Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Siyasi ve ideolojik söyleşiler

“İşkencenin Şarkısını Susturdum”


12 Eylül döneminde Mamak Askeri Cezaevi’nde tutuklu bulunduğum dönemde, günde 20 saat Müşerref Akay’ın “Türkiyem” şarkısını, koğuşların üst kısımlarına koydukları hoparlörlerden açarak bizlere işkence niyetine dinletiyorlardı. Cezaevinden çıktıktan sonra müzik şirketi kurdum, zamanla büyüdük ve şarkının bütün haklarını satın alarak basımını ve çoğaltılmasını yasaklattım.”


Bu sözler, 12 Eylül’ün karanlık günlerinde Grup Yorum’un albümünün yapımcısı, Ahmet Kaya’nın keşfedilmesine katkı veren, şimdilerde Türkiye’nin en büyük müzik yapım şirketlerinden birinin sahibi olan Anadolu Müzik’in sahibi Cem Yılmaz’a ait. İşkence olarak tabir ettiği şarkıyı susturarak o yıllardan intikamını alan Yılmaz, henüz yirmi yaşındayken girdiği cezaevinde yaşadıklarını ve sonrasını Yurt gazetesinden Hüseyin Şimşek’e anlattı.

12 Eylül sürecinde neden   tutuklanmıştınız?

Politik mücadeleler sonucunda tutuklandım. O dönem, ülkede toplumsal muhalefetin yavaşça kımıldamaya başladığı dönemdi. Adalet partisi iktidardaydı. Ülke yarı açık cezaevine dönmeye başlamıştı. Bundan rahatsız olan sol görüşlü insanların kurduğu örgütlere ben de üye oldum. DEV-GENÇ ile tanıştım. 1979 yılının sonlarına doğru bu suç sayıldı ve bir gün yolda yürürken kimlik kontrolüne takılıp gözaltına alındım, ardından da tutuklandım. Ataköy semtinde ilk olarak jandarma kışlasına götürüldüm. Çok büyük işkenceye maruz kaldım. İşkence yöntemlerinin neredeyse tümü üzerimde uygulandı. Daha sonra hapishaneye götürüldüm. Sultanahmet Cezaevi’nde büyük anılarım oldu diyebilirim. Hatta darbeyi de orada karşıladık.

Darbe cezaevinde nasıl hissedildi?


11 Eylül akşamı, koğuşlara binbaşı ve albaylar geldi. Halimizi hatrımızı sordular. Anladık bir şeyler olacağını. Aynı gece saat 12’de BBC’den darbe olduğunu duyduk. Böylece Türkiye halkından 5 saat önce darbeden haberimiz olmuştu. Hemen kendi içimizde bir toplantı yapıp neler yapabileceğimizi tartıştık. Asla taviz vermeme kararı aldık. Yaptırımlara uymayacaktık. Sabah oldu. İlk iki gün bize hiçbir şey yapmadılar. 14 Eylül’de ilk saldırı, havalandırmada çöp döken arkadaşımıza yapıldı. Çok fena dövdüler. 15 Eylül sabahı ise büyük baskınlar yapıldı. Bize odunlarla saldırıldı.

Tuvalet için askerlere ‘komutanım’ dememiz şarttı

12 Eylül’ün arkasındaki isimlerden dönemin Orgenerallerinden Ali Haydar Saltık’ın bir bildirisi okundu. Bizler de sloganlarla karşılık verdik. Çırılçıplak soyulduk, yüzükoyun yatırıldık ve arkadan kelepçelendik. Ardından bizlere tek tip kıyafetler giydirilmeye başlandı. Dörtlü hücrelere atıldık. Havalandırmalar ve ziyaretler yasaklandı. Askerler yeni kurallar getirdi. Komutanım denecek, İstiklal Marşı okunacak, askeri düzene geçirilecekti. Bizler de bunlara uymayacağımızı söyledik. Tek tip elbiseleri giydik fakat zorlama olduğu için üstümüzde yırttık. Hücrelerimizden tuvalete gitmemiz için askerlere komutanım dememiz istendi. Bunu kabul etmedik ve tuvaletlere çıkmamız yasaklandı. Hücrelerde kendimizce yöntemler geliştirerek bunu aşmaya çalıştık.

Ne gibi direniş metotları geliştirdiniz? Sonrasında neler oldu?

Mahkemelere giderken, askeri ringlerden bez parçalarına sloganlar yazıyorduk ve dışarıya atıyorduk. Daha sonra mücadelemiz karşılığında tek tip kıyafetten vazgeçildi. O dönemde hoşgeldin dayağı denen işkence yöntemi gelişti. Korkunç dayaklar atıyorlardı. Sesler koğuşlarımıza kadar geliyordu ve bizler de o işkence çığlıklarına attığımız sloganlarla karşılık verip yeni mahkumlara güç vermeye çalışıyorduk. Sultanahmet Cezaevi’nde, Diyarbakır Cezaevi haricinde Türkiye’deki ilk açlık grevini yaptık. 10 günün sonucunda idare tüm dayatmalarından vazgeçmek zorunda kaldı. Metris Cezaevi açıldı. 30 kişi ilk olarak oraya sevk oldu. Sevk olanlar arasında ben de vardım. Giderken bize, “Sizi öyle bir yere gönderiyoruz ki, buraya şükredeceksiniz” demişlerdi. 16 kişilik bir grup sevk edilirken, büyük bir işkence uyguladılar. Bunun sebebi de Metris’e gitmeden orada da bir açlık grevi olmuş olması ve cezaevi yönetiminin işkenceden vazgeçmesiymiş. Gitmeden yaptılar yapacaklarını.

Metris’te hiç işkenceye maruz kalmadınız mı?

İlk 15 gün bize dokunmadılar. Ardından Metris adeta cehenneme döndü. Koğuşumuzu dağıttılar ve bayılana kadar dayak yedik. Bayılıyorduk, üzerimize su dökerek ayıltıp yeniden dövüyorlardı. Yanı başımızda doktorlar duruyordu. Bayıldığımızda doktor kontrol ediyor ve dayağa devam edip edilmeyeceğine karar veriyorlardı. Hayatımda ilk kez o zaman karşılaştığım ve son ses katıldığım ‘İnsanlık onuru işkenceyi yenecek’ ve ‘İşkence yapmak şerefsizliktir’ sloganları onları son derece rahatsız ediyordu. Bizi yeni koğuşlara dağıtanların amaçları mümkün olduğunca ayrı davalardan yargılanan insanları bir araya getirebilmekti. Koğuşumuz dağıtıldıktan sonra kendimize göre haberleşme yöntemleri geliştirmiştik. Üç dakika içinde bütün cezaevi iletişim içine geçebiliyorduk.


“Türkiyem” şarkısıyla nasıl tanıştınız?

Bir gün aniden duymaya başladık şarkıyı. Kenan Evren tarafından ısmarlama şarkı olduğunu öğrendiğimde hiç de şaşırmamıştım. Günde 20 saat Müşerref Akay’ın “Türkiyem” şarkısını koğuşların üst kısımlarına koydukları hoparlörlerden açarak bizlere işkence niyetine dinletiyorlardı. Bu şarkı o kadar çok çalıyordu ki sadece bizim değil, koğuş etrafında nöbet tutan askerlerin dahi midesi bulanıyordu. Psikolojimiz bozulmuştu. Hem üç öğün dayak yiyor, hem de sürekli aynı şarkıyı dinliyorduk.

Cezaevine girmeden önce müziğe ilginiz var mıydı? Müzik piyasasına nasıl atıldınız?

Cezaevine girmeden önce müzikle aram yok denecek kadar azdı. Askerden geldikten sonra bir arkadaşımla kasetçi dükkanı açma kararı aldık. 1986’da Bakırköy’de dükkanı açtık. Dükkanıma 30 yıllık dostum, şu anki ev arkadaşım gazeteci – yazar Ertuğrul Mavioğlu, birkaç genç arkadaş getirdi ve kaset çıkarmaları için yol göstermemi istedi. Genç arkadaşların gruplarının ismi, “Yorum”du. Grup Yorum’la böylece tanıştım.

Bir gün de Bakırköy’deki dükkanımı başka bir arkadaş arayıp, yetenekli bir kişinin kaset yaptığını lakin bunu çoğaltamadığını söyledi. O gelen isim de Ahmet Kaya’ydı. Ben de maddi imkan olmadığını söyledim ve Grup Yorum ile Ahmet Kaya’yı Taş Plak’a götürdüm. Orada albümleri çıktı ve iki taraf da büyük beğeni aldı. 1987 yılında ilk olarak Cem Müzik isimli müzik şirketini kurdum. “Türkülerle Grup Yorum” albümü Cem Müzik’in ilk albümü oldu. 90’ların başında Cem Müzik, yapımcılığını üstlendiği şarkılar sebebiyle polis tarafından basıldı ve kapatıldı. 1993 yılında Anadolu Müzik’i kurarak yeniden bu işe döndüm. Efkan Şeşen, Kazım Koyuncu’nun grubu Zuğaşi Berepe, Kutup Yıldızı gibi isimlerin ilk albümlerini çıkardık. Ali Ekber Çiçek, Mahsuni, Arif Sağ gibi otorite sayılacak isimlerin albümlerini yaptık. Kürtçe albümler çıkardık. Bize davalar açılmaya başlandı. Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde yargılandık.

“Türkiyem” şarkısını satın almak nereden çıktı?

Bir arkadaşım elinde telifleri bulunan albümleri satacağını ve benden satın alıp almayacağımı sordu. Ben de elindekileri incelemek istedim. İncelerken Müşerref Akay’ın “Türkiyem” içerisinde şarkısının da bulunduğu albümünü gördüm. Çok sevindim. Hiç düşünmeden sadece 3 bin 500 liraya satın aldım.

Şarkıyı satın almaya karar verirken aklınızdan neler geçiyordu?

Bu şarkı sadece beni rahatsız eden bir şarkı değildi. Metris’ten Diyarbakır’a sağcı-solcu herkesi rahatsız eden bir şarkıydı. Alır almaz bir daha bu albümün basımını ve kopyalanmasını da yasaklattım. Şarkının basımı ve dağıtılması, ayrıca yayınlanması için iznim gerekiyordu ve ben de ne olursa olsun izin vermeyeceğimi açıkladım. Bunu duyan sağcı-solcu mağdur insanlar beni arayıp tebriklerini ilettiler. Simgesel de olsa bir duruma ve anlayışa tepkide bulunmuş oldum.

Bu süreçte Müşerref Akay’la görüştünüz mü?

Müşerref Akay’la telefonda konuştum. Ona durumu anlattım. ‘Bu, sana Kenan Evren tarafından ısmarlanan bir parça. Yapmışsın bir kere. Ama bunu savunma’ dedim. Şahsi husumetimizin olmadığını da belirttim. O da üzgün olduğunu fakat milliyetçi bir ideolojide olduğunu söyleyerek kendisini savundu.

12 Eylül Davası Haziran ayında sonuçlandı. Kararda Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında müebbet hapis cezası verildi ve rütbeleri söküldü. Sizin bu konu hakkındaki görüşleriniz neler?

12 Eylül davası sonucunda çıkan karar tamamen yetersiz bir karardır. Eğer darbe yargılanacaksa 12 Eylül’ü, o sürecin getirdiğini ve götürdüğünü iyi bilmek gerekiyor. 12 Eylül’ün yargı sistemi, yasaları, ekonomik sistemi olduğu gibi duruyor. Darbeyi iki kişi yapmadı. Bu konuda suçlu olan binlerce insan var. CIA bağlantıları, MİT’i, rütbesi düşük askerleri, hepsi bu işin içindeydi. En temelinde sendikalara verilen zarar arttırılarak devam ediyor. Örgütlenmelerin üzerine engel koydular. 12 Eylül yargılanması göstermeliktir. Çünkü sistem Türkiye’yi dizayn etmeye çalıştı ve başardı. Dava da bunun sonucunda göz boyama amaçlıydı. Zaten onlar da yaşlarından dolayı şu an dışarıdalar.

toplumsol

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]