Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

11.08.2014- 20:27

Sovyetlerde bilim

Resim Ekleme

İzge Günal

Bilim tarihinde çok sayıda atılım dönemi olduğu herkesin bildiği bir gerçek. Hatta denilebilir ki, bilim tarihi aslında bilimdeki atılım dönemlerinin tarihidir; genellikle de yüz yıllık dönemler olarak ele alınır. Bu durumun belki de tek istisnası yaklaşık kırk yıllık bir döneme denk gelen, Sovyetler Birliği’nin kuruluşu ve sonrasıdır.

Avrupa’nın en geri bölgelerinden bir tanesinde, bu kadarcık bir süre içerisinde dünyanın en önemli bilim merkezlerinden birini yaratabileceği, ABD’ye Sputnik şokunu yaşatılabileceği eminim kimsenin aklına gelmezdi. Peki, bu iş nasıl oldu?

Önce sayılara bakalım: 1914 yılında sonradan Sovyetler Birliği olacak olan coğrafyada sadece bir (rakamla, 1) adet araştırma merkezi vardı ve yükseköğrenim ve araştırma merkezlerinde çalışanların sayısı 11,600 idi. 1960 yılına doğru araştırma merkezi sayısı 4196’ya, araştırmacı sayısı ise 354,200’e çıkmıştı! Bu sayı o tarihlerde dünyadaki araştırmacı sayısının dörtte biri idi; yani her dört araştırmacıdan birisi Sovyetler Birliği’nde idi. Ayrıca her Sovyet’in kendi bilim akademisi bulunuyordu.

Sayıların ötesinde bir olay var ki o da geri bir ülkenin sadece iki nesil içerisinde ve sadece kendi olanaklarıyla dünyanın en büyük bilimsel gücü haline gelebilmiş olmasıdır. Kaldı ki, kapitalizmin silahlanma yarışı ister istemez Sovyet kaynaklarının ciddi bir kısmının bu alana kaydırılmasına neden oluyor, bilim de dâhil olmak üzere toplum için kullanılabilecek kaynaklar savunmaya aktarılıyordu.

Yine soruya dönecek olursak, şu gerçeği de görebilmemiz gerekir: Sovyet bilimcileri yeni bir tür fizik, kimya veya biyoloji geliştirmemişlerdi, ayrı bir Sovyet fiziği, kimyası vs. yoktu. Bilim gündemi dünyanın geriye kalan tarafından çok farklı değildi, farklı olan bilimsel çalışmaların toplumun eğilim ve gereksinimleriyle koşut hale getirilmiş olmasıydı. Bütün bilim tarihçilerinin birleştiği nokta, Sovyetlerdeki bilimsel başarının ana nedeninin bilimin organizasyonun farklı olması, yani doğrudan toplumla bağlantılı olması ve bilimin gerçekten değerli bir şey olarak kabul edilmesinde yatmaktadır. Öyle ki, Sovyetlerde bilim kurumlarında çalışmak, dışişlerinde çalışmaktan daha saygın bir konum olarak görülmekteydi. Çarlık zamanından kalma saray ve benzeri yapıların tümü bilim insanları için sosyal tesislere dönüştürülmüştü. Böylece toplumun en yeteneklileri bilim alanına yöneliyordu.

Yanıtın bir diğer ayağı da, daha önce bu sütunlarda çokça tartıştığımız, iki kültür sorunun çözülmesi, ya da sosyal bilimlerle fen bilimleri arasındaki farklılığın azalmasıydı. Bunun nedeni, Sovyet ideolojisinin temeli olan diyalektik materyalizmin çağdaş fizik ve biyoloji bilimleri üzerinde yükselmesiydi. Doğa bilimleri Marks’ın felsefesinin organik bir parçasıydı ve bu temelde kurulan bir ülkede de fen bilimleri yöneticilerin entelektüel birikiminin önemli bir parçasıydı.

Sanırım bilim politikasında önemli olan “niyet”; tüm ülkelerin bilim politikalarının ana hatları birbirine benzese de, sosyalist bir düşüncede bilimsel gelişmeler yaşamı kolaylaştırırken, kapitalizmde kolaylaştırıyor görünüp zorlaştırıyor. Tam da bu nedenle, toplum için bilim politikası oluşturabilmek için böyle bir niyeti olan bir iktidar gerekiyor. Kolay gelsin.

http://bilimsol.org/bilimsol/blog/bilimin-izleri/sovyetlerde-bilim

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
20.10.2014- 22:55

Eski Sovyet cumhuriyetlerinde bilim
İzge Günal


Her tür politika gibi bilim politikası da bir ölçek sorunudur. Önce politikayı oluşturacağınız coğrafyayı belirlersiniz, sonra bu coğrafyadaki olanakları değerlendirir, gereksinimleri saptar, dünya biliminin ulaştığı düzeye bakar ve ulaşmak istediğiniz hedef doğrultusunda politikayı oluşturursunuz. En kaba hatlarıyla yapılan budur, bilim politikasını oluştururken.

Ölçek gerçekten önemlidir. Bunu sadece sınırları belirleme anlamında düşünmemek gerekir; etkinlik açısından da önemlidir. Ölçek büyüdükçe olanaklar ve başarı şansı artar ama aynı zamanda yönetimi de zorlaşır. Küçük ölçekte yönetim daha kolay olmakla birlikle elde edilen sonuçların etkisi de sınırlı olur. Örneğin Küba; bu küçük ülkede şaşırtıcı derecede önemli gelişmeler olsa da, etkisi yine de ölçeğiyle sınırlı kalmaktadır. Örneğin, ileri kapitalist ülkeler Küba bilimine karşı bir önlem alma gereği duymamaktadır.

Kapitalizme karşı en büyük ölçekte bilim tehdidi Sovyetlerden gelmişti. Öyle ki, bu yazıyı okuyan herkesin bildiğinden emin olduğum, Sputnik şokunu ABD’ye yaşatmış ve kuşkusuz tarihin en büyük “bilimsel” paniğine neden olmuştu. Neyse, bu konuyu daha önce yazmıştım, bugün küçük, hatta kendi deyimleriyle “geri” cumhuriyetlerdeki bilimden söz edeceğim.

Devrim öncesi dönemdeki durumları nedeniyle bu cumhuriyetler gerçekten “geri” durumdaydı. Hemen hemen hiç birinde bırakın bilim akademisi ya da benzeri bir örgütlenmeyi, üniversite bile yoktu.

Henüz daha iç savaş sürerken daha gelişmiş cumhuriyetlerden bilim heyetleri geri cumhuriyetleri ziyaret etmeye başlamıştı. Bu heyetlerin amacı gittikleri yerlerde hangi bilim dallarının gelişme şansı olduğunu saptamak ve genel bilim konferansları vermekti. Savaş sonrasında toplanan bu bilgilerden de yararlanılarak beş yıllık kalkınma planlarının bilim ayağı oluşturuldu.

Sonrası malum; tek tek cumhuriyetlerde sağlıkta, uzay bilimlerinde, mühendislikte, temel bilimlerde o güne dek dünyada görülmemiş hamleler yapıldı. Yükseköğrenim görmüş kişi sayısının bile çok az olduğu Azerbaycan, Kırgızistan gibi cumhuriyetlerde dünyanın en önde gelen araştırma merkezleri kuruldu. Lenin’in sözleriyle, “Eskiden insan dehası sadece bazı kişilerin teknoloji ve kültürden yararlanması için çalışıp, diğerlerini eğitim ve gelişmenin temel gereksinimlerinden yoksun bırakırdı. Bugün ise bilimin mucizeleri ve kültürün kazanımları bir bütün olarak ulusa aittir ve insan beyni ve dehası asla baskı ve sömürü için kullanılamayacaktır”. Eşitsizliğin bilim alanında ortadan kaldırılması için yapılacaklar bu sözlerle ifade ediliyordu.

Türkmenistan Bilim Akademisi eski başkanlarından Ambartsumyan, geri cumhuriyetlerdeki gelişmeyi dört etkene bağlıyordu:

Öncelikle, Sovyetlerin kurulmasının yarattığı güçlü uyaran. Genel olarak paylaşma ve işbirliği anlayışının yanı sıra, Ekim Devrimi çalışan geniş kitlelere bilimin temellerini sınırsız öğrenme olanağı yarattığı gibi, bilimin sosyal temelini değiştirmiş, başka bir deyimle sağlamlaştırmıştı. Yine Lenin’e dönecek olursak, “Öğrenmek bizim varlığımızın önemli bileşenlerinden biri ve sosyal yaşamın gerçekten ve tam olarak yapıtaşlarından biri olacaktır”.

İkinci önemli etken, merkezi planlama ve Sovyetler Birliği Bilim Akademisi aracılığıyla deneyimlerin paylaşılmasıydı. Öyle ki, Litvanya’da ortaya çatılan bir soru, yanıtını Estonya’da bulabiliyordu. Böylece üçüncü etken olarak sayılan, en karmaşık sorunların işbirliği ile çözülmesi başarılıyordu.

Ambartsumyan’a göre dördüncü etken ise ekonomik sorunların çözümüydü. Bu hem bilime daha fazla kaynak aktarılmasını, hem de bilimin doğrudan ekonomiye katkısını görmenin yarattığı motivasyonu içeriyordu.

Sonuçta, Tacikistan gibi geri bir ülkeden astrofizik, jeoloji gibi alanlarda zamanının önemli başarılarına imza atan bir ülke yaratmak herhalde başka türlü olamazdı. Bugün neredeyse sürekli savaş halinde olan Azerbaycan ve Ermenistan’ı, bırakın savaşmayı, aynı projelerde çalıştırmak herhalde yine sosyalizm dışında olanaksız olurdu.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]