Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 İşçi sınıfı, sonuncu kavga
18.08.2014- 14:40

Boktan sistem
Aytek Soner Alpan


Resim Ekleme

Hasta yatakları hep eğretidir. Onunki de kuralı bozmamış, öylece orta yerde duruyor. Yatağın “çekyat” olması ve üzerine serilmiş çiçekli yorganların parlak renkleri ayrı, tarifi zor bir hüzün katıyor duruma. Başucuna iliştirildiği belli olan sehpaya yığılmış ilaçlara takılıyor gözüm. Biri benim de kullandığım tansiyon haplarından mı diye uzun uzun bakıyorum. Değil sanırım.

Sanki zamanın azaldığını anlatırcasına duvarda asılı saatin sadece yarısı girmiş kadraja.

Saat beşe yirmi var.

Genç adamın bedenini belli ki bir hastalık kemirmiş, kemiriyor. Ufalan bedenine direnmiş kafası, elleri ve ayakları. Direniyorlar. İnsanın her direnişi, ellerinin, ayaklarının ve kafasının ürünü değil mi zaten? Demek hastayken de değişmiyor bu durum.

Bu fotoğrafa iyi bak, arkadaş.

Dün otuzuna gelmeden ölen işçi kardeşimiz Zafer’in fotoğrafı bu.

Yalnız Zafer’in mi?

Bu fotoğraf, büyük bir çürümenin, bu çürümenin içinde ölmeye mahkum edilmiş bir toplumun fotoğrafı. İnsan soyunun fotoğrafı…

Zafer, bir taşeron işçi. Zamanımızın kölesi yani… Bir hastaneyi temizliyor karın tokluğuna. İşe başladığı gün eline bir enjektör batıyor. Önemsemiyor… Önemsemeyen yalnız o değil ki! Böyle olası bir durum için önlem olarak aşılamıyormuş çalıştırdığı işçileri koskoca tıp fakültesi. Önemsenmiyor Zafer. Oysa hastalık kapıyor o iğneden. Günler geçiyor. 14 Haziran 2013’te yani Haziran Direnişi günlerinde, yağmur yağıyor İstanbul’a. Yağmur yağıyor ve bok basıyor hastanenin laboratuvarını. Amiri diyor ki “kanal tıkandı, gir kanala, aç kanalı!” Kanalın kapağını kaldırmaya çalışırken Zafer, üzerine tazyikle fışkırıyor boklar, hastane atıkları. “Bütün lağım pisliği üzerimden geçti” diyor.

Sonra?

Sonra hastalanıyor, Zafer. Eline batan iğneden kaptığı hastalık, üzerine boca olan boklardan kaptıklarıyla birleşiyor ve Zafer’in karaciğerini işlemez hale getiriyor. Bir ciğer takıyorlar Zafer’e kadavradan söküp. Olmuyor. Kabul etmiyor bedeni. Yeni ciğeri beklerken dayanamıyor daha fazla.

Zafer, mağlup oluyor hastalığa.

Aklıma ister istemez başka sahneler geliyor. Hindistanlı kanalizasyon işçilerinin durumu örneğin.

Resim Ekleme

Çırçıplak tıkalı kanallara indirilen, her gün boyunlarına kadar bok içinde yüzdüklerinden hemen hepsi genç yaşta kırılan işçiler. Zafer’in tanımadığı kader arkadaşları, sınıfdaşları… Hem de ta dünyanın diğer ucundan. Onlardan biri yukarıdaki fotoğrafta sarı eldivenlerini dahi taşımakta zorlanan Rewa Ram. Şimdi hali nicedir bilmiyorum; ancak 2009’da BBC’ye verdiği röportajda “Ölüm koklayarak yaşıyorum fakat olsun…” diyordu. Çalışıyordu ya yetiyordu ona.

“Rewa hâlâ yaşıyor mudur, varsa evinin duvarındaki saat kaçı gösteriyordur” diye düşünürken hafızam beni yeniden memlekete savuruyor.

Geçtiğimiz aylarda sendikalı oldukları için işten atılan işçilerin fabrikaları önünde oturma eylemi yaptıkları esnada, şirket sahibinin eylem alanına kamyon kamyon gübre döktürdüğünü hatırlıyorum. Patron, işçilere karşı “bok”u bir silah olarak kullanıyor, bu sefer başlarından aşağı değil ama eylemlerinden aşağı bok dökülüyordu işçilerin. Patronun döktürdüğü boku temizlemek de yine işçilere düşüyordu.

Resim Ekleme

“Bütün bunlar nasıl bir yaşam sürdüğümüzü göstermiyor mu” diye soruyorum kendime ve bundan yüz yetmiş sene önce Marx’ın söylediklerini işitir gibi oluyorum. İşçilerin yaşam ve çalışma koşullarını anlatırken, Marx, “pislik, bu birikinti ve kokuşmuşluk -(kelimenin gerçek manasıyla uygarlığın lağımı- işçi için yaşamının bir parçası haline gelir” demiş ve kapitalizmin emekçilere boktan başka bir şey vaat edemeyeceğini söylemişti. Başka bir yerde de Marx, “öyle İngiltere’den bahsettiğime aldanma, anlatılan senin hikayen” demişti diğer emekçilere.

Evet, ister masa başında çalış ister tezgahta, ister çalışma hakkın gasp edilmiş olsun, isterse okulundan mezun olup yarın çalışmaya başlayacak ol, anlatılan senin hikayen. Anlatılan tüm emekçilerin ve hayatını alınteri ile kazanmaktan başka şansı olmayanların hikayesi. Artık sadece kapitalizmin ürettiği tekil boklarla uğraşmıyoruz, kapitalizmin kendisi boktan bir sistem haline gelmiş durumda. Hepimizin burnunun direği kırılıyor her an. Hepimiz öğürüp duruyoruz. Hepimiz ölüm soluyoruz. Hepimize reva görülen kamyonlar dolusu pislik.

Hepimiz Rewa’yız.

Hepimiz direnen Sütaş işçisiyiz.

Hepimiz Zafer’iz.

Uygarlığın lağımına yuvarlanmış vaziyetteyiz.

Hastayız. Oturuyoruz eğreti bir yatağın ortasında. Çaresiz gözlerle etrafa bakıyoruz. Ya ufalan bedenimize direnen ellerimizle, ayaklarımızla, kafamızla direneceğiz bu boktan sisteme, direneceğiz ve kazanacağız ya da…

“Ya da”sı şu, arkadaş: Duvarındaki saate, en baştaki fotoğrafa iyice bak. Saat beşe yirmi var.

sol

yura  |  Cvp:
Cevap: 1
18.08.2014- 22:49

bir insanın en kötü işlerde çalışması buna rağmen hayatını sürdürecek bir gelir elde edememesi insanlık dışı bir sistem. böyle bir sistemi savunmak insanın adalet ve eşitlik duygusundan yoksun olması, insani duygularını kaybetmiş olması anlamına gelmiyormu? bence insanlar kötü değil, insanları kötü yapan, başkalarını karşı acımasız yapan şey, kapitalizmin kar mantığında yatıyor. hem daha fazla kar ve hem de insanlar arasında bir yarışmacılık olması kapitalist sistem içinde insanları bireyci ve çıkarcı yapıyor. çünkü bir insanın bu haberdeki gibi durumlara üzülmeyeceğine inanabilmek çok zor. insanlar kapitalizmden başka bir sistem olduğunu bilseler bence kapitalizmi savunmazlar. bilmedikleri ve mecbur kaldıkları için kapitalizmi savunuyorlar. başka ne olabilir.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]