Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Bir Marksizm’den “bin Marksizm”e teori – Yaşar Ayaşlı

Komünist hareketin bugünkü parçalanmışlığında Gulag edebiyatı eşliğinde yürütülen “Marksizm okumaları”nın rolü vardır. Klasik metinlerde görünenin ötesine geçerek gizli anlamlar aramanın veya her şeyi yeni baştan kurmaya kalkışmanın geldiği yer, bir Marksizm’i, “bin Marksizm”e bölmek olmuştur

Pratik somut, zihinsel-düşünsel bir olgu olan teori soyuttur. Biri yapmayla, diğeri yapılanlar ve yapılacaklar üzerine düşünmeyle ilgilidir. Ne ki, ikisi ayrı dünyalar değil, tek bir bütünün parçalarıdır. Aradaki bağı kopartıp, teoriyi, başka herhangi bir şey tarafından belirlenmeyen,   kendi kendine yeterli bir alan olarak görmek idealizmdir. Orta Çağ skolastiği bunu son noktasına vardırmasıyla ünlüdür. Bir hikâyeyle bu şöyle anlatılır:

Doktor Angelicus Thomas Aquinas ile Doktor Universalis Albertus Magnus, Paris Üniversitesi bahçesinde gezinirlerken bir köstebeğin gözü olup olmadığına dair hararetli bir tartışmaya girişirler. Her ikisi de karşısındakinin haksız, kendi görüşünün doğru olduğunda ısrarlıdır. Saatlerce süren bu tartışmaya kulak misafiri olan bir bahçevan, isterlerse bir köstebek getirerek tartışmalarını sonlandırmalarına yardımcı olabileceğini önerir. Cevap, “Hayır, hayır, asla!”dır, çünkü onlar soyut bir köstebeğin, soyut gözlere sahip olup olamayacağına dair bir ilke tartışması yürütmektedirler.

Bu hiç sonlanmayacak bir tartışmadır. Skolastisizmde söz, bilgi ya da düşünce hem araç hem amaçtır, dışarıdan doğrulanmaya ihtiyaç duymaz. Teori, pratikten arındırılmış saf varlığa irca edilir.

Pratiği tahtına oturtmayı ve ikisi arasındaki diyalektik birliği kurmayı Marksizm başarmıştır.   Marx, Feuerbach’ı eleştirirken bilgi edinmenin salt düşünce işi olmadığını, pratikten koparılmaması gerektiğini ortaya koymuş, bunu 11 tez halinde formülleştirmiştir. İkinci tez şöyledir:

“Nesnel hakikatin insan düşüncesine atfedilip atfedilmeyeceği sorunu, bir teori sorunu değil, pratik bir sorundur. Pratikte insan, hakikati, yani kendi düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu-yanlılığını tanıtlamalıdır. Düşüncenin gerçekliği ya da gerçeksizliği konusundaki pratikten soyutlanmış anlaşmazlık, tamamıyla skolastik bir sorundur.”

Baştan itibaren teoriyi pratiğe, pratiği teoriye bağlayan Marksizm, insanın dış gerçekliği değiştirdiği ölçüde içinde bulunduğu koşulları ve bu dolayımla da kendisini dönüştürebileceğini savunmuştur. Marx ve Engels, “Bizim teorimiz, bir dogma değil bir eylem kılavuzudur” demişlerdir.

***

Öte yandan skolastik felsefenin bilme yöntemi tersine çevrilince doğruya varılmış olmaz. Pratiğin tek yanlı yüceltilmesi de bir idealizmdir. Teorinin yol göstermediği pratik kördür.   Dar pratikçilik, devrimci hareketi kendiliğindenciliğe, ilkesizliğe, ufuksuzluğa sürükler.   “Teori, bütün ülkelerin işçi hareketlerinin genel biçimi ile ele alınan deneyimi” (Stalin) olarak vazgeçilmez önemdedir. Lenin bunu, “Devrimci teori olmadan devrimci hareket olamaz” diye ifade eder.

Teoriyi öğrenmenin asgari şartı çok okumak, sistemli incelemektir. Okumadan öğrenmek olmaz. Marx’ın Kapital’e önsözünde dediği gibi, “Bilime giden düz yol yoktur, ve ancak onun dik patikalarında yorucu tırmanmaları göze alanlar aydınlık doruklarına ulaşabilirler.” Çok okuyan mutlaka çok bilen olmayabilir, ama çok bilen mutlaka çok okuyandır.

Teori bir eylem kılavuzu olduğundan sosyal pratikten kopmamalıdır. Lenin’in yazdığı -bu, okuduğu da demektir- kitaplar tarih sırasına göre izlendiğinde, Rusya işçi hareketinin önündeki en acil ve temel sorunların çözümünü esas aldığı görülür. Bunlar ülkenin sosyoekonomik yapısı, kitle çalışması, örgütlenme, devrim stratejisi, felsefe, ulusal sorun ve enternasyonalizm, emperyalizm, devlet ve devrim, proletarya diktatörlüğü ve sosyalizm gibi konulardır.

En doğru yöntem Marksizm Leninizm’i kendi kaynaklarından okumaktır. Kimse Marx’ı Marx’tan, Lenin’i Lenin’den daha iyi anlatamaz. Tahrifatçılardan korunmanın yegâne yolu da budur. Aracılar, ikinci eller, yorumcular ehil kimseler büsbütün yararsız değildir, fakat birçoğu bozucu bir rol oynarlar. Teoriyi sulandırdıkları, keskinliğinden ve inceliklerinden arındırdıkları birçok örnekle gösterilebilir.

Günümüzde her Marksist’im diyeni Marksist görmek gibi bir anlayış var. Devrimci teorinin en önemli ilkelerini iptal edip, yeni baştan kurduğu iddiasında bulunanlara bile öyle denebiliyor. Marx-Engels’in öğretilerinin sınırları var mıydı, Lenin bu konuda nasıl davranırdı diye düşünülmüyor. Proudhon’dan Lasalle’e, Dühring’ten Bakunin’e, Kautski’den Martov’a, Troçki’den Bogdanov’a kadar yürütülen bütün polemiklerin arka planında Marksist öğretiyle sahtesi arasındaki ince çizgiyi korumak vardır.

Sureti haktan görünmekle de Marksist olunmaz. Marx, damadı Lafargue’ın kendi görüşlerini çarpıtmasına,“Kesin olan bir şey varsa, o da benim bir Marksist olmadığım” diyerek ironik bir tepki göstermişti. İlkesel konularda görüş ayrılığına düştüğünde temas halinde olduğu yol arkadaşlarıyla bile çatışmaktan kaçınmazdı. Buradan, okuduğumuz kitapların Marksist geleneğin içinde mi, dışında mı olduğu meselesine kayıtsız kalmamamız gerektiği sonucu çıkar.

***

Uluslararası alanda akademik Marksizm’in baş çekiyor olması bunu daha önemli kılıyor.   Dünya komünist ve devrimci hareketinin yenilgisinden sonra Sovyet, Çin ve Avrupa tipi revizyonizmler tedavülden kalkınca meydan akademik Marksizm’in öncü kolu Batı Marksizm’ine kalmıştır. Boşluğu çoğu üniversitelerde hocalık yapan Marksolog profesörler doldurmuşlardır. Bazıları “Avro Komünist” partilerde teorisyenlik icra etmiş bu profesörler, “Stalinizme karşı mücadele” veya “özgürlükçü sosyalizm” namına, Marksizm-Leninizm’in “yeniden inşa”sı işine girişmişlerdir. Kimi Hegel yerine Kant’a veya Spinoza’ya geri dönmeyi, kimi Marx’ı Freud ve Weber’le birlikte okumayı salık vermiş, kimi Lenin’i ve Stalin ‘i iptal ederek yerine Troçki’yi veya Gramsci-Togliatti’yi geçirmiştir. Stalin’i Hitler’le aynı kefeye koymak veya dünyanın üçte birini kucaklayan sosyal devrim deneyimini “devlet Marksizmi” diyerek çöpe atmaya kalkmak bunlara mahsustur. Komünist hareketin bugünkü parçalanmışlığında Gulag edebiyatı eşliğinde yürütülen “Marksizm okumaları”nın rolü vardır. Klasik metinlerde görünenin ötesine geçerek gizli anlamlar aramanın veya her şeyi yeni baştan kurmaya kalkışmanın geldiği yer, bir Marksizm’i, “bin Marksizm”e bölmek olmuştur.

Aralarında Marksizm’in özüne sadık kalıp dünyadaki gelişmeleri doğru analiz eden ufuk açıcı akademisyenler yok değildir, fakat devrimci kuramın ruhuna Fatiha okuyanlar, uzuv nakilleri yapanlar, parametreleriyle oynayanlar çoğunluktadır. “Marksizmin krizi”ne karşı çözüm peşindeki F. Jameson, P. Anderson, A. Negri, E. Laclau, G. Deleuze, I. Wallerstein, S. Zizek bunlardan sadece birkaçıdır. Hep birlikte devrimci örgütlenme ve politik mücadeleden koparılmış, liberal, eklektik, yasalcı, evcilleşmiş, konformist, kültüralist, eylemsiz, sivil bir Marksizm inşası peşindedirler.

Bunlar okunmaz değildir. Entelektüel zekâlarına, ansiklopedik kapasitelerine, üslup zenginliklerine diyecek yoktur. Fakat bunlardan devrim çıkmaz. Tefsircilikten öte gitmeyip, dünyanın nasıl değiştirileceği meselesine ilgisiz kalan Marksizm, Marksizm değildir. Bir teorinin devrimciliği dünyayı yansıtmasında değil, bunu nasıl değiştirileceğini de göstererek yapmasındadır.

***

Şunu da söyleyelim ki, sadece klasikleri okumakla Marksizm öğrenilmez. Bilmekle kavramak aynı şey değildir. Bilmek kitabidir. Öğrenmek ve kavramaksa bilinenin ruhuna nüfuz etmeyi, onu gündemdeki sorunları çözme yöntemi olarak kullanabilmeyi gerektirir.

Bugünün dünyası 100-150 yıl öncesiyle aynı değildir. Kuran’ı bütün zamanlar için yeterli bir kuramsal referans olarak gören İslamcıların durumuna düşmemek için, durmaksızın değişen dünyadaki toplumsal, ideolojik-kültürel,   bilimsel-teknik gelişmeleri çözümleyebilecek kapasitede olmak gerekir. Ne dünya, ne de Marksizm kendini tekrar ediyor. Değişen ve burjuvazi tarafından sürekli yanılsama bombardımanına tutulan bir dünyada yön bulabilmek, zamanın ilerisinde gitmekle mümkündür.

Marksizm nasıl sınıf mücadelesinin dışında konumlanmış tefsircilerden öğrenilemezse, dünyada olan bitenlerden, bilimsel keşiflerden, sosyalizmin dışındaki gelişmelerden de ayrı öğrenilemez. Komünizmin insan bilgilerinin toplamından oluştuğunu düşünen Lenin Sovyet gençliğine şu tavsiyede bulunmuştu:

“Ancak insanlığın yarattığı tüm bilgi hazinelerini öğrendiğiniz zaman, kafanızı bu bilgilerle zenginleştirdiğiniz zaman komünist olabilirsiniz.”

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
08.04.2015- 21:24

En doğru yöntem Marksizm Leninizm’i kendi kaynaklarından okumaktır. Kimse Marx’ı Marx’tan, Lenin’i Lenin’den daha iyi anlatamaz. Tahrifatçılardan korunmanın yegâne yolu da budur. Aracılar, ikinci eller, yorumcular ehil kimseler büsbütün yararsız değildir, fakat birçoğu bozucu bir rol oynarlar. Teoriyi sulandırdıkları, keskinliğinden ve inceliklerinden arındırdıkları birçok örnekle gösterilebilir.

Marks'ı Marks'tan, Lenin'i Leninden okuyup anlamaya çalışmak elbette çok önemli. ''Tahrifatçılardan korunmanın yegane yolu''nun da böyle bir okuma olduğu haklı olarak ileri sürülebilir. Ama bir sorun var; bizim gibi okuma özürlü bir toplumun bireyleri olarak ve özellikle yeni başlayanlar veya o an'a kadar okuduklarını içselleştirememiş, ML'in devrimci ruhunu kavrayamamış olanlar için Marks'ı Marks'tan, Lenin'i Lenin'den okumak gerçekten insan bilincine gereken katkıyı sağlayabilir mi?

Bu soruya olumlu bir yanıt verebilmek bizim toplumumuzun bireyleri ve özellikle genç kuşaklar için o kadar kolay değil. Hatta hiç kolay değil. Uzun okumalar yapmak çok zor geldiği, böyle bir alışkank edinemeyişimiz birinci nedeniyse, ikinci neden olarak bilgiye çok kısa bir zaman içinde ulaşma isteğimiz, aceleciliğimizdir. Böyle olunca ve elimizin altında internet gibi bir olanak da olduğu için kestirmeden aldığımız Marks ve Lenin alıntıları ile ML'i öğrenme yolunu seçiyoruz ki, yazarın sözünü ettiği ''bin Marksizm''in bir kaçı da bu yolla ortaya çıkıyor denilebilir. Etrafınıza bakın kendisini sosyalist, komünist, Marksist veya Leninist olarak tanımlayanların söyledikleri arasında hiç bir benzerliğin olmadığı örneklerle karşılaşırsınız. Nedeni budur. Böyle okuma-anlama yöntemi seçildiğinde, ML bir eylem kılavuzu olmaktan çıkıp, aklımıza takılan sorulara doğrudan yanıt aradığımız bir ansiklopediye dönüşüyor. Oysa ML'i bu tür yöntemle kavramak pek de mümkün değildir.

Örnekse, Lenin'in 1900'lü yılların hemen başında söylediklerini, üstelik o söylenenlerin içinde bulunan nesnellikten soyutlayarak alıp genelleştirmek tipik yanlışlarımızdan biridir. Ya da Marks'ın proletarya ve devrim konusundaki yaklaşımını yine o günün nesnelliğini hesaba katmadan değerlendirmeye kalkmak hem Marks'ı anlayamamak ve hem de devrim kuramları konusundaki görüşlerimizin bir yerden sonra temellendiremeyeceğimiz sorununa yol açacaktır.

Sonuçta Marks'ı Marks'tan ve Lenin'i Lenin'den okumak en doğrusu olmakla birlikte ML'i sadece bu yöntemle anlayıp içselleştirebilmenin zorluğu da ortada. Bu yüzden mutlaka okuma olayının belli bir disiplin ve sistem içinde gerçekleşmesi gerekir. Belli bir altyapı oluşturmadan doğrudan Marksist ustalara yönelmek, özellikle genç sempatizan kitlede zor anlaşılabilirlik nedeniyle bıktırıcı olabilmektedir. Yan okumalar bunun için zorunlu bir hale gelmektedir. Komünist partilerdeki ''eğitim'' konusunu bu nedenle önemsiyorum. Tek başına bu sorunun üstesinden gelebilmek hiç de kolay olmuyor.

solcu  |  Cvp:
Cevap: 2
09.04.2015- 20:00

Marksizm Leninizm'i tam olarak anlayabilmek için tam olarak ne önerirsiniz? Nasıl bir sıralamayla nelerin okunmasını önerirsiniz?

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
11.04.2015- 17:16

Alıntı Çizelgesi: solcu yazmış

[size=2]Marksizm Leninizm'i tam olarak anlayabilmek için tam olarak ne önerirsiniz? Nasıl bir sıralamayla nelerin okunmasını önerirsiniz?



''Şu kitapları şu sırayla okursanız ML'i öğrenmiş olursunuz'' gibi bir yaklaşım pek doğru gelmiyor bana. Bu tür okumalar, hele bir de aceleciliğimiz düşünüldüğünde çok dışsal kalıyor. Yararı da pek olmuyor. Okurla kitabın iç içeliğinin daha yararlı sonuçlar vereceğini düşünüyorum. Bu yüzden okumaya başlarken bir soru sormak ve sonra o sorunun yanıtının ardına düşmek daha işlevsel olabiliyor. Benim önerim ML'i öğrenmek, anlamak ve içselleştirmenin öncelikli yolunun kapitalizmin ne olduğu konusunda bilgilenmekten geçtiği yolunda. Çok rastlıyorum, kendini solcu sosyalist olarak niteleyen genç insanların pek çoğu Türkiye gibi geri kalmış, gelişmekte olan ülkeleri kapitalizm kategorisi içine dahil etmekte, buna karşılık Almanya, İngiltere ve özellikle İskandinav ülkelerini sol-sosyalist olarak nitelemekte. Böyle olunca, böyle bir anlayışın üzerine sosyalist ideolojiyi, ML'i oturtabilmek de mümkün olmuyor. Bence başlangıç noktası ''kapitalizm nedir?'' soruya yanıt aramakla başlanmalıdır. Bu soru etrafında, sömürü, artı değer, yabancılaşma ve özel mülkiyet gibi kavramları biraz da genişleterek öğrenmeye çalışırsak, sağlıklı bir temel edinmiş oluruz gibime geliyor.

Burada sorulması gereken ikinci soru, toplumsal tarihte değişimlerin ana motorunun ne olduğu sorusudur. Sınıf mücadelesini, bu mücadelenin ne anlama geldiği, ilkel komünal toplumdan kapitalizme kadar hangi aşamaların ve hangi dinamikler etkisiyle gerçekleştiğini anlamaya çalışmak, ML'in kavranabilmesinin ve içselleştirebilmesinin temel önceliği gibi geliyor bana. Bu iki konu bence çok önemli, çünkü savunageldiğimiz komünist toplumun Marksist anlamda bilimsel dayanakları bu iki olguların kavranılmasında ve içselleştirilmesinde yatıyor. Bilimsel sosyalizm dediğimiz ideolojinin bilimsel dayanakları da bunlar ve komünist toplumu bilimsel bir çıkarım haline getiren olgular da bunlar. Eğer bu iki olguyu Marksist yorumuyla anlatan kitaplar okunursa, bunlara bağlı ve bunlarla ilintili olarak Proletarya ve proletarya diktatörlüğü konularında da bilgiye sahip olunabilir. Bu yapıldığında, bu süreç içsel bir okumayla gerçekleştirildiğinde kapitalizmin ne olduğu, sömürünün neden ve nasıl gerçekleştiği sömürüsüz bir dünyanın gerçekleşmesinin hangi bilimsel gerçekte yattığı vb. konuları bilimsel anlamda anlaşılabilir olacaktır. Bundan sonrası, komünizm adını verdiğimiz   enternasyonal toplumun nasıl gerçekleşebileceği, bu konuda marksizm leninizm'in neler söylediği, neler öngördüğüdür. Leninizmin önemi burada ortaya çıkıyor. Marksist temel bilgiler alındıktan sonra sıra Leninizmi öğrenmeye geçmek olmalıdır. Burada da devreye devrim kuramları konusu giriyor. Marksizmin bilimsel tezlerini gerçekleştirebilmenin yolunu da bize Lenin açmıştır; özellikle örgüt ve öncülük kuramı ve ''dışardan bilinç'' konusunu öğrenmeye çalışmak bu aşamada devreye girmelidir.

Marks kapitalizmi çözümleyerek, toplumsal tarihinin değişim motorunun ne olduğunu ortaya koyarak ve geleceğin dünyasının komünizm olduğu gerçeğini ( iradeyi dışlamadan) somut ve bilimsel bir biçimde anlamamızı sağlayarak bu sürecin temel çıktılarını ( ve elbette çok daha fazlasını) ortaya koymuştur. Bunun nasıl olabileceği konusunda Marksizmde bulunan boşluğu da Lenin gidermiştir. ( Örgüt, öncülük, dışardan bilinç dediğimiz yaklaşımlar.) Çok ayrıntılı gibi duruyor ama aslında değil. Belli bir disiplin altında bu şekilde içsel bir okuma yapıldığında eminim keyifli bir süreç de yaşanacaktır. Sonra bütün bu öğrenilenler, edinilen bilgiler belli bir bütünselliği oluşturabilecek bir biçimde birbirine eklendiğinde bence ML'in, bilimsel sosyalist ideolojinin   gerekli tüm altyapısı kurulmuş olacaktır. Bu bütünlük oluşturulduğunda, bu bütünlüğü tamamlayan ana tema ''devrim'' de hakettiği anlamda yerini bulacaktır. Devrim kavramı bir sosyalist için ''sosyalist devrim perspektifi'' şeklinde bir içselliğe bürünmedikçe ''sosyalistim'', ''Marksizm Leninizmi savunuyorum'',   ''enternasyonal solcuyum'' gibi kendimize yakıştırdığımız saptamaların hiç bir gerçekliği olmaz. Bu duruma, yani bu siyasal devrim perspektifinden yoksunluk kaynaklı sol tartışmalara ''devrimci gevezelik'' der.

Kısaca önce kapitalizmin ne olduğuna ilişkin çözümlemeler, toplumların hangi saikler altında dönüştüğü ( tarihsel materyalizm) konusu üzerinde yoğunlaşmak, komünizmi zihnimizde bilimsel bir çıkarım haline getirmek bu sürecin birinci ayağıdır. İkinci ayağıysa komünizme nasıl ulaşılacağının ( bir anlamda toplumsal iradeciliğin) nasıl gerçekleştirilebileceğidir. Bu konuları soru yanıt şeklinde içsel bir okumaya-araştırmaya dönüştürdüğümüzde, tutuğumuz yolun doğru bir yol olduğunu söyleyebilmek mümkün hale gelecektir.
[/size]

solcu  |  Cvp:
Cevap: 4
11.04.2015- 20:01

Bu söylediklerinizle ilişkili olarak kitap tavsiyeniz ne olabilir?

dayanışma  |  Cvp:
Cevap: 5
11.04.2015- 20:06

Sosyalizmin alfabesi:)

yorum2006  |  Cvp:
Cevap: 6
11.04.2015- 20:11

Yalnızca okumakla bu iş olmaz. Marx'ı, Lenin'i kendilerinden okuma konusu da tartışılır. OKuma alışkanlığı çok yüksek olan toplumlarda, eski sosyalist ülkelerde ve gelişmiş ülkelerin komünist partilerinde bile, örneğin aday üyeler için, "Kapital'i okumaya giriş" kitapları hazırlanmıştı. Lenin'in, o dönem komünist hareketinin ve o dönem Rusya'sının siyasi tartışmaları içinde yazılmış eserlerini de hemen okuyup anlamak olası değildir. O dönemi bileceksiniz, dönemin toplumsal ve siyasi koşullarını bileceksiniz. Yoksa yeterli yararı sağlayamazsınız. Bu konuda, daha önce çok okumuş ve o dönemleri ve tartışmaları iyi bilenlerin yönlendirmesine gerek vardır. Bunun da disiplinli bir şekilde örgüt içinde yapılması gerekir. Kendi kendine okuyarak bu iş çok zor.

Cevap: 7
12.04.2015- 04:38

Alıntı Çizelgesi: solcu yazmış

Bu söylediklerinizle ilişkili olarak kitap tavsiyeniz ne olabilir?


Sayın Melnur katılır mı bilmem ama benim ilk önerim Georges Politzer'in Felsefenin Temel İlkeleri kitabı. Bu kitap bence bir başyapıttır. Melnur'un bahsettiği kapitalizmin çözümlemesi, tarihin ilkel komünal toplumdan bugüne nasıl ilerlediği, sınıf mücadelesinin bunun nasıl motoru olduğunu, diyalektik felsefeyi, materyalizmi ve bu ikisinin birleşip tarihsel materyalist felsefeyi nasıl oluşturduğunu ve bu bakış açısının doğa ve toplum üzerine yorumunu, devrim stratejisini ayrıca sosyalizmin ne olduğunu, nasıl bir düzen olduğunu, olacağını komünizmin ne olduğunu, nasıl bir düzen olduğunu, olacağını çok güzel bir şekilde anlatır. Dili ağır değildir çünkü Politzer'in üniversitede öğrencilerine verdiği ders notlarından oluşur. Okuma alışkanlığına bağlı olarak biraz uzun gelebilir ( 400-450 sayfa civarıydı) ama bu kitabı okuyup, içselleştirdiğinizde Marksist-Leninist düşünceyi temel anlamda kavrayabiliyorsunuz diyebilirim. Tanıştığım her insana bu kitabı öneririm ben. Bu arada Politzer ile ilgili bilgi vermek gerekirse Fransız bir Marksist, akademisyen. Nazi işgaline karşı çıkmış yurtsever bir direnişçi. Naziler tarafından tutuklanıp, kurşuna dizilerek öldürülüyor.



melnur  |  Cvp:
Cevap: 8
14.04.2015- 00:20

Alıntı Çizelgesi: proletersosyalist yazmış

Alıntı Çizelgesi: solcu yazmış

Bu söylediklerinizle ilişkili olarak kitap tavsiyeniz ne olabilir?


Sayın Melnur katılır mı bilmem ama benim ilk önerim Georges Politzer'in Felsefenin Temel İlkeleri kitabı. Bu kitap bence bir başyapıttır. Melnur'un bahsettiği kapitalizmin çözümlemesi, tarihin ilkel komünal toplumdan bugüne nasıl ilerlediği, sınıf mücadelesinin bunun nasıl motoru olduğunu, diyalektik felsefeyi, materyalizmi ve bu ikisinin birleşip tarihsel materyalist felsefeyi nasıl oluşturduğunu ve bu bakış açısının doğa ve toplum üzerine yorumunu, devrim stratejisini ayrıca sosyalizmin ne olduğunu, nasıl bir düzen olduğunu, olacağını komünizmin ne olduğunu, nasıl bir düzen olduğunu, olacağını çok güzel bir şekilde anlatır. Dili ağır değildir çünkü Politzer'in üniversitede öğrencilerine verdiği ders notlarından oluşur. Okuma alışkanlığına bağlı olarak biraz uzun gelebilir ( 400-450 sayfa civarıydı) ama bu kitabı okuyup, içselleştirdiğinizde Marksist-Leninist düşünceyi temel anlamda kavrayabiliyorsunuz diyebilirim. Tanıştığım her insana bu kitabı öneririm ben. Bu arada Politzer ile ilgili bilgi vermek gerekirse Fransız bir Marksist, akademisyen. Nazi işgaline karşı çıkmış yurtsever bir direnişçi. Naziler tarafından tutuklanıp, kurşuna dizilerek öldürülüyor.




Felsefenin Başlangıç İlkeleri ağırlıklı olarak felsefe ( idealizm, materyalizm) ağırlıklı bir kitap. Alında Marksist felsefeye ( Diyalektik Materyalizm) başlamak için de ideal bir kitap. Ama ML denildiğinde daha çok bilimsel sosyalist ideolojiyi anlıyoruz. Benim yorumum daha çok bu konuyla ilgili. Kapitalizmin az çok anlaşılması, Marks'ın bilimsel değerlendirmeleri, Lenin'in katkıları bir bütün olarak anlaşılıp içselleştirildiğinde Marksist felsefeye geçmek daha yararlı olabilir. Hem Marksist felsefeyi ve hem de bilimsel sosyalizmi bir anda kavramak sempatizan kitleye zor gelebilir. Yine de bir tercih konusu.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]