Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Güncel Tartışma Konuları
21.08.2014- 20:15

İşte AKP'nin "Genel Müdürü"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Üç defa kurultay kazanarak genel başkan olan Kemal Kılıçdaroğlu'na "CHP Genel Müdürü" diye sesleniyor. Kılıçdaroğlu'nun birileri tarafından CHP'nin başına atandığını belirtiyor. Ancak Erdoğan kendisinden sonra AKP'nin gehel başkanı ve başbakan olacak kişiyi tek başına kendisi seçti ve atadı. Erdoğan, Davutoğlu'nun elinden tutarak kürsüye çıkardı ve yeni genel ve başkan olarak ilan etti. İlan etmeden önce de dakikalarca konuştu.

Resim Ekleme

."ADAY ARKADAŞIM, DAVUTOĞLU KARDEŞİM"

Erdoğan, hem genel başkan, hem başbakan hem de Cumhurbaşkanı olarak çıktığ kürsüde   Ahmet Davutoğlu isimini bizzat şöyle anons etti.

"27 Ağustos’ta AK Parti’nin olağanüstü genel kuruluna, genel başkan adayı olarak girecek arkadaşımız Dışişleri Bakanımız Konya milletvekilimiz Ahmet Davutoğlu kardeşimdir."

Davutoğlu'nun da kürsüye çıkarken Erdoğan'a "sayın cumhurbakanım" diye seslenmesi dikkat çekti.

umut  |  Cvp:
Cevap: 1
21.08.2014- 20:19

Ortadoğu politikasıyla başarısızlıkta dibe vurmuş dışişleri bakanımız başbakan, AKP genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından genel müdürlüğe getirilirek onurlandırıldı! Davulu Davutoğlu'nun omuzuna astı, tokmak elinde. Yeni başbakanımız hayırlı olsun!

solcu  |  Cvp:
Cevap: 2
22.08.2014- 12:58

soL yazarları 'yeni Başbakan'ı değerlendirdi: Uzunu da, kısası da...

Ahmet Davutoğlu'nun yeni Başbakan olmasını değerlendiren soL yazarları, eski Dışişleri Bakanı'nın bir "savaş suçlusu" olduğunda hemfikir. Alper Birdal, Erdoğan-Davutoğlu-Fidan üçlüsünün "savaş" istediğini söylerken, Kemal Okuyan Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin kapitalizmin "tükenişine" edeceği hizmeti yazdı.

(soL - Haber Merkezi) 10 Ağustos'ta Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan, dün yapılan AKP MYK toplantısının ardından yerine geçecek "halef"ini açıkladı. Yeni Başbakan, Ahmet Davutoğlu oldu.

soL yazarı Alper Birdal, Davutoğlu'nu "majestelerinin Başbakanı" olarak nitelendirirken, İkinci Cumhuriyet'in dikiş tutturamadan çökmesinin sorumluları arasında "titrek" Başbakan'ı da saydı. Birdal, Erdoğan-Davutoğlu-Fidan üçlüsünün, İkinci Cumhuriyet ve Yeni Osmanlıcılık bitmesine rağmen bu kadar ön plana çıkmasını "savaş" olarak nitelendiriyor:

Restorasyon!
Alper Birdal



Daha önce çok defa yazdık, AKP’nin iddialı olduğu alanların başında gelen dış politika, gerici iktidarın zayıf karnıdır diye... Kabul edelim, bu alanda bir “vizyona” sahiplerdi. Sadece soL’da değil, hâkim medyada ve uluslararası basında da bu vizyon yeni Osmanlıcılık olarak adlandırıldı. Ve çöktü… Üstelik çökeli epey bir zaman oluyor.

Amerikan çıkarlarıyla uyumlu, merkezinde islamcı ideolojinin durduğu, Türkiye’nin emperyal hevesler doğrultusunda dönüşümünü öngören bir vizyondu bu. Birkaç duvara birden tosladı ve darmadağın oldu.

Önce bölge gerçeklerine, geniş anlamda Ortadoğu’nun tarihsel ve sınıfsal birikimine çarptı. En belirgin yenilgisini Suriye’de aldı. Çünkü yeni Osmanlıcılık bölgedeki tarihsel gerçekleri kendi lügatine göre okuyor, sadece uydurmuyor, aynı zamanda düpedüz yanılıyordu. Suriye’de BAAS yönetiminin altı kolayca oyulabilecek, dünyaya basit bir “Alevi diktatörlüğü” olarak lanse edilebilecek bir iktidar olduğunu varsaydı. Yanıldı ve Suriye halklarından tarihsel bir ders aldı.

Sonra Türkiye’de duvara tosladı. Emperyal vizyonun altını ülkede gerici bir dönüşümle, İkinci Cumhuriyet’le doldurabilirdi ancak. Tersi de geçerliydi; dönüşüm için emperyal vizyon lazımdı. Ancak bu “restorasyon” Türkiye’nin özgürlükçü ve aydınlanmacı birikimine çarptı ve meşruiyet kazanamadan derin bir krize sürüklendi.

Sonrası kriz… Sermaye sınıfında endişe belirgin hale geldi, emperyalist merkezler kaşlarını çattı, emekçi sınıflar ve halklarla yıldızı zaten hiç barışmadı.

Artık ortada, neresinden bakarsanız bakın, bir enkaz var. Ve bu enkazın baş mimarlarından biri artık majestelerinin başbakanı…

Sesi titreyerek yaptığı konuşmada 12 yıllık tarihlerini “restorasyon” olarak özetledi. Devleti ve demokrasiyi restore etmişler.

Etmeye çalıştılar, edemediler. Daha doğrusu yenileyemeden eskidiler ve iflas ettiler. İkinci Cumhuriyet dikiş tutmadı. Restorasyon çalışmaları sırasında yapı çöktü. Çökertenlerin başını çekenlerden biri de bu titrek.

Bunun farkında olmamaları mümkün mü? Enkazın merkezinde duran, bölgedeki ülkelerin önemli bir bölümüne ayak basamayacak durumda olan zatın, yıkılmakta olan duvarları çelimsiz kollarıyla tutabileceğini zannedecek kadar aklını yitirmiş olması olası mı? Çoktan biten vizyonunun küllerinden yeniden doğabileceğini mi sanıyor?

Doğamaz. AKP takımı uzun zamandır soluksuz ve vizyonsuzdur ama yeni Osmanlı’nın bittiğini kabul edemiyorlar, edemezler. Savaşacaklar, başka yolları yok.

Hazret tepeye çıkınca boşalan koltuk bir değil. Önemli bir tanesi de Davutoğlu’nun boşalttığı… Oraya da kimin oturacağı belli… Resmen veya zımnen.

O koltuk Hakan Fidan’ındır. Resmen oturursa üçüncü bir koltuk daha boş kalır ve AKP’nin artık üç kadrosu var mı orası belli değil. Resmen oturmazsa, Dışişleri Bakanlığı’nı MİT’e bağlamış olacaklar. Mevlüt Çavuşoğlu böyle bir role uygun olur örneğin, Dışişleri’ne bakıyormuş gibi yapar. Nasılsa epeydir AB diye bir şeye bakıyor gibi yapıyor.

Bu troyka, Erdoğan-Davutoğlu-Fidan, İkinci Cumhuriyet’in ve yeni Osmanlı’nın iflasına rağmen bu kadar ön plana çıkıyorsa bunun tek bir anlamı olabilir: Savaş!

Zira bunların kafalarının nasıl çalıştığını, “stratejik derinliklerini” gayet iyi biliyoruz. Şu meşhur Dışişleri Bakanlığı tapesini, “gönderirim üç adam” muhabbetini unutmadık. Şimdi “restorasyon” dediklerinin iflasına rağmen vites büyütüyorlarsa niyeti hepten bozmuş olmalılar.

Üstelik bu troykanın üç neferinin de başı dertte… Her üçü de “kullanışlı aptallar” olduklarını her gün ve yeniden kanıtlamadıkları takdirde kendilerini Lahey’de bulur. Paçayı kurtarmak zorundalar ve artık hiç değilse tutarlılık atfedilebilecek bir vizyona da sahip değiller. Yapabilecekleri tek bir şey var; savaşı büyütmek.

Ne diyordu titrek sesiyle hazret? “Kıyamete kadar süreceğiz”… Doğrusu “göndereceğiz üç adam, kıyameti koparacağız” olmalı. Heyecandan dili sürçmüştür.


solcu  |  Cvp:
Cevap: 3
22.08.2014- 12:59

Biri uzun, biri kısa!
Kemal Okuyan


Bir görüşe göre, Tayyip Erdoğan’ın hukuk tanımazlığı, tek adamlığı, makam düşkünlüğü bir kez daha ortaya çıktı Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra. Kim itiraz edebilir ki böyle bir görüşe, düpedüz açık gerçek. Halk onu koltuğundan düşürmeye çalışıyordu, o iki koltuğu birden işgal ediverdi, sonra bir savaş suçlusunu koltuklardan birinde kendi yanına iliştiriverdi. Erdoğan “ben buyum işte” demekte her zamanki gibi.

Bir başka açıdan baktığınızda gördüğünüz hemen farklılaşacaktır oysa. İlk kez olmuyor bu, diktatör çok korkuyor. Toplumun yarısından korkuyor, onu var edip tepemize çıkaran büyük güçlerden korkuyor, kendi adamlarından korkuyor, gölgesinden korkuyor. Her yönden ve sürekli olarak tehdit algılıyor, önlem alıyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonraki skandal ve Başbakanlığa yapılan atama, bir güç gösterisi kadar ölçüsüz bir korkunun da göstergesi.

Yeteneğinin çok ama çok üstünde bir konuma yerleşti. Dahası temsil ettiği zihniyet hak ettiğinden fazlasına ulaştı, hayal bile edemeyeceği mevziler kazandı. Her diktatör gibi, bunu algılayamıyor artık. Gerçeklikle bağ kurma şansına sahip değil. Korkusu, gücüyle kazancı arasında ortaya çıkan bu muazzam mesafeden kaynaklanmıyor. Çünkü o bu mesafeyi kendisiyle böcekler arasındaki derin ve doğal uçurum olarak görüyor. İşte oradaki her kıpırtı, her hareket, her hayat belirtisi diktatörün uykularını kaçırmakta. Yalnızlığa, tekliğe, biricikliğe alışmış; korkusunu tam da bu tetikliyor.

“Ondan sonra AKP ne olur” sorusuna verdiği yanıt bu açıdan yeterince aydınlatıcı. Şu ana kadar onu pek üzmemiş, ufak tefek dertler dışında zorlu yıllarda sadakatini göstermiş ekibi uyumlu biçimde yönetmeyi denemedi bile. Çünkü bu böceklerin yaşadığı düzleme yakınlaşmayı, hatta onlarla birlikte mesaiye kalmayı gerektiriyordu. Asla! Bunun yerine “ben de kendi çapımda bir şeyim” demeye kalkan herkese haddini bildirdi, kırdı, döktü, küstürdü ama kendisiyle diğerleri arasındaki mesafeyi korumuş, hatta açmış oldu.

Davutoğlu ismine gelince…

Birçok etmen sayılabilir bu tercihe yol açan. Ama bana göre ilk sıraya, onun da en az diktatör kadar gerçeklik duygusunun zayıflamış olduğunun yazılması gerekir. Başka türlüsünü yapamazdı, başka türlüsüne katlanamazdı, sinirleri bozulurdu. Şimdi gerektiğinde kendisine makulü oynama fırsatı bile sunacak anormallikte biri var bıraktığı koltukta.

Dedim ya, bir dizi neden sayılabilir Davutoğlu tercihi konusunda. Önümüzdeki dönem bölgesel sorunlarda yaşanacak artış, ABD yönetimi nezdinde bildik bir sima olması, kural tanımaması ama aynı zamanda sefil bir hizmekâr olarak da kendini kanıtlaması, yüzde 50 üzerinde hipnoz etkisi yaratabilecek enerjikliği sergilemesi ve nihayet parti örgütünde “ikinci adamlık” iddiasını hiç taşımaması…

Emperyalizm-kapitalist sistem bir bütün olarak istikrarsız. Türkiye kapitalizminin siyasetiyle, ekonomisiyle, ideolojik süreçleriyle normalleşmesi yakın erimde mümkün gözükmüyor. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi bu tabloya gerçekten de cuk oturuyor. Bir bakış açısıyla, gerçek tam da bu.

Öte yandan Türkiye’de sermaye sınıfının yalnız geleneksel kesimlerinin değil, AKP döneminde ihya olan ve yüksek kâr oranlarının tadını almış türedi bölmesinin ihtiyaç duyduğu şey elbette normalleşme. Onları Erdoğan ve Davutoğlu ikilisine mahkum eden, elde ettikleri imkanların henüz sağlam kazığa bağlanmamış ve yeni riskler göze alınmadığında elden çıkabilecek olmasıdır.

Bir risk, uluslararası ve bölgesel gelişmelerdir. Sermaye sınıfı, bu riski göze almaktadır çünkü emperyalist merkezlerin düzenleyici rolüne güvenmekte, yaşanacak sıkıntıların derhal Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin kişisel sorununa dönüşeceğini düşünmektedir.

Diğer risk, halkın ayağa kalkışıdır. Burada güvenebilecekleri şimdilik ikilinin çılgınlıkları ve ayarsızlığıdır; ki bu da riski katmerleştirmektedir!

Erdoğan Haziran’da bitmişti. Davutoğlu da Suriye’de…

Neden hâlâ tepemizdeler sorusuna verilecek uzuuuun bir yanıt var. Ama tekrar olacak, ikisi de gerçekten bitmişti.

Şimdi çürüyen kapitalizm, çürüyen iki siyasi figürle ya bu toplumu çürütecek ya da…

İki kafadar bu kez hizmet ettikleri sınıfı da ortak edecek yarattıkları nefrete ve…

Tükenişe!

yorum2006  |  Cvp:
Cevap: 4
23.08.2014- 04:51

"Genel Müdür" demek doğru değiildir. Genel müdür belirli bir kuruluşun başına getirilen ve siyasetçinin anlamadığı, uzmanlık istiyen konularda teknik ayrıntılarla uğraşan ve o kuruluşu yöneten bürokrattır. Burada ise şefin her dediğini yapacak, siyaseten ve kişilik olarak zayıf bir siyasetçi olma durumu var. Geçmişte bu göreve "Akbulut" luk da denildi. Özal da benzeri yöntemi uygulamıştı. Ancak arada bir fark vardı, Akbulut taşra siyasetinde, kendi çapında siyaset yapmış biriydi. Burada geri kalmış bir Anadolu köyünden çıkıp, geldiği İstanbul'da, Robert Kolej gibi genelde kentsoylu elitlerin çocuklarının devam ettiği okullarda okuyup burjuva çocukları arasında dikiş tutturamayınca, köylülük kompleksiyle Osmanlıcı kesilen ve uçuk kaçık bir takım fikirler ortaya atan birisi var. Bu sağcı - dinci cenahta, aklı başında sosyal bilimci olmadığından, eşyanın doğası gereği çıkamayacağından da, bilim adamı sanılan, bilim adamı diye yutturulan birisi. Tayyip de köylü olduğundan, köyün nasılsa okumuş "dörtgözünü" bilim adamı diye yutturacağını ve rahatça kullanacağını iyi biliyor. Hem şehirde bulunmuş, şehirli çocuklarla birlikte okumuş değil mi? Şehirliler de beğenir belki.   Tabii eğer bu ülkede şehirli diye birşey kaldıysa. Ne adam gibi burjuva var bu ülkede, ne de Engels'in tanımlamasındaki gibi "dededen oğula geçen proleterlik". Kırsal var ve bir de kırsalın kentlerdeki uzantıları. "Milletin a.. koyduk" diye konuşan, hırsızlamayla zengin olmuş,   sonradan görme henüz burjuva kültürünü bile özümseyememiş hırsız kapitalistler. Kentli nüfus olarak ağırlıklı olarak da, kentlerde varoşları dolduran, daha proleterleşememiş, ekonomik yönden de, siyasi yönden de geri bilinçsiz ve yoksul yığınlar.

Alman hakim sınıflarının dergisi Der Spiegel, konuyla ilgili haberine,   "Erdoğan kuklasını arıyor" başlığı atmıştı geçen gün. Batı'nın duruma bakışı budur. Bu arada, cumhurbaşkanlığı seçimi, yeni başbakan tartışmaları arasında, forumda dile getirilmeyen bir rezalet daha yaşandı. Almanya dış istihbarat örgütü BND'nin bunları dinlediği ortaya çıktı. BUnlar hiçbir tepki koymadılar, koyamadılar. Daha da ilginci bu dinleme skandalından sonra, Alman başbakanı Merkel ve Alman siyasetçilerinin takındığı aşağılayıcı tavırdır. Daha önce CİA tarafından dinlendiği ortaya çıkmış olan Merkel "dostlar arasında böyle şey olmaz" demişti. BND'nin bunları dinlediği ortaya çıkınca kadına bunu hatırlatıyorlar. Yanıt ne? Ben onu Amerika için söyledim diyor. Yani Amerika dost ama Türkiye dost değil diyor. Bu kadar açık bir aşağılama karşısında bile dut yemiş bülbül gibi sessiz kaldı bunlar. RTE de anlı şanlı Osmanlı taklitçisi dış bakanı da. Neden? Her konuda konuşan, konuşmadığı gün ve konuşmadığı konu bulunmayan RTE ve "Titrek" neden sus pus oldular, bu aşağılamayı sineye çektiler   acaba? Yoksa Alman istihbaratının dinleme kayıtları ortaya çıkar diye mi korkuyorlar?  

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]