Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Siyasi ve ideolojik söyleşiler

Sevinç: Başkanlık sistemini ‘tartışmak’ reddedilmeli

İleri Haber'in sorularını yanıtlayan Murat Sevinç, başkanlık sisteminin Erdoğan'ın fiili durumunu hukukileştirmek amacıyla gündeme getirildiğini belirtti. Sevinç, "Başkanlık sisteminin kendisini tartışmanın bu saçmalığa bir meşruiyet sağlayacağını düşünüyorum" dedi.

Resim Ekleme

Söyleşi: Özgür Savaşçıoğlu - İleri Haber

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Doç Dr. Murat Sevinç, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Anayasa'nın temel ilkelerini sürekli ihlal ettiğini belirtti. Sevinç, Başkanlık sistemi tartışmaları için "Kendisi değişmeyeceğine göre sistemi kendisine benzetmeye çalışıyor" ifadesini kullandı.

Başkanlık sistemini tartışmanın hukuksuzluğa meşruiyet sağlayacağını belirten Sevinç, "Türkiye kötü bir şakanın içinde ve bu şakaya bir isim koymaya çalışıyoruz" diye konuştu.

Meclis gündemindeki iç güvenlik paketi, yeni anayasa ve Başkanlık sistemi tartışmalarına dair sorularımızı yanıtlayan Murat Sevinç şunları söyledi:

BÜTÜN SORUNLAR ANAYASA'YA HAVALE EDİLİYOR

Erdoğan ve AKP fiili olarak istediklerini yapabilen bir durumda. Neden yeni bir anayasaya ihtiyaç duyuyorlar?

Türkiye'de anayasa ve hukuk bir tür fetiştir. Sürekli anayasa konuşuluyor. Bütün siyasal kavgalar, siyasal çözümsüzlükler anayasaya havale edilir. Yeni bir anayasa ya da anayasa değişikliği yapıldığında, o siyasal sorunun çözüleceği varsayılır. Bazen bir anayasa değişikliği o sırada, özel bir sorunu çözebilir. Birtakım tıkanıklar aşılabilir. Ama siyasi çatışma dediğimiz şeyin kökeninde hemen hiçbir zaman anayasa yoktur.

Türkiye'de 1876'dan bu yana aynı hararetle anayasa tartışılıyorsa, demek ki sorunlar, yalnızca Anayasa metninden kaynaklanmıyor.

Resim Ekleme
"12 Eylül yasalarının hemen hepsi olduğu gibi duruyor. 12 Eylül düzenini
değiştirmeyi düşünüyorsan eğer o yasaların hepsini değiştirebilirsin. Elini
tutan yok ki."

12 EYLÜL YASALARININ DEĞİŞMESİ TARTIŞILMIYOR

Anayasa metni dışında o anayasal düzeni oluşturan bütün unsurlar göz önünde bulundurulmalı. Unsurların önemli bir parçası da yasal düzendir. Bugün Türkiye'de yasaların değiştirilmesi tartışılıyor mu? Sendikalar kanunu, toplu iş sözleşmesi kanunu, gösteri ve yürüyüşler hakkındaki mevzuat, siyasi partiler kanunu, yüzde 10 seçim barajı, YÖK kanunu vs. Hala duruyorlar. İktidar sadece yeni anayasa vadediyor. Peki yasalar ne olacak. 12 Eylül yasalarının hemen hepsi olduğu gibi duruyor. 12 Eylül düzenini değiştirmeyi düşünüyorsan eğer o yasaların hepsini değiştirebilirsin. Elini tutan yok ki.

HÜKÜMET SİSTEMİ ZATEN DEĞİŞTİ

Türkiye bir tür yarı başkanlık, adı konulmamış bir yarı başkanlık sistemine 2007 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle geçti aslında. 2014'ün Ağustos'unda bu tercihin sonucunu yaşadık.

Parlamenter sistemin özünde yer alan yansız cumhurbaşkanlığını sürdürmek artık mümkün değil. Bu yalnızca Erdoğan'la ilgili bir şey de değil. Ekmeleddin İhsanoğlu da seçilseydi, Selahattin Demirtaş da seçilseydi artık Fahri Korütürk tarzı, Cevdet Sunay tarzı ve hatta Demirel-Özal tarzı bir Cumhurbaşkanlığı yapmaları mümkün değildi. Yürütme organı, yetkisini/gücünü seçimden alır. Halkın oyuyla seçildiğiniz andan itibaren parlamenter sistemin yansız cumhurbaşkanı modelini, aynı biçimde yürütmeniz mümkün değil artık. 2007 değişikliğine karşı çıkışımın nedeni de buydu.

ANAYASA HER GÜN İHLAL EDİLİYOR

"Tayyip Erdoğan yetkilerini aşıyor, ihlal ediyor" demek işin kolay tarafı. Bunu görmek için anayasacı olmaya gerek yok. Evet Tayyip Erdoğan Anayasa'yı ihlal ediyor.

Resim Ekleme
"Türkiye'de her gün haliyle, tavrıyla, konuşmalarıyla yetki ve görevlerinin
dışına çıkan bir devlet başkanı var. Anayasa'nın temel ilkeleri de ihlal
ediliyor, yalnızca cumhurbaşkanının konumuyla ilgili bir sorun yaşamıyoruz."


YAPI, SÜREKLİ SORUN YARATIYOR

Sorun, parlamenter sistem geleneğine aykırı bir anayasa değişikliğinin 2007'de yapılıp sistemin Fransız yarı başkanlığına dönüştürülmesi, ondan sonra da Anayasa'yı değiştirmeden Cumhurbaşkanı seçilmesi. Amorf ve sürekli sorun yaratan yepyeni bir yapıyla karşı karşıyayız. Çeyrek başkanlık diyebiliriz belki.

Bizim sistemimiz parlamenter sistem ve geleneğimizde bu kadar aktif bir cumhurbaşkanı yok. Hiç olmadı. Bazı cumhurbaşkanları, siyasi konumları nedeniyle güçlü ve etkiliydi; anayasal yetkileri nedeniyle değil. 1909'da Türkiye'de parlamenter sistemin ana kuralı kabul edildi: Bakanların tek ve toplu sorumluluğu ilkesi. Yüz küsür yıldır bir gelenek sürdürülüyor. Yansız olmaya çalışan devlet başkanı tipi var. Şu anda o yapı yerle bir oldu. Doğal olarak da sancı yaşanıyor.

ADINI KOYMAK İSTİYOR

Türkiye'de her gün haliyle, tavrıyla, konuşmalarıyla yetki ve görevlerinin dışına çıkan bir devlet başkanı var. Anayasa'nın temel ilkeleri de ihlal ediliyor, yalnızca cumhurbaşkanının konumuyla ilgili bir sorun yaşamıyoruz. İkinci maddedeki temel ilkelerin içi tümüyle boşaltılıyor. Cumhurbaşkanı da, kendisi değişmeyeceğine göre sistemi kendisine benzetmeye çalışıyor. Diyor ki "En azından bir başkanlığa geçeyim de konumum belli olsun." Adını koymak istiyor sanırım. Başka bir gerekçe gelmiyor aklıma.


BAŞKANLIK SİSTEMİ TÜRKİYE SAĞININ SAPLANTISI


Başkanlık sistemi Türkiye sağının bir saplantısıdır. Hiçbir makul, sistem sorunlarını çözmeye yönelik gerekçesi yoktur. İlk olarak Necmeddin Erbakan 'Milli Görüş' adlı kitapçıkta dile getirmişti yanlış bilmiyorsam. Sonra Alpaslan Türkeş. Özal başkanlık sevdalısıydı. Demirel, Cumhurbaşkanı'yken Meclis'te birkaç kere denendi. 5+5 halk tarafından seçilme formülü… Tutmadı, kabul edilmedi.

TEK BAŞINA YÖNETME KAYGISI

Türkiye'de her zaman iktidar olacağını ve Meclis'te çoğunluğu ele geçireceğini varsayan sağ parti liderlerinin bir hayalidir bu. Türkiye'de çok oy alan sağ parti liderleri, başkanlık sistemine geçildiğinde parlamento çoğunluğunun her zaman kendilerinden yana olacağını düşünüyor. Tek başına yönetmek, sistemin tepesinde ‘tek’ olmak istiyorlar. Erdoğan da bunu istiyor. Herhalde hiç kimse, Erdoğan’ın, yetkilerinin çokluğundan şikayet edip sınırlanmak istediğini hayal etmiyordur.


Resim Ekleme
"Başkanlık, Türkiye'de her zaman iktidar olacağını ve Meclis'te çoğunluğu ele geçireceğini varsayan sağ parti liderlerinin bir hayalidir."

MİLLİ İRADEDEN ANLADIKLARI SANDALYE ÇOĞUNLUĞU

1961 Anayasa'sıyla birlikte Anayasa Mahkemesi, Yüksek Hakimler Kurulu kurulduğu andan itibaren Türkiye sağı, en güçlü biçimde Celal Bayar’ın ağzından, ‘milli iradeye ortaklar getirilmiştir’ eleştirisini yöneltmiştir. O yüzden ne Yüksek Hakimler Kurulu'ndan hazzettiler ne güçler ayrılığından ne de anayasa yargısından. Oysa anayasa yargısını, çok özendikleri ABD icat etmiştir! Üstelik Amerikan siyasetinde çok da etkili olmuştur. ABD başkanları, beğenmedikleri kararlar alındığında, ‘eyyy Yüce Mahkeme, cüppeni çıkar’ filan demeyi akıl edememiştir!

‘Milli irade’den anladıkları, sandalyelerin çoğunluğudur. Oysa demokrasi, sana oy vermeyenlerin haklarını da gözetmeni gerektiriyor. Seçim/sandık, yalnızca kimin yöneteceğini gösterir, nasıl yöneteceğini gösteren anayasa ve yasalardır.

BURHAN KUZU ANAYASACI DEĞİL MÜNECCİMDİR

Burhan Kuzu bu hafta bir röportaj verdi. Başkanlık sisteminde kuvvetler ayrılığının güçleneceğini, parlamentonun daha güçlü olacağını, yargı bağımsızlığının da zedelenmeyeceğini iddia etti...

Ben müneccim olsaydım Burhan Kuzu kadar rahat konuşabilirdim. Burhan Kuzu bir müneccim demek ki. Dolayısıyla o böyle lafları rahat rahat ediyor. Haksızlık etmeyelim, Türk hukuk eğitimi çok önemli adamlar da yetişmiştir ancak Burhan Kuzu, Türkiye’deki ortalama bir hukuk fakültesi eğitiminin sonucudur. Bu ülkede yüksek lisans, doktora yapmış, doçent ve profesör olmuştur. Daha ne diyeyim…

Hiçbir anayasal gelişmeye ve anayasa metnine, siyaset bilimi ve tarihin kavramlarıyla, hukuk felsefesinin ve sosyolojinin kavramlarıyla ve bakmıyor bu insanlar. O dünyadan bakmazsanız Burhan Kuzu'nun söylediği her şeyin doğru olduğunu düşünebilirsiniz.

Resim Ekleme
"Burhan Kuzu, Türkiye’deki ortalama bir hukuk fakültesi eğitiminin sonucudur.
Bu ülkede yüksek lisans, doktora yapmış, doçent ve profesör olmuştur."

denizcan  |  Cvp:
Cevap: 1
12.02.2015- 12:30


KAĞIT ÜSTÜNDE YAŞAMIYORUZ

Yani kâğıt üstünde bakıldığında, Burhan Kuzu'nun söyledikleri doğru gibi gelir ama toplumlar o kâğıtların üstünde yaşamıyor. Her sistem, belli tarihsel koşulların ürünüdür. ABD sistemi, Amerikanın tarihsel koşullarının ürünüdür. Bu koşullar, bizimkine hiç benzemez.

Burhan Kuzu ‘güçler ayrılığı’ derken doğru bir şey söylüyor. Ama geri kalan hiçbir şeyi hesaba katmadığı için söylediği her şey tümüyle yanlışlanıyor. ABD’de güçler ayrılığı daha güçlü demek için anayasacı olmaya gerek yok. Okuma bilmek yeterli. Oysa Türkiye'de bir federal yapı yok. Türkiye'nin parti yapısı, Türkiye'nin toplumsal yapısı, Türkiye'de siyasetin örgütlenme biçimi, seçim sistemi, gelişmişlik düzeyi, sınıfsal ilişkileri şusu busu… ABD'ye benziyor mu? Mavi lens ve bir iki cerrahi müdahaleyle Burhan Kuzu'yu ya da beni Brad Pitt'e benzetebilir misin? Benzetemezsin. Bir ülkenin tarihini, toplumsal yapısını, partilerini, örgütlenme biçimini, her şeyini göz ardı edip "buyur hadi getirdik başkanlık sistemini." Böyle bir şey olabilir mi? Böyle saçmalık olur mu? Şunu açıklamak zorundalar: Bu sistem neden yalnızca ABD'de işledi? Meşru bir soru değil mi?

Bir yandan da 'Çözüm süreci' adında ayrıntıları topluma açıklanmayan bir süreç yürüyor. AKP'nin Anayasa'yı kabul ettirmek adına Erdoğan'ın Başkanlığı karşılığında bir tür federal bir yapıyı masaya koyması mümkün değil mi?

Federasyona geçmek de tek başına bir ülkeyi demokratikleştiren bir şey değil. Bütün kurumlar o ülkenin toprağının özelliklerini taşır, kaçınılmaz olarak.   Örneğin Putin’in Rusya’sı, federasyon değil mi? Kürt meselesinde, görebildiklerimiz ve varsayabildiklerimiz var. Bir de hiç bilmediklerimiz. Her şey bu kadar iyi gidiyorsa, iç güvenlik yasası neden çıkartılıyor? Neden bütün toplumsal eylemlerin önü en sert şekilde alınmak isteniyor. Demek ki bir problem var. Demek ki öyle bir şey gelecek ki insanlar buna tepki gösterecek.

Resim Ekleme
İç güvenlik paketiyle ilgili genel kurul görüşmeleri iki haftadır erteleniyor.

SESİNİ ÇIKARAN TERÖRİST MUAMELESİ GÖRECEK

Demokratikleşiyorsak neden bu kadar berbat bir iç güvenlik yasası getiriliyor. Neredeyse sesi biraz yüksek çıkan her vatandaş terörist muamelesi göreye başlayacak bu ülkede. Bunun bir açıklamasının olması lazım.

Demek ki ülkenin önüne ülke ortalamasının çok da hazzetmeyeceği bir şeyler gelecek. Belki Kürtler’in de hiç hazzetmeyeceği, hiç beğenmeyeceği bir şeyler. Bilemiyoruz ki. Yalnızca varsayabiliyoruz şu aşamada. Buna mukabil durumun vahametini görmek için pek akıllı olmaya gerek yok sanırım.

AKP KENDİ ÇIKARINA HİZMET ETMEYEN HİÇBİR DEĞİŞİKLİK YAPMADI

Bugüne kadar AKP doğrudan kendi çıkarlarına hizmet etmeyen ne bir anayasa değişikliği ne yasal değişiklik yaptı. AKP 2011'den sonra değişti diyenler önceki dönemde ne gördüler de şu anda ‘çok değişti’ diyorlar onu bilemiyorum. 12 Eylül yasalarının hemen hepsi olduğu gibi yürürlükte. Ya da değişti ve bizlerin haberi olmadı!

2010 Anayasa referandumunda araların kendilerini solcu olarak tanımlayanların da olduğu isimler AKP'ye "Yetmez ama evet" diyerek destek vermişti. Onlar ne gördüler?

2010'da da kendi aleyhine olabilecek, Kürt sorunu açısından anlamlı, gerçekten demokratikleşmeye yönelik hiçbir şey yapmadı AKP. Sonrasında tek canını sıkan da ‘bireysel başvuru’ oldu. AKP'nin hesaplayamadığı tek şey Anayasa Mahkemesi'ne tanınan bireysel başvurunun bu sonuçlara yol açması. Ama önümüzdeki dört-beş yıllık dönemde başta Haşim Kılıç olmak üzere beş üye emekli olacak ve değişecek. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi'nin yapısı değiştikten sonra da tahmin ediyorum bireysel başvuru kararları bu yönde çıkmaz. Twitter kararı Youtube kararı falan onlar için sürpriz oldu.

Zaten o kararları alınca da Anayasa Mahkemesi'ne yüklendiler. Anayasa Mahkemesi en son barajla ilgili bir karar verdi. O karar istedikleri gibi çıkmadığında "tanımayacağız" diyorlardı. Ne yapacaksın tanımayıp?

Bugüne kadar yaptıklarına bakınca orta zekalı ve birazcık okumuş etmiş herhangi bir vatandaşın, AKP'nin demokratik bir rejim ve gerçek bir güçler ayrılığı hayal ettiğini düşündüğünü sanmıyorum.

Ahmet Davutoğlu, "Direnme hakkı" vurgusu yapan Kılıçdaroğlu'nu insanları tahrik etmekle ve provakatörlükle suçladı...

İnsanların tahrik olmak, provake olmak için Kılıçdaroğlu'na ihtiyacı yok. Siz toplumun nefes alacak bütün borularını tıkamaya çalışırsanız aynen Gezi'de olduğu gibi, sizin hiç beklemediğiniz bir anda hiç anlamadığınız işlerle karşılaşırsınız. Türkiye gibi karman çorman bir topluma bir şeyleri dayatmaya kalkarsanız Kılıçdaroğlu'nun bir şey söylemesine hiç gerek yok. Zaten toplum kendi kendine kaynaşmaya başlıyor.

İNSANLARA APTAL MUAMELESİ YAPARSANIZ...

İnsanların bütün rahatsızlıklarını birtakım lobilere bağlayıp onlara aptal muamelesi yaparsanız bu toplum bir yerinden çatlar elbet.

Fransa, İngiltere ve ABD'de patlamalar yaşandı. Kapitalizmin bu formu, neoliberalizm denen şey, toplumları çıldırma aşamasına getirdi.

Resim Ekleme
ABD'deki protestolardan bir kare.

TOPLUMLAR HER YERDE PATLIYOR

Bizi insanlıktan çıkaran bir sistem içinde yaşıyoruz. O yüzden bir tek Türkiye'de değil her yerde patlama yaşanıyor. SYRIZA'nın Yunanistan'daki zaferi de bunun bir örneği.

ADALET DUYGUSU SARSILDI

Toplumların adalet duygusu sarsılırsa, sonunda bunların olması olağandır. İnsanlar Rıza Sarraf'ı görüyor. Televizyonda arkasında Türk bayrağıyla çıkartılıp 29-30 yaşında ne idüğü belirsiz bir adam, bir sürü kirli işin içinde olduğu iddia edilen bir adam onurlandırılırken, öbür tarafta toplumun değer verdiği insanlar hırpalanıyor.

Bir siyasi lider, toplumun yarısına ‘milletim’ diyerek geri kalan yarısını dışladı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez yaşanıyor bu. O yüzden ilginç bir dönem yaşıyoruz. Demokrat Parti bile bunu yapmamıştı. Vatan Cephesi deneyiminden dahi garip bir durum bu. Ayrıca, altmış küsur yıl sonra, daha da garip.

TÜRKİYE'NİN ÖNEMLİ BİR BİRİKİMİ VAR

Tek bir zihin dünyasına uygun bir hukuk sistemi yaratılıyor; mümkün değil böyle bir şey. Bu kadar karmaşık bir toplumda mümkün değil. Biz Suudi Arabistan değiliz. Yerden çıkan bir zenginlikle adam olmuş bir toplum falan değiliz. Modernleşme, batılılaşmayı III. Selim'den başlatıyoruz. Türkiye çok önemli tarihsel bir birikimi olan bir ülke. Sen istedin diye tek bir tornaya sokamıyorsun insanları.


Direnme hakkı nedir?

Fransızlar 1789'da bundan söz ettiler, 1776'da Amerikalı'lar Bağımsızlık Bildirgesi’nde direnme hakkından bahsettiler.

Türkiye'de 1961 Anayasası’nda var bu direnme meselesi. Direnme hakkı, pozitif hukuk açısından, -içerisinde ‘hak’ sözcüğü olmakla birlikte- geçerliliği olmayan daha ziyade tepkisel/romantik ifade ama tabii ki güçlü bir ifade. Romantizmi şurada; direnirsin ve başarılı olursan ne ala başarısız olursan öldürülürsün ya da cezaevine!

ÇOCUĞUNU OKULA GÖNDERMEZSEN BU DİRENMEDİR

Sivil itaatsizlik ve direnme hakkı arasında bağlar var. Anayasayı kullanarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya çalışana karşı ne yaparsın? Ya da son zamanlardaki popüler adlandırmada olduğu gibi ‘seçilmiş diktatöre’ ne yaparsın? Otoriter yöntemler kullanan bir iktidara karşı hukuk sisteminde eğer hiçbir çare kalmadıysa, artık direnirsin. İyi de nasıl? Hukuk sistemi ne olacak? Yani, bunu önerenlerin ne önerdikleri belli değil. Mesela çocuğunu okula göndermezsen, bu direnme olabilir. Benim çocuğum o dersi almayacak... Bu bir direnme.


Resim Ekleme
8 Şubat'ta on binlerce yurttaş laik ve bilimsel eğitim için İstanbul Kadıköy'de buluştu.

DİRENME İÇİN ORGANİZASYON GEREKİR

13 Şubat'taki laik eğitim boykotu bu kapsamda ele alınabilir mi?

Evet bir kuralı ihlal ediyorsun ama o kuralı ihlal edenlerin sayısı yüz binler... Çocuğunu okula göndermek zorundasın, çocuğun o dersi almak zorunda. Üç kişi göndermezse soruşturma açılır, üç milyon insan göndermezse öyle kolay kolay kimseye soruşturma açamazsın.

Peki tamam ama bu öyle söylenip geçilecek bir laf değil. Direnme hakkı dediğin şey için ciddi bir organizasyon gerekir. İnsanlara anlatmak gerekir. Bizim siyasetçiler bu ifadeleri biraz da kulağa hoş geldiği için ediyor. Mesela TBMM’de yemin etmemek, ilginç ve güzel bir yoldu aslında. Eğer girmeselerdi, kilitlerlerdi. Ama gidip kuzu kuzu yemin ettiğinde, direnmiş olmuyorsun, rezil oluyorsun ve Burhan Kuzu da sana gülüyor. Eğer anladıkları buysa, direnme daha iyi.

AKP hukuksal, siyasal ve toplumsal alanda da yaptığı değişikliklerle bir dizi sarsıntı yarattı. Kendileri de bunun farkında. Bülent Arınç en son “Biz yüzde elliyi kendimize düşman ettik ve Türkiye artık yönetilemez bir hale geldi” dedi. Türkiye bu açmazdan nasıl çıkacak?

İçimden anayasa yazısı yazmak gelmiyor. Mesleki gerekçelerle ve dayanamadığım için yazıyorum. Başkanlık sistemi tartışmak bana çok aptalca geliyor. Birisi, kendi pozisyonunu hukukileştirmek için kendine uygun bir elbise seçiyor. Bütün ülke de oturmuş o elbisenin boyu nasıl olsun, eni nasıl olsun filan diye tartışıyor. Ben o elbiseye, o adamın o elbiseyi giymesine karşıyım. Ben o adama, onun siyasi hareketine karşıyım. Onun iktisadi programına karşıyım.

ÜLKEYİ BU HALE BÜLENT ARINÇ'LAR GETİRDİ

Adı başkanlık olsa ne olur yarı başkanlık olsa ne olur. Bunlar gülünç şeyler artık bu ülkede. İnsanların arabasına kesilen trafik cezasına dahi güvenmediği bir durumdayız. Bülent Arınç haklı ama ülkeyi bu hale benim rahmetli babam getirmedi. Azgın kapitalizmin Türkiye formu ve din soslu neo-liberalizmin yerli temsilcileri, kısacası Bülent Arınç'lar getirdi. Ülkenin yüzde ellisinin, geri kalan yüzde ellisine nefretle baktığı bir yerdeyiz biz şu anda. Dolayısıyla üç ay sonrasını öngörebilen tek bir insan yok.

BAŞKANLIK SİSTEMİNİ TARTIŞMAK REDDEDİLMELİ


Başkanlık sistemi tartışmanın, bu alıklığa meşruiyet sağlayacağını düşünüyorum. Başkanlık sistemini reddetmekten söz etmiyorum, tartışmanın kendisi reddedilmeli. Biz enayi değiliz, koyun değiliz, aptal değiliz.

BENİM ÖNERİM 'MUHİTTİN' OLSUN!...


Türkiye kötü bir “şaka”nın içinde ve bu şakaya bir isim koymaya çalışıyoruz. Sosyal bilimcilerin işi de bu sanırım. Her saçmalığa bir isim bulmak. İlla bir isim koy diyorsan, benim önerim de “Muhittin” olsun o zaman. Madem bir isim bulacağız bu garip ‘şeye,’ dehşet verici adaletsizliklere… ne diyeyim yani.

yorum2006  |  Cvp:
Cevap: 2
15.02.2015- 20:38

Doç Murat Sevinç haklıdır. Türkiye'de mevcut anayasada başkanlık sistemi yok. RTE bu anaysaya göre seçilmiştir. Başkanlık sitemi olmadığı halde fiilen başkanlık yapıyor. Yasal çerçeve olmadığından bunu da keyfine göre yapıyor tabii. Bu açıkça anayasanın ihlalidir ve ağır suçtur. Bu ihlali gizlemek için başkanlık sistemi tartışmaları özellikle gündemde tutuluyor. Başkanlık sistemi ileride kabul edilse bile bu anayasanın ihlal edildiği ve suç işlendiği gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]