Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

26.03.2015- 14:26

Marksizm

Marksizm, özgün bir siyasal felsefe, tarihin diyalektik materyalist bir yorumuna dayanan ekonomik ve toplumsal bir dünya görüşü, kapitalizmin Marksist açıdan çözümlenmesi, bir toplumsal değişim teorisi ve Karl Marx'ın ve Friedrich Engels'in çalışmalarından çıkarılan insanın özgürleşmesiyle ilgili bir düşüncedirmarksizm

Marksizm bir öğreti olarak siyasal, ekonomik ve felsefi bir bütünlük içerir. Marksizm, ideolojik alanda esas olarak sınıflar savaşımı teorisini ortaya atan ve bu savaşımın zorunlu sonucu olarak proletarya diktatörlüğüne ve oradan da toplumsal eşitlik ve özgürlük dünyası komünizme varılacağını öngören bir öğreti olarak tanımlanır.

Karl Marx ve Friedrich Engels

Resim Ekleme

Marksizme adını veren Karl Marx, döneminin en öne çıkan filozof, siyasetçi, ekonomist ve devrimcilerindendir. İşçi sınıfının sömürülmesinin mekanizmalarının ve üretim süreçlerine yabancılaşmasını incelemiş kapitalist üretim ilişkilerini araştırarak tarihsel materyalizmin temellerini atmıştır. İnsanlık tarihini sınıf savaşımı açısından analiz etmiş, bu fikirlerini 1848 yılında kaleme aldığı komünist Manifestoda dile getirmiştir: "Şimdiye kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir.

Marx'ın teorik çalışmalarında kendisine en büyük yardımı yine kendisi gibi Alman bir filozof olan Friedrich Engels yapmıştır. 1844 yılında biraraya gelen ikili aynı siyasi fikirleri benimsediklerini görerek Marx'ın 1883 yılındaki ölümüne kadar beraber çalışacak ve çok sayıda ortak esere imza atacaklardır.

1848 yılında Komünist Manifesto'nun yayınlanmasının ardından Belçika'dan sınırdışı edilen ikili Köln'e geçerek burada Neue Rheinische Zeitung adlı radikal sol gazeteyi çıkartmaya başlar. 1849 yılında buradan da ayrılmak zorunda kalan ikili Londra'ya geçer.

Siyasi ve yazın alanındaki faaliyetlerine İngiltere'de sürdürürler. 1883 yılında Marx'ın ölümü üzerine Engels, Marx'ın yazmış olduğu eserlerin editörlüğü ve çevirmenliğini yapmak durumunda kalır. Bu dönemde kendisi de başta Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni olmak üzere çeşitli eserler kaleme alır.

19.yüzyıl'da marksizm

Marksizm, 19. yüzyılda kendi açılarından zirveye ulaşmış olan üç düşünsel kaynaktan beslenmiştir: İngiliz ekonomi-politiği, Alman felsefesi ve Fransız ütopik sosyalizmi. Bu üç bileşen, Marx ve Engels tarafından yoğun bir entelektüel ve siyasal eleştiriden geçirilerek eşit ve özgür bir insanlık ütopyasının yaşama geçirilmesinin teorisi ve pratiği olarak Marksizm'de erimiş ve dönüştürülmüştür.

Marksizm fikirleri Avrupa kıtasındaki 1848 Devrimleriyle ayaklanan işçi sınıfı hareketinin içine doğar. Özellikle aydınlar, düşünürler ve siyaetçiler arasında bilinir hale gelse de emekçiler arasında geniş bir etkiye derhal sahip olmaz. Birinci Enternasyonal örgütlenmesiyle bilinir hale gelen Marksizm, Paris Komünü gibi ayaklanmaları etkilese de belirleyici ideoloji olmayacaktır. Kısa ömürlü de olsa Paris Komünü deneyimini selamlayan Marx ve Engels yaptıkları eleştirilerle süreci değerlendirerek bu deneyimi işçi sınıfının ilk özgün devrimci hükümeti olarak tanımlamışlardır. Bu değerlendimeler Marksizmdeki proletarya diktatörlüğü ile bütünleşiktir.

20.yüzyıl'da marksizm

Bu dönemde Rusya İmparatorluğunda yaşanan Şubat Devrimi ile çarlık rejiminin devrilmesi ve sonrasında Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi içindeki Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin Ekim Devrimi ile iktidarı almalarıyla yeni bir ayrım yaşanır. Bolşevikler özellikle I. Dünya Savaşı sırasında sosyal demokrat partilerin işçi sınıfı siyaseti aleyhine olacak şekilde ulusal burjuvaziyle ittifak yapmasını eleştirir. Bu yüzden II. Enternasyonal yerine artık III. Enternasyonalin gündemde olduğu belirtilerek bu yönde örgütlenme yapılır.

Marksizm ve leninizm bu dönemlerde sık sık gündemde olacak, yaşanan yeni alt üst oluşlarda temel referans noktası haline gelecektir. II. Dünya Savaşının ardından Doğu Avrupa ülkelerinde kurulan sosyalizan rejimler, Çin Devriminin 1949 yılında başarıya ulaşması ve 1959 yılındaki Küba Devrimi ile Fidel Castro önderliğinde iktidarı ele geçiren 26 Temmuz Hareketi sayesinde marksizmden etkilenen siyasi hareketlerin çeşitli ülkelerde başa geçtiği görülür.

21.yüzyıl'da marksizm

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin dağılması ve Doğu Blokunun çözülmesiyle beraber marksist ideolojinin yenildiği ve tarihin bu anlamda sonu geldiği iddia edilmiştir. Buna rağmen özellikle marksist eğilimli Küba hükümetinin ideolojik etkisinden etkilenerek Latin Amerika'da birbirinin ardı sıra iktidara gelen marksist eğilimli iktidarların sayısı artmıştır.

Marksizm ve siyaset

Marx'ın ölümünden sonra teorik arka planını Marksizme dayandıran çok farklı özneler çok farklı siyasi hatları takip etmiştir. Marksistler arasındaki ilk büyük ayrım sosyalizme geçiş sürecine dair yaşanmıştır. Sosyal demokrasi bu sürecin reformlarla burjuva parlamenterizmi dahilinde olacağını öne sürerken komünistler sosyalizme geçişin devrim sayesinde olacağını iddia etmişlerdir. Kopuş I.Dünya Savaşı başlangıcında kendi ulusal burjuva hükümetlerini destekleme kararı alan II. Enternasyonalin dağılmasıyla kesinleşmiştir. Ekim Devriminin başarısının ardından Bolşevikler III. Enternasyonalin kurulduğunu ilan etmişlerdir.

marksizmnedir.com

bedrettin  |  Cvp:
Cevap: 1
26.03.2015- 21:46

Marx'ın ölümünden sonra teorik arka planını Marksizme dayandıran çok farklı özneler çok farklı siyasi hatları takip etmiştir. Marksistler arasındaki ilk büyük ayrım sosyalizme geçiş sürecine dair yaşanmıştır. Sosyal demokrasi bu sürecin reformlarla burjuva parlamenterizmi dahilinde olacağını öne sürerken komünistler sosyalizme geçişin devrim sayesinde olacağını iddia etmişlerdir. Kopuş I.Dünya Savaşı başlangıcında kendi ulusal burjuva hükümetlerini destekleme kararı alan II. Enternasyonalin dağılmasıyla kesinleşmiştir. Ekim Devriminin başarısının ardından Bolşevikler III. Enternasyonalin kurulduğunu ilan etmişlerdir.

Marksistler arasındaki ayrım sadece devrimci marksizm reformcu marksizm ayrımı değildir. Marksizmin adını kullanarak kapitalizm sınırlarında kalınmasını öğütleyen sol liberal akımlar da vardır. Bu ideolojik tavırlar da Marksizm ve sosyalizm kavramlarını kullanır. Bu siyasetin karşılığı sistemin demokratikleştirilmesinin savunulmasıdır. Devrimci marksizm ile reformist marksizm son kertede sınıfsız toplumu savunur, diğer grup ise marksizmin öngördüğü hiç bir marksist ilkeyi savunmaz. Bunlar Marks'ı liberalizm karşıtlığı için de eleştiri yağmuruna tutarlar. Enternasyonallikleri gerçekte neoliberal siyasetin geri kalmış ülkelere dayattığı kimlik siyasetlerinin özgürlük olarak dayatılmasını savunmaktır. Özgürlükçülükleri de bu kimlik siyasetinin egemen olması yönündedir. Türkiye'de son zamanlarda böyle bir siyasete çok tanık olduk. Emperyalizme karşı çıkmayan, emperyalizmin daha fazla sömürüsünü kolaylaştırmak için her türlü emperyalist stratejiyi demokrasi ve özgürlük çığırtkanlığıyla savunanların marksizm ve sosyalizmle hiç bir ilgisinin olmamasına rağmen savundukları neoliberal gerici siyaseti marksizm ve sosyalizm adına savunduklarını çok gözlemledik. Burjuvazi sol düşmanlığını bu şekilde solun içine ajanlar sokarak da gerçekleştirebiliyor. Marksizm Leninizmi savunanlar ideolojik ve siyasi mücadelelerini sol içine sızmış bu burjuva ajanlarına karşı da sürdürmek durumundadır. Bu kişilerin sola verdiği zarar doğrudan sol düşmanlığı yapanlardan çok daha fazladır.

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 2
02.07.2015- 00:17

Alıntı Çizelgesi: bedrettin yazmış

Marx'ın ölümünden sonra teorik arka planını Marksizme dayandıran çok farklı özneler çok farklı siyasi hatları takip etmiştir. Marksistler arasındaki ilk büyük ayrım sosyalizme geçiş sürecine dair yaşanmıştır. Sosyal demokrasi bu sürecin reformlarla burjuva parlamenterizmi dahilinde olacağını öne sürerken komünistler sosyalizme geçişin devrim sayesinde olacağını iddia etmişlerdir. Kopuş I.Dünya Savaşı başlangıcında kendi ulusal burjuva hükümetlerini destekleme kararı alan II. Enternasyonalin dağılmasıyla kesinleşmiştir. Ekim Devriminin başarısının ardından Bolşevikler III. Enternasyonalin kurulduğunu ilan etmişlerdir.

Marksistler arasındaki ayrım sadece devrimci marksizm reformcu marksizm ayrımı değildir. Marksizmin adını kullanarak kapitalizm sınırlarında kalınmasını öğütleyen sol liberal akımlar da vardır. Bu ideolojik tavırlar da Marksizm ve sosyalizm kavramlarını kullanır. Bu siyasetin karşılığı sistemin demokratikleştirilmesinin savunulmasıdır. Devrimci marksizm ile reformist marksizm son kertede sınıfsız toplumu savunur, diğer grup ise marksizmin öngördüğü hiç bir marksist ilkeyi savunmaz. Bunlar Marks'ı liberalizm karşıtlığı için de eleştiri yağmuruna tutarlar. Enternasyonallikleri gerçekte neoliberal siyasetin geri kalmış ülkelere dayattığı kimlik siyasetlerinin özgürlük olarak dayatılmasını savunmaktır. Özgürlükçülükleri de bu kimlik siyasetinin egemen olması yönündedir. Türkiye'de son zamanlarda böyle bir siyasete çok tanık olduk. Emperyalizme karşı çıkmayan, emperyalizmin daha fazla sömürüsünü kolaylaştırmak için her türlü emperyalist stratejiyi demokrasi ve özgürlük çığırtkanlığıyla savunanların marksizm ve sosyalizmle hiç bir ilgisinin olmamasına rağmen savundukları neoliberal gerici siyaseti marksizm ve sosyalizm adına savunduklarını çok gözlemledik. Burjuvazi sol düşmanlığını bu şekilde solun içine ajanlar sokarak da gerçekleştirebiliyor. Marksizm Leninizmi savunanlar ideolojik ve siyasi mücadelelerini sol içine sızmış bu burjuva ajanlarına karşı da sürdürmek durumundadır. Bu kişilerin sola verdiği zarar doğrudan sol düşmanlığı yapanlardan çok daha fazladır.




Yanlış anlamadıysam kürt hareketini kastediyorsun, ama kürt hareketi marksizmle bir ilişkisi olduğunu söylemiyor ki. Ben mi yanılıyorum, kastın başka yerler mi?

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
10.02.2019- 08:05

Serpil Güvenç / Eric Olin Wright’ın anımsattığı o yıllanmış soru: Reformizm mi Marksizm mi?



ABD’li akademisyen E.O Wright’ı 2000’li yılların başında ODTÜ’deki bir konuşması vesilesiyle tanıdım.   Amerika kıtasındaki bazı köy veya kasabalarda sol belediyecilik örneklerini hararetle anlattığını anımsıyorum. Konuşma bittiğinde, SSCB, Küba ve Çin gibi yaşanmış sosyalizm deneyimlerinin neden irdelenmediğini soran bir dinleyiciye bu “başarısız, otoriter, totaliter, diktatoryal devlet biçimleri” nin tartışmaya bile değmediğini ifade etti.

Birgün gazetesinin Pazar ekinde “Bugün antikapitalist nasıl olunur?” başlıklı yazısını okurken o toplantıyı anımsadım.

Wright, gazetede yer alan yazıda özetle şunları söylüyor; Kapitalizmi Marx, Lenin ve Gramchi’nin önerdikleri gibi bir devrimle ortadan kaldırmak ya da yıkmak olanaksızdır. Dolayısıyla kapitalizmi paramparça ederek ortadan kaldırmak fantezisinden vazgeçmek gerekir. 20. Yüzyılda bu çizgi birkaç ülkede hayata geçirildi ama sonuçta eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir alternatif yaratılamadı. “Siyasal baskı ve vahşetleri bir yana, merkezi, otoriter, devletçi olan Rus ve Çin rejimleri” ekonomik açıdan da başarısız oldular. Demek ki kapitalizmin küllerinden yeni bir dünya yaratılamıyor; o halde sistemin içindeki “çatlaklar” da yeni bir yaşam inşa edelim.   Anarşizmin toplum merkezli stratejik vizyonu ile sosyal demokrasinin devlet merkezli stratejik mantığını birbirine bağlayacak bir yol bularak bunu başarabiliriz. Sosyalizmi ve komünizmi devrimle kurmak gibi fantezilerle uğraşmayı bir kenara bırakıp “gerçek ütopya”larla işe koyulalım ve kapitalizmi ehlileştirmeye ve sarsmaya çalışalım.

Ünlü akademisyenin bu amacın gerçekleşmesini sağlayacak gerçek ütopya önerileri ilginç. Kapitalist özellikler de barındırmakla birlikte insanlara “kollektif, eşitlikçi ve demokratik” bir yaşam sunabilecek” ve “kapitalist firmaların otoriter işyerleri ve sömürüsünden kaçılabilecek” yerler sunabilecek işçi kooperatifleri, kütüphaneler, Wikipedia ve Koşulsuz Temel Gelir!

Bu yaklaşımda yeni olan hiçbir şey yok.

Marx- Engels’in ve Lenin’in kapsamlı eleştirilerine konu olan ütopik sosyalizmlerde kapitalizm içi adacıklardaki “sosyalist” denemelerinin nasıl sonuçlandıkları bilinen bir gerçek. Yine, 1. Enternasyonalin ilk dönemi boyunca özellikle Fransa ve Belçika’da etkin olan Prudhon ve destekçileri işçi kooperatifi önerisiyle ortaya çıktılar. İşçi sınıfının, kendi işletmelerini, kendi yardımlaşma derneklerini, hatta kendi bankalarını kurarak, kapitalist kurumları kendi yararları doğrultusunda değiştirip dönüştüreceklerini düşünüyorlardı. Kapitalizmi bir işçi sınıfı devrimiyle yıkmak ve devlet iktidarını ele geçirerek sosyalizmi kurmayı amaçlayan bir siyasal mücadeleyi reddediyorlardı. Aynı dönemde Almanya’da da Ferdinand Lassalle ve yandaşları, iktidardaki Prusya devletinin yardımıyla işçi üretim birliklerinin kurulmasını talep ediyor ve işçilere siyasal mücadeleyi yasaklıyorlardı.

Marx, kooperatiflerin toplumsal düzenin temellerini hiçbir şekilde değiştiremeyeceğini, böyle bir değişikliğin ancak proletaryanın iktidarı almasıyla gerçekleşebileceğini şu sözlerle vurguladı;

“Bireysel ücretli kölelerin bir araya gelerek yaratabildikleri gelişmenin mikroskopik biçimleriyle sınırlı kooperatif hareket, kapitalist toplumu kendi başına dönüştürmekte yetersizdir… Kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin ellerinden sökülüp alınan devlet iktidarı, işçi sınıfının kendisi tarafından kullanılmalıdır.”[1]

Daha sonraki yıllarda E. Bernstein tarafından da bir biçimde savunulan, kapitalizmin reformlarla düzeltilebileceğine dair görüşler Rosa Luxemburg tarafından da eleştirildi. Luxemburg, “ kapitalist ekonomi içinde hibrit birer küçük birim” diye nitelediği kooperatiflerin, özellikle de üretim kooperatiflerinin, hem kapitalist hem de toplumsal özellikler barındırdıklarını söyler. Ne var ki, kapitalist ekonomide değişim üretime egemendir. Rekabet sonucunda üretim sürecine sermayenin çıkarlarının egemen olması yani - acımasız sömürü- her girişimin yaşamını sürdürebilmesinin koşulu haline gelir. Diğer bir deyişle, sermaye üretim sürecinde tam bir egemenliğe sahiptir. Bu durumda, kooperatifi oluşturan işçiler hem kendi yönetimlerini oluşturmak hem de kapitalist yatırımcı rolüne soyunarak kendi varlıklarına karşı gelmek gibi çelişkili bir duruma düşer.   Sonuçta, kooperatif   kendini fesheder ya da kapitalist bir yatırımcılığa dönüşür[2].   Luxemburg, üretim kooperatiflerine yardıma gelecek tüketim kooperatiflerinin de irdelendiği “Sosyal Reform mu, Devrim mi?” başlıklı incelemesinde, üretim kooperatiflerine bir başka bağlamda da değinir ve kapitalist üretiminin en önemli dallarından olan tekstil, madencilik, metalürji ve petrol sanayilerinden, makine yapımı, lokomotif ve gemi yapımının tamamen dışında bırakılmaları nedeniyle de bu yapıların genel bir toplumsal dönüşüm aracı olma anlamında ciddiye alınamayacaklarını söyler. E.O. Wright’ın “kapitalizmin hegemonyasını sarsacak bir potansiyele sahip olabileceğini” düşündüğü işçi kooperatiflerine Rosa’nın yanıtı kısaca budur.[3]

Emekçilerin yaşam standartlarını yakalamalarına ve temel gereksinimlerini karşılamalarına yetecek, “mütevazi” bir gelir olan Koşulsuz Temel Gelir (KTG) önerisi ise hiç anlamlı değildir.   KTG, temel güdüsü kâr olan, artı değer üretiminden sağlanan sömürüye dayalı bir düzende emekçi sınıfların önlerine atılacak bir sadakadır yalnızca. Gelir uçurumunun her geçen gün arttığı, eşitsizliğin, yoksunluğun, yoksulluğun katlanılmaz bir duruma geldiği günümüz dünyasında ABD’de, Avrupa’da ve bir çok ülkede sokaklara çıkan ve seslerini yükselten emekçilerin talepleri bile Wright’ın KTG’ sinin kat kat ilerisindedir.  

Vikipedia yoluyla emekçilerin bilgiye parasız erişimlerinin sağlandığı konusuna   gelince. Egemen sınıfın kendi gibi düşüncelerinin de iktidarda olduğu bu düzenin sosyal medya araçlarını olduğu kadar kültürel üretimi de oldukça iyi denetlediğini, kendi çıkarlarına uygun hale getirdiğini biliyoruz. Kaldı ki Wright’ın da varlığını kabul ettiği Vikipedia’ daki “berbat” girdilerle doğru olanları nasıl ayırt edeceğiz?   ABD geçmiş dönem başkanı Carter’ın bile meşruiyetini onayladığı Venezuela başkanı Maduro’ nun Vikipedia sitesi tarafından iktidardan indirilip (!) ABD işbirlikçisi Guiado’nun kendinden menkul başkanlığının onaylaması bile Wright’ın savının nahifliğini göstermiyor mu?  

Bu birkaç örnek üzerinde gidilerek “çatlaklarda antikapitalist oluşumlar” geliştirerek sistemi yaşanılır bir hale getirmek, hele de kapitalizmin bu “araç”larla ehlileştirilebileceğini ya da sarsılabileceğini düşünmek devrimci bir altüst olma halinden çok daha ileri bir hayal ürünü gibi görünüyor.
Kısa bir köşe yazısında E.O. Wright’ın teorik yaklaşımlarının tümünü ayrıntılı olarak irdelemek olanağı bulunmamakta. Ne var ki,   kapitalizmin yarattığı yıkım karşısında Rosa Luxemburg’un “Ya sosyalizm ya barbarlık” görüşünün bence her zamandan daha çok ete kemiğe büründüğü, yaşamın sürdürebilirliğinin bile bu seçeneğe bağlı olduğu bir dünyada yaşamaktayız. Bu koşullarda ütopya olarak niteleme lüksüne sahip olmadığımız bir sosyalist iktidar seçeneğiyle karşı karşıyadır büyük insanlık.

Marx’ın ifadesiyle, sermaye tekelinin, kendisiyle birlikte ve kendi egemenliği altında fışkırıp boy atan üretim tarzına yani kapitalizme ayak bağı olduğu, üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşmasının artık kapitalist kabukla bağdaşamadığı bir noktaya doğru hızla yol alıyor günümüz dünyası. Böylesi bir dünyada sosyalizm sadece tek “gerçek ütopya” olmakla kalmıyor. “… bizim kuvvetimizdeki hız/ ne bir din adamının dumanlı vaadinden/ ne de bir hülyanın gönlü yakışındandır/ o/ tarihin o durdurulmaz akışındandır…” diyen Nazım’ın dizelerinden fışkıran bir tarihsel bir zorunluluktur da.

[hr][1] G. Cogniot, Çağdaşımız Karl Marx, Ankara, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Nisan 1975, s. 76

[2] Rosa’nın yukarıda özetlediğimiz düşüncelerinin tam metni şöyledir:   “Ne var ki, kapitalist ekonomide değişim üretime egemendir. Rekabet sonucunda üretim sürecine sermayenin çıkarlarının egemen olması yani - acımasız sömürü- her girişimin yaşamını sürdürebilmesinin koşulu haline gelir. Kapitalin üretim süreci üzerindeki egemenliği şu yollarla gerçekleşir. Emek yoğunlaşır. Pazarın durumuna göre iş günü uzatılır veya kısaltılır. Ve pazarın gereksinimlerine göre, emek istihdam edilir ya da sokağa atılır. Diğer bir deyişle pazardaki rakipleri karşısında girişimin ayakta durabilmesi için bu yöntemlere başvurulur. Üretim kooperatifleri kuran emekçiler de kendilerini tam bir mutlakiyetçilikle yönetme gibi bir çelişkili gereksinimle karşı karşıya bulurlar.   Bu durumda kapitalist bir girişimci rolünü oynamak zorundadırlar… Dolayısıyla bu girişimler ya tamamen kapitalist girişimlere dönüşürler ya da işçilerin çıkarlarının güçlü olduğu durumlarda kendilerini feshederler ve varlıkları sona erer.” Writings of Rosa Luxemburg, editör Lenny Frank, 2009, USA Florida, Red and Black Publishers, s. 86)

[3] Rosa konuyu uzun uzun tartışır ama biz buraya eleştirisinin önemli gördüğümüz bir yönünü aktardık.


http://haber.sol.org.tr/yazarlar/serpil-guvenc/eric-olin-wrightin-animsattigi-o-yillanmis-soru-reformizm-mi-marksizm-mi

melnur  |  Cvp:
Cevap: 4
18.04.2022- 01:58

Marksizm her zaman güncel

Marksizm, modernite ve insan özgürleşmesinin anlamlarını derinliğiyle kavramamızı sağlayan ufuk açıcı bir kılavuz gibidir.

Resim Ekleme
 
Ufuk Akkuş

19. yüzyıl düşünce akımı olan Marksizm, çağımızdaki sorunlara çare olabilir mi? Dünyadaki sosyoekonomik gelişmeleri kavramak ve bu kılavuz sayesinde dünyayı değiştirerek daha yaşanılır bir yer haline getirmek için temel bir anahtar olan Marksizm, toplumsal sınıflar olduğu müddetçe önemini yitirmeyecektir. Kapitalist sistemin tarihsel ve geçici bir niteliğe sahip olduğu, kendi iç çelişkileri nedeniyle yerini yeni bir düzene bırakacağı ancak bu dönüşümün de kendiliğinden olmayacağı, toplumsal özne olan işçi sınıfının müdahalesiyle gerçekleşeceği Marksizm'in özünü oluşturur. Marx sonrası Marksizm, çağın yeni gelişmleri karşısında ve Marx’ın planladığı ancak fiziksel ömrü nedeniyle eksik bırakmak zorunda kaldığı konular çerçevesinde günümüze kadar değişik Marksistler tarafından geliştirilmiştir. Buradaki tartışmalar Marksizmin güncellenmesi ve yeni gelişmelere uyarlanması ile marksizmin aşılması arasında yol almaktadır.

Göran Therborn, “Marksizmden Post-Marksizme” adlı kitabında Marksizmin inşasından bugüne dek geçirdiği aşamaları ortaya koyuyor ve Marksizmin geleceğine kapsamlı bir ışık tutuyor. Therborn, Marx’ın önemli gördüğü üç yönüne dikkat çekerek başlıyor kitabına. İlki; insanın sömürü ve baskıdan kurtulma davasına kendini adamış, hem özgürleştirici aklın hem de dünyayı rasyonalist bir bakışla araştırmanın savunucusu olma yönü. İkincisi; sosyal analize getirdiği tarihsel materyalizm yaklaşımına, yani sıradan insanların yaşam ve çalışma koşulları ile iktidarın ekonomik/siyasi maddiliğine, özel bir önem vererek mevcut anı tarihsel olarak kavraması. Üçüncüsü ise; sosyal hayatın içindeki çelişki ve çatışmaları duyarlılıkla kavraması, yani diyalektik açıklığı.

Pek çok ülkedeki güncel Marksist literatüre ve eylemliliklere değinen Therborn, neo-Marksist ve post-Marksist yazarlar ve yapıtları hakkında bilgi verirken bu iki terim arasındaki sınırların yakın tarihte bulanıklaştığından söz eder. Post-Marksizm terimini Marksist problematiğin ötesine geçen ve açıkça Marksist bir gelenekten gelmekle birlikte bugün Marksist bir adanmışlığa sahip olduklarını artık aleni olarak iddia etmeyen yazarları işaret etmek için kullanan Therborn; siyaset, sosyal bilim, ve felsefe alanından oluşan klasik Marksizm üçgeninde yaşanan kırılmaların eşitsiz etkiler doğurduğunu öne sürer. Latin Amerika’daki birkaç istisna dışında Kuzey Atlantik bölgesinde Marksist siyasetin ya yok olduğu ya da marjinalleştiğine vurgu yapmakla birlikte sol entelektüel yaratıcılığın ortadan kalkmadığını belirtir.

Therborn, klasik Marksist üçgenin kırıldığı ve tamirinin de mümkün olmadığı konusunda fikrini temellendirmeyip sadece buna değinip geçer. Sosyalist mücadelenin önceki birikimleri göz ardı etmesinin mümkün olmadığını söylerken farklı bir geleceğin şafağının aynı renklerde görülmeyeceğini iddia eder ama bunun Marksist üçgenin kırılmasıyla bağlantısını kurmaz.

Therborn’a göre kapitalizm hala büyük bir öfke üretiyor ve buna da devam edecek. Aynı şekilde 19. yüzyıldan 20. ve 21. yüzyıla aktarılan bir devamlılık çizgisi eleştiride olduğu gibi direnişte de varlığını sürdürecektir. Böylece önceki yılların birikimini temel alan yeni felsefecilerin Marx üzerine yeni okuma biçimleri konusunu gündeme getireceğine kesin gözle bakılabilir.

Marksizmin uygulandığı ülkelerde 1990’larda yaşanan yenilgilerin nedenini buralarda uygulanan bir dizi radikal ve beklenmedik iç reforma bağlayan Therborn’a göre Sovyetlerdeki reformlar büyük oranda siyasi nitelikliydi ve demokratikleşmeye hizmet ediyordu. Bu reformlar planlı ekonominin kaosa sürüklenmesine yol açıp nihayetinde milliyetçi siyasetçilerin işine yaradı. Çin’de ise büyük ölçüde ekonomik karakterde olan reformlar sosyalist siyaseti daha uzun bir zamanda darmadağın ederken bir yandan da parti devletini bir hayli yozlaştırmıştır. Öte yandan iki daha küçük komünist rejim çok farklı ayakta kalma stratejileri sayesinde varlıklarını bugüne kadar sürdürebilmiştir. Milliyetçi izolasyon Kuzey Kore komünizmini balistik füzelerle tamamlanmış bir hanedan iktidarı haline getirdi. Küba ise kendi rejiminin bütünlüğüne duyduğu devrimci inanmışlıkla ayakta kaldı.

Reel sosyalist siyasetin etkinliğini yitirmesiyle çevreci hareketlerin güç kazandığını ve bu akımların endüstriyel solun kalkınmacı perspektifini sorguladığını öne süren Therborn, etnik ve cinsel kimlik siyasetlerinin de dünyanın bazı kısımlarında fazlasıyla önemli olduğuna dikkat çeker. Ona göre bu siyasetlerin sosyoekonomik meselelerle ilişkisi çoğunlukla muğlaktır. Örneğin; bunlar, kendi grup ya da topluluklarını etkileyen eşitsizlikleri eleştirmekte ama başkalarını etkileyen eşitsizliklere ya da genel anlamıyla eşitsizliğe dokunmamaktadır.

Özellikle Batı Marksizmi konusundaki çalışmalara dikkat çeken Therborn, kitabında gerek neo-Marksist gerekse post-Marksistlerin yapıtlarına dair detaylı ve güncel bilgiler aktarır. Bu metnin temel olarak Kuzey Amerika bölgesini konu almasına karşın 21. yüzyılda kapitalizmin akıbetine karar verecek yerin orası olmadığını belirtir ve küresel teorileştirme ve küresel empirik araştırmaların olağanüstü önemine vurgu yapar. Latin Amerika’nın yeni radikal hamlesi hala önemli tahlillerin konusu olmayı beklemektedir. Hint Marksizminin yerel planda taşıyıcıları ile parlak Güney Asya diasporasının post-sömürgeci yaratıcılığı arasında yaşanacak birleşmeden tüm bölgeyi etkileyecek önemde bir ürün ortaya çıkmalıdır. Çin entelijansiyası ise varlığı küçük olmasına karşın dünya tarihinin günümüzde yaşadığı kaymada ön saflarda yer alma gibi bir avantaja sahiptir. Bunlar hem dünyayı daha iyi anlamamızı sağlayacak bakış açıları hem de değişim perspektiflerinin ortaya çıkmasını sağlayabilecek kaynaklardır. Bu listeye Türkiyeli Marksistlerin araştırma ve çabalarının kitlesel sosyalizmle ilişkilenme biçimlerinin eklenebileceğini düşünüyorum.

Sol düşünce pratiğinin mekanlarını, eleştirel teori olarak 20. yüzyıl Marksizmini tamamlama çabasını ve yakın tarihin radikal düşüncesini Marksist yazarların yapıtları ve pratik gelişmeler çerçevesinde tartışan kitap, Marksizmin geleceği konusunda yeni düşünceler uyandırıyor ve bizi yeni yapıtlara yönlendiriyor.

KÜNYE: Marksizmden Post-Marksizme, Göran Therborn, Çev. Devrim Evci, Dipnot Yayınları, 2011, 227 sayfa.

https://ilerihaber.org/icerik/marksizm-her-zaman-guncel-139478

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]