumhuriyetin rızası olmaksızın değiştirilemez.

18-a. Madde: Her Birlik Cumhuriyeti, yabancı devletlerle doğrudan ilişki kurmak, onlarla anlaşmalar imzalamak ve diplomatik ve konsolos temsilcileri teatisinde bulunmak hakkına sahiptir.

18-b. Madde: Her Birlik Cumhuriyeti, kendi cumhuriyet birlikleri (ordu) formasyonuna sahiptir.

19. madde: SSCB Yasaları, bütün Birlik Cumhuriyetleri topraklarında da aynı geçerliliğe sahiptir.

20. madde: Bir Birlik Cumhuriyeti yasasının bir Birlik yasasıyla uyuşmaması durumunda Birlik yasası geçerlidir.

21. madde: SSCB vatandaşları için müşterek bir Birlik vatandaşlığı geçerlidir. Bir Birlik Cumhuriyetinin her vatandaşı SSCB vatandaşıdır (27).

Çarlık döneminde Rusya'daki bütün uluslar korkunç bir baskı altındaydı. Çarlık rejimi, akla gelebilen her türlü araçla bu ulusları baskı altında tutuyor, sömürüyor, talan ediyor ve onların ekonomik ve kültürel gelişmelerini engelliyordu.

Çarlık rejimi, hakimiyetini istediği gibi sürdürebilmek için, bu ulusları birbirlerine düşman etmenin her yolunu deniyordu. Sınırları sık sık keyfi olarak değiştiriyor, bir ulusun bir parçası, başka bir ulusun idare alanına veriliyordu. Böylelikle de uluslar arasında düşmanlık kışkırtılıyor ve şovenizm, emekçilerin birliği önünde aşılmaz bir engel oluyordu.

Çarlık imparatorluğunun bütün bölgeleri eşit veya en azından birbirine yakın bir iktisadi gelişme içinde değildi. Rusya veya Batıdan Urallar’a kadar olan bölge, en gelişmiş bölgeydi. Sibirya ve Orta Asya'da feodalizm hakimdi. Öyle ki, ataerkil ilişkiler de önemliydi.

Bolşevik Parti, bütün bu gerçekleri görüyordu. Yapılması gereken, korkunç boyutlardaki iktisadi-kültürel farkın kapatılması, derin ulusal kin ve düşmanlığın ortadan kaldırılması ve ulusların gerçek kardeşliğinin ve birliğinin sağlanmasıydı. Bu ise lafta, birtakım tumturaklı söz ve tespitle olmuyordu. Ulusların birbirlerine karşı güvenlerinin maddi koşulları sağlanmalıydı. Bu ise, ancak ve ancak sosyalizmle, sosyalist demokrasinin gerçekten uygulanmasıyla gerçekleşebilirdi. SSCB Anayasasının birinci maddesi, söz konusu ön koşulların oluşturulmuşluğunun ifadesiydi. Şimdi önemli olan, bu ön koşul veya maddi koşul üzerinde sosyalist demokrasinin yükselmesiydi. Öyle de oldu.

Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin şu veya bu yönü eleştirilebilir. (Bunu aşağıda biz de yapacağız). Ama Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin en az eleştirilmesi gereken bir alanı, ulusal sorunun çözümüdür. Bu kadar çok sayıda ulus, milliyet, farklı etnik kökenli topluluk, neredeyse hepsi birbirine düşman edilmiş bu topluluklar, tarihi süreç açısından bakıldığında oldukça kısa bir dönemde kaynaşabilmiş ve sosyalist Sovyet toplumunun ahlaki-siyasi birliğini gerçekleştirmişlerse, bunun bir hikmeti, bir anlamı olmalıdır: Bunun hikmeti ve anlamı, sosyalizmin inşasında ve sosyalist demokrasinin lafta değil, pratikte uygulanmış olmasında aranmalıdır. İşte bu uygulamanın, ulusal sorun açısından en önemli yansıdığı alan, anayasanın ikinci maddesinin konusudur; Sovyetik devlet inşası.

Bu yapıya biraz yakından bakalım:


Sovyetler Birliği:


SSCB'nin devlet yapısı burjuva ülkelerin devlet yapısından tamamen farklıdır. SSCB her şeyden önce çok uluslu bir devlettir. 60'dan fazla ulus, ulusal grup ve başka etnik kökeni farklı insan grupları tarafından gönüllü birlik ilkesine göre kurulmuştur. SSCB bir federasyondur; bir birlik devletidir. Bu, bir burjuva federasyonu değil, özel tipte bir federasyondur; Sovyet federasyonu; sosyalist bir devletin ifadesi olan Sovyet federasyonu, ulusal devletlerin gönüllü birliği, eşit haklara sahip oluşları ve ayrılma da dahil ulusların kendi kaderini tayin hakkının tanınması ilkesi üzerinde yükselen bir yapıdır.

Sovyet iktidarı, hiçbir ulusal-etnik fark gözetmeksizin emekçilerin iktidarıdır. İktidarın emekçilerin elinde olması gerçeği Sovyet federasyonunun, ulusları, etnik grupları birbirine düşman etmeyen, tam tersine birbirine yaklaştıran, halkların/ulusların dostluğunu ve kardeşliğini geliştiren; gelişmesinde ileride olanların, gelişmesinde geride kalmış olanlara yardım etmelerini sağlayan ve nihayetinde hangi ulusal-etnik kökenden olurlarsa olsunlar Sovyet toplumunu oluşturan insanların siyasi-ahlaki birliğini sağlayan bir federasyon olduğunu göstermektedir. Sovyet federasyonunu oluşturan ulusal devletlerin (Birlik Cumhuriyetleri), otonom cumhuriyetlerin, ulusal bölgelerin gösterdikleri gelişme; ekonomik, kültürel vs. hem Ekim Devriminden sonra (iç savaş) ve hem de II. Dünya Savaşında gösterdikleri dayanışma ve birlik, zorla bir arada tutulmanın değil, belli bir gönüllülüğün, belli bir demokrasi anlayışının ifadesi olabilirdi. Bu demokrasi anlayışı, sosyalist demokrasi anlayışıdır.

1922'de SSCB, dört Birlik Cumhuriyeti tarafından kuruldu. Bu sayı sonradan 16'ya çıktı. Bunlar, her alanda eşit haklara sahip, Stalin'in deyimiyle Sovyetler Birliği'nin bütün zenginliklerini aynı ölçüde paylaşan cumhuriyetlerdi.

Nasıl ki anayasanın 13. maddesi SSCB'nin eşit haklara sahip sosyalist Sovyet cumhuriyetlerinin gönüllü birliği temelinde kurulmuş bir birlik devleti olduğunu tespit ediyorsa, aynı anayasanın 17. maddesi de her Birlik Cumhuriyetinin SSCB'den özgürce ayrılma hakkına sahip olduğunu tespit ediyor. Böylelikle gönüllü birliğin gönülsüz birliğe dönüşmesi engelleniyor. Anayasa, birleşmenin koşulunu ve ayrılmanın garantisini ifade ediyor. İşte bu lafta değil, pratikte sosyalist demokrasi demektir.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]