Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Kadın çocuk ve aile
04.08.2014- 19:24

Orospulara yer yok – İnönü Alpat


“Evet, her şey küçük ve önemsiz gibi görünen o tavizleri vermekle başladı. Özel okulların hepsi kapatılmış, kız ve erkek öğrenciler ayrı okullara alınmıştı. Değişikliğin bununla sınırlı olacağını sanıyorduk; değilmiş”

Başlığın rahatsız edici olduğunun farkındayım. Tam hali şudur: “Müslümanların yanında orospulara yer yok.” Çünkü İran İslam Devrimi lideri Ayetullah Humeyni, devrimden kısa bir süre sonra yaptığı konuşmada, kadınların İslam ahlâkına uymalarını ve giyimlerine dikkat etmelerini ister. Mitinglerde, sokak gösterilerinde aralarında kara peçeli kadınların da bulunduğu Hizbullahlar, “Ya başörtüsü ya da enseye tokat”, “Müslümanların yanında orospulara yer yok”, “Defolsun Avrupalı kuklalar” diyerek sokaklardaki kadınlara saldırır. Örtünmeden sokağa çıkan kadınlar dövülür, üzerlerine kezzap dökülür. Pek çoğu tutuklanır, tutuklananların ırzına geçilir.

Şah’ın ülkeden kaçmasından sonra İslam devrimi kadınların zapturapt altına alınmasıyla ete kemiğe bürünür, ilk adım kadınlara dönük atılır, sonra bütün bir topluma yayılır.

Devam edelim: Kadınlara dönük şiddet sokakla sınırlı kalmaz. “Kadın politikasını” bizzat devlet üstlenir. Televizyon, radyo, gazeteler aracılığıyla İslami giyim ve davranış dayatılır. İslam devriminin kadınlara dönük bildirileri gazetelerde çarşaf çarşaf yer alır, sokaklarda bildiriler dağıtılır. “Müslüman bacılarımız İslam giyimini, ahlâksızlığa karşı verilen kavganın bir barikatı, iffetlerinin bir kalesi olarak görüyorlar. Bütün kadınlarımızı giyim kurallarına uymaya çağırıyoruz.”

Elbette kadınlar üzerindeki faşizan baskıyla sınırlı değildir yaşananlar. İçki yasağı başlar, evlerde içki denetimleri bile yapılır. İçki içtiği tespit edilenler hemen orada kamçıyla dövülür. Solcular, demokratlar, Hizbullah olmayanlar derdest edilir. Cezaevleri İslam devrimine karşı çıkanlarla dolup taşmaktadır. Direnenler öldürülür, darağaçları kurulur.

30 Mart 1979’da İslam Cumhuriyeti halk oylamasına sunulur. Yüzde 99’luk oy oranıyla yeni rejim kabul edilir; sonuçlar göz kamaştırıcıdır. Seçim sonrası “Balkon konuşması” yapılmış mıdır bilmiyorum ama Molla rejiminin önünde hiçbir engel kalmamıştır artık. Nisan 1979’da bir bildiri yayınlanır: “Teşkilatımız İslâm devriminin yerleşip yayılmasını engellemek isteyen her kişi, teşkilat ve devlete karşı ideolojik ve politik yönlerden acımasız bir savaş verecektir. Gerektiğinde silaha sarılmaktan çekinmeyeceğiz.” Bu bildiri “resmi şiddetin” kolaylaştırıcısı olur; toplumun dini kurallarla yönetilmesine direnen kesimler ezilir.

O günlerde üniversitelerde neler yaşandığına bakalım. Türban dayatmasının nasıl başladığına ve nasıl başarı kazandığına. Bu bilgileri İranlı kadın yazar Tara’dan edinelim: “Evet, her şey küçük ve önemsiz gibi görünen o tavizleri vermekle başladı. 1979 Şubat’ının üzerinden yedi ay geçmiş, okullar açılmıştı. Özel okulların hepsi kapatılmış, kız ve erkek öğrenciler ayrı okullara alınmıştı. Değişikliğin bununla sınırlı olacağını sanıyorduk; değilmiş. Ceket ve etekten oluşan eski üniformalarımızla gitmiştik okula. Kapıda iki kadın devrim muhafızı bekliyordu. Başörtü takmamız gerektiğini, yarın başörtüsüz geldiğimiz takdirde okula alınmayacağımızı söylediler. Neyle karşılaştığını anlamamanın, nasıl bir tepki göstereceğini bilmemenin şaşkınlığıyla gülmeye başladık. Öğrenciler, hocalar hepimiz gülüyorduk. Güldük ama istenileni de yaptık. Önemsizdi çünkü; komikti. Sabah kapıda devrim muhafızı kadınlarla karşılaştığımızda buruş buruş mendillerimizi çantamızdan çıkarıp, onların gözlerine baka baka alay edercesine bir gülüşle başımıza takıyorduk. Onlar gülmüyordu. Çünkü o küçük tavizin bize ne kaybettirdiğini, kendilerine ise ne kazandırdığını en başından beri biliyorlardı. Çok gençtik, isterse bir saat; başörtüyü yanımıza aldığımız an her şeyin bittiğini bilemeyecek kadar genç.”

Tara diyor ki yazısının sonunda, “Eğer önümüzde ders alabileceğimiz bir İran ve Cezayir örneği olsaydı, kim bilir belki de her şey daha farklı olurdu.”

Tara ve bilcümle üniversiteli gençti, işin nereye varacağını anlamamıştı, kabul. Ama ifade edilmelidir ki solun neredeyse tamamı, anlı şanlı sol parti ve örgütler tam bir akıl tutulması içindeydi. Kadın sorunları üzerinde çalışma yapan gruplar olanı biteni önemsemiyor, örtünme zorunluluğunun en temel hakkın ihlâli olduğunu görmüyordu. Bir kadın grubunun o günlerde yayımladığı bildiri, yaşananları anlayamamanın ne demek olduğunu göstermekteydi: “Peçe takma zorunluluğu varlıklı ve aydın kadınlar için sorun olabilir ama emekçi kadınlarımızın başka dertleri var. İlerici kadınlarımızı uyarıyoruz. Bu sorunu büyütüp varlıklı reaksiyoner kadınların antiemperyalist savaşımımızı etkilemesine ve amaçlarından saptırmasına yol açmasınlar.”

Halkın Fedaileri gibi sosyalist bir örgütün konuyla ilgili açıklaması ise tartışmaya hacet bırakmayacak ölçüdeydi: “Savaşımızda kadın erkek ayrımcılığı yoktur. Giyim kuşam zorunluluğu hakkında birtakım yerli yersiz sözler söylenmiş, ama bunlar geri alınmıştır. Böylelikle bu sorun kapanmıştır. Ne gerek var protestoya. Peçe takmak kötü bir şey demiyoruz, alışmak için zaman gerekli.”

İranlı yazar Bahman Nirumand’ın “İran’da Soluyor Çiçekler” isimli kitabından yapacağımız alıntıyla, solun, aydınların nasıl bir akıl tutulması içinde olduğunu görelim: “Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, hapishaneler kapatılacak, kadınlara eşit haklar tanınacak, giyim serbest olacak, dedi. Biz solcular ise ılımlılardan daha büyük yanlışlar yaptık. Biz dedik ki, bir yandan gelenekselliği simgeleyen, diğer yandan böyle güzel şeyler vaat eden bu karizmatik önder olmadan Şah’ı deviremeyiz. İkincisi, mollaların devleti yönetebileceklerine inanmıyorduk. Üçüncüsü de gerçekten pek çok solcu başta Humeyni olmak üzere çoğu mollanın radikal tutumlarını beğeniyordu. Biz solcular İslam’ı yeni bir güç olarak görmekten yoksunduk. İran üzerine analizlerimizin, Şili veya Vietnam üzerine yapılan analizlerden farkı yoktu. Ayrıca demokrasi anlayışımız da yetersizdi. Giysileri yüzünden sokaktaki kadınlara sataşmalar başlayınca ‘yan çelişkiler’ diye ciddiye almadık bunları. Biz, ana çelişkiyi, yani emperyalizmle savaşı, ön planda tutuyorduk. Demokrasi olmadan emperyalizmle savaşılmayacağını anlayamamıştık. Kadın hakları, sendikal haklar için verilen kavga, emperyalizmle savaşın ta kendisidir.”

Elim, yıllar sonra Nirumand’ın kitabına uzandı. İran üzerine makalelere bir göz attım.

Çünkü Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Kadın iffetli olacak. Herkesin içinde kahkaha atmayacak” dedi. İffetten oluşan kaleye konan bir tuğla değil mi bu?

Çünkü aynı zaman diliminde, herhangi bir ortaöğretim kurumuna girmeye hak kazanamayanların otomatik olarak İmam Hatip Liselerine kayıt olma zorunluluğu getirildi.

Çünkü mahallelerde düz lise kalmadı; her mahallede en az bir İmam Hatip Lisesi açıldı.

Çünkü 2002 yılında 450 olan İmam Hatip Lisesi sayısı bugün 2074’e çıktı.

Çünkü türban hayatın her alanına girdi.

Çünkü 4+4+4 olarak bilinen değişiklikle eğitimin gericileştirilmesinin önü açıldı.

Çünkü İslamî mahalle baskısını her geçen gün biraz daha fazla hissetmeye başladık.

Çünkü IŞİD, El Nusra, tıpkı vakti zamanındaki Hizbullah gibi, bırakalım başka başka yasaklamaları, aleni kafa kesiyor.

Çünkü 10 yılı aşkın zamandır, AKP iktidar vesilesiyle toplumsal yaşam adım adım gericileştirildi, İslamîleştirildi. Burada Başbakan’dan gerici, muhafazakâr, din ve mezhep düşmanlığını körükleyen söz ve çıkışlarını sıralamaya gerek dahi yok.

Çünkü kimi sol, aydın, seküler çevrelerin benzer akıl tutulması içinde olduğunu görüyoruz.

Çünkü CHP’li belediyeler iftar çadırı açma yarışına giriyor, Cumhurbaşkanlığı seçiminde bir başka İslami adaydan medet umuyor.

Çünkü seküler özelliği nedeniyle kendimizi yakın hissettiğimiz Kürt hareketi iftar çadırı açmak şöyle dursun, “Kutlu Doğum Haftası” etkinlikleri düzenliyor, “Demokratik İslam Konferansı” topluyor.

Çünkü kamuda türbanın serbest bırakılması doğrultusunda oy veren sol iddialı siyasetçiler bulunuyor.

Açın bakın Meclis’teki oylamalara: Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran kanun teklifine kim evet dedi, hangi vekiller “Kur’an-ı Kerim ile Hz Muhammed’in hayatının ortaokul ve liselerde seçmeli ders olarak okutulması” için evet oyu verdi.

Çünkü her sabah, Ayrancı Lisesi’nin önünden Dikmen’e çıkarken, “Ayrancı İmam Hatip Lisesi” tabelasını görünce içim cız ediyor.

Açın bakın gazete haberlerine: 4+4+4 gericiliğine karşı kim, hangi sol/sosyalist çevre canhıraş mücadele etmiş. Kim bunu bir sorun olarak görmemiş, kim önemsememiş, kim önemsese de kılını kıpırdatmamış, kim gericiliğin simgelerini “özgürlükler” bağlamında görüp desteklemiş.

Böyle giderse, bir zaman sonra dudaklarımızdan çıkan en dramatik sözcük “keşke” olacak.

sendika. org

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]