Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Dinler-İnançlar
22.12.2014- 20:59

Dinciyle diyaloglar (I) – Fırat Bayram


A: Tanrı vardır.

B: Nereden biliyorsun?

A: Çünkü gönderdiği kitapta böyle yazıyor.

B: Peki o kitapta yazanların doğru olduğunu nereden biliyorsun?

A: Çünkü onu Tanrı gönderdi.

B: Bir dakika şimdi, baştan alalım. Tanrı’yı nereden biliyorsun?

A: Kitaptan biliyorum.

B: Kitabın doğruluğunu nereden biliyorsun?

A: Tanrı’dan biliyorum.

B: Kitabın doğruluğu için Tanrı’yı, Tanrı’nın varlığı için de kitabı gösteriyorsun. Ama bunların ikisi de kanıt bekleyen bilinmezler. Bunları birbirine nasıl referans gösterirsin? Kanıt bekleyen iki şüpheli ‘şeyi’ birbirine delil diye sunuyorsun. Ben şimdi bir kitap yazsam ve desem ki bana bunu bir peri yazdırdı. Periyi sorduğunda kitabı, kitabı sorduğunda da periyi referans göstersem olur mu?

A: Yanacaksın sen!

B: Niye?

A: Çünkü inkâr ediyorsun.

B: İnandırıcı bir şey söylemedin ki inkârdan bahsedebilesin. Ayrıca bir gerçeği inkâr bile ediyor olsam, bu neden yanmamı gerektirsin?

A: Çünkü Tanrı kendisine inanılmasını ve tapınılmasını çok önemser. Ama havaya girme, O’nun aslında senin inanıp tapınmana ihtiyacı yoktur.

B: O halde niye yakacakmış beni?

A: Sen aslında O’na inanıp tapmayarak kendini yakıyorsun.

B: Hayır, ben inanıp tapmadım diye hiç rahatsız olmuyorum. O niye oluyor?

A: Her şeyi yaratan büyük bir güç o. Sen de onun bir yaratığısın. Ona tapmazsan, bu vefasızlık yüzünden taşlar bile sana lanet eder. Bu yüzden cezalandırılman gerekir. Çünkü o mükemmeldir. Her şeyi bilir, duyar, görür, bizleri çok sever, bize merhamet eder. Onu yok saymak bu yüzden suçtur, günahtır.

B: Kimin nazarında günahtır? O’nun olsa gerek. Her şeyden büyükse tüm kuralları da kendisi koyuyor demektir. Taşlara atma sorumluluğu. İstese beni affedebilir.

A: Seni affedebilir, çünkü çok merhametlidir.
B: İyi o zaman, biraz yanar çıkarım.

A: Olmaz, O’na inanıp tapmazsan seni cehennemde sonsuza dek yakar. Derin kavrulunca yeni baştan yaratır ve yine yakar. Bu böyle hep tekrarlanır. Hiç durmaz.

B: Ama sen onun bizi sevdiğini ve merhametli olduğunu söylemiştin hani?
A: Seni sevmesi, gerektiğinde yakmasına engel değil.
B: O halde umarım beni sevmiyordur!

A: Dünya hayatı içindeyken, sınavın devam ediyorken merhamet edip sevebilir. Ölünce imansız isen, o zaman merhamet bekleme.

B: Ama ben kimseye bir kötülük yapmadım. Kendi halinde, hatta etrafı tarafından sevilen, iyi bilinen biriyim.

A: Bunların önemi yok. Onu kabul etmiyorsan, yaptığın tüm iyilikler boşa gider.

B: Biraz bencil galiba?

A: Tövbe de, çarpılırsın! Tanrı’dan bahsediyoruz. Önemli olan onu kabul etmektir. Onun yarattığına gösterdiğin özeni ona göstermiyorsan elbette bunun kıymeti kalmaz ve yanarsın.

B: Onu görünce fikrim değişir nasılsa, neden yakıyor ki?

A: Tanrı’nın hikmetine akıl sır ermez.

B: Aklın ermediyse bu işe, bir hikmet olduğunu nereden çıkardın?

A: Kelime oyunları yapma! Yakıyor çünkü onu görmeden ona iman etmen gerekirdi.

B: Neden böyle bir şey gerekiyor? Tanımadığım, hatta varlığından şüphe edilebilecek denli bilinmez olan birini nasıl sevebilirim ki?

A: Başlatma sevgine! İman edip ona boyun eğmekten bahsediyorum ben!

B: Sevmediğim birine mi boyun eğeyim? Sevemediğim, tanımadığım birine boyun eğersem bu durum benim karakterimde sorun olduğunu göstermez mi? Hem bu durumda, böyle biri olduğum için o da beni sevmez.

A: O bunu istiyor ama. Çünkü kitapta böyle belirtiyor. O’na boyun eğecek, tapacak, dua edecek, yüceltecek ve öveceksin.
B: Ama kendim alçak gönüllü olacak, nefsimle savaşacağım değil mi?
A: Aynen!

B: Kendi yapamadığı şeyleri bizden bekliyor gibi sanki?

A: Tövbe de, sözlerine dikkat et! Onu övüp yüceltmek insanın içinden gelmelidir zaten, böylesi makbuldür.

B: İçimden gelmiyor ama.

A: O zaman yanacaksın!

B: Bir şey içimden gelmiyor diye niye yanayım ki?

A: Tanrı bu şekilde uygun görmüş! Evreni yaratan nasıl uygun bulursa ona uymaya mecburuz. Her şeyi Tanrı yaratmıştır.

B: Yaratmak ne demek?

A: Yani yoktan var ediyor.

B: Bana tabiatta yoktan var olan bir şey söylesene?

A: Eeee… Iııımmm… Tabiatın içinde tek tek değil de, tüm tabiat yoktan yaratıldı.
B: Yaratılırken oradaymışsın gibi anlatıyorsun.
A: Sence evren nasıl oldu ki?

B: Bilmiyorum.

A: Ne demek bilmiyorum!

B: Bayağı… Sence nasıl oldu?

A: Tanrı yaptı işte!

B: Kim yaptı demedim, nasıl dedim?

A: Ne bileyim ben nasıl!

B: Nasılını bilmiyorsan birinin yaptığını nereden çıkarıyorsun?

A: İmanla.

B: Başka biri de başka türlü iman edebilir, nasıl ikna edeceksin seninkinin doğru olduğunu? İkinizinki de aynı oranda desteksiz.

A: Kâfirlik yapma! Hiçbir şey bilmeden nasıl ateist oluyorsun sen?

B: Her şeye açıklamam olması gerekmiyor, ateist olmak için dinlerin açıklamalarını inandırıcı bulmamak kâfi.

A: Evrenin yaratıldığını biliyorum çünkü doğanın tasarımlanmış olduğu çok açık.

B: Eğer her şey tasarım ise tasarımsız hiçbir şey yok demektir. Bu durumda da tasarımlı ile tasarımsızın karşılaştırmasını yapamayacağımız için tasarımlı olan ve olmayan ayrımı yapamayız demektir. Bu ayrımı yapamayacağımız için de evrenin tasarımlanmış olduğunu iddia edemeyiz sonucu çıkar. Dolayısıyla “Her şey tasarımlanmıştır” iddiası saçmalıktır.

A: Bak şimdi, her şeyin bir sebebi vardır. Evrenin de bir sebebi olmalıdır. Bu da Tanrı’dır. Benim dinim akla ve bilime uygundur.

B: Eğer her şeyin bir sebebi olmalı ise Tanrı’nın da bir sebebi olması gerekir mantıken.

A: Tanrı’nın sebebi yoktur. Sebep zincirini bir yerde kesmek gerekir.

B: O halde “Her şeyin sebebi vardır” iddiasını çiğniyorsun. Madem öyle evrenin de sebebi olmayabilir. Üstelik, senin iddian çok spekülatif. Bir yaratan varsaysan bile bunun tek olduğunu, bizle ilgilendiğini, hala var olduğunu, insan gibi duygu ve düşünceleri olduğunu, güvenilir biri olduğunu, sevgi dolu olduğunu falan nereden çıkarıyorsun?

A: Kitapta kendisi söylüyor.

B: Yani kendi hakkında konuşuyor öyle mi? Eğer doğruyu söylemiyorsa nereden bileceğiz?

A: Tanrı’ya inanmak yetmez, güvenmek de gerekir.
B: O zaman sadece iman değil güven de bir bilinmez ha?
A: Kitaptaki vaatler ve emirler Tanrı’nın sözüdür.

B: Nasıl yani; Tanrı konuşuyor mu?

A: Elbette!

B: Ama konuşabilmesi için beyine, omurilik sistemine, ağza, gırtlağa ve ses tellerine ihtiyacı var. Bunların tümü bedenseldir. Tanrı’nın insan gibi bedeni mi var?

A: Hayır, Tanrının bedeni yok, O bir ruhtur. O sonsuzdur. Onun konuşması için bedene ihtiyacı yok.

B: Bedensiz de konuşabilmek akla ve bilime aykırı. İnancın akla ve bilime uymuyor. Daha konuşma konusunda bilimsel verilere zıt düşerken evrenin oluşumu konusunda ne kadar uyumlu olabilir ki dinin?

A: Bizim aklımız ermez. Tanrı aklın üzerindedir.

B:   Akıl üstü demek ile akıl dışı demek arasında hiç fark olmadığının farkında mısın?

bedrettin  |  Cvp:
Cevap: 1
22.12.2014- 21:00

Dinciyle diyaloglar (II) Fırat Bayram

A: Bizim her şeye aklımız ermez. Hele ki Tanrı’ya! Tanrı aklın üzerindedir.

B:   Akıl üstü demek ile akıl dışı demek arasında hiç fark olmadığının farkında mısın?

A: Bu benim inancım. Ben böyle inanıyorum.

B: Elbette inanabilirsin. Ama inanmayanı ateşle tehdit etmen ahlak dışı değil mi? Ayrıca görülüyor ki inancının akıl ve bilimle uyuşan yanı yok. Bundan sonra, ''Benim dinim akla mantığa uygun'' demezsen sevinirim. Sahi, madem inancın akla dayanmıyor, o halde neye dayanıyor?

A: ....

B: Senin inancın da sadece bu inancın hâkim olduğu bir coğrafyada doğmana dayanıyor. Başka yerde doğsaydın, oranın masalını savunuyor olacaktın şimdi.

A: Masal deyip de dinime hakaret edemezsin!

B: Masal sözcüğü hakaret değil ki! Gerçek dışı anlatılara masal denmiyor mu? Neticede ben de kendi doğru bildiğimce konuşmak zorundayım. Kaldı ki sen sırf senin gibi düşünmediğim için beni cehennemle tehdit ediyorsun.

A: İmansızları tehdit etmek gerekir çünkü iman olmasaydı toplumda düzen sağlanamazdı. İmansızlık kargaşa ve suç getirir.

B: Şu an dinin doğruluğunu savunmayı bırakıp işlevselliği üzerinden gitmeye çalıştığının farkında mısın?

A: Ne oldu, işine gelmedi mi?

B: Tamam, madem öyle istiyorsun buradan devam edelim. Sence toplumda düzeni sağlayan sadece din midir? Günümüzde dinsiz oranı çok yüksek toplumlar var ve bunlar dünyanın en müreffeh, en ileri, en özgür, en demokratik ülkeleri. Örneğin, İsveç. Bu tür örnekler gözünün önünde duruyorken nasıl oluyor da toplumsal huzur ile inançlı olmak arasında bağ kurmaya devam edebiliyorsun?

A: İsveç vb. ülkelere ne açıdan baktığın önemli. Bu ülkelerde zina had safhada mesela! Bence hiç de ileri değiller yani. Eşcinseller bile evleniyor oralarda. Kadınlar çıplak geziyor! Gerçi senin gibilerin buna itirazı yoktur!

B: Evet yok. İsteyen istediğiyle evlensin. İsteyen istediği gibi giyinsin.

A: Ne demekmiş o! Eşcinsellik iğrençtir ve ahlaksızlıktır. Bu günah yüzünden helak olan kavimler var.

B: Eski Yunan'da eşcinsellik yaygındı ve helak falan da olmadılar. Bilakis, felsefenin en çok gelişim gösterdiği toplumlardan biriydi. Günümüzde de eşcinsellerin en rahat yaşadıkları toplumlar aynı zamanda en gelişmiş toplumlar. Helak olan toplumların ise tarihsel kaydı yok, sadece senin inandığın masal kitaplarında var. Eşcinselliği iğrenç buluyorsan eşcinsel ilişkiye girme! Sen heterosun ama bana göre de bir kadının senin zihniyetindeki bir adamla beraber olması iğrenç. Ne yapacağız şimdi?

A: Terbiyesizlik yapma!

B: Sen az önce eşcinsellere yaptın ama o terbiyesizliği. Nasıl oluyormuş anladın mı?

A: Eşcinsel evlilikleri de savunuyorsun yani!

B: Elbette. Bence senin mantığınla düşündüğümüzde de savunmak gerekir. Sence eşcinseller evlenemeyip ''zina'' yapsa, çok eşli yaşam mı sürdürseler daha iyi yoksa tek kişiyle yaşayıp kendi evlerinde, mahremlerinde mi bu ilişkiyi yaşasalar daha iyi? Evlenmelerini yasaklayınca eşcinsellik ortadan kalkmıyor ki!

A: Ama eşcinsellik doğal değil!

B: Nasıl yani doğal değil; sence eşcinseller doğaüstü varlıklar mı?

A: Laf ebeliği yapma. Tamam, öyle arzuluyor olabilirler ama bunu bastırmaları lazım. Bu bir suçtur.

B: Suç mu? Onları öyle arzulayacak şekilde yaratan kim? Senin Tanrın değil mi? Kızmaya ne hakkı var?

A: Bırak ya! Eşcinselliği ve kadınların çıplak gezmesini savunmakla eline ne geçecek? Değerli bir şair şöyle der: ''Medeniyet dediğin açmaksa bedeni, desene hayvanlar senden daha medeni!'' Bu laf senin gibilere!

B: Süslü bir lafmış. Ama mantıksız.

A: Nesi mantıksız, adam haklı!

B: Medeniyeti kapanmakla ilişkilendirmiş. Ama bunu sadece kadından bekliyor. Erkekler ne zaman medenileşecek acaba? Yoksa onlara ''ilkellik'' serbest mi? Medeniyetten anladığınız kadını tahakküm etmekten ibaret sanırım.

A: Ne tahakkümü be, biz kadınların fıtratının gereğini savunuyoruz.

B: Fıtrat mı? Bak dünyada milyarlarca başka dinden veya dinsiz kadın var. Eğer fıtratları örtünmeye dönük olsaydı, Müslüman olmasalar bile doğal biçimde örtünme yöneliminde olurlardı. Ama tam aksine! Dekolte giyim kadınlarda çok daha yaygın. Belli ki kadının böyle bir fıtratı yok. Hatta Müslüman kadınlar bile tesettüre girmeden evvel kendilerini hazırlamaya çalışıyor. Çünkü yok böyle bir fıtrat. Hem zaten senin nefsini terbiye etmen gerekmiyor mu? Kadının niye örtünmesi gereksin?

A: Örtünme ahlakı güçlendirir, tacizler vb. azalır. Öbür türlü, et açıkta, avcı bundan tahrik olur.

B: Et ve avcı? Midemi bulandırdın, ne biçim örnek bu! Sorun sen ve senin gibilerde. Bak Arabistan'da kadınlar kara çarşafla geziyor ama kaçırılma ve taciz edilme tehlikesi olmadan sokakta tek başına bile yürüyemiyorlar. Hala akıl etmez misin?

A: Örtünme yetmez tabi, başında erkek olmadan sokağa mı çıkılırmış!

B: Senin kâfir dediğin pek çok memlekette kadınlar ve erkekler birey olarak ve örtünmeden birbiriyle medeni ilişki kuruyorlar ama siz yapamıyorsunuz. Bu durumda ahlaken onların gerisinde olduğunuzu kabul etmeniz gerekmiyor mu?

A: Senin kız kardeşine birileri şehvetle baksa hoşuna mı giderdi onu söyle sen!

B: Her insan beğenilmek ister. Yaşam sevinci denen şey biraz da dışarı çıkıp kendini sergileme arzusu değil midir? Bilinmek, başkalarıyla etkileşmek, ''Ben de varım!'' demek. Bu hakkı bir insandan nasıl alabilirsin? Bir kadın sana beğenerek baksa kız kardeşin bundan rahatsız mı olmalıydı da bana bunun benzeri bir soru soruyorsun?

A: Kadının açık gezmesi ayıptır.

B: Sadece sana göre! Bence esas örtünmelerini beklemek ayıptır.

A: Ne alaka?

B: Birine, “Senin yüzün çok çirkin, görmek istemiyorum; lütfen örter misin” demek ne kadar ayıpsa, bir kadına da “Senden tahrik olabilirim, lütfen örtün” demek o kadar ayıptır. Sen bu patavatsızlığı din adına savunuyorsun üstelik!

A: Tanrı kadın ve erkeğin fıtratını ayrı yaratmış. Farklı görevler verilmiş.

B: Kâfir dediğin ülkelerdeki milyonlarca kadın ve erkek senin inancındaki görev dağılımına uymadan ve gayet de güzel yaşıyorlar ama?

A: Fıtrat realitesini inkâr edemezsin. Kadın başka erkek başkadır.

B: Farklılık neden ayrımcılık sebebi olsun ki? Ayrıca, fıtrat diye bir şey yoktur. Gir internete, arama motoruna ''hayvanlarla büyüyen çocuk videosu'' falan yaz; görürsün. Köpeklerle büyüyen çocuk aynı köpek gibi davranıyor, dört ayak üstünde koşturuyor, yalanıyor, uluyor. Fıtrat olsaydı, hayvanlar arasında da büyüse insanın ''insan gibi'' davranması gerekirdi. Bu tür videolar gözünün önündeyken hala nasıl oluyor da fıtrata inanabiliyorsun? Din adına totaliter baskı rejimleri kurup insanları belirli bir türde yaşamaya mecbur ediyorsunuz. Sonra da o insanların davranışlarını onların fıtratına bağlayıp sizin baskı ve yönlendirmelerinizi görünmezleştirmeye kalkıyorsunuz.

A: Ahlak için din gerekir. Hesap vereceğine inanmıyorsan her türlü kötülüğü yaparsın.

B: Teist dinlerin sayısı dünya nüfusunun yarısını biraz geçiyor. Yüz milyonlarca teizm dışı inanışta insan var. Milyara yakın dinsiz var. Ve dünya düne göre daha kötü bir yer değil. İnsanları birbirine bağlayan iman değil sevgidir.

A: İmanın da zararı yoktur ama!

B: Sana bir soru sorayım: Tanrı sana cennet vaat etmemiş olsaydı ona yine de inanıp tapar mıydın?

A: Ne biçim soru bu!

B: Şu biçim; yaygın olan dinlerin önemli kısmı ölümden sonra bir şeyler vaat ediyor. Diriliş vaat etmeyen inançlar silinip gitmiş. Bence inancınızın temelinde Tanrı değil, yeniden diriltilip cennette rahatça yaşama umudunuz var. Tanrı size bunu sağlayan bir aracıdan başka bir şey değil. Siz aslında kendinize inanmak istiyorsunuz. Bu bir tür ölümsüzlük arayışı.

A: Diyelim ki öyle olsun. Ölümsüzlük istemek kötü mü? Sen ölüp yok olacağını mı düşünüyorsun? İnsan buna nasıl inanır!

B: Bu bir inanç değil, görüp tespit ettiğimiz şey. Bedenin fonksiyonları durur, çürüme başlar ve gömülürsün. Hakikat bu. Gerisi desteksiz inanç.

A: İnanç zaten kanıt beklemez.

B: Yani desteksiz beklentidir diyorsun?

A: İnsan ölümü kabullenemeyecek bir tabiattadır ve onun mayasına bu kabullenemeyişi Tanrı koymuştur. Ölümü kabul edemediğimiz için Tanrı'yı arıyoruz çünkü.

B: Sadece insan değil hiçbir canlı ölümü kabullenmek istemez. Her canlının en temel içgüdüsü hayatta kalma içgüdüsüdür. Böcekte bile var bu. Peki, böceklerin ahireti var mı? Hayatta kalma isteği ile ahiretin varlığı arasında bağ kurman saçma. İnsanda da var hayatta kalma içgüdüsü. Bu yüzden ölümü kabullenmekte zorlanıyor. İnsanda beyin de çok gelişmiş olduğundan bu kabullenemeyişini din icat etmeye dek vardırmış.

A: Başka ne yapsaydı?

B: Bir şey yapmasına gerek yok. Dini psikolojik gereksinimlerimiz için kendimiz icat ettiğimizi bilmemiz yeterli. Bence esas olgunluk bir gün bitecek olmasını kabullenebilmektir. Bu kabulleniş, bedene değil sevdiklerimize bağlanmakla olur. Başkalarını kendinden çok sevmeyi başarırsan, ölüp yok olacak olman seni bu kadar korkutmaz. Sevdiklerinin yaşamı en büyük tesellindir. Burada esas olan sevgidir, biz değil. Bizi güzel kılan da sevgimizdir. Kendini bedeninle, nefsinle özdeşleştiriyorsun. Bu yüzden bedensel bir diriliş umuyorsun. Siz aslında hiç de nefsinizi terbiye etmiyorsunuz. Esas olgun insan dinsizlerden çıkar bence. Bir gün bitecek olmasını ve yok oluşu dahi kabullenmiş biri olgun biridir.

A: Geniş yığınlar hep o olgunluk seviyesini yakalayamamış olacak ama. En azından onlar için din gerekmiyor mu?

B: Geniş yığınların yaşamını biraz daha yaşanılır kılsak, eşitliği ve özgürlüğü tatsak, bu dünyadaki tatmini artırsak, bence o zaman avuntulara gereksinimler de azalacaktır.

A: Ama şu an yoksulluk ve sömürü var. Sen kalkıp da avuntu dediğin inancı onların elinden almayı önerdiğinde kendinle çelişmiş olmuyor musun?

B: Dinin, sömürülenlerin avuntusu olduğunu kabul etmene sevindim! Bu gerçeği bilerek inanmaya devam edebiliyorsan buyur devam et.

A: Soruma yanıt vermedin ama! Avuntu dediğin şeye günümüz insan yığınlarının psikolojik olarak ihtiyaç duyduğunu onaylama eğilimindeysen, dinin bırakılmasını ancak bahsettiğin o özgürlük ve eşitlik toplumu kurulduktan sonra talep etmen gerekmiyor mu?

B: Dini bırakmadan o özgürlük ve eşitlik toplumunun kurulabileceğine dair bir ışık görseydim, belki...

A: Zaten bu da Marksizm'in çelişkisi değil mi? Bir yandan materyalizm gereği, dine dönük inancın bitmesi için gerekli maddi koşulların olgunlaşmasını şart görüyor, yani önce koşullar oluşacak sonra din ihtiyacı bitecek diyor, ama diğer yandan da dinden kurtulmadan o koşulların kurulamadığını görüp tavşan gibi kalakalıyorsunuz.

B: Maddi koşulları kuracak olan da insandır. Bu yüzden önce insanın aydınlanması gerekiyor. Marks, ''din eleştirisi diğer tüm eleştirilerin öncülüdür'' diye boşuna yazmadı. Ama burada ince bir ayrım var: Dinden kafayı kurtarmak, ona bir gün yeniden teslim olmamayı garantilemez. Koşullar kötü olduğu sürece her dinsizin bir gün, duygusal veya psikolojik bir çöküntü anında, dine geri dönme tehlikesi vardır. Marks'ın anlattığından benim anladığım şu: Mücadele için dinden özgürleşmek gerekir fakat dine bir daha geri dönmemek için mücadelenin sonuç vermesi gerekir. Aksi halde yine aklını dogmaya esir edersin.

A: Yani bir kez kurtul ve mücadeleye atıl, kazanırsan hep kurtulursun, kazanamazsan bir gün yeniden düşersin mi diyor?

B: Ben en uygun yorumun bu olduğunu düşünüyorum. Aksi halde söylediğin türden bir ''tavşan gibi kalakalma'' durumu oluyor.

A: Bir dakika ya, tüm bu dediklerinden şöyle bir sonuç çıkarabilir miyim: Şayet din senin o özgürlük ve eşitlik toplumuna onay veriyor, dindarlar bu yolda mücadele ediyor olsaydı sen dinsel inancı yıkmak için uğraşmazdın öyle mi?

B: Kimseye zararı yoksa avuntunuzu neden elinizden almak isteyeyim ki.

A: O halde sen dine yanlış olduğu için değil zararlı olduğunu düşündüğün için mi karşı çıkıyorsun?

B: Biraz öyle aslında. Neticede dininin yanlışlığını ortaya koyduğumda madalya takmıyorlar. Olmayan cennete de gitmiyorum. Zaten inanan da aklına yattığından değil duygusal gerekçeyle, ihtiyaç duyduğu için inanıyor. Çene yoruyorsam, sadece zararlı olduğu içindir.

A: O halde zararsız bulduğun dinlere karşı çıkmaman, hatta günümüz ''sömürücü toplumunda'' yoksul yığınlar için makul birer avuntu olarak görüp destek vermen gerekiyor sonucu çıkmıyor mu?

B: Çıkabilir, evet. Aslında günümüzde dinin yerini tutacak başka şeyler de bulunabilir, örneğin psikiyatri bilimi yeni dönemin dini gibi kabul edilebilir. Neticede avutmak konusunda dinden daha başarılı. Ama zararsız dinlerin de mahsuru yok tabi. Yani ben sandığın gibi her dine düşman olan biri değilim. Tüm dinleri aynı kefeye koyacak denli sığ da değilim.

A: Niye dinin yanlış olduğuna dair anlatıp duruyorsun o zaman?

B: Dinden biraz fayda görsek bu kadar anlatmazdım. Sadece nefret ve düşmanlık görüyoruz. Yoksa sırf mantığa uymuyor diye çocuklara masal anlatmayı kesmek gerekmez elbette. Çocuğun masala ihtiyacı vardır. Bu da bunun gibi. Ama masal, çocuğu kötü biri haline getiriyorsa orada dur denmeli! Daha günümüze uygun, daha insani bir masal her zaman bulunabilir. Bulunamıyorsa, hiç masal anlatmamak yeğdir.

A: Anladım… Anladım da ne zararını gördün dinimin?

B: Vicdana uymuyor. Savaşa karşı çıkmıyor. Eşitsiz bir toplumsal yapı kurup dininden olmayanların haklarını kısıtlamayı tavsiye ediyor. Modası çoktan geçmiş kuralları dayatıyor. Siyasal iktidar fikrinden vazgeçemiyor. Dayatmacı. Cinsiyetçi. Tahammülsüz. Daha sayayım mı? Öyle dinler var ki inananlarını içi nefret dolu, saldırgan, anlaşmanın mümkün olamadığı varlıklar haline getiriyor. Örneğin senin dinin, keşke hiç hüküm vermeyip sadece ''Birbirinizi sevin'' deseymiş. Dininin ne faydasını gördük, evvela bunu sormak lazım. Bence Tanrı'n gerçekten varsa, bu dini gönderdiğine çoktan pişman olmuştur.

A: Bunlar senin bakış açın.

B: Manzaraya bakınca başka yorum yapmak mümkün mü?

A: Dini yanlış anlayan birtakım yobazlara kızıp da dini yargılamamalısın.

B: Neden diğer dinler yanlış anlaşılmıyor da sadece seninki yanlış anlaşılıyor? Neden diğer dinlerin inananları içinden tüm bu kötülükleri yapanlar çıkmıyor da sadece sizden çıkıyor? Gerçeklerle yüzleş artık. Dininde yeterli malzeme bulunmasaydı kimse o kötülükleri yapamazdı. Dininle yüzleşmek yerine işine gelen yorumları türetip kaçıyorsun.

A: Ama ''gerçek din'' onların yaptığı gibi değil. Onu dikkate alma.

B: Dininin gerçekte sebep olduğu şeyleri dikkate almayayım da neyi dikkate alayım, senin kafandaki imajı mı? Gerçek din, gerçekte yaşanan dindir. Senin kafandaki tanıma değil, gerçek hayatta nelere sebep olduğuna bakılır.

A: Birtakım yobazların uyguladığı vahşetten inan bana ben de çok rahatsızım. Tepkini de çok iyi anlıyorum. Ama dinimi kötülükten ibaret sanıyorsan yanılıyorsun.

B: Dinini kötülükten ibaret sanmıyorum. Ama sen iyilikten ibaret sanıyorsun.

A: Anlayamadım?

B: Sana dehşet veren o yobazların yaptıkları da, senin gibi masum ve iyi insanların yaptıkları da o dinin bir parçası. Bir madalyonun iki yüzü gibi. Sen sadece bir yüzü görüyor, diğer kısımla yüzleşmekten kaçıyorsun. Yüzleşebilsen, bazı iyilikler de oluyor diye bu kadar kötülüğün sineye çekilmeyeceğini anlardın.

A: Ne diyeceğimi bilemiyorum. İçimdeki duygu, haklı olduğun ama yine de dinimi sevdiğim yönünde.

B: Bence daha iyi ve insani bir masal bulabilirsin.

A: Ailemden gördüğüme inanmaya ihtiyacım var.

B: Neye inanırsan inan dostum. Ama mücadele etmen gerekenin inançsızlar değil kötülük yapanlar olduğunu ve kötülük yapanların önemli kısmının da senin dininden çıktığını unutma. Anlattığın masal, masum bir masal değil. Eleştirilmeye alış artık.

A: Peki, kulağıma küpe olsun... Sen de ne kadar anlatırsan anlat, ne kadar akli ve mantıksal deliller koyarsan koy, insanın ailesinden gördüğü maneviyata sığınma ihtiyacı olduğunu, bunun ailesiyle arasındaki bir bağ olduğunu, insana dayanma gücü verdiğini, her şeye karşın bunun son derece insani bir ihtiyaç olduğunu unutma olur mu?

B: Denerim...

A: Son olarak ''Ya yanılıyorsan? Öldükten sonra karşında Tanrı'yı görsen ne söylemek isterdin?

B: ''Bana kendini sevdiremedin'' derdim. ''Kendini sevdirememişken ne yapmamı bekliyordun ki? Bana kızmaya hakkın var mı?'' Sorun, var mı yok mu tartışmasından daha öte... Ben senin Tanrı'na baktığımda sevilmeyi hak eden birini göremiyorum. Cehennemde kendi yarattığını yakan bir varlığı aklımdan evvel vicdanım onaylamaz. Onun cennetine davet edilsem de girmem. Açıkçası, böyle birine sırf size ödüller verecek diye boyun eğmenizi de pek etik bulmuyorum. Neyse, daha fazla uzamasın. ''Tanrına emanet ol.''

A: Sana da ''iyi şanslar'' o zaman.

Not: Yazıda sözü edilen din Eski Yunan dini, Tanrı da Eski Yunan Tanrısı Zeus'tur. Kimse üzerine alınmasın.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]