Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Şiir,Öykü ve Denemeleriniz

K.Hamsun'un Victoria romanı, yoksul değirmencinin oğlu Johannes ile zengin şato sahibinin kızı Victoria arasında geçen hüzünlü bir aşk öyküsüdür. Hamsun kitabında, bir aşk öyküsü çerçevesinde, aşk'ın anlaşılmazlığını, insan yalnızlığını, gereksiz korkularını ve utangaçlığını işler.Çocuk yaşlarda başlayan aşk, hep iç'e atışlarla, kararsızlıkla, acı çekme ve çektirmelerle sürüp gider roman boyunca. Rahatsız edici bir iletişimsizliği roman boyunca hissederiz hep. Yazar sanki, duyarlıkların da kendine özgü bir dili olması gerektiğini duyumsatmaya çalışmaktadır. Johannes ile Victoria bir türlü kavuşamazlar.

Romanı ilk okuduğumda neler düşünmüştüm, şimdi çıkartamıyorum ama, romanın sonunda, Victoria'nın ölmeden önce yazdığı ve Johannes'e ölümünden sonra verilmesini istediği uzun mektup, yazarın aktarmak istediği düşünce ve duyarlığın doruk noktasıdır sanki.

"Hayattan, sokaktaki insanlardan, araba gürültülerinden adım adım uzaklaşıyorum: ilkbaharı da belki bir daha göremeyeceğim; bu evler, bu sokaklar, parktaki ağaçlar ardımda kalacaklar. Bugün yatağımda biraz doğrulup pencereden dışarı baktım.İlerde, köşe başında bir çift karşılaştılar,selamlaştılar, tokalaştılar, konuştuklarına gülüştüler, içim öyle tuhaf oldu ki, buracıkta bunları seyreden ben, ölecektim."

Bir ayrılışın son satırlarıdır bunlar. Bir daha hiç geri gelmeyecek zamanın duyumsattığı son farkındalık. Gidenin, elimizden kaçanın, asla göremeyeceğimiz olanın...-bir kırıklığın itiraflarıdır! Boşu boşuna yitirilmiş bir hayatın duyumsattıkları.

"...sizi ne tarifsiz bir sevgiyle sevdiğimi gösteremediğime şimdi öyle pişmanım ki..."

Güneyde, bir tatil beldesinde, herhangi bir otelin balkonundayım. Nerdeyse sabah oluyor. Soğuk. Uzakta bir karaltı gibi uzanmakta deniz. Palmiye ağaçları. Yazlık havuzu aydınlatan ölgün ışıklar. Roman biraz önce bitti.

"...nerede benim gururum, cesaretim.(...) Uzun zamandır ıstırap çekiyorum, Johannes; ıstırabım şu son günlerden çok, çok daha önce başladı. Siz yabancı memleketteyken ıstırap çektim; daha sonra baharda, bu şehre gelişinizden bu güne ıstırap çektim; her günüm acıyla geçti .Gecelerin ne kadar uzun olabileceğini evvelce asla düşünmemiştim."

Başım uğulduyordu. Odanın duvarlarında Victoria'nın haykırışları yankılanıp duruyordu. "Gecelerin ne kadar uzun olabileceğini evvelce asla düşünmemiştim." Bir şeyler kopup kopup gidiyordu içimde. Neden hep böyleydi? Neden hep böyle oluyordu? İçindeyken, yanıbaşımızdayken, neden hiç bir şeyin ayırdına varamıyorduk? Kahrolası bencilliğimiz miydi bu aymazlıklara yol açan? Tutsağı olduğumuz gururumuz mu ? Yaşarken fark edememek, kavrayamamak...ve her şey geçip gittikten sonra..."Hayatım yaşanmadan geçti!"

Hep böyle olurdu. Yaşarken hiç bir şeyin ayırdına varamazdık..Her şey, çaresiz, anlaşılmaz olurdu gözlerimizin önünde. Silikleşirdi. Sanki sisler, buğular kaplardı her yanı.. İşte yine, zamanın aralıklarından sesler ve görüntüler üşüşüyordu... Jaluzilerin aralıklarından güneşler dökülüyordu masanın üstüne. Tam da yeşil-mavi baharlar gelmek üzereydi. " Benim
bir sevgilim var!" demişti. Kaynar sular dökülmüştü başımdan aşağı. Kaplumbağa betimli kül tablasını elimden düşürmüştüm.

Böyle değildi oysa! Gerçek bu değildi. Hayat, hayatın anlamı... Yaşadıklarımız! Sanki bir kumpanya, bir tiyatro...-ve kötü birer oyuncularıydık maskeli balonun. Her yanımızdan boyalar akıyordu. Her yanımız kirleniyordu. Hayatı öncesizliğe kurban veriyor, kirletiyorduk. Ve durmadan bir şeyler eksiliyordu hayatımızdan. Bir şeyler öncesiz sonrasız geride kalıyor ve biz hala, sanki her şey uyarında gidiyormuş gibi davranmayı sürdürüyorduk.

"Benim bu dünyaya gelmekten, sizi sevmekten, şimdiyse hayata veda etmekten başka bir şey yapmamış olduğumu düşünmek ne garip! İnanın ki şuracıkta yatıp günümü, saatimi beklemek de ne tuhaf!...sizi ne kadar sevdiğimi bilseydiniz, Johannes! Ben bunu size gösteremedim, yoluma öyle çok engel çıktı ki..."

İkilemler içindeydi Johannes. Bir türlü duygularını açamıyordu. Çocukluğundan beri aşık olduğu kadın oturdukları değirmenin bile sahibi olan zengin biriydi. Nasıl olabilirdi? Zaman zaman Victoria'nın da kendisine ilgi duyduğu konusunda ümitleniyor, ama sonra onun garip bir kayıtsızlığa bürünmesiyle bütün cesaretini yitiriyor ve hayal kırıklıkları yaşıyordu. Yaşayamadıklarını başka şehirlerde, başka ülkelerde bir odaya kapanarak yazıya-romana dönüştürmeye çalışıyordu. Sadece bu geliyordu elinden! Yaşayamadıklarını yazıyordu durmadan.

Victoria ise hep karşıtlıkların çıkmazındaydı. Ne yapacağını bilemiyordu. Bir yanda tutkuya dönüşen aşkı, diğer yanda gittikçe eriyen serveti yüzünden babasının, onu "zengin mabeyincinin oğlu Otto" ile evlendirme ısrarı. Sonunda dayanamaz kabul eder. Nişanlandığı günün ertesi bir av partisinde Otto başından aldığı bir kurşunla ölür. Karmakarışık duygular içinde sevdiği adama, Johannes'e koşar; bütün her şeyi anlatır; onu ne kadar çok sevdiğini, Otto'yla nişanının gerçekte "...bir dilenci kadar fakir olan babasının" ısrarları sonucu olduğunu, ama artık arada bir engel kalmadığını, işte yine ona koştuğunu, sadece onu ...-Johannes kayıtsızlık içinde dinlemektedir. Sevdiği, adeta taptığı, bir odaya kapanıp uğruna romanlar yazdığı kadın sonunda ona koşmuştur; sevdiğini, yalnızca onu sevdiğini söylemektedir..Ama o, ürkütücü bir sessizliğin burgaçlarındadır. Sadece ilgisizlik ve kayıtsızlık. İki sözcük dökülür dudaklarından: "Ben nişanlandım"

Kapıyı vurup çıkmıştım.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
04.08.2013- 01:25

Her şey ıpıssız olurdu birden. Sokaklar boşalırdı. Görünmez kuytuluklar, çay içilen o salaş mekanlar tılsımını yitirirdi. Sanki herkes bırakıp gitmiş de ben bir başıma kalmışım. Öyle gelirdi!

Karanlık bastıkça yüreğime kasvet çörekleniyordu. Bir şeyleri için için öldürüyorduk. Ama bütün bunlara nasıl inanabilrdim ki! Bütün bunları nasıl kabullenebilirdim! Hayat, yaşadıklarımız, eğreti bir gerçeklikten başka bir şey değildi. Hayatın anlamı sözcüklerde değildi. İşte, büyü bozulmuştu; anlam bir anda uçup gitmişti.

Oysa, bütün bunları yaşamamız için bir neden var mıydı? Konuşmadıklarımız mıydı? Konuşamadıklarımız mı? Belki, konuşmaya çalışıp da bir türlü toparlayamadığımız, ertelediklerimiz, belki yok saydığımız, sahipsiz bıraktığımız; ve sonra kayıtsızlıklarımız, burun kıvırmalarımız, hepsi, her şey... -sen de bütün bunları içinden geçiriyor musun?

Bense, artık bundan sonra, aramam, dönmem... -bir intihar gibi geçirmiştim içimden. Öyle de oldu. Yaşadığımız her şeyden tiksindim sonunda. Şimdi hala o uçsuz bucaksız odada mısın? Hala yürüyor mu üstüne duvarlar ? Jaluzilerin aralıklarından güneşler dökülüyor mu içeri? Ben yaşadıklarımızın bu kadar anlamsız olabileceğine hiç bir zaman inanmamıştım. Ben böyle ayrılacağımızı asla düşünmemiştim. Ama, belki de hep böyle oldu.

Böyleydi. Hep böyle olmuştu. Sevgiyle başlayan her şey sonunda onulmaz bir acıya dönüşür ve sonra, geride bıraktığımız onca aşk, dostluk, arkadaşlık içimizi acıtıp dururdu. Sonra sabah olurdu. Sabah acımasız bir karanlık olarak çıkagelirdi. Gündelik tedirginlikler, beyhude korkularımız, bencilliklerimiz, gereksiz gururumuz gün ışığının ışıksızlığında ayaklanırdı. Hiç bir şey de küllenmezdi oysa!

Victoria hastaydı, ölüyordu. Ve ölüm döşeğinde yazıyordu mektubunu: "Şimdi artık bir daha sizi hiç göremeyeceğim; ...hayata veda etmekten başka hiç bir şey yapmadığımı düşünmek ne garip." Johannes'e yazılmış mektup kahredici bir pişmanlığın iniltileriyle yüklüdür artık. "Siz bu mektubu okurken ben ölmüş olacağım. Şimdi her şey bana öyle garip geliyor ki, artık sizden utanmıyor, sanki artık hiç bir engel yokmuş gibi size bu satırları yazıyorum. Eskiden hiç hasta değilken, size yazmaktansa, gece gündüz acı çekmeyi tercih ederdim. Şimdi ölümüm yakındır, artık böyle düşünüyorum."

Güz geliyordu.

Gökyüzünde toplanan simsiyah bulutlar, artık her şeyin geride kaldığını, sararıp solduğunu, bundan böyle yağmurlardan ve fırtınadan başka hiç bir şeyin yaşanmayacağını, bir efsun, bir büyücü gibi...-kırıp döktüğümüz, un ufak ettiğimiz ne varsa...-durup dinlemiştim! Birazdan ayrılacaktık. Birazdan her şey bitecekti. Dudaklarımızdan onarma adına tek bir sözcük bile dökülmeyecektir. Victoria da ölmüştü!

Anlam sözcüklerde değildi. Anlam sesimizin bir tınısında, farkında olmadan yaptığımız bir davranışta, hep içe attıklarımızdaydı. Anlam hiç söylenmeyenlerdeydi ve belki de, hiç söylenmeyecek olanda.

"...sizi ne tarifsiz bir sevgiyle sevdiğimi göstermediğime şimdi öyle pişmanım ki."

Yağmur yağıyordu. Yine sisler, buğular içindeydi her şey. Her şey de birbirine karışıyordu. Sanki yine bir maskeli balodan çıkmış, gözyaşlarını çağrıştıran kahkahaları geride bırakmış, yalancı ışıkların altından geçerek denize doğru yürüyordum. Ve bütün bunları yaşayıp yaşamadığımı, bütün bunların birer yanılsama olup olmadığını... kendi kendime, belki de boş yere sorup duruyordum.

Ama arada bir, uzaklardan, çok uzaklardan belli belirsiz bir ses duyduğum oluyor. O ses kayalıklarda patlayan hırçın dalgaların sesine karışıyor ve gitgide duyulmaz oluyor.

Victoria geri dön!



Son Söz:
K. Hamsun'un Victoria özetinde gelişen ve S. İleri'nin bazı denemelerinden esintiler taşıyan birinci tekil şahıs anlatımlı yazı, bütünüyle kurgusal bir nitelik taşımakta ve özeti pekiştirici bir anlamı bulunmaktadır. Bir insanın birey olabilmesinin düşünsel ve duygusal dünyasının yetkinleşmesinden geçtiğine inanmaktayım. Anlatı bunu amaçlamakta ve yaşam boyunca karşılaşacağımız her duygu an'ının yitirilmeksizin yaşanabilmesine vurgu yapmaya çalışmaktadır. Boş sayfalarla dolu bir hayat sadece acı verir. Sadece yaşanmamışlık duygusu verir. Yitip gidenin ardından duyumsayacağımız her acı, her pişmanlık yüreğin bir köşesinde hep derin bir sızı olarak kalacaktır. Onun için yazı, hiç yaşamamışlığı yeniden yaşanır kılmayı örnekleyen bir seslenişle biter.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
09.11.2016- 21:28

''Yağmur yağıyordu. Yine sisler, buğular içindeydi her şey. Her şey de birbirine karışıyordu. Sanki yine bir maskeli balodan çıkmış, gözyaşlarını çağrıştıran kahkahaları geride bırakmış, ölgün, yalancı ışıkların altından geçerek denize doğru yürüyordum. Ve bütün bunları yaşayıp yaşamadığımı, bütün bunların birer yanılsama olup olmadığını kendi kendime belki de boş yere sorup duruyordum.'' diye yazmıştım, yıllar yıllar önce. Ve yıllar yıllar sonra bile çok şeyin değişmediğini, bir şeylerin belki de hiç   değişmeyeceğini...

afşar timuçin'in ''Nazım Hikmet'in şiiri'' kitabını karıştırıyorum, ne aradığımı da bilmeden.

Sonra..dışarı bakıyorum, karanlık.
Tek tük geçen arabaların sarı, loş ışıkları.
Sıkıntı büyüdükçe büyüyor...

Bunları yazıyorum.

''Geçip gitmiş günler gelin
rakı için, sarhoş olun
ıslıkla bir şeyler çalın
geberiyorum kederden.''

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
08.12.2016- 22:26

Hep gülümseyen, dünyaya hep gülerek ve eğlenerek bakan, ya da öyle bir algı yaratmaya çalışanların gerçekte kendi iç dünyalarındaki yalnızlık ve çöküntüyü göstermemeye çalıştıklarını düşünüyorum. Bir savunma mekanizması bu.

Günışığında gidiyor da, ya geceleri...

melnur  |  Cvp:
Cevap: 4
09.12.2016- 18:19

Resim Ekleme

melnur  |  Cvp:
Cevap: 5
29.12.2016- 18:41

Resim Ekleme

melnur  |  Cvp:
Cevap: 6
01.01.2017- 12:56

İnsanın iç dünyasına kapanması bir anlamda ''burada hayal kırıklığı yok'' demesidir. Hayal kırıklığı yaşamak istemeyenlerin, bu korkuya karşı koyma biçimidir iç dünyalarına kapanmak. Orası acının da, korkunun da sonlandığı yerdir!

melnur  |  Cvp:
Cevap: 7
15.01.2017- 11:41

"...sizi ne tarifsiz bir sevgiyle sevdiğimi göstermediğime şimdi öyle pişmanım ki."

Hayatının son günlerinde böyle söylüyor, Victoria! Pişmanlık duyuyor. Ne anlaşılmalı bundan; evet, hayatımızın hiçbir anında yaşanmamışlık kalmamalı; yaşanmamış, bomboş kalmış her sayfa sonunda sadece acı vermekten başka bir işe yaramıyor; doğru! Ama bunun bilincine varmış olmak bile öyle davranılacağı anlamına gelir mi?

Üstesinden gelinebilmesi gereken sorun sanırım bu!

melnur  |  Cvp:
Cevap: 8
04.03.2017- 22:52

Ah şu güvensizliğimiz, korkularımız; deneseydik; bir daha, bir daha deneseydik, ne olurdu, ne kaybederdik?

İşte, Victoria...!

Öldü!

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]