Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 V.I.Lenin
melnur  |  Cvp:
Cevap: 25
11.09.2013- 18:32

4- EKONOMİSTLERİN İLKELLİĞİ VE DEVRİMCİLER ÖRGÜTÜ

Raboçeye Dyelo'nun yukarda incelediğimiz, iktisadi mücadelenin, siyasal ajitasyonun en geniş uygulanabilirliğe araç olduğu, ve bizim görevimizin artık iktisadi mücadelenin kendisine siyasal bir nitelik kazandırma vb. olduğu yolundaki iddiaları, sadece siyasal bakımdan değil, örgütsel görevlerimiz bakımından da dar bir görüşü ifade etmektedir. "İşverenlere ve hükümete karşı iktisadi mücadele" bütün Rusya'yı kucaklayan merkezi bir örgütü hiç de gerektirmez ve bu yüzden de bu mücadeleden, siyasal muhalefetin, protestoların ve öfkenin bütün belirtilerini tek bir genel saldırı içersinde birleştirecek bir örgüt, profesyonel devrimcilerden meydana gelen ve bütün halkın gerçek siyasal liderlerinin yönetiminde bulunan bir örgüt, hiç bir zaman doğamaz. Bu, anlaşılır bir şey. Herhangi bir örgütün niteliğini doğal ve kaçınılmaz olarak belirleyen şey, o örgütün eyleminin içeriğidir. Onun için Raboçeye Dyelo, yukarda tahlil edilen görüşleri ile, sadece siyasal eylemin değil, aynı zamanda örgütsel çalışmanın da darlığını savunmakta ve meşrulaştırmaktadır. Burada da Raboçeye Dyelo, her zaman olduğu gibi, kendiliğindenliğe boyuneğen bir bilince sahip organ olduğunu ortaya koymaktadır. Oysa kendiliğinden gelişen örgüt biçimlerine kölece boyuneğmenin, örgütsel çalışmamızın dar sınırlılığını ve ilkelliğini anlayamamanın, bu en önemli alanda ne kadar "geri" olduğumuzu anlayamamanın, bütün bunları kavrayamamanın, hareketimizin tutulmuş olduğu gerçek bir hastalık olduğunu söylüyorum ben. Bu öyle bir hastalıktır ki, çöküşle gelmez; bu, besbelli ki bir büyüme hastalığıdır. Bu konuda her türlü geriliğin savunusuna karşı, darlığın hoşgörülmesine karşı ödünsüz mücadeleye girişmenin zamanı, kendiliğinden öfke dalgasının bizim hareketin liderlerinin ve örgütçülerinin üzerinden de aştığı şu sıradır. Pratik çalışmaya katılanların ya da böyle bir çalışmaya girmek için hazırlanmakta olanların hepsinde, aramızda yaygın bulunan amatörlüğe karşı hoşnutsuzluk ve bundan kurtulmamız için sarsılmaz bir kararlılık yaratmak özellikle gereklidir.

A. İLKELLİK NEDİR?

Bu soruyu, 1894-1901 döneminin tipik bir sosyal-demokrat çalışma çevresinin faaliyetini kısaca anlatarak yanıtlamaya çalışacağız. O dönemde, öğrenci gençliğin tümünün marksizme sarıldığını belirttik. Bu öğrenciler, marksizmle, elbette ki, sadece bir teori olarak ilgilenmiyorlardı, onunla "Ne Yapmalı?" sorusuna bir yanıt olarak, düşmana karşı savaşmak için bir çağrı olarak ilgileniyorlardı. Bu yeni savaşçılar, şaşılacak ölçüde ilkel donatım ve eğitimle savaşa girdiler. Çok kez hemen hemen hiç donatımları yoktu ve eğitim diye bir şey görmemişlerdi. Sabanını bırakıp savaşa katılan köylüler gibi ellerinde sopalarla yürüdüler. Bir öğrenci çevresi, hareketin eski üyeleriyle hiç bir bağlantısı olmadan, başka yörelerdeki, hatta aynı kentin başka kesimlerindeki (ya da başka eğitim kurumlarındaki) inceleme çevreleriyle hiç bir bağlantı kurmadan, devrimci çalışmanın çeşitli bölümlerini örgütlendirmeden, belirli bir zaman süresini kapsayan sistemli bir eylem planı olmadan, işçilerle ilişki kuruyor ve çalışmaya koyuluyor. Bu çevre, yavaş yavaş propaganda ve ajikasyonunu yaygınlaştırıyor; eylemleriyle oldukça geniş bir işçi kesiminin ve eğitim görmüş tabakanın belirli bir kesiminin sempatisini kazanıyor; bu kesimler ona para sağlıyorlar ve "komite" gençlerden oluşan yeni grupları bunlar arasından ediniyor. Komitenin (ya da mücadele birliğinin) çekici gücü büyüyor, eylem alanı genişliyor, eylemini tamamen kendiliğinden bir biçimde yayıyor; bir yıl ya da birkaç ay önce, öğrenci çevrelerinin toplantılarında konuşan ve "Nereye?" sorusunu tartışan, işçilerle bağlantı kuran ve bu bağlantıları sürdüren, bildiri yazıp yayınlayan bu kimseler, artık öteki devrimci gruplarla ilişkiler kuruyorlar, yazın ediniyorlar, yerel bir gazetenin yayınına girişiyorlar, bir gösteri düzenlemekten sözetmeye başlıyorlar, ve nihayet açık savaşa geçiyorlar (bu açık savaş ilanı, duruma göre ilk ajitasyon bildirisi, bir gazetenin ilk sayısı ya da ilk gösteri yürüyüşü olabilir). Çoğunlukla bu çıkışlar, daha ilk anında tam bir fiyaskoyla sonuçlanır. İlk anında ve tam bir fiyasko, çünkü, bu açık savaş daha önce düşünülmüş ve uzun uzadıya saptamış sistemli bir plan, inatçı ve uzun süreli bir mücadele planı sonucu değildi, sadece inceleme çevresinin gelenksel çalışmasının kendiliğinden büyümesi sonucuydu; çünkü, polis, besbelli ki, hemen her seferinde, yerel hareketin, üniversite sıralarında "adları duyulmuş olan" başlıca militanlarını tanıyordu, ve bir baskın için kendisine en elverişli anı kollarken, kasıtlı olarak, elle tutulur bir suçüstü sağlayabilmek için, devrimci grubun yayılmasına gözyummuştur ve her seferinde tanıdıkları bazı kimselerin "tohumluk olarak" serbest gezmelerine izin vermiştir (bildiğim kadar "tohumluk" terimi hem bizimkilerin hem de çar polisinin kullandığı bir terimdir). Böyle bir savaşı, bir köylü yığınının, ellerinde sopalarla, modern askeri birliklere karşı savaşına benzetmemek insanın elinden gelmiyor. Ve insan, savaşçıların tam bir eğitim yoksunluğuna karşın, yayılan, büyüyen ve başarılar sağlayan hareketin canlılığına şaşıyor. Tarihsel bakımdan donatımın ilkelliğinin başlangıçta yalnız kaçınılmaz olmakla kalmadığı, savaşçıların geniş ölçüde seferber edilmesinin koşulu olarak meşru bile olduğu doğrudur; ama ciddi çatışmalar yer almaya başlayınca (ve bunlar fiilen 1896 yazındaki grevlerle başlamıştır), savaş örgütümüzün eksikliklerini gittikçe daha çok duymaya başladık. İlkten şaşkınlığa düşen ve gaf üstüne gaf yapan hükümet (örneğin sosyalistlerin yaptıklarının kötülüklerini anlatarak kamouyona başvurması, ya da işçilerin başkentlerden taşradaki sanayi merkezlerine sürülmesi gibi), kısa zamanda mücadelenin yeni koşullarına ayak uydurabildi ve kusursuz biçimde donatılmış bir ajan provakatör, casus ve polis birliklerini ustaca kullanmaya başladı. Baskınlar o kadar sıklaştı, o kadar çok insanı etkiledi ki, ve bu baskınlar sonucu yerel inceleme çevreleri öylesine silinip süpürüldü ki, işçi yığınları hemen hemen bütün liderlerini kaybettiler, hareket inanılmaz ölçüde dağınık bir nitelik aldı ve çalışmalarda süreklilik ve uyum tümüyle olanaksızlaştı. Yerel liderlerin böyle darmadağın edilişi, inceleme çevreleri üyelerinin rasgele kişilerden oluşması, teorik, siyasal ve örgütsel sorunlarda gerekli eğitimin olmaması ve bu sorunlarda dargörüşlülük, bütün bunlar, yukarda anlatılan koşulların kaçınılmaz sonuçları idi. İşler öyle bir hale geldi ki, birçok yerlerde işçiler, gereken sağlamlığı gösteremediğimizden ve gizlilik kurallarına uyamadığımızdan ötürü, aydınlara olan inancını yitirmeye ve onlardan uzak durmaya başladılar. İşçiler şöyle diyordu: aydınlar pek dikkatsiz davranıyorlar ve polis baskınlarına yolaçıyorlar!

Hareket konusunda azıcık bilgisi olan bir kimse, aklı başında sosyal-demokratların tümünün, sonunda bu amatörce yöntemlere bir hastalık olarak bakmaya başladıklarının farkındadır. Hareketi yakından bilmeyen okurun, hareketin özel bir aşamasını ya da özel bir hastalığını "icat ettiğimizi" sanmaması için, yukarda sözlerini aktardığımız tanıktan, aşağıya bir pasaj daha alacağız. Pasajin uzunluğundan dolayı okurun bizi bağışlayacağına inanıyorum.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 26
11.09.2013- 18:33

Raboçeye Dyelo,'da şöyle yazıyor: "Daha geniş pratik eyleme tedrici geçiş, Rus işçi sınıfı hareketinin şu anda aşmakta olduku genel geçici döneme doğrudan doğruya bağlı bulunan bu geçiş, karakteristik bir özellik olmakla birlikte, Rus işçilerinin devriminin genel mekanizmasında daha az ilginç olmayan bir başka özellik de vardır. Eyleme uygun devrimci güçlerin genel olarak bulunmayışından sözetmekteyiz, bu yokluk sadece St. Petersburg'da değil tüm Rusya'da duyulmaktadir. İşçi sınıfı hareketinin genel olarak yeniden canlanışıyla, çatışan yığınların genel olarak gelişmesiyle, grevlerin giderek sıklaşmasıyla, işçilerin artan açık yığın mücadelesiyle, ve hükümet baskısının, tutuklamaların, sınırdışı etmelerin ve sürgünlerin yoğunlaşmasıyla, usta devrimci güçlerin bu yokluğu gittikçe daha çok göze batar bir hale gelmektedir, ve hiç kuşku yok ki, bu durum, hareketin derinliğini ve genel niteliğini etkilememezlik edemez. Birçok grev, devrimci örgütlerin güçlü ve doğrudan etkisi olmaksızın yapılmaktadır. ... Ajitasyon bildirileri ve illegal yazın eksikliği duyulmaktadır. ... İşçilerin inceleme çevreleri ajitatörlerden yoksun kalmaktadır. ... Üstelik durmadan para sıkıntısı çekilmektedir. Kısacası, işçi sınıfı hareketinin büyümesi devrimci örgütlerin büyüme ve gelişmesini aşmaktadır. Etkin devrimcilerin sayısal gücü, hoşnutsuz işçi yığınları üzerindeki etkiyi kendi ellerinde yoğunlaştırmalarını ya da bu hoşnutsuzluğa birazcık olsun uyum ve örgütlülük getirmelerine olanak vermeyecek kadar azdır. ... Dağınık, birbirine bağlı olamayan ayrı ayrı inceleme çevreleri, ayrı ayrı devrimciler, organları orantılı biçimde gelişmiş tek bir güçlü ve disiplinli örgütü temsil etmemektedirler. ..." Dağıtılan inceleme çevrelerinin yerine derhal yenilerinin örgütlendirilmesinin, "ancak hareketin canlılığını tanıtladığını ... ama gerektiği gibi eğitilmiş devrimcilerin yeter sayıda bulunduğunu tanıtlamadığını" kabul eden yazar şu sonuca varıyor: "St. Petersburg devrimcileri arasında pratik eğitimin bulunmayışı, çalışmaların sonuçlarında görülebilir. Son yargılamalar ve özellikle Öz Kurtuluş Grubunun ve Sermayeye Karşı Emek Grubunun yargılanmaları açıkça göstermiştir ki, işçi sınıfının koşulları ve bunun sonucu olarak da belirli bir fabrikada ajitasyon yapma koşulları konusunda ayrıntılı bilgiden yoksun, gizlilik ilkelerinden habersiz, ve sosyal-demokrasinin ancak genel ilkelerini anlayabilen [eğer anlıyorsa] genç militan, çalışmasını ancak dört, beş ya da altı ay kadar yürütebilmektedir. Bunun ardından, bütün örgütün ya da hiç değilse örgütün bir kısmının yıkılmasına neden olan tutuklamalar gelmektedir. Onun için şu soruyla karşılaşmaktayız: eğer ömrü aylarla ölçülecekse, bu grup, başarılı eylem yürütebilir mi? ... Besbelli ki, mevcut örgütlerin kusurlarının sadece bu geçiş döneminden ileri geldiğini söyleyemeyiz. ... Besbelli ki, çalışmakta olan örgütlerin sayısal ve her şeyden öte niteliksel yapıları küçümsenecek bir etmen değildir, ve bizim sosyal-demokratlarımızın birinci görevi ... örgütleri etkin bir biçimde birleştirmek ve örgüt üyeleri arasında sıkı bir ayıklama yapmaktır."

B. İLKELLİK VE EKONOMİZM

Şimdi de, kuşkusuz her okurun aklına gelmiş olması gereken bir sorunu ele alalım. Bütün hareketi etkileyen büyüme hastalığı olan bu ilkellikle, Rus sosyal-demokrasisinin içerisindeki akımlarından biri olan ekonomizm arasında bir bağlantı kurulabilir mi? Biz kurulabileceği görüşündeyiz. Pratik eğitimden, örgütsel çalışmalarını yürütme yeteneğinden yoksunluk, hiç kuşku yok ki, daha başından beri, her zaman, devrimci marksizmi savunanlar dahil, hepimizin ortak noksanlığıdır. Eğer sorun sadece pratik eğitimden yoksunluk olsaydı, kimse pratik içinde çalışanları suçlayamazdı. Ama "ilkellik" terimi eğitim yoksunluğundan daha fazla bir şeyi kapsar; bu terim, genel olarak, devrimci çalışmada dar kapsamlılığı, bu kadar dar eylem temeli üzerinde iyi bir devrimciler örgütünün kurulamayacağını anlayamamayı, ve nihayet (ki bu en önemlisidir) bu darlığı haklı gösterme ve onu özel bir "teori" durumuna yükseltmeyi, yani bu sorunda da kendiliğindenliğe böylece boyuneğmeyi ifade eder. Bu türden çabalar açıga çıkar çıkmaz, ilkelliğin ekonomizmle bağları bulunduğu ve genel olarak kendimizi ekonomizmden (yani marksist teorinin ve sosyal-demokrasinin rolünün ve siyasal görevlerinin dar anlayışından) kurtarmadıkça, örgütsel eylemimizin bu darlığından da hiç bir zaman kurtulamayacağımız açıkça belli oldu. Bu çabalar, kendilerini, iki yönde ortaya koydular. Bazıları, işçi yığınlarının, devrimcilerin onlara "kabul ettirmeye" çalıştıkları geniş ve militan siyasal görevleri bizzat kendilerinin ortaya atmadıklarını; henüz kısa vadeli siyasal istemler uğruna mücadele etmeyi, "işverenlere ve hükümete karşı iktisadi mücadeleyi" yürütmeyi sürdürmeleri gerektiğini (ve doğal olarak yığın hareketinin "erişebileceği" bu mücadeleye denk düşen ve en az hazırlıklı gençliğin bile "erişebileceği" bir örgüt olması gerektiğini) söylemeye başladılar. Her türlü "teoricilik" teorisinden uzak olan bazıları ise, "siyasal bir devrimi gerçekleştirmenin" olanaklı ve zorunlu olduğunu, ama bunun, proletaryayı sıkı ve inatçı mücadele içerisinde eğitmek üzere güçlü bir devrimciler örgütü yaratmayı gerektirmediğini söylediler. Yapmamız gereken tek şey, o eski dostumuza, "erişilebilir" sopaya sarılmaktır. Üstü örtülü konuşmayı bir tarafa bırakırsak, genel bir grev örgütlemeli ya da "kızıştırıcı terör" yoluyla işçi sınıfı hareketinin "ruhsuz" ilerleyişini kamçılamalıyız. Biri oportünist, öteki "devrimci" olan bu iki eğilim, egemen olan amatörlüğe boyuneğmektedir; bunlar amatörlükten kurtulunabileceğine inanmamakta ve ilk ve zorunlu pratik görevimizin, siyasal mücadeleye gerekli enerjiyi, oturmuşluğu ve sürekliliği sağlayabilecek olan bir devrimciler örgütünün yaratılması olduğunu görememektedirler.

B-v'nin şu sözlerini aktardık: "İşçi sınıfı hareketinin büyümesi, devrimci örgütlerin büyüme ve gelişmesini aşmaktadır." "Yakından gözlemde bulunan bir kimsenin bu değerli görüşü" (Raboçeye Dyelo'nun B-v'nin yazısı hakkındaki yorumu böyledir) bizim için çifte bir değer taşır. Bu beyan, Rus sosyal-demokrasimizin bugünkü bunalımının başlıca nedeninin, liderlerin ("ideologların", devrimcilerin, sosyal-demokratların) yığınların kendiliğinden atılımının gerisinde kalmış olmaları yolundaki görüşümüzü doğrular. Bu beyan, aynı zamanda, ekonomist mektubu yazanlar tarafından, Kriçevski ve Martinov tarafından ileri sürülen, kendiliğinden unsuru, günlük tekdüze mücadeleyi küçümsemenin tehlikesini belirten, süreç olarak taktikleri vb. savunan savların tümünün, ilkelliği övme ve savunmadan başka bir şey olmadığını gösterir. "Teorisyen" sözcüğünü dudak bükmeden telâffuz edemeyen, eğitimden yoksunluğa ve geriliğe kapılmış olmalarına "yaşamın gerçeklerini sezme" adını takmış olan bu adamlar, gerçekte en zorunlu pratik görevlerimizi anlayamadıklarını açığa vurmaktadırlar. Arkada kalanlara şöyle bağırıyorlar: "Ayak uydur! İleriye geçme!" Örgütsel çalışmada enerji ve inisiyatiften yoksun bulunanlara geniş ve yürekli eylem için gerekli "planları" bulunmayanlara, "süreç-olarak-taktikler" va'zediyorlar! Bizim işlediğimiz en büyük günah, siyasal ve örgütsel görevlerimizi, her günkü iktisadi mücadelenin kısa vadeli, "elle tutulur" "somut" çıkarları düzeyine indirgememizdir; ama onlar, iktisadi mücadelenin kendisine siyasal bir nitelik kazandırın! diye hep aynı nakaratı yineleyip duruyorlar. Yineliyoruz: halk masalındaki kahraman, geçen cenaze alayına, "gözünüz aydın!" diye bağırırken ne kadar "yaşamın gerçeklerini" seziyorduysa, böyle bir davranışta bulunanlar da o kadar seziyorlar.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 27
11.09.2013- 18:34

Bu ukalâlarin gerçekten "Narsis'e lâyık" eşsiz bir kendini beğenmişlikle, "işçi çevrelerinin sözcüğün gerçek ve pratik anlamıyla, yani siyasal istemler uğruna geçerli ve başarılı pratik mücadele anlamında siyasal görevlerle genel olarak (aynen böyle!) başedemeyişleri" konusunda Plehanov'a nasıl ders verdikleri anımsansın. Çevre vardır, çevre vardır, baylar! Elbette ki, "amatör" çevreleri, amatörlüklerinin farkına varıp da bundan vazgeçemedikleri sürece, siyasal görevlerle başedemezler. Eğer ayrıca, bu amatörler, kendi ilkel yöntemlerine vurgunsalar, ve "pratik" sözcüğünün altını çizmekte direniyorlarsa ve pratik olmanın, bir kimsenin kendi görevlerini, yığınların en geri katının anlayış düzeyine indirgemesini gerektirdiğini sanıyorlarsa, o zaman böyleleri deva bulmaz amatörlerdir ve, elbette ki, bunlar genel olarak herhangi bir siyasal görevle başedemezler. Ama Alekseyev ve Mişkin tipinde, Halturin ve Jelyabov tipinde bir liderler çevresi, en gerçek ve en pratik anlamıyla siyasal görevlerle başedecek yetenektedir, ve böyleleri, siyasal görevleri, ateşli propagandalarının kendiliğinden uyanan yığınlarda yankı bulmasından ötürü, kaynayan enerjilerinin devrimci sınıfın enerjisinde destek bulmasından ötürü başarabilmektedirler. Plehanov, bu devrimci sınıfın varlığına işaret etmekle, ve bu sınıfın kendiliğinden uyanışının kaçınılmaz olduğunu tanıtlamakla kalmayıp, "işçi çevrelerine bile" yüksek, geniş kapsamlı siyasal görev yüklerken bin kez haklıydı. Ama siz, o zamandan beri fışkırmış olan yığın hareketine, bu görevi alçaltmak, "işçi çevrelerinin" enerjisini ve eylem alanını daraltmak için işaret ediyorsunuz. Eğer siz, kendi ilkel yöntemlerinize vurgun değilseniz, nesiniz? Pratik olmakla övünüyorsunuz, ama her pratik Rus işçisinin, sadece bir çevrenin değil, bir kişinin enerjisinin bile devrim davası için nasıl mucizeler yaratabileceğini bildiğini göremiyorsunuz. Yoksa siz, bizim hareketimizin 1870'lerin önderleri gibi önderler çıkaramayacağını mı sanıyorsunuz? Eğer bunu sanıyorsanız, niçin? Eğitimden yoksun olduğumuz için mi? Ama biz, kendi kendimizi eğitiyoruz, ve eğitmeye devam edeceğiz, ve gün gelecek eğitilmiş olacağiz! "İşverenlere ve hükümete karşı iktisadi mücadele" durgun suyunun yüzeyini yosunlar kapladığı ne yazık ki doğrudur; aramızda öyleleri çıktı ki, kendiliğindenliğin önünde, (Plehanov'un bir deyişini kullanırsak) Rus proletaryasının "kıçına" vecd içinde bakarak, secde ediyorlar. Ama biz, bu yosunlardan kurtulacağız. Rus devrimcilerinin, gerçekten devrimci bir teorinin kılavuzluğunda, gerçekten devrimci ve kendiliğinden uyanan sınıfa dayanarak, heybetiyle doğrulmasının zamanı nihayet -nihayet!- gelmiştir. Bunun olabilmesi için, pratik içinde çalışanlar yığınının, bunlardan daha da kalabalık olan ve okul sıralarından beri pratik eylem rüyası görenler yığınının, siyasal görevlerimizi aşağılama ve örgütsel çalışmalarımızın alanını sınırlandırma yolundaki her türlü öneriyi alay ve küçümseme konusu yapmaları yeterlidir. Ve hiç telaşlanmayın, baylar, bunu başaracağız!

"Nereden Başlamalı" adlı makalemde, Raboçeye Dyelo'nun görüşüne karşı şunları söyledim: "Özel bir soruna ilişkin aiitasyon taktiklerini ya da parti örgütüne ilişkin herhangi bir ayrıntıdaki taktikleri 24 saat içinde değiştirmek mümkündür. Ama 24 saat içinde demeyeceğim, 24 ay içinde bile, insanın bir mücadele örgütünün ve yığınlar içinde siyasal ajitasyonun genel, sürekli ve mutlak zorunluluğu konusundaki görüşünü değiştirebilmesi için her türlü ilkeden yoksun olması gerekir." Raboçeye Dyelo'nun karşılığı şu oldu: "İskra'nın, olgulara dayandığını iddia ettiği bu biricik suçlaması tamamen dayanaksızdır. Raboçeye Dyelo okurları çok iyi bilirler ki, daha başlangıçta, biz, İskra'nın çıkmasını beklemeden, siyasal ajitasyona çağrıda bulunmakla kalmadık ... [bunu sadece işçi inceleme çevrelerinin değil, "yığınsal işçi sınıfı hareketinin de, mutlakiyeti devirmeyi birinci siyasal görev sayamayacağını", ancak kısa vadeli siyasal istemler uğruna mücadele ile yetinmesi gerektiğini ve "yığınların ancak bir ya da birkaç grevden sonra kısa vadeli siyasal istemleri anlamaya başladıklarını" söyleyerek yaptınız], ...yurtdışından Rusya içinde çalışan yoldaşlara ilettiğimiz yayınlarımızda, siyaset ve ajitasyon ile ilgili biricik sosyal-demokrat malzemeyi sağladık ... [ve bu biricik malzemede, sadece en geniş siyasal ajitasyonu sırf iktisadi mücadeleye dayandırmakla kalmayıp, bu sınırlı ajitasyonun "en geniş ölçüde uygulanabilen" ajitasyon olduğunu iddia etmeye kadar işi vardırdınız. Baylar, görmüyor musunuz ki, İskra'nın yayınlanmasının ve Raboçeye Dyelo'ya karşı mücadeleye girişmesinin zorunluluğunu tanıtlayan, bunun, sağlanan biricik malzeme olduğu yolundaki kendi savınızdır!]. ... Öte yandan, bizim yayın eylemimiz, partinin taktik birliği için fiilen zemin hazırlamıştır ... [taktiğin partiyle birlikte büyüyen parti görevlerinin büyümesi süreci olduğu inancındaki birliği mi? Gerçekten çok değerli bir birlik!]. ... Ve böylelikle bir 'militan örgütün' yaratılması olanağını sağlamıştır; o örgüt ki, onun uğuna Yurtdışı Birlik, yurtdışındaki bir örgütün yapabileceği her şeyi yapmıştır." Asıl konudan kaçmak için boşuna çaba! Elinizden geleni yaptığınızı yadsımak aklımın kenarından geçmez. Ben sizin için "olanaklı" olanın sınırlarının kendi görüşünüzün darlığıyla çizilmiş olduğunu iddia ettim ve şimdi de ediyorum. Bir "militan örgütün" "kısa vadeli siyasal istemler" mücadelesinden, ya da "işverenler ve hükümete karşı iktisadi mücadeleyi" yürütmesinden sözetmek gülünçtür.

Ama eğer okur, amatörlüğe olan ekonomist sevdanın incilerini görmek istiyorsa, seçmeci ve sallantılı Raboçeye Dyelo'dan yüzünü çevirip tutarlı ve kararlı Raboçaya Mysıl'a bakmalıdır. Özel Ek'inde şöyle yazıyor: "Şimdi de gerçek devrimci aydın denen tabaka üzerine bir çift sözümüz var. Bu tabakanın, çarlığa karşı kesin mücadeleye girişmeye hazır olduğunu birçok kez tanıtladığı doğrudur. Ama talihsizlik şurda ki, devrimci aydın tabakamız, siyasal polisin en amansız baskısına uğradığından, siyasal polise karşı mücadelenin otokrasiye karşi siyasal mücadele olduğunu sandı. Onun için bu tabaka, bugüne kadar, 'otokrasiye karşı mücadele için kuvvetlerin nereden sağlanabileceğini' anlayamamıştır."

(Sözcüğün en kötü anlamıyla) kendiliğinden harekete tapan bu kimsenin, polise karşı mücadeleye tepeden bakıp onu horgörmesi, gerçekten eşi bulunmaz bir davranış! Kendiliğinden yığın hareketinde siyasal polise karşı mücadeleye girişmemizin hiç de önemli olmadığı savına dayanarak, gizli eylemi örgütlendirmedeki beceriksizliğimizi haklı göstermeye hazırdır! Devrimci örgütlerdeki eksikliklerimiz o denli ciddi bir sorun haline gelmiştir ki, bu korkunç vargıya çok az kimse katılır, ama örneğin Martinov buna katılmıyorsa, bu, kafasındaki fikirleri mantıksal sonuçlarına kadar düşünemediğinden ya da düşünmeye cesareti yetmediğinden ötürüdür. Yığınların somut istemleri, elle tutulur sonuçlar vaadeden istemlerı "ileri sürme" "görevi", gerçekten de, istikrarlı, merkezi bir militan devrimciler örgütünün yaratılması için özel çabalar sarfedilmesini gerektirmekte midir? Böyle bir "görev", "siyasal polise karşı" hiç "mücadele etmeyen" yığınlar tarafından yerine getirilemez mi? Üstelik, eğer birkaç lider dışında. "siyasal polise karşı mücadelede" hiç bir yeteneği olmayan, işçiler (büvük çoğunluk) tarafından da üstlenilmeseydi, bu görev başarılabilir miydi? Yığının ortalama öğesi olan bu işçiler, grevlerde ve polisle ve askeri birliklerle yapılan sokak çatışmalarında insanüstü bir enerji ve özveri gösterebilirler ve tüm hareketimizin sonucunu belirIeyebilirler (ve belirleyecek olanlar yalnızca onlardır); ama siyasal polise karşı mücadele özel nitelikler gerektirir, profesyonel devrimciler gerektirir. Ve biz, yığınların sadece somut istemler değil, işçi yığınlarının gittikçe artan sayıda profesyonel devrimciler de "öne sürmesini" sağlamalıyız. Böylece, profesyonel devrimciler örgütü ile salt işçi hareketi arasındaki ilişki sorununa varmış bulunuyoruz. Bu sorun, yazına çok az yansımışsa da, ekonomizme azçok eğilim gösteren yoldaşlarla yaptığımız konuşma ve polemiklerde, bu, biz "siyasetçileri" büyük çapta meşgul etmiştir. Bu, özel ele alış biçimi gerektiren bir sorundur. Ama bu sorunu ele almadan önce, ilkellik ile ekonomizm arasındaki bağ konusundaki tezimizi gösteren bir başka aktarma daha sunalım.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 28
11.09.2013- 18:35

Bay N. N., Yanıt'inda şöyle yazmaktadır: "Emeğin Kurtuluşu grubu, mücadele için maddi güçlerin nereden sağlanacağını düşünmeden ve mücadelenin hangi yolu izleyeceğini belirtmeden, hükümete karşı doğrudan doğruya mücadeleye girişilmesini istemektedir." Bu tümcedeki sözcüklerin altını çizen yazar, "yol" sözcüğüne şu dipnotu eklemektedir: "Bunu gizliliğin gereği olarak açıklayamayız, çünkü program bu komplonun değil, bir yığın hareketinin sözünü etmektedir. Ve yığınlar gizli yollardan ilerleyemez. Gizli bir grev düşünebilir miyiz? Gizli gösteriler ve dilekçeler düşünebilir miyiz? Böylece, yazar, "maddi güçler" sorununa (grevlerin ve gösterilerin örgütleyicileri) ve mücadelenin izleyeceği "yollar" sorununa çok yaklaşmaktadır. Ama, yığın hareketine "tapındığı" için, yani bu harekete devrimci eylemimizi yüreklendiren ve ona hız veren bir şey değil de, bizi devrimci eylemi yürütme zorunluluğundan kurtaran bir şey olarak baktığı için, gene de şaşkın bir durumdadır. Ona katılanlar için ve onunla doğrudan doğruya ilgili bulunanlar için bir grevin sır olarak kalması olanaksızdır, ama bir grev, hükümet, grevcileri tecrit etmek ve grev hakkında bütün haberlerin yayılmasını önlemek amacıyla gereken önlemleri aldığından, Rus işçi yığınları için bir "sır" olarak kalabilir (ve çoğunlukla kalmaktadır). Burada "siyasal polise karşı" özel bir "mücadele" gereklidir, böyle bir mücadeleyi de grevlerde yer alan geniş yığınlar fiilen yürütemez. Böyle bir mücadele, devrimci eyleme profesyonel olarak girmiş kimseler tarafından "sanatın bütün kurallarına" uygun olarak örgütlendirilmelidir. Yığınların kendiliğinden harekete katılmaları olgusu, bu mücadelenin örgütlendirilmesini, daha az zorunlu kılmaz. Tersine daha zorunlu yapar; çünkü biz sosyalistler, eğer polisin her grevi ve her gösteriyi bir sır haline getirmesini önlemezsek (ve zaman zaman kendimiz de gizlice grevler ve gösteriler hazırlamazsak), yığınlara karşı doğrudan görevimizi başaramıyoruz demektir. Ve biz bunu başaracağız, çünkü kendiliğinden uyanan yığınlar da, kendi saflarından, artan sayıda "profesyonel devrimciler" yetiştireceklerdir (ama elbette ki, biz, işçilere yerlerinde saymayi öğütleme gafletinde bulunmazsak).

melnur  |  Cvp:
Cevap: 29
11.09.2013- 18:36

C. İŞÇİLER ÖRGÜTÜ VE DEVRİMCİLER ÖRGÜTÜ

Siyasal mücadeleden "işverenlere ve hükümete karşı iktisadi mücadeleyi" anlayan bir sosyal-demokrat için, "devrimciler örgütü" ile "işçiler örgütü"nün aşağıyukarı aynı şey olması doğaldır. Nitekim fiilen olan da budur; öyle ki, örgütten sözettiğimizde, ayrı ayrı diller konuşmaktayız. Örneğin daha önceden tanımadığım oldukça tutarlı bir ekonomistle aramda geçen konuşmayı iyice anımsamaktayım. Siyasal Devrimi Kim Gerçekleştirecek? adlı broşürü tartışıyorduk, ve kısa zamanda bu yapıtın örgüt sorununu görmezlikten geldiği görüşünde birleştik. Nerede ise aramızda tam bir görüş birliğine varacaktık ki, konuşmanın ilerlemesiyle, ayrı ayrı dillerde konuştuğumuz ortaya çıktı. Muhatabım, yazarı, grev fonlarını, karşılıklı yardımlaşma derneklerini vb. görmezden gelmekle suçluyordu, oysa siyasal devrimi "gerçekleştirecek olan" temel etmen olarak benim aklımda olan bir devrimciler örgütüydü. Aramızdaki görüş ayrılığı açıkça ortaya çıkınca da, anımsadığım kadarıyla, bu ekonomistle görüş birliği içinde olduğum tek bir ilke sorunu bile yoktu.

Aramızdaki görüş ayrılığının kaynağı nerede idi? Ekonomistlerin hem örgüt, hem de siyaset sorunlarında durmadan sosyal-demokrasiden trade-unionculuğa kaymakta oldukları gerçeğindeydi. Sosyal-demokrasinin siyasal mücadelesi, işçilerin işverenlere ve hükümete karşı iktisadi mücadelesinden çok daha geniş ve karmaşık bir mücadeledir. Aynı biçimde (ve bundan ötürü), devrimci sosyal-demokrat partinin örgütlenmesi, kaçınılmaz olarak, işçilerin iktisadi mücadele için örgütlenmesinden, ayrı türde bir örgütlenme olmak zorundadır. İşçilerin örgütü, ilkin sendikal bir örgüt olmalıdır; ikincisi, olabildiğince geniş olmalıdır; üçüncüsü, koşullar elverdiğince gizlilikten uzak, açık olmalıdır (söylemenin gereği yok ki, burada olsun, daha ileride olsun, sözkonusu olan, yalnızca otokratik Rusya'dır), buna karşılık, devrimciler örgütü, her şeyden önce ve esas olarak devrimci eylemi meslek edinmiş kişilerden oluşmalıdır (işte bunun için, devrimciler örgutünden sözederken, devrimci sosyal-demokratları kastetmekteyim). Böyle bir örgütün üyelerinin bu ortak özelliği karşısında, işçilerle aydınlar arasındaki, ve hele ayrı ayrı meslekler arasındaki her türlü ayrım kesin olarak silinmelidir. Besbelli ki, bu örgüt, pek geniş tutulmamalı ve olabildiğince gizli olmalıdır. Bu üç ayırıcı nokta üzerinde duralım

Siyasal özgürlüklerin var olduğu ülkelerde, sendika örgütüyle siyasal örgüt arasındaki ayrım apaçıktır, sendikalarla sosyal-demokrasi arasındaki ayrım gibi. Biriyle öteki arasındaki ilişkilerin, tarihsel, hukuksal vb. koşullara göre ülkeden ülkeye değişmesi doğaldır; bu ilişkiler az ya da çok sıkı, karmaşık vb. olabilir (bize göre olabildiğince daha sıkı ve daha az karmaşık olmalıdır); ama özgür ülkelerde sendika örgütünü sosyal-demokrat parti ile aynı şey saymaya kalkışmak sözkonusu olamaz. Rusya'da, ilk bakışta, otokrasinin boyunduruğu, sosyal-demokrat örgütle işçi dernekleri arasındaki her türlü ayrımı silmektedir, çünkü bütün işçi dernekleri ve bütün inceleme çevreleri yasaklanmıştır ve işçilerin iktisadi mücadelesinin başlıca belirtisi ve silahı olan grev, adi bir suç sayılmaktadır (bazan da bir siyasal suç!). Böylece, bizdeki durum, bir yandan iktisadi mücadeleyi yürüten işçileri siyasal sorunlarla uğraşmaya "iterken", öte yandan sosyal-demokratları da, sendikacılıkla sosyal-demokrasiyi birbirine karıştırmaya "itmektedir" (ve bizim Kriçevski'lerimiz, Martinov'larımızı ve benzerleri, birinci cinsten "itelemeyi" usanmadan tartışırken, ikinci cinsten "itelemenin" farkına varmamaktadırlar). Gerçekten de, gözümüzün önüne, "işverenlere ve hükümete karşı iktisadi mücadele"ye yüzde doksandokuz gömülmüş olan kimseleri getiriniz. Bunlardan bazıları, eylemlerinin tamamı süresince (dört ila altı ay) daha çapraşık bir devrimciler örgütünün gereğini düşünmek zorunluluğunu hiç bir zaman duymayacaktır. Başkaları, belki de, oldukça geniş ölçüde dağıtılan bernştayncı yazına raslayacaklar ve, bunun etkisi altında "günlük tek düze mücadelenin" ileriye hareketinin derin anlam taşıdığı inancına varacaklardır. Başkaları da, belki, "proletaryanın mücadelesiyle sıkı ve organik bağlar kurma", sendika hareketiyle sosyal-demokrat hareket arasında bağlar kurma örneğini bütün dünyaya gösterme gibi çekici bir düşünceye kapılacaklardır. Böyleleri, bir ülkeye kapitalizmin ve bunun sonucu olarak da işçi sınıfı hareketinin girmesi ne kadar gecikirse, o ülkedeki sosyalistlerin sendika hareketine o kadar çok katılabileceklerini ve bu hareketi destekleyebileceklerini, ve bu ülkede sosyal-demokrat olmayan sendikaların varlığı için nedenlerin o ölçüde azalacağını iddia edebilirler. Bu sav, buraya kadar tamamen doğrudur; ama ne yazık ki, kimileri daha da ileri giderek bu durumdan sosyal-demokrasi ile sendikacılığın tam bir kaynaşması düşünü görüyorlar. Biraz aşağıda, St. Petersburg Mücadele Birliğinin Tüzüğü örneğinden, bu gibi düşlerin örgüt planlarımız üzerinde nasıl olumsuz etkide bulunduğunu göreceğiz.

İktisadi mücadeleyi amaçlayan işçi örgütleri, sendikal örgütler olmalıdır. Her sosyal-demokrat işçi, elinden geldiği kadar bu örgütleri desteklemeli ve bunların içinde etkin olarak çalışmalıdır. Bu böyle olmakla birlikte, "sendikalarda" üyeliğe yalnız sosyal-demokratların seçilmesini istemek, elbette ki bizim çıkarımıza olan bir şey değildir; çünkü, böyle bir şey, olsa olsa, bizim yığınlar üzerindeki etkimizin kapsamını daraltır. İşverenlere ve hükümete karşı mücadele için birleşmenin gereğini anlayan her işçi, sendikalara girebilmelidir. Eğer sendikalar, hiç değilse bilinçlenmenin bu ilkel derecesine ulaşmış olan herkesi birleştirmezse, ve çok geniş örgütler olarak kurulmazsa, sendikaların asıl amacına ulaşmak olanaksızlaşır. Bu örgütler ne kadar geniş tutulursa, bunlar üzerindeki etkimiz de o ölçüde geniş olur. Bu etki, sadece iktisadi mücadelenin "kendiliğinden" gelişmesi yüzünden ileri gelmez, sosyalist sendika üyelerinin, yoldaşlarını etkilemede gösterdikleri doğrudan ve bilinçli çabadan da ileri gelir. Ama geniş bir örgüt sıkı gizlilik yöntemleri uygulayamaz (çünkü daha fazlasını ister). Çok sayıda üye gereği ile gizlilik yöntemlerini uygulama gereği arasındaki çelişki nasıl uzlaştırılacaktır? Sendikaları olabildiğince açık, her şeyi ortada örgütler haline nasıl getireceğiz? Genel olarak söylemek gerekirse, bu sonuca yalnızca iki yoldan varabiliriz: ya sendikalar yasallaştırılır (bazi ülkelerde, bu, sosyalist ve siyasal birliklerin yasallaştırılmalarından önce gelmiştir), ya da örgüt gizli tutulur, ama öylesine "serbest" ve şekilsiz, Almanlarin dediği gibi lose'dir ki, üyelerin büyük çoğunluğunu ilgilendirdiği kadarıyla, gizlilik yöntemlerinin gerekliliği hemen hemen sıfıra inmiş olur.

Sosyalist olmayan ve siyasal olmayan işçi birliklerinin yasallaştırılmaları Rusya'da başlamış bulunmaktadır, ve hiç kuşku yok ki, hızla büyüyen sosyal-demokrat işçi sınıfı hareketimizin kaydettiği her ilerleme, çoğunlukla kurulu düzenin yandaşlarından, ama kısmen de işçilerin kendilerinden ve liberal aydınlardan gelen bu yoldaki yasallaştırma girişimlerini artıracak ve yüreklendirecektir. Sendikalara legalite bayrağl Vasiliyev'ler ve Zubatov'lar tarafından daha şimdiden çekilmiş bulunuyor. Ozerov'lar ve Vorms'lar bunlara destek olmayı vaadettiler ve desteklediler, ve işçiler arasında da, daha şimdiden, bu yeni eğilimin yandaşlarına raslanmaktadır. Bundan böyle, bu eğilimi hesaba katmamazlık edemeyiz. Bunu nasıl hesaba katacağız, bu konuda sosyal-demokratlar arasında iki ayrı görüş olamaz. Zubatov'ların ve'Vasilyev'lerin, çar jandarmasının ve papazların bu harekette oynadıkları rolü durmadan teşhir etmeli ve işçilere böylelerinin gerçek niyetlerini açıklamalıyız. İşçlerin legal toplantılarındaki liberal siyasetçilerin verdikleri söylevlerde, bütün uzlaşıcı ve "uyumluluğu savunan" sözleri teşhir etmeliyiz. Bu gibi söylevlerin, barışçı sınıf işbirliğinin özlenen bir şey oldugu yolunda içten gelme bir inancın sonucu söylenmiş olması, ya da iktidardan bazi ödünler koparmak için söylenmesi, ya da sadece bir dikkatsizlik sonucu olması, durumu değiştirmez. Ve nihayet, bu gibi açık toplantılarda ve izinli derneklerde, "ateşli olanları" saptayan ve kendi ajan provokatörlerini illegal örgütlere sokmak için legal örgütlerden yararlanmaya çalışan polisin sık sık kurduğu tuzaklar konusunda işçileri uyarmalıyız.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 30
11.09.2013- 18:41

Bunu yaparken, işçi sınıfı hareketinin yasallaşmasının, uzun vadede Zubatov'ların değil, bizim işimize yarayacağını unutmamak gerekir. Tersine, yaban otlarını buğdaydan ayırmamıza yardımcı olacak olan şey, teşhir kampanyamızdır. Yaban otunun ne olduğunu belirtmiş bulunuyorum. Buğdaydan kastımiz en geri kesimler de dahil olmak üzere, gittikçe artan sayıda işçileri toplumsal ve siyasal sorunlara çekmek, ve gelişmesiyle bize ajitasyonumuz için bol bol malzeme sağlayacak olan ve esas olarak legal olan işlevlerden (legal kitapların dağıtımı, yardımlaşma sandıkları vb.) kendimizi, devrimcileri, kurtarmaktır. İşte bu anlamda, Zubatov'lara ve Ozerov'lara şöyle diyebiliriz, ve demeliyiz: Hadi bakalım baylar, elinizden geleni yapın! İşçilerin yolu üzerine (ya doğrudan provokasyonla, ya da "struveciliğin" yardımıyla işçilerin morallerinin "dürüstçe" kırılmasıyla) her tuzak kuruşunuzda sizi teşhir etmek boynumuzun borcudur. Ama ileriye doğru gerçek bir adım attığınız zaman, bu adım "ürkek bir zikzak" olsa bile, size, "lütfen devam ediniz!" diyeceğiz. Ve ileri adım sayılabilecek tek adım, işçilerin eylem alanının, az da olsa, gerçekten genişlemesidir. Bu tür her genişleme bizim yararımıza olacak ve, ajan provakatörlerin sosyalistleri avlaması yerine, sosyalistlerin taraftar kazanacakları türden legal derneklerin kurulmasını hızlandıracaktır. Kısacası, bizim görevimiz yaban otuna karşı mücadeledir. Saksılarda bugday yetiştirmek bizim işimiz değildir. Yaban otlarını yolarak tarlayı buğdaya hazırlarız. Ve Afanisi İvanoviç'ler ve Pulherya İvanovna'lar[68] saksıdaki ekinlerine bakadursun, biz sadece bugünün yaban otlarını biçmek için değil, yarının buğdayını biçmek için de harmancılarımızı hazırlamalıyız. Böylece, biz, olabildiğince az gizli ve olabildiğince geniş bir sendikal örgüt yaratma sorununu yasallaştırma yoluyla çözemeyiz (ama Zubatov'ların, Ozerov'ların, böyle bir çözümü, kısmen de olsa, bize vermelerinden büyük hoşnutluk duyacağız; onun için olanca gücümüzle onlara karşı savaşmamız gerekiyor). Geriye gizli sendikal örgütler kalıyor, ve biz, bütün olanaklarımızla, (kesin olarak bildiğimiz gibi) bu yolu tutmuş olan işçilere yardım etmeliyiz. Sendikal örgütler sadece iktisadi mücadelenin gelişmesi ve pekişmesi için son derece yararlı olmakla kalmazlar, aynı zamanda siyasal ajitasyonun ve devrimci örgütlenmenin çok önemli bir yardımcısı olabilirler. Bu sonuca varabilmek için, doğmakta olan sendikal hareketi sosyal-demokratların istedikleri doğrultuya yöneltebilmek için, her şeyden önce, St. Petersburg ekonomistlerinin hemen hemen beş yıldan beri sahip çıktıkları örgütlenme planının saçmalığını iyice anlamak gerekir. Bu plan, Temmuz 1897 tarihli İşçilerin Karşılıkız Yardımlaşma Sandığı Tüzüğü'nde ve Ekim 1900 tarihli Sendikal İşçi Örgütü Tüzüğü'nde sunulmuştur. Her iki tüzüğün de temel nitelikte bir eksikliği var: bunlar, geniş işçi örgütünü sınırları katıca çizilmiş bir yapı içine oturtuyorlar ve onu devrimciler örgütüyle karıştırıyorlar. Daha ayrıntılı olarak hazırlandığı için, sözü edilen tüzüklerden ikincisini ele alalım. Tüzük elliiki maddeden oluşuyor. Yirmiüç madde, her fabrikada kurulacak olan (üye sayısı 10'u geçmeyecektir) ve "merkez (fabrika) gruplarını" seçecek olan "işçi çevrelerinin" yapısını, işleyiş yöntemlerini ve bunlarlın hak ve yetkilerini açıklıyor. 2. madde şunu belirtiyor: "Merkez grup, fabrikada ya da atelyede olup biten her şeyi gözler, ve olayların kaydını tutar." "Merkez grup, ödenti ödeyenlere her ay bir mali rapor sunar, vb.. "Bölge örgütlerine" on madde ayrılmış, ve ondokuz madde de İşçi Örgütleri Komitesiyle St. Petersburg Mücadele Birliği Komitesi arasındaki (her bölgenin seçilmiş temsilcileriyle "yürütme grupları" -"propaganda grupları, eyaletlerle ve Yurtdışı Örgütlerle bağlantı kurma grupları, mağazaları, yayınları ve fonları yöneten gruplar"- arasındaki) çok çapraşık karşılıklı ilişkilere ayrılmıştır.

İşçilerin iktisadi mücadelesinde "yürütme grupları"na ayak uyduran bir sosyal-demokrasi! Ekonomistlerin düşüncelerinin nasıl sosyal-demokrasiden trade-unionculuğa doğru saptığını, ve sosyal-demokratların her şeyden önce proletaryanın kurtuluş mücadelesinin tümünü yönetebilecek bir devrimciler örgütü ile ilgilenmesi gerektiği düşüncesinin bunlara ne kadar yabancı olduğunu, bundan daha çarpıcı bir biçimde göstermek zordur. "İşçi sınıfının siyasal kurtuluşundan", "çarlık zorbalığına" karşı mücadeleden sözetmek ve aynı zamanda böyle tüzükler kaleme almak, sosyal-demokrasinin gerçek siyasal görevlerinin ne olduğunu hiç, ama hiç anlamamaktır. Elli küsur maddenin hiç birinde, yığınlar arasında olanaklı en geniş siyasal ajitasyonu, Rus mutlakiyetinin bütün yönlerini ve Rusya'daki çeşitli toplumsal sınıfların özgül özelliklerini aydınlatan bir ajitasyonu yürütmenin gereğinin anlaşıldığını gösteren en ufak bir belirti yok. Zaten böyle tüzüklerle, hareketin siyasal amaçları bir yana, sendikal amaçlara bile ulaşılamaz, çünkü sendikalar mesleklere göre örgütlenirler ki, bunun tüzükte lafı bile edilmemektedir.

Ama belki en karakteristik olan şey, ayrı ayrı her fabrikayı ve bu fabrikanın "komitesini" sürekli, tek biçimde ve gülünç derecede ayrıntılı kurallarla ve üç dereceli bir seçim sistemiyle birbirine bağlamaya çaba gösteren bütün "sistemin" aşırı yüklülüğüdür. Ekonomizmin dar ufukları arasına sıkışan fikir, ağır bir kırtasiyecilik ve bürokrasi kokusu yayan ayrıntılar içinde kendini kaybedip gitmektedir. Gerçekte, hiç söylemeye gerek yok ki, bu maddelerin dörtte-üçü hiç bir zaman uygulanamaz; ama buna karşılık, her
fabrikada bir merkezi gruba sahip böyle bir "gizli" örgüt, jandarmanın geniş gapta baskınlar yapmasını kolaylaştırır. Polonyalı yoldaşlar, hareketlerinde buna benzer bir evreden geçmişlerdir; her yerde işçi yardımlaşma sandıkları kurma tutkusuna kapıldıkları bir zaman oldu; ama jandarmanın işini kolaylaştırmaktan başka bir şey yapmadıklarını anlayınca, bu fikirden çok çabuk vazgeçtiler. Eğer geniş işçi örgütleri istiyorsak, ve yaygın tutuklamalar istemiyorsak, polisin işini kolaylaştırmak istemiyorsak, bu örgütlerin herhangi bir katı biçimsel yapı içerisinde kalmamalarını sağlamalıyız.

Ama o zaman da, örgüt işleyebilecek midir?' Örgütün işlevlerinin ne olduğunu görelim: "... Fabrikada olup biten her şeyi gözlemek ve olayların kaydını tutmak." (Tüzüğün ikinci maddesi.) Bunu yapabilmek için resmen kurulu bir gruba gerçekten gerek var mı? Özel bir grup oluşturulmaksızın illegal gazetelerle yürütülecek bir haberleşme yoluyla aynı amaç daha iyi sağlanamaz mı? "... İşçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi mücadelesine önderlik etmek". Bunun için de saptanmış örgütsel bir biçime gerek yok. Her aklı başında ajitatör, sıradan konuşmalarda işçilerin istemlerinin ne olduğunu saptayabilir ve bu istemlerin bildirilerle ifade edilmesini sağlamak üzere, bunları dar -geniş değil- devrimciler örgütüne iletebilir. "... Her ruble ücretten iki kopek ödentiyle ... bir fonun meydana getirilmesi" ve ödenti ödeyenlere aylık bir mali rapor sunulması, ödentilerini ödemeyen üyelerin örgütten çıkarılması ve buna benzer şeyler. İşte polis için gerçek bir cennet; çünkü polis için böyle "merkezi bir fabrika fonu"nun gizliliğine sızmaktan, paraya elkoymaktan ve en iyi adamları tutuklamaktan daha kolay bir şey olamaz. İyi tanınan (son derece dar ve gizli) bir örgütün resmi mührünü taşıyan bir kopeklik ya da iki kopeklik makbuzlarla bu işi halletmek, ya da karşılığında makbuz vermeden para toplamak ve üzerinde anlaşmaya varılan kod ile mali raporu bir illegal gazetede yayınlamak daha basit değil mi? Böylelikle amaca ulaşılmış olur, ama jandarmanın ipuçlarını ele geçirmesi, yüz kez daha zorlaşır.

Tüzüğün tahliline devam edebiliriz, ama sanırım ki bu söylenenler yeter. En güvenilir, en deneyimli ve çelikleşmiş işçilerden oluşan küçük, kaynaşmış bir çekirdek, bellibaşlı semtlerde sorumlu temsilcileri olan ve kesin gizlilik kuralları gereğince devrimciler örgütüne bağlı bulunan bir çekirdek, yığınların en geniş desteğiyle ve herhangi bir biçimsel örgüt olmaksızın sendikal örgütün bütün işlevlerini yerine getirebilir, ve üstelik bunları sosyal-demokrasinin gerektirdiği biçimde başarabilir. Sosyal-demokrat bir sendikal hareketin, jandarmaya karşın, pekiştirilmesini ve güçlendirilmesini, ancak bu yoldan sağlayabiliriz.

Hiç tüzüğü olmayacak kadar ve kayıtlı üyeleri bile bulunmayacak kadar lose bir örgütün, örgüt sayılamayacağı itirazında bulunulabilir. Belki öyledir. Ama önemli olan ad değildir. Önemli olan, "üyesi bulunmayan bir örgütün" gereken şeyi yapabilmesi, ve daha başından gelecekteki sendikalarımzla sosyalizm arasında sıkı bir bağın kurulmasını sağlamasıdır. Otokrasi altında, seçimleriyle, raporlarıyla, üyelerinin oy hakkıyla vb. geniş bir örgütü ancak iflah olmaz bir ütopyacı savunabilir.

Bundan alınması gereken ders basittir. Eğer güclü bir devrimciler örgütünün sağlam temellerinden işe başlarsak, hareketin bir bütün olarak istikrarlılığını sağlayabiliriz ve hem sosyal-demokrasinin, hem de gerçek sendikaların hedeflerini gerçekleştirmiş oluruz. Ama eğer yığınların sözümona kolayca "erişebileceği" (ama gerçekte çar jandarmasının daha da büyük kolaylıkla eriştiği ve devrimcileri polis için kolayca erişilebilir hale getiren) geniş bir işçi örgütüyle işe başlarsak, ne birinci hedefe varabiliriz, ne de ikinci hedefe; elyordamı yöntemlerinden kurtulamayız ve, dağınık kalacağımızdan ve güçlerimiz polis tarafından durmadan kırılacağından, yığınlar için daha kolayca erişilir hale getireceğimiz sendikalar, Zubatov ya da Ozerov tipi sendikalar olur.

Devrimciler örgütünün asıl işlevleri neler olmalıdır? Bu soruyu ayrıntılı olarak ele alacağız. Ama daha önce, bu konuda da ekonomist kapı komşusu olan (ne talihsizlik!) teröristimiz tarafından ileri sürülen çok tipik bir savı inceleyelim. İşçiler için yayınlanan Svoboda gazetesi birinci sayısında, "Örgüt" başlığını taşıyan bir makale yayınladı. Yazar, dostlarını, İvanovo-Voznesenskli ekonomist işçileri, savunmaya çalışıyor. Söyle yazıyor:

melnur  |  Cvp:
Cevap: 31
11.09.2013- 18:42

"Yığınların dilsiz ve bilinçsiz oluşu, hareketin tabandan gelmeyişi kötü bir şey. Örneğin, bir üniversite kentinin ögrencileri yaz tatilinde ve öteki bayramlarda evlerine ne gitmek üzere ayrılıyorlar, ve işçi hareketi hemen duruveriyor. Dışardan itilmesi gereken bir işçi hareketi, gerçek bir güç olabilir mi? Elbette ki olamaz. ... Hareket kendi başına yürümeyi henüz öğrenmemiştir, tutunmak zorundadır. Her şeyde, bu, böyle. Öğrenciler gidiyor, ve her şey duruveriyor. En yetenekli olanlar yakalanıyor; kaymak alınıyor - ve süt ekşiyor. "Komite" tutuklanırsa, bir yenisi kurulana dek her şey duruveriyor ve bir sonraki komitenin nasıl bir şey olacağını kimse bilmiyor - bir öncekine hiç benzemeyebilir. Birincisi bir şey söylediyse, ikincisi tam tersini söyleyebilir. Dün ve yarın arasındaki süreklilik kopmuştur, geçmişin deneyimi gelecek için bir kılavuz olmuyor. Ve bütün bunlar, hareketin yığınlar arasında derin kökler salmamış olmasındandır; iş, yüz tane ahmak tarafından değil, bir düzine akıllı tarafindan yürütülüyor. Bir düzine akıllı bir çırpıda yokedilebilir; ama, örgüt yığını kucakladığı zaman, her şey yığından geldiği zaman, hiç kimse, ne yaparsa yapsın davayı batıramaz."

Olgular doğru bir biçimde anlatılıyor. Amatörlüğümüzün tablosu, başarıyla çizilmiştir. Ama varılan sonuçlar, hem aptallıkları bakımından, hem de siyasal kıvraklıktan yoksun bulunmaları bakımından Raboçaya Mysıl'a lâyıktırlar. Bu sonuçlar, ahmaklığın doruğunu temsil eder, çünkü yazar, hareketin "derinliği", "kökleri" sorunu gibi felsefi ve toplumsal-tarihsel olan sorunu, jandarmalara karşı en iyi mücadele yöntemi gibi teknik ve örgütsel bir sorunla karıştırmaktadır. Varılan sonuçlar siyasal kıvraklık yoksunluğunun doruğunu temsil eder, çünkü yazar, iyi liderlere kötü liderlerden yakınacağına, "yığınlara" genel olarak liderlerden yakınıyor. Siyasal ajitasyon yerine kızıştırıcı terörizmi koyma düşüncesi siyasal bakımdan bizi nasıl geriletiyorsa, bu da, örgütsel olarak bizi geriletme yolunda bir girişim sayılmalıdır. Burada kendimi gerçekten de, hakiki bir embarras de richesses içinde bulmaktayım, ve Svoboda'nın bize sunduğu karmakarışıklığı çözmek için işe nereden başlayacağımı bilemiyorum. Konuya açıklık getirmek için bir örnekle söze başlayayım. Almanları ele alınız. Umarım ki, onların örgütünün bir yığın örgütü olduğu, Almanya'da herşeyin yığınlardan geldiği, işçi sınıfı hareketinin yürümesini öğrendiği yadsınamayacaktır. Ama gene de, bu milyonların "bir düzine" denenmiş liderlerine nasıl değer verdiklerine ve nasıl onlara sırıldıklarına bakınız; ve parlamentoda, düşman partilerin sözcüleri sık sık sosyalistlere bu yüzden saldırmamışlar mıdır: "Siz yaman demokratlarsınız doğrusu! Sizin hareketinizin sadece adı işçi hareketi; ortada görülen hep aynı liderler kliği, aynı Bebel ve aynı Liebknecht, yıllar boyu hep onlar. Sizin sözümona seçilmiş işçi milletvekilleriniz İmparatorluğun atadığı memurlardan daha kalıcı!" dememişler midir? Ama Almanlar, "yığınları" "liderlere" karşı çevirmek, yığınlarda kötü ve iddialı içgüdüler uyandırmak çabalarına ve "bir düzine akıllı"ya karşı yığınların güvenini sarsarak hareketin sağlamlığını ve istikrarlılığını baltalamak isteyen bu gibi demagojik çabalara sadece küçümseyerek gülüp geçmişlerdir. Siyasal düşünce Almanlar arasında yeteri kadar gelişmiştir, ve profesyonel olarak eğitilmiş, uzun deneylerden geçmiş ve tam bir uyum içinde çalışan "bir düzine" denenmiş ve yetenekli lider olmadan (ve yetenekli kişiler yüzlerce doğmaz) modern toplumda hiç bir sınıfın kararlı bir mücadeleye girişemeyeceğini anlayacak kadar siyasal deneyim edinmişlerdir.

Almanların da, kendi safları arasında "yüzlerce ahmağı" pohpohlayan ve onları "bir düzeni akıllının" üstünde tutan, yığınların "nasırlı ellerini" yücelten ve (Most ve Hasselman gibi) bu yığınları düşüncesizce "devrimci" harekete sürükleyen ve sağlam ve güvenilir liderlere karşı güvensizlik tohumları eken demagogları oldu. Alman sosyalizmi, ancak sosyalist hareket içinde bütün demagojik
öğelere karşı inatçı ve yorulmak bilmez bir mücadeleyi yürüterek büyüyebilmiş ve bugünkü gücüne ulaşmıştır. Bizim ukalâlarımız ise, Rus sosyal-demokrasisinin kendiliğinden uyanan yığınları yönetecek yeterince eğitilmiş ve deneyim sahibi liderlerin bulunmayışı yüzünden bir bunalımdan geçmekte olduğu şu sıra, aptallara yaraşır bir derinlikle şöyle haykırıyorlar! "Hareketin tabandan gelmeyişi kötü bir şeydir."

"Bir öğrenci komitesi işe yaramaz; istikrarlı değildir." Çok doğru. Ama bundan çıkartılması gereken, bir profesyonel devrimciler komitesi kurmamız gerektiği sonucudur, ve bir öğrencinin mi, yoksa bir işçinin mi profesyonel devrimci olabileceği sorunu önemli değildir. Ama sizin çıkarsadığınız sonuç, işçi sınıfı hareketinin dışardan iteklenmemesi sonucudur! Siyasal saflığınızdan ötürü ekonomistlerimizin oyununa geldiğinizi ve bizim amatörlüğümüzü teşvik ettiğinizi farketmiyorsunuz. Size sorabilir miyim: öğrencilerimiz, işçilerimizi neyin içine "iteklemişlerdir"? Olsa olsa, kendisinin sahip bulunduğu bölük-pörçük siyasal bilgiyi, edinebilmiş olduğu sosyalist fikir kırıntılarını işçiye götürmüştür (çünkü bugünün öğrencisinin başlıca entellektüel besini olan legal marksizm, ona ancak ilkel, bölük-pörçük bilgiler sağlayabilir). Böylesine "dışardan itekleme" hiç bir zaman aşırı bir ölçüye varmamıştır; tersine, şimdiye dek hareketimizde bu, çok az olmuştur, çünkü biz gereğinden uzun bir süredir kendi yağımızla kavruluyoruz; "işçilerin işverene ve hükümete karşı iktisadi mücadelesi" denen ilk mücadele önünde fazla kölece boyuneğdik. Biz profesyonel devrimciler, bu türden "iteklemeyi" şimdiye kadar olduğundan yüz kez fazla iş edinmeliyiz ve edineceğiz. Ama "dışardan itekleme" gibi iğrenç bir deyim seçmeniz olgusu -öyle bir deyim ki, işçilerde (hiç değilse sizin kadar bilinçsiz işçilerde) dışardan siyasal bilgi ve devrimci deneyim getiren herkese karşı güvensizlik duygusu yaratmamazlık edemez, ve bunların hepsine karşı işçilerde içgüdüsel bir direnme isteği doğurmamazlık edemez-, demagog olduğunuzu kanıtlar, ve demagoglar işçi sınıfının en kötü düşmanlarıdır.

Ve lütfen yoldaşça olmayan yöntemlerle" tartıştığımı ileri sürerek, bağırıp çağırmayın. İyi niyetiniz saflığından şüphe etmeyi düşünmüyorum; dediğim gibi, insan siyasal saflıktan ötürü de demagog olabilir. Ama sizin demagoglar durumuna düştüğünüzü gösterdim, ve demagogların işçi sınıfının en kötü düşmanı olduklarını usanmadan yineleyeceğim. En kötü düşmanıdırlar, çünkü, yığınlarda en bayağı içgüdüleri uyandırırlar, çünkü, bilinçsiz işçi, kendisini bir dost olarak sunan ve bazan da bunu içtenlikle yapan kimselerin kendi düşmanı olduklarını anlayamaz. En kötü düşmanıdırlar, çünkü, birliğin bulunmadığı sallantılı bir dönemde, hareketimizin henüz şekillenmeye başladığı bir sırada, hatalarını sonradan acı deneyimle anlayacak olan yığınları yanlış yola yöneltmek için demagojik yöntemleri kullanmaktan daha kolay bir şey yoktur. Bu nedenle, Rus sosyal-demokratı için günün sloganı, her ikisi de demagoji düzeyine düşmüş olan Svoboda'ya ve Raboçeye Dyelo'ya karşı kararlı mücadele olmalıdır. İlerde bu konuyu, daha ayrıntılı olarak ele alacağız. "Bir düzine akıllı yüz ahmaktan daha kolay yokedilebilir." Bu şaheser hakikat (ki bunun için yüz ahmak sizi her zaman alkışlayacaktır), tartışmanın tam ortasında bu sorundan ötekine atladığımız için apaçık gibi görünmektedir.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 32
11.09.2013- 18:43

Konuşmayı "komitenin", "örgütün" açığa çıkarılmasıyla başlattınız ve sürdürdünüz, ve şimdi de bir başka soruna, hareketin "derin köklerinin" açığa çıkartılması sorununa atlıyorsunuz. Hiç şüphe yok ki, hareketimiz açığa çıkartılamaz, çünkü yığınların derinliklerinde sayısız binlerce kökleri vardır; ama burada sorunumuz bu değil. "Derin kökler" sözkonusu olduğu kadarıyla, bütün amatörlüğümüze karşın, şimdi bile "açığa çıkartılamayız", ama gene de "örgütlerimizin" açığa çıkarılmasından ve bunun sonucu olarak da hareketin sürekliliğini sağlamanın olanaksızlığından yakınıyoruz ve yakınmamazlık edemeyiz. Ama örgütlerin açığa çıkarılması sorununu ortaya attığınıza ve görüşünüzde direndiğinize göre, ben, bir düzine akıllıyı açığa çıkarmanın yüz ahmağı açığa çıkarmaktan çok daha zor olduğunu iddia ediyorum. Ve bu görüşümü, "anti-demokratik" vb. diye yığınları bana karşı ne kadar kışkırtırsanız da savunacağım. Tekrar tekrar belirttiğim gibi, örgütle ilgili olarak "akıllılar" sözüyle kastettiğim, profesyonel devrimcilerdir, kökenleri öğrenci olmuş ya da işçi olmuş önemli değil. İddia ediyorum ki: sürekliliği sağlayan istikrarlı bir önderler örgütü olmadan hiç bir devrimci hareket varlığını sürdüremez; hareketin temelini oluşturan ve ona katılan halk yığınları mücadeleye kendiliklerinden ne kadar büyük sayıda sürüklenirlerse, böyle bir örgüte olan gereksinme o ölçüde ivedileşir, ve bu örgüt de o ölçüde sağlam olmalıdır (yoksa demagogların yığınların daha geri kesimlerini peşlerinden sürüklemeleri daha da kolaylaşmış olur); böyle bir örgüt esas olarak devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerden oluşmalıdır; otokratik bir devlette, böyle bir örgütün üyelerini devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerle ve siyasal polisle mücadele sanatında profesyonel olarak eğitilmiş kimselerle ne denli sınırlarsak örgütü açığa çıkartmak, o ölçüde zorlaşacaktır; harekete katılabilen ve orada etkin olarak çalışabilen işçilerin ve öteki toplumsal sınıflardan gelme öğelerin sayısı o ölçüde büyük olacaktır.

Ekonomistlerimizi, teröristlerimizi, ve "ekonomist-teröristlerimizi" bu tezleri çürütmeye çağırıyorum. Şu anda son iki noktayı ele almakla yetineceğim. "Bir düzine akıllıyı" mı, yoksa "yüz ahmağı" mı yok etmenin daha kolay olduğu sorusu, kendini, yukarda ele alınan soruya indirger: kesin gizliliği korumanın zorunlu olması halinde, bir yığın örgütüne sahip olmak olanaklı mıdır? Bir yığın
örgütüne, hükümete karşı inatçı ve sürekli bir mücadeleyi yürütebilecek bir örgütte bulunması gereken gizlilik derecesini hiç bir zaman veremeyiz. Bütün gizli işlevlerin olabildiğince az sayıda profesyonel devrimcilerin elinde toplanması, bunların "herkes hesabına düşüneceği", ve tabanın hareket içinde etkin bir rol oynamayacağı anlamını taşımaz. Tersine, üyeler, kendi safları
arasından artan sayıda profesyonel devrimciler çıkaracaktır: çünkü bilecektir ki, birkaç öğrencinin ve iktisadi mücadeleyi yürütmekte olan birkaç işçinin bir "komite" kurmak üzere biraraya gelmeleri yetmemektedir, ve bir kimsenin kendisini profesyonel devrimci olarak eğitebilmesi için uzun yıllar gerekmektedir; ve taban sadece amatörce yöntemleri değil, böyle bir eğitimi de "düşünecektir". Örgütün gizli işlevlerinin merkezileştirilmesi, hareketin bütün işlevlerinin merkezileştirilmesi anlamını taşımaz. "Bir düzine" profesyonel devrimci bu işle ilgili gizli işlevleri merkezileştiriyor diye" en geniş yığınların illegal basına etkin olarak katilmasi azalacak değildir; tersine, on kat artacaktır. İllegal basını okumanın, ona yazı yazmanın, ve bir ölçüde de onu dağıtmanın gizli çalışma olmaktan hemen hemen çıkmasını, bu yolla ve ancak bu yolla sağlayacağız; çünkü polis, binlerle dağıtılan bir gazetenin herbiri için kovuşturma açmanın olanaksız olduğunu kısa zamanda anlayacaktır. Bu, sadece basın için değil, hareketin bütün işlevleri için de geçerlidir; sokak gösterileri için bile. Yığınların eyleme etkin olarak ve geniş ölçüde katılması, bundan bir zarar görmeyecektir; tersine, profesyonel olarak eğitilme konusunda polisten geri kalmayan "bir düzine" deneyimli devrimcinin, çalışmanın bütün gizli yönlerini -bildirilerin hazırlanması, planların düzenlenmesi ve her kent bölgesi için, her fabrika bölgesi için ve her eğitim kurumu için vb. lider gruplarının atanmasını- merkezileştiriyor olmasından yarar görecektir. (Bu "demokratik olmayan" görüşlerimden ötürü itirazlara uğrayacağımı biliyorum, ama hiç de zekice olmayan bu gibi itirazları aşağıda yanıtlayacağım.) En gizli işlevlerin bir devrimciler örgütünde merkezileşmesi, geniş yığınlara yönelik ve bu yüzden de olabildiğince gevşek ve gizlilikten uzak bulunan işçi sendikaları gibi, işçilerin kendi kendilerini eğitme çevreleri ve illegal yazını okuma çevreleri gibi, sosyalist ve demokratik çevreler, nüfusun bütün öteki kesimleri arasında sosyalist ve demokratik çevreler vb., vb. gibi büyük sayıda öteki örgütlerin eylem alanını genişletecek ve niteliğini zenginleştirecektir. Böyle çevreleri her yerde kurmak gerekir; bunlar olabildiğince çok sayıda olmalı ve yerine getirdikleri işlevler olabildiğince çeşitli olmalıdır; ama bunları devrimciler örgütüyle birbirine karıştırmak, aralarındaki sınır çizgisini silmek, yığın hareketine "hizmet edebilmek" için kendilerini özel olarak ve tamamen sosyal-demokrat eyleme adayan ve sabırla, inatla profesyonel devrimci eğitimlerini yapan adamlar gerektiği konusunda zaten zayıf olan bilinci daha da zayıflatmak saçma ve zararlı olacaktır.

Evet bu bilinç inanılmaz ölçüde zayıflatılmıştır. İlkelliğimizle, Rusya'da devrimcilerin saygınlığını düşürmüş olmamız örgüte ilişkin en büyük günahımızdır. Teorik sorunlarda duraksama gösteren, ufukları dar, kendi hareketsizliğini yığınların kendiliğinden hareketiyle haklı gösteren; bir halk sözcüsünden çok sendika sekreterine benzeyen, düşmanlarının bile saygısını kazanacak geniş ve yürekli bir plan düşünmekten âciz, ve kendi profesyonel sanatında -siyasal polisle mücadele sanatında- deneyimsiz ve beceriksiz bir kimse -böyle bir kimse, devrimci değil, zavallı bir amatördür!

Bu içten sözlerden ötürü hiç bir militan alınmasın, çünkü yetersiz eğitim sözkonusu olduğu kadarıyla, ben, bu sözleri herkesten önce kendime yakıştırmaktayım. Bir zamanlar çok geniş ve çok kapsamlı görevleri kendi üzerine alan bir inceleme çevresinde çalışmaktaydım; ve o çevrenin üyeleri olan hepimiz, çok tanınmış bir sözü değiştirerek, "Bana bir devrimciler örgütü verin, Rusya'yı altüst ederim!" diyebileceğimiz bir tarihsel anda, amatörler gibi hareket ettiğimizin bilincinde olduğumuz için, çok acı çekiyorduk. O zaman duyduğum utancı anımsadıkça, vaızlarıyla "devrimci adını lekeleyen", ve görevimizin devrimcileri amatörler düzeyine düşürmek olmadığını, tersine amatörleri devrimciler düzeyine yükseltmek olduğunu bir türlü anlamayan o sözde sosyal-demokratlara karşı öfkem artıyor.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]