Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Siyasi ve ideolojik söyleşiler

Taner Timur İle Rejim, Seçimler ve Muhalefet Üzerine

10.sayımızda Korkut Boratav ile yaptığımız söyleşide, ‘faşizme geçiş’ tespiti yapmıştı. AKP rejiminin temel karakteri, yönelimini siz nasıl tanımlıyorsunuz?

AKP, son dönemdeki politikasını oluşturan söylem ve eylemleriyle her gün biraz daha açık ve pervasız bir şekilde bir “İslam Cumhuriyeti”ne doğru ilerliyor. “Reform” adı altında eğitim yasalarında yapılan değişiklikler; “giyim özgürlüğü” aldatmacasıyla on yaşındaki kız çocuklarına “başını açma yasağı”nın dayatılması; bütçesi birkaç bakanlığın bütçesine eşit olan Diyanet İşleri’nin ve sırtını devlete dayamış bir takım vakıf ve kültür kurumlarının aynı amaçla seferber edilmesi, aslında, bir bütünsellik içinde,   “karşı devrim”in işaretleridir. Son olarak “19. Eğitim Şurası”nda alınan çağdışı “tavsiye kararları” da zinciri tamamlayan halkalar olma potansiyeli taşıyorlar.

Bu kamusal performansa paralel olarak, baskıyla yaratılan “para havuz”ları sayesinde kurulan medya imparatorlukları da, sivil toplumda, aynı gerici politikanın ideolojik kavgasını veriyor.   Ve nihayet dış politikada da Müslüman Kardeşler yanlısı bir söylem giderek Batı düşmanı ifadelere bürünüyor. Şunu hatırlayalım: Recep Tayyip Erdoğan, son seçimlerdeki zaferini Müslüman dünyanın zaferi olarak ilan etmiş ve Üsküp’ten Bağdat’a, oradan da İslamabad’a kadar uzanan coğrafyada kendi din anlayışına yakın gördüğü ülkeleri teker teker saymıştı. Bu ülkede daha önce de dini siyasete, siyaseti de dine araç yapan hükümetler, Şeriatçı başbakanlar görmüştük; fakat ilk kez olarak Meclis çoğunluğuna sahip ve İslamcı bir rejim kurmaya kararlı bir iktidarla karşı karşıya bulunuyoruz. Bu gidişatı karşı-devrim olarak nitelemem de buradan kaynaklanıyor.
     
AKP’nin giderek söylemlerinde daha yoğunlaştırdığı Batı karşıtlığında anti-emperyalist bir taraf olduğunu da söyleyebilir miyiz?
Hayır. AKP politikası Batı’nın emperyalist uygulamalarına değil, toplumsal cinsiyet, kürtaj, ateizm, içki, farklı cinsel tercihler vb gibi konulardaki hoşgörülü tavrına karşı çıkıyor. Bunlar ayıptır, günahtır, yasaklanmalıdır diyor. Unutmayalım ki R.T. Erdoğan, yakın bir tarihteki konuşmasında, “Biz Batı’nın ilmini, sanatını almadık; maalesef değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık” demişti. Oysa kendi konuşmalarında da Batı’nın ilmi ve sanatı ile ilgili en ufak bir pırıltıya rastlayamadık.

Bütün bu öğelerle kurulacak rejimi “faşizm” olarak niteleyebilir miyiz?
Erdoğan liderliği altında AKP’nin yerleştirmeye çalıştığı rejim 1930’larda Avrupa’da yaygın olan faşist rejimlerle ortak noktalar taşıyor; fakat ayrıldığı noktalar da var. En büyük benzerlik sınıfsal dayanaklarda ortaya çıkıyor ve küçük tüccar, zanaatkâr ve esnaftan oluşan toplumsal zemin tüm faşist hareketleri birleştiren temel olmuştur. Tabii bunlara işini kaybetme korkusu içinde yaşayan bir kısım emekçileri ve lumpen ordularını da katmalıyız. İdeolojide ise elbette din farkından doğan önemli bir ayrılık var, fakat Erdoğan’ın “ustalık” adı altında kabul ettirdiği tartışma üstü “şeflik” ya da “reislik” bu konuda da bir yakınlaşma sağlıyor. Hayranlık duydukları ve yetişmelerinde önemli bir rol oynayan Necip Fazıl, “Führer”den esinlenen   “Başyüce” diye bir kavram uydurmuştu. Onu da bu arada anımsayalım. Batılı faşizmle benzerlikler bunlar; fakat arada farklar da var ve önemli fark şurada: Unutmayalım ki 1930’larda Almanya ve İtalya’da kurulan faşist rejimler kendi sanayi burjuvalarına dayanıyor, kendilerine yeni “yaşam alanları” açmaya çalışıyor ve bu amaçla da saldırgan bir politika izliyorlardı. Oysa Erdoğan modeli, tamamen emperyalizme bağımlı bir ekonomi ile, kendisinin “düşman” saydığı Müslüman ülkelere Amerika’nın ya da NATO’nun müdahale etmesini istiyor ve onları, eskiden Irak’ı olduğu gibi, şimdi de Suriye’yi de işgal etmeye kışkırtıyor. “Kara hareketi! Kara hareketi!” derken kastettiği budur. Üstelik böyle bir operasyona kendisinin de katılacağını söylüyor. Bu sadece onursuz değil, aynı zamanda gerçekçilikten de uzak bir politikadır. İslam dünyasında bile çoktandır destek bulamamaktadır.

AKP rejimi açısından ilerlemenin sınırlarına gelindiğini söylemek mümkün mü? Halkın geniş bir kesiminde rıza üretme imkânları tükenmiş görünüyor. Açılımlarının ve kurmaya çalıştıklarını karşıtlıklar üzerinden öncekine benzer bir alan açmaları pek mümkün olamıyor.

Eğer “ilerleme”den GSMH ve fert başına gelirdeki artışlar kastedilirse,   izlenen politikayla gerçekten de bunun sınırlarına gelinmiş bulunuyor. Son altı yılda fert başına milli gelir 10 000 dolara çakılıp kaldı. İktisatçılarımız bunu “orta gelir tuzağı” formülüyle ifade ediyorlar. Aslında 2008 krizinden sonra Türkiye kapitalizmi küresel ekonomiye çok daha olumsuz koşullarda ve bağımlılığı daha da artmış bir şekilde eklemlendi. Kalitatif olarak hiçbir gelecek vaat etmeyen, buna karşılık her türlü spekülasyona, ranta ve yolsuzluğa elverişli bir zemin oluşturan inşaat sektörü ekonominin lokomotifi haline geldi. Yapay yollarla şişirilen tüketim harcamaları iç   tasarruf oranını çok gerilere çekti. Varılan noktada da artık iş dünyası Erdoğan’a değil, Babacan’a; Babacan da bizim Merkez Bankası’na değil, FED’e bakar hale geldi. RTE ise bu koşullarda dünyaya meydan okuyan nutuklar atıyor. Bu gidişle bu gemi ister istemez bir gün karaya oturacaktır. Şimdilik bunu döviz kurlarının dalgalı statüsü önlüyor..

Fundamentalist İslamcılığın Tezahürleri
AKP rejiminin dinselleşme doğrultusu kimi zaman gündem saptırma olarak da görünebiliyor. Mesela Küba’ya cami ya da Amerika’n’ın Müslümanlar tarafından keşfi meselesi. Nasıl bir zihniyet dünyasından ve politikadan söz ediyoruz.

Erdoğan’ın Amerika’yı Kolomb’dan önce Müslüman bir Arabın keşfettiğini söylemesi ve Küba’da cami talebi aslında fundamentalist İslam anlayışının tezahürüdür. RTE’nin içten içe insanlığın tüm büyük icat ve keşiflerinin Kutsal Kitap’ta yer aldığına inandığını sanıyorum; zaten bir konuşmasında da buna benzer şeyler söylemişti. Bu konularda açıklama yapmak için sadece “modern” bilimsel ya da biçimsel kılıflar arıyor. Amerika’nın keşfinde bu kılıfı Prof. Fuat Sezgin sağladı. Oysa sadece ünlü ansiklopedilere bakılsa bile Amerika’ya Kolomb’dan beş yüz yıl (“Arap kaşif”ten de iki yüz yıl) kadar önce Leif Erickson adlı bir İzlandalının gitmiş olduğunun yazıldığını görür. Kolomb Batılı merkantil ekonominin, denizcilik teknolojisinin ve kolonizasyonun zaferini simgeliyor ve sembolik değeri de buradan ileri geliyor. Açıktır ki bu özellikler zamanın Arap topluluklarında yoktu.

SEÇİM DEĞİL PLEBİSİT
Seçimler yaklaşıyor. Siz Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde artık seçimden değil ‘plebisitten’ söz edilebileceğini söylemiştiniz. AKP açısından seçimler farklı bir yerde duruyor. Her vesileyle seçimler işaret ediliyor ve seçim dışı siyaset alanları gayri meşru ilan ediliyor. Seçimler tam bu noktada AKP rejimi açısından ne ifade ediyor?

AKP bu seçimleri de kazanmak için tüm parti ve devlet olanaklarını seferber edecektir. 17-25 Aralık skandalı ve Yüce Divan korkusu AKP üzerine bir kara bulut gibi çökmüş bulunuyor. Bu arada Erdoğan iktidar kavgasında Anayasayı da fiilen değiştirdi ve Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Parti başkanlığı makamlarını şahsında birleştirdi. Seçim barajı konusunda da Anayasa Mahkemesi’ne açıkça ve pervasızca baskı yapıyor. Besbelli ki önümüzdeki seçimler de plebisiter bir niteliğe bürünecektir. Aslında bir rejim krizi içinde yaşıyoruz. Bence AKP iktidarı, anayasal lejitimitesini kaybetmiş, legalite sınırları içine sıkışıp kalmış bir iktidara dönüşmüştür. Onu bile zaman zaman ayaklar altına alıyor ve kendi koymuş olduğu kanunları çiğniyor..

Haziran Başlangıç
Redaksiyon’a yaptığımız son söyleşimizde ‘umutsuzlara umut olabilecek birleşik bir sola’ olan ihtiyacın altını çizmiştiniz. Bu noktada, sizin de ilk çağrıcıları arasında bulunduğumuz Birleşik Haziran Hareketi, kuruluş sürecini başlattı. Pek çok yerde Forum ve Meclisler kurma çalışmaları sürdürülüyor. Bu noktada Birleşik Haziran Hareketi’nin bugünkü gidişat karşısındaki sorumluluğu, rolünü nasıl tanımlıyorsunuz.

Solu birleştirici hareketler çoktandır özlediğim, kendi çapımda desteklediğim hareketler. Birleşik Haziran Hareketi bildirisini de bu duyguyla imzalamıştım. Fakat aslında daha da köklü ve kurumsal girişimlere ihtiyacımız olduğu kanısındayım. Örneğin geçmişte Almanya’da solu birleştiren Gotha Kongresi gibi.   Ne var ki mevcut sol hareket ve kuruluşlar buna elverişli bir psikoloji içinde görünmüyorlar. Maalesef bunun yarattığı dağınıklık da devam edeceğe benziyor. Oysa herkes görüyor ki bundan en çok yararlanan da AKP’nin karşı-devrimci politikası... Ve örneğin bir Davutoğlu, “bizim kısa ve uzun vadede alternatifimiz yok” diye bir açıklama yapabiliyor. Yine de karamsar değilim; AKP o kadar gerçeklerden uzak, o kadar gerici, o kadar “çılgın” bir politika izliyor ki, sonunda olayların mantığı, bireysel mantıklarımızı zorlayacak ve Gezi’de oluşan demokratik cephe sonunda kurumsal dayanaklarına kavuşacaktır.

muhalefet.org
 

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]