Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Marksizm ve Bilim Üzerine - 1 / Ayhan Tırıç

2012 Eylül’ünde, bir grup doğa ve toplum bilimcisi, Ege bölgesinde, Karaburun köyünde toplanıp, ‘Marksizm ve bilim’ konulu bir sempozyum düzenlemişlerdi.

Bir hafta kadar önce soLhaber internet sitesinde, Prof. İzge Günal’ın övgüyle söz ettiği bir kitap tanıtım yazısı yayınlandı. İzge hocamın söz ettiği kitap, ‘Marksizm ve bilim’ konulu   sempozyumun bildirilerinin ‘Marksizm bilime yabancı mı?’ adıyla kitaplaştırılmış haliydi.

Marksizm ve bilim ilişkisini önemsediğim için hemen kitapçıya gidip kitabı aldım.

İki saat kitabı inceledim-karıştırdım. İlk izlenimlerim olumsuzdu kitap hakkında.   Ertesi gün okumaya başladım. Okudukça, kitabı eleştiren bir yazı yazmaya karar verdim. Daha doğrusu, birisi kitabın eleştirisi, biri benim ‘Marksizm ve bilim’ ilişkisine ilişkin düşüncelerimi anlatan iki ayrı yazı yazmaya karar verdim.

Şimdi ilkin kitabın eleştirisine ilişkin yazıyı okuyacaksınız. Sonra ayrı bir yazı olarak benim bu konudaki düşüncelerimi içeren yazıyı.

BİRİNCİ YAZI

‘MARKSİZM BİLİME YABANCI MI?’ KİTABININ ELEŞTİRİSİ

Sunuş

‘Marksizm ve Bilim ilişkisi’ birçok açıdan önemli bir konu. Aynı zamanda çok önemli bir sorundur. İzge hocamın   da   yazısında belirttiği gibi, bizim gibi, Marksizmin politik yanı ve politik pratiğinin   çok egemen olduğu, hatta Marksizmin sadece politik bir şey olduğu sanılan ülkelerde, Marksizm ve bilim ilişkisi hep göz ardı edildi-incelenmedi.

Bu yüzden, Karaburun’da, ‘Marksizm ve Bilim’ konulu bir sempozyum düzenleyen bilimcilere   özel olarak teşekkür ederim. Çünkü bu önemli konuyu sanırım onlar dışında kimse ele almadı bu güne kadar. En azından benim bildiğim dönemlerde .

Ben de uzun yıllar bu konu üstüne okuyup düşündüğüm için, ‘Marksizm Bilime Yabancı mı?’ kitabı hakkında   bir eleştiri yazmak istedim. İlkin uzun ayrıntılı bir eleştri yazmayı düşünmüştüm ama sonra vazgeçtim.   Çünkü üşendiğim için yazılarda hiç alıntı kuillanmıyorum. Alıntı yapmadan makaleleri ayrıntılı biçimde eleştirmezdim. İkinci neden de yazmaktan çabuk sıkılmam. Uzun yazılar yazmaktan çabucak sıkılıyorum.J

Zaten insanın düşüncelerini kitap eleştirisi üstünden anlatması, okuyucular açısından ve bilginin sonraki kuşaklara aktarılması açısından kötü bir yöntem.   Çünkü eleştirilen kitapta ne yazdığını bilemiyor kitap eleştirisini okuyan insan. Özellikle üzerinden çok zaman geçmişse, o kitabın hangi tarihsel ortam içinde yazıldığını, o günlerde moda olan kavramların, konuların ne olduğunu bilemiyor. Sık sık eleştirilen kitaba gönderme yapıldığı için hem anlamak zor (hatta çoğu zaman olanaksız) oluyor, hem de okuyucu sıkılıyor. Örneğin Engels’in ‘Anti Duhring’, Lenin’in ‘Materyalizm ve Ampriokritizm’ kitapları, başka kitapların eleştirisi üzerine kurgulandığı için anlaşılması ve okunması zor kitaplardır. Marx’ın bir çok yazısı da o dönem yaşamış olan insanları ve kitapları eleştirmek için yazıldığı için onları anlamak da zordur. Ben bu yüzden kitap eleştirisi yazılarını sevmem.   Kendim de kolay kolay yazmam böyle eleştiri yazıları.

Kitaba ilişkin genel eleştiriler

Yazılama yayınlarından çıkan ‘Marksizm Bilime Yabancı mı?’ kitabını önce genel olarak değerlendirelim.

İlk göze çarpan, kitaptaki tüm yazıları, Marksist bir parti çevresinde (TKP) toplanmış insanların yazmış olması. Oysa böylesi bir konuya başka anlayışlardan insanların da çağrılmış olmaları gerekirdi. Bu konu, Marksizme aynı ideolojik yorumla bakanların değil, birbirinden çok değişik Marksizm yorumları olan insanların bir araya gelmesiyle tartışılabilecek bir konu. Türkiye’de de bu konuda önemli çözümlemeler yapabilecek bir çok bilim Marksist var bence.

TKP’nin Marksizm yorumu ‘ortodoks bir yorum.   Daha çok, Marx ve Engels’in söylediklerinin,   20. Yüzyılda SSCB bilim insanları tarafından sistematize edilmesiyle dünyaya yaydığı bir anlayış. Bu bakış tarzını kesin doğru olarak kabul ederek ‘marksizm ve bilim’ gibi bir konu tartışılamaz. Post-Marksistler ve Avrupa Marksizmi gibi   fraksiyonları bir yana bırakalım; ama   tüm bunlar dışında Ortodoks Marksist söyleme karşı çok ciddi eleştiriler yönelten çok büyük bir literatür var. Ortodoks   yorum dışındaki literatürü   tümüyle ‘kötü niyetli’, ‘oportonist’, ‘revizyonist’ , ‘sol sapma’, Sağ sapma’ vb adlarla niteleyerek   düşünemeyiz. Bir kere bu nitelemelerin kendisi bile politik bakış açısını yansıtan   yargılardır.

Kitaptaki yazarların, Metin Çulhaoğlu dışında tümü 35 yaşından küçük.   Oysa Marksizm ve bilim ilişkisi, Marsizme artık bilgece bakabilen, deneyimli ve birikimli bilim insanları tarafından ancak tartışılabilir. Doğa-fizik bilimlerde insanlar genç yaşlarda buluş yaparlar ama toplumbilimler alanında   en azından 35-40 yaşlarını geçtikten sonra anlamlı verimli çalışmalar ortaya çıkarabilirler.   Yetenekleri, çalışkanlıkları ne kadar iyi olursa olsun, toplumbilimlerde insanların böyle karmaşık alanlarda   olgun düşünceler üretebilmeleri   çok zordur. (en azından benim gibi 50’yi bulmalıydı sempozyuma katılanlarJ )

Öyleki, genç arkadaşlar, tüm yazılarda, dönüp dolaşıp, Marx, Engels, Lenin ve Stalin’i olumlamaya çalışıyor yazılarında. Lisenko olayında Stalin’in hiç yanlışı yokmuş,   Marksizme yöneltilen eleştiriler (Marks dönemine) tümüyle Marksizmin yanlış anlaşılmasından ya da anlaşılmamasından kaynaklanıyormuş gibi bir izlenim yaratıyorlar okuyucuda.

Ben Marx-Engels olumsuz-lansın demiyorum. Ama sadece onların açıklamalarına bağlı kalarak ve yaptıkları tüm çözümlemeleri doğru kabul ederek yapılacak inceleme, gerçekten bilimsel bir inceleme havası veremiyor insana.

Yadırgatıcı   şeylerden birisi de, kitaptaki makalelerin sadece 3-4 tanesi ‘marksizm ve bilim’ temasıyla ilgili. Öteki yazılar asıl konuyla ya ilgisiz ya da çok dolaylı olarak ilgili. soLhaber internet sitesindeki yazısında İzge Günal da, bir çok bilim insanının ‘marksizm ve bilim ilişkisinin’ sınırlarını bilmediğini, “çoğu bu sorunun Marksizmin bilim politikası olduğunu sanıyor” diyerek yakınmıştı. Bu kitapta da aynı sorun var. Tek tek sayarsak, Metin Çulhaoğlu’nun, Cem Soyer’in, Gökhan Akbay’ın yazıları doğrudan konuyla ilişkili. Öteki yazarların   hemen hemen hepsi değişik bilim dallarında Marksist bakışla   yapılmış çözümleme denemeleri.

Çerçeve yazısında, AKP döneminde , çok kapsamlı ve sürekli bir bilim hamlesi yapıldığı, bu bilim hamlesiyle, bütün bilimsel göstergelerde, AKP’nini Türkiye’yi ileri taşıdığı söyleniyor ! Bununla ne denmek istendiğini, AKP’nin nasıl bir bilim ‘hamlesi’ yaptığını anlayamadım !? J

Ayrıca, Alper Dizdar, sunuş yazısında ‘Higgs’ parçacığının bulunduğu söylüyor . CERN deneyleri Higgs parçacığını ‘kesin’ olarak kanıtladı mı? Yoksa Alper ‘standart modelin’ doğruluğuna çok inandığı için mi Higgs alanının varlığına inanıyor? Higgs alanının varlığı kesin kanıtlandıysa, standart modelin tüm sorunlu yanları ortadan kalktı mı?

Devam edecek...

Gelecek yazı; Bazı makalelerin eleştirisi..

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 1
15.07.2015- 12:40

Marksizm ve Bilim Üzerine - 2 / Ayhan Tırıç


·         Bazı makaleler üstüne   kısa eleştiriler



1.       Alper Dizdar’ın makalesi


‘Yeni yüzyıl ve Marksist Bir bilim tarihi anlayışı’ adlı yazısında , 20. Yüzyılın başında, bir fizikçi olan Boris Hessen’in, Isaac Newton’un buluşlarıyla, Newton döneminde kapitalizmin bilimsel ve teknik gereksinimleri arasında nasıl bir bağ olduğunu ortaya koyduğu makalesini anlatmış.

Ben, Boris Hessen’ini duymamıştım. İlk kez bu yazıda öğrendim. Bu yüzden Alper Dizdar arkadaşa çok teşekkür ediyorum.

20. Yüzyılın başında bir fizikçinin bilim tarihine   böyle bir yaklaşımla   incelemesi çok saygıdeğer. Çünkü Hessen o makaleyi yazdığı yıllarda   daha Marksizmin bir çok önemli kitabı bile yayınlanmamıştı .   Başta ‘Alman İdeolojisi’ olmak üzere bir çok kitap 1925 sonra yıllarda yayınlandı.   Hatta Grundrisse 1941’de yayınlandı. (Şimdi tek tek kitapları ve ilk yayınlanış yıllarını hatırla-mıyorum).

Hessen’in, öneminin bilinememesi, ve Zinovyev’le birlikte   öldürülmesi de çok acı.

Ancak Alper, Hessen’in, bilimlsel araştırmalarla o bilimsel araştırmanın yapıldığı dönem arasında doğrudan ve birebir ilişki olduğuna inanıyor; tıpkı anlattığı Hessen’in makalesindeki gibi. Ben bunun yanlış olduğunu düşünüyorum.

Marx’ın ( ya da genel olarak Marksizm’in), ‘Her şey, içinde geliştiği tarihsel toplumsal koşullarla ilişkisiyle birlikte var olur. Bu yüzden şeyleri, tarihsel koşulları içinde   incelemek gerekir’ biçimindeki   yöntem anlayışı; ‘bilimin birebir ve doğrudan   içinde geliştiği tarihsel koşulların gereksinimleriyle ilişkilidir’ biçimde yorumlanmamalı.

Çünkü bilim, toplumların gereksinimlerini karşılamayı amaçlayan bir bilgi üretimi olmanın dışında, aynı zamanda dış dünyaya ilişkin bir meraktır.   Bilme merakının sınırları tarihsel gereksinimlerle ve koşullarla sınırlı değildir-olamaz. Öte yandan bilim ve bilim çevresi , kavramlar, kuramlar, çözülemeyen kuramsal sorunlar nedeniyle kendi içinde bir gelişim çizgisi de izler-izlemek zorundadır. Başka bir deyişle, bilim bir bakıma, kavramların bilinçte birbiriyle ilişki kurması biçiminde kurulan bağlantılarla   kuramsallaşan bir etkinliktir. Bu yüzden de tümüyle ve salt toplumsal koşullarla ilişkili değildir-sınırlı değildir.

Tabi ki bilimle toplumsal koşullar ve toplumsal gereksinimler arasında sıkı bir bağlantı vardır çoğu zaman. Ama bu bağıntı, bir bilim adamının buluşlarını sadece o dönemin gereksinimleri ve tarihsel özellikleriyle sınırlayarak açıklamaya vardırılmamalı.   Bu anlamda Boris Hessen’in Marksizmin yöntem anlayışını yanlış kullandığını   kabul etmeliyiz.

Örneğin, Hazerfan Ahmet Çelebi’nin uçma denemesini ya da Leonardo Da Vinci’nin helikopter çizimlerini,   toplumsal egemen sınıfların o dönemki gereksinimlerini karşılamakla ilişkilendiremeyiz.   Ya da Arşimed’in suyun kaldırma gücünü hesaplamasını, bir cismin ağırlığınının taşırdığı suyun ağırlığına eşit olacağını bulmasını , dönemin toplumsal gereksimileriyle koşullarıyla   ilişkilendiremeyiz. Tabi, “Arşimed, altın taç yapan kuyucunun altının içine başka madde kattığından kuşkulanmıştı; bu hileyi anlamak için bu buluşu yapmak üzerine düşünmek zorunda kaldı; dolayısıyla yine bilimsel buluşla   pratik yaşam arasında bir bağ var” diyecek kadar   ‘aşırılığa’ da girişmemek gerekir. J

Bilimsel bilgi birikimi arttıkça, bilimsel çalışmalarla tarihsel koşullar arasındaki bağ daha da dolaylı olmaya başlar. Örneğin biz şimdi neden karadelik, karanlık madde, karanlık enerji gibi sorunlarla uğraşıyoruz? Neden atom altı parçacık fiziğinde   kuantum kuramı modelleriyle uğraşıyoruz? Kapitalizmin gereksinimleri için mi? Böylesi bir bağ kurmayla çalışmak ‘aşırı’ bir zorlama olur.

2.       Gökhan Akbay’ın makalesi

Öncelikle Gökhan Akbay’ı kutlarım. Lisenko olayını bu kadar nesnel, kapsamlı   inceleyip anlattığı için. Gökhan’ın makalesinde de bilmediğim bir sürü şey öğrendim. Üstelik akıcı ve   tutarlı tarzda yazmış makaleyi.

Gökhan’ın, makalenin sonuç bölümünde yaptığı çıkarımlar hakkında kısmen farklı düşünüyorum. Şöyle ki;

Gökhan, birinci çıkarımda Engels’den aktararak, doğa bilimcilerin, ‘kendi kişisel yaşam deneyimlerinden kaynaklanan, felsefe ve tarih bilgisinden yoksun, yaygın idolojik inançlara dayanan bir dünya görüşüyle olaylara yaklaştıklarını’ söylüyor. Gerçekten bu çok doğru ve çok önemli bir sorun. Ancak bunun   aşılabilmesi için, doğa bilimcilerinin , ‘doğa bilmlerinin iç tartışmalarına hakim ve bilimlerinin tarihi üzerinde okumayı , yaşlanınca yapılacak bir iş saymayan bir doğa bilimciler kuşağının yaratılmasıyla başarılabilir’ diyor. Bu doğru ama yeterli değil kanımca.   Asıl yapılması gereken, Marksizmin , yaşamı bilimsel olarak açıklamaya elverişli bir yönetm olan yöntemsel bilgisini, doğa bilimcilerin de bir yöntem olarak kullanmaları olmalı.   Doğa bilimlerinin tarihini bilmek onlara tek başına , marksizmin gerçekliği kavrama yöntemini öğretemez. Yani doğa bilimciler, kendi bilimsel alanlarının nesnelerine-konularına, diyalektik ve tarihsel materyalizmin   ‘felsefi yöntemiyle’ bakabilmeli.  

Bu yöntemin ne olduğu, nasıl olduğu, Metin Çulhaoğlu ve Can Soyer’in yazılarında anlatılıyor.

Doğal olarak, doğa bilimcilerin, bir toplumbilimci   bir felsefeci olmasını isteye-meyiz. Ama yaşama (dolayısıyla) kendi bilimsel alanlarına diyalektik materyalizmin yöntemiyle yaklaşmayı öğrenmiş olmalılar. O zaman gerçekliği daha etkin ve doğru-gerçekçi kavrayabilirler ve o zaman   gerçekliği doğru açıklayan kuramlar oluşturabilirler.

Doğa bilimcilerin , diyalektik yöntemi , bilimsel araştırmalarında kullanmaları, A. Einstein ve C. Darwin   gibi bilim insanlarında ‘kendiliğinden’ oluşmuş örneğin.

Böyle bir yöntem bilinci edinmelerini istemek dışında bilim insanların çalışma alanlarına, çalışma tarzlarına , siyasal iktidar kesinlikle müdahale etmemeli. SSCB’de yaşanan sorunlar ve Lisenco olayındaki gibi bir durumun yaşanmaması için yapılması gereken, bilim insanlarını politik amaçların aracı olarak kullanmamak olmalı.   Daha baştan bilim insanlarını parti üyesi, partinin bürokratı gibi bir konumda tutmaya   zorlamamalı   siyasal iktidar. Kapitalizmin bilimi kullanmasında nasıl karşı çıkıyorsak, sosyalizmin   bilime müdahalesine de   aynı biçimde karşı çıkmalıyız.   Çünkü bilim, siyasal toplumsal koşullardan bağımsız olarak kendi içinde de bir gelişim izlemek zorundadır. Özellikle de doğa bilimleri. Siyasal iktidarın bilime-bilim adamlarına müdahalesi, bilimi , Marksizmin iktidarı ele geçirmiş fraksiyonunun ‘dar’ anlayışı içene hapsetmek olur.

3.       Can Soyer’in makalesi

Kitabı okurken,   ‘Marksizmin bilimselliği nereden geliyor: Doğa mı tarih mi?’ adlı yazıya geldim. Daha birinci cümlesinden sardı beni yazı. İkinci üçüncü paragrafa geldim hala aynı çoşkuyla okumaya devam ediyordum. Birden “bu yazıyı kim yazmış” diye merak ettim.   Yazar Can   Soyer’miş. Hem de genç bir yazarmış.

Bir sosyal bilimcinin   felsefi temelde ki anlatım tarzının beni çok ‘sarmasını’,   toplum bilimcilerin bu tür olaylara daha yatkın çözümlemeler yapabilmelerine bağladım. Gerçekten de kitapta, doğa-fizik bilimler kökenli arkadaşların konuları ele alış biçimi   tıpkı fizik bilimlerine bakışları gibi. Örneğin Alper’in yazısı. Özellikle Alp Öztarhan’ın yazısı, ilgilendiği matematik, bilgisayar ve fizik bilimlerinin inceleme yöntemi olan ‘olguları algoritmik süreçler’ olarak düşünmek biçiminde kurgulanmış.

Cem soyer, Marksizmin   nasıl, niçin bilimsel olduğunu, doğa bilimleriyle ilişkilerini   çok iyi anlatmış.   Sadece bir konuda Can’dan kısmen farklı düşünüyorum.

Yazısının sonuç bölümünde, “Marksizme bilimsel niteliğini veren yöntemi, doğa bilimlerinin açıklanmasında da geçerli bir çözümleme tarzı sunmaktadır. Çünkü Marksizm, doğa   bilimlerinin de içerisinde geliştiği ve devindiği Tarih’i ve tarihsel süreçleri açıklamak için vazgeçilmezdir” diyor.

Marksizmin yaşamı bilimsel açıklayabilme olanağı veren yöntemi, tüm bir tarihi açıklaması değildir. Gerçekliği devingen, bütünlüklü ve içsel ilişkileri kavrayacak tarzda nesnel olarak açıklayabilme olananağı sunmasıdır. Bu yöntemi   Can zaten kendi yazısında açıklıyor.   Bu yüzden, doğa bilimcileri için Marksist yöntemin önemi, gerçekliği   , süreçlerin içsel ilişkilerini bütünlüklü olarak açıklayabilmesidir. ‘doğanın da içinde devindiği tarihi açıklayabilmesi’ değil yani. Can’ın söylediği biçimde söylersek, yöntemin içeriğini ve kapsamını daraltmış oluruz.

4.       Metin Çulhaoğlu’nun makalesi

Metin Çulhaoğlu, deneyimli bir yazar olarak, “Marksizm: Bilimse, nerede ve nasıl?’ başlıklı yazısında, yalınlaştırıcı bir biçimde anlatmış Marksizmin siyasal ve bilimsel yanlarının niteliklerini.

Ama yazısının ‘çözümleme süreci’ ara başlıklı bölümünde, Marksist kavrama sürecinin somut-soyut ilişkisini açıklarken, “çözümleme süreci   ‘duyumsanan nesne’den , doğrudan soyutlamalara yönelmez.   ‘duyumsanan nesne’den sonra ’düşünülmüş nesne’ devreye girer.“ diyor. Bu anlatım biçimini yanlış diyemeyiz, ama böylesi bir anlatım tarzı eksik ve yanlış anlaşılmaya yol açabilir.

Bu yüzden süreci   ben şöyle açıklamaktan yanayım.

Nesnel gerçeklik-dış dünya, devingen bir süreçtir ve biz insanlar, bu sürecin çeşitli yanlarını ve biçimlerini gözlemleriz-duyumsarız. Yani nesnnel gerçeklik bize, somut bir bütünlük olarak görünmez. Başka bir değişle, kavrayan özne ile kavranan nesne arasındaki ilişkide, gerçeklik bize, çok parçalı çok çeşitli anlar ve yanlar olarak görüldüğü için, zaten bizim için ‘somut’ değildir. Çünkü tek tek yanları tek tek biçimleri kavrayabiliyoruz duyumsamayla. Kavrama-anlama sürecinde, nesnel gerçekliğin tek tek ‘soyut’ parçaları, ‘imgeler’ yoluyle bilincimizde ‘soyutlamalara’ dönüşür. Giderek, anlama süreci içinde, kavranan nesnel gerçeklik alanının değişik soyut yanları ve ilişkileri, bilincimizde, ‘nesnel gerçekliğin, bilinçte yeniden somutlanmış, bilişsel somut durumuna dönüşür’. ‘bilinçte yaratılan’ ‘somutluk’, nesnel gerçeklikteki ‘somut durumun-nesnenin- bütünlüğün, birebir aynısı değildir, yaklaşık ‘yansımasıdır’.

Sonra bilinçte yaratılan somutluk, nesnel gerçeklikteki somutlukla, deneysel olarak, pratik etkinlik yoluyla   sınanır ve kuramla pratik arasındaki ‘uygunluk’   doğrulanır.

Tüm bu süreçte, nesnel gerçekliğin, ne kadar bütünlük oluşturan yansımasına ulaşırsak ve bu bütünlük, devinen gerçekliğin ne kadar çok ‘içsel ilişkilerini-bağıntılarını’ açıklayabilirse, gerçekliği o kadar iyi anlamış oluruz.

Devam edecek....

Gelecek yazı; Marksizm ve Bilim İlşikisi üzerine...

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 2
15.07.2015- 12:43

Marksizm ve Bilim İlişkisi Üzerine - 3 / Ayhan


MARKSİZM VE BİLİM İLİŞKİSİ ÜSTÜNE

·         Marksizmin nesnel gerçekliği anlamaya olanak sağlayan yönü ve bilim ilişkisi


Marx (ve Engels), içinde yaşadıkları tarihsel dönemi ve toplumsal olayları anlamak için, o güne kadar söylenmiş ideolojik söylemleri bir yana bırakıp, ‘insan pratik yaşamını nasıl sürdürüyor? Pratik yaşam nasıl bir etkinlikle var oluyor?’ gibi bir kaç temel soruyla, ‘toplumsallaşmış insan toplumunun yaşamını’ çözümlediler.

Bu çözümleme onlara, tarihsel ve toplumsal yaşamı bilimsel olarak anlama ve açıklama   yöntemini öğretti. Salt belli bir dönemi değil tüm insan toplumsal tarihini bilimsel olarak açıklamayı olanaklı kılan bilimsel bir yöntem buldular. Ve bu yönteme ‘diyalektik ve tarihsel materyalizm’ adını verdiler.

Tarihsel materyalizm, bu ‘bilimsel anlama ve açıklama yönteminin’ tarihe uygulanmasından bulgulanmış   tarih bilgisini anlatır. Diyalektik materyalizmse, bu bilimsel düşünme-anlama ve açıklama yönteminin felsefe bilgisi biçimindeki   soyutlamalarıdır.

Marksizmin bulgulayıp, kısmen sistemlerşirerek felsefi soyutlamalar biçiminde anlattığı bu bilimsel anlama yöntemi, sadece tarihi değil, tüm nesnel gerçekliği (öznenin dışındaki varlık alanını-dış dünyayı) açıklama olanağı sunuyor .   Bu yüzden doğa- fizik bilimler alanındaki bilimsel disipler için de geçerli bilim yöntemidir   ‘diyalektik materyalizm’. Çünkü, nesnel gerçekliğin, varoluş biçimini ve özneyle nesne arasındaki bilme etkinliğinin yapısını açıklamaya olanaklı.

Marksizm bu bilimsel yöntem olmak dışında aynı zamanda politik ve ideolojik bir programdır. Toplumsal yaşamı , ‘türsel insanın’ kendini daha özgür ve mutlu hissedebileceği toplumsal koşulları yaratacak biçimde değiştirmeyi amaçlayan bir siyasal   ideolojidir.

·         Marksizmin nesnel gerçeklik ve bilme kuramı.

Marksizm, yaşamı ancak bilimsel bir yöntemle anlayıp açıklayabileceğimizi ve ancak   gerçekçi –bilimsel biçimde açıkladığımız gerçekliği değiştirebileceğimizi söyler. Bunun için geliştirdiği bilimsel yöntem,   tüm nesnel gerçekliğin temel devinim biçimlerinin   yapısını açıkmaya yönelir. Bu yüzden şu ya da varlık alanına, şu ya da bu bilim alanına yönelik değildir, gerçekliğin en genel en soyut var oluş biçimlerini açıkladığı için ‘felsefe bilgisi’ biçimindedir. Yani   üst düzey soyutlamaların birbirleriyle ilişkisini anlatan soyutlamalar biçimindedir.

Bilme yönteminin   felsefi soyutlamalar biçiminde   anlatılması, bu yöntemin, tek tek varlık alanlarına bire bir uygulanamayacak bir şey olmasına yol açar. Bu yöntem, bilim dallarının kendi varlık alanlarını incelerken, gözlemledikleri olguların birbirleriyle ilişkilerini anlamaları ve anlamlandırabilmeliri için ‘kılavuzluk’ yapmaya yarar.

Marksist bilim anlayışı, iki önemli parçadan oluşur. Birincisi, nesnel gerçekliğin temel var oluş biçimini anlatan yanı. İkinci yanı bilme etkinliğinin yapısı açıklayan yandır ve bilme kuramı’ olarak adlandırılır.

Varlığın-maddenin varoluş biçimin açıklandığı ‘diyalektik materyalizm’i şöyle anlatabiliriz.

Gerçeklik , maddesel yapıdadır ve bu maddesel evren, birbirleriyle durmaksızın etkileşim içindeki maddelerin birbirlerini   etkileyerek dönüştürmesi biçiminde yeni varoluş biçimlerine dönüşmek biçiminde   varolur. Bu süreçte maddesel varlığın birbirleriyle ilişkisinin değişik biçimleri , ‘diyalektiğin kategorileri-uğrakları’ biçiminde   gösterilmiştir.   Şeylerin birbirini etkilemesinde belirleyici olacak kadar temel olan iki ana   durum vardır. Birisi o şeyin şimdiki durumunda var olmasını sağlayan yapı, öteki o yapıyı değiştirmek-bozmak isteyen yapı. Bu ikisi bir arada bulunur ve bunlara karşıtların birliği denir. Karşıt uçların var olması durumuna da çelişki denir. Varlığın bir durumdan başka bir duruma dönüşmesi değişmesi sürecinde, değişmeyi sağlayan şeye ‘neden’, oluşan yeşin şeye ‘sonuç’ diyoruz. Varlık sürekli değişme durumunda olduğu için, bilme etkinliğinin temeli bu neden sonuç ilişkilerini   bulmaya yönelik oluyor.

Varlık, bir var oluş biçiminden-durumundan ötekine dönüşürken, bir çok   ilişki biçimi   etkendir. Bunlardan bir tanesi nicel birikimlerin nitel birikimlere dönmesi, başka biri rastlantılarla zorunlulukların aynı olguda birlikte   etkin olmaları, olanak- olasılık ve gerçeklik vb.

Oluşan varlık, biçim ve ve öz, genel ve özel olarak   farklı biçimlerde yapılar olarak ele alınması gereken durumlar olarak bulunur pratikte. Varlığın bu pratik bulunuş biçimleri onların incelenmesinde, somut bir bütünlük olarak kavranmasında önemli çözümleme araçlarıdır.

Marksist bilimsel yöntemin ikinci yanı   bilme kuramı da, bilen insanın-öznenin, varlıkla-nesnel gerçeklikle ilişkisini ve bu sürecte gerçekliği anlamasını olanaklı kılan sürecin nasıl   bir yapıda olduğunu anlatır.

Gerçeklikle-yaşamla, kendi etkinliği yoluyla ilişki kuran insanın, bu etkinlik sürecinde, gerçekliğin değişik görünümleri (parçaları) bilinçte imgelesel düzeyde soyutlamalara dönüşür ve bu soyutlamalar, bilinçte birbirirleriyle ilişkili durumları bir araya getirilerek , ‘somut bir bilinç’ durumu oluşur. Böyle bilir insan gerçekliği. Marksist bilinç kuramı, kendinden önceki bilinç kuramlarının bir çok eksik ve yanlış yanını da ortaya koyar.

·         Bilme kuramının felsefi soyutlamalara dayanan niteliği üstüne

Marksizmin ‘diyalektik materyalist’ açıklamaları, Marx-Engels döneminden günümüze kadar   hep çok tarıtışılan alan oldu. Bu tartışmalarda Marksistlerin kimileri, diyalektiğin kategorilerinin   bu yöntemin en önemli yanı olduğunu ve her bir incelemede bu yöntemin bire bir uygulanması gerektiğini söylediler. Başka bir grupsa, bu kategorilerden söz etmenin hiç de gerekli olmadığını, sadece pratik yaşamı pratik etkinlik yoluyla değişen bir durum olarak kavramanın bu yöntemi bilimsel bir yöntem olarak kullanmaya olanaklı kıldığını söylediler.

Ben, üniversite yıllarında her olayda temel ve ikincil çelişkileri bulmaya, olayların nicelik ve nitelik olarak nasıl değiştiğini anlamaya çalışardım her durumu. Çelişkilerin hangisinin temel hangisinin ikincil olduğunu   çoğu zaman anlayamazdım. J Çünkü bizim kuşağımızda, Türkiye’de Marksist Felsefe denince, George Politzer’in ‘Felsenin el kitabı’ anlaşılırdı ve bu kitabı okuyanlar birer felsefeci sanırdı kendini. Çünkü Marksizm hep politik bir şey olarak ele alınıyordu ve Marksitlerin çoğunun Marksist yöntemden haberleri   yoktu. (Şimdi bile öyle) J Bu durum başka ülkelerde de böyleymiş   edindiğim bilgilere göre.

Bence, diyalektik materyalist yöntemin bir bilim yöntemi olarak kullanılmasında, böyle her olaya bu kagorileri uygulamaya çalışarak   anlama ve açıklama yapmaya çalışılmamalı. Çünkü bu durum, George Politzer’in kitabındaki örneklerde olduğu gibi, gerçekliğin kısır ve karikatürize edilmiş biçimde anlaşılıp anlatılmaya çalışılmasına yol açıyor. Çünkü bu yöntem   en genel felsefi soyutlamalar olarak bize araştırma sırasında kılavuzluk yapmaya yarayacak   üst düzey soyutlamalardan oluşuyor. Bu ifade biçimlerini nesnel gerçekliğe birebir uygulamaya çalışmak ve onu nesnel gerçeklikte teoriyi doğrulayacak biçimde görmeye çalışmak; bilgiyi gerçeklikten çıkarmak değil, gerçeklik alanına bir ideolojiyi uygulamaya yol açıyor.   Engels, başka bir olay için konuşurken, ‘Kuramları gerçeklikten çıkarsamayıp, gerçekliğe kuramları uygulamaya çalışmak, idealist bir yöntemdir ve tümüyle yanlış bilince yol açar’ demişti.

·         Doğa bilimcilerde bilimsel yöntem sorunu

Toplum bilimcileriyle doğa bilimcileri arasında ciddi bir düşünme biçimi   ayrılığı vardır.

Diyaliktik ve tarihsel materyalizm yöntemini , kendi bilim alanlarında uygulamak-ta toplum bilimciler daha başarılıdır. Çünkü hem bilinç kuramları, genel felsefe vb gibi eğitimler alırlar, hemde daha karmaşık toplumsal tariehsel pratiğin birbiriyle ilişkisini ve değişimini incelemek zorundadırlar. Bu iki özellik de toplumbilimciler alanında, diyalektik yöntemi bir bilim yöntemi olarak kullanan bilimcilerin, doğa bilimcilerle   karşılaştırılamayacak kadar çok olmalarını sağlar.

Doğa bilimciler, Fizik-doğa alanını anlamak için, felsefi bir yönteme gerek olmadığı, deney ve matematiksel hesaplamalarla   fiziksel olayların anlaşılabileceğine inanırlar çoğunlukla. Onların ‘pozitivizm’, ‘gerçekçilik’, ‘Bilimsel yöntem’ diye adlandırdıkları şey; deney ve / ya da deneysel modellemeler   yoluyla   nedensel çıkarımlara ulaşmak ve bu nedensel çıkarımları istatistik ve/ ya da matematiksel ilişkiler biiçiminde göstermektir. İşin bu sonundaki ‘gösterme’ kısmına da ‘fiziksel yasa’ ya da formül derler.

Felsefe gibi şeyleri genellikle gereksiz, kesinlikten yoksun, boşa laf ebeliği yapma etkinliği gibi görürler. En önemli, tek ve en kesin bilgi doğa bilimleridir onlara göre. Çünkü öyle yetiştirilmişlerdir. Çoğu doğa bilimci yanlızca çok yaşlanınca merak için kendi bilim alanlarındaki olayların ve araştırmaların tarihiyle ilgili okumalar yapar. Ve okudukları bu az sayıda tarih bilgisinden ‘devasa’ çıkarımlar yaparlar. Bizim Oktay Sinanoğlu, Celal Şengör gibi.

Başta Marx ve Engels olmak üzere bir çok Marksist doğa bilimcilerin bu yanını vurgulamıştır.

Oysa, devingen ve sürekli birbiriyle etkileşim içinde   yeni varoluş biçimlerine dönüşerek var olan nesnel gerçekliğin kavranabilmesi için, doğa bilimleri alanında da   geçerli   bilimsel bir yöntem sunar Marksizm.

Doğa bilimleri alanında , hem ülkemizde hem de dünyada, Marksist bilim insanı neredeyse bir elin parmakları kadar azdır ve Marksist olduğunu söyleyen (Marksist politik amaçlar için çalışan) bilim insanlarının, kendi doğa bilimi alanında yaptıkları çalışmalarda, Marksist bilim anlayışını kullanma-dıkları gözlemlenir. (Buna aşağıda tek tek bilim alanılarını ele alırken biraz daha ayrıntılı değineceğim)

Ancak, ‘bilim adamlarının kendiliğinden felsefesi’ olarak adlandırabileceğimiz şey, kimi bilim insanlarının diyalektik bir biçimde düşünmesine ve buluşlarında bu biçimde tutarlı kuramlar oluşturmalarını sağlar. Buna en iyi örnek A. Einstein’dir. Öteki bir örnek de C. Darwin.

Özellikle Einstein, bilime, bilimsel kurama, fizik bilimlere ilişkin bir çok açıklamasında, gerçekliği diyalektik materyalist biçimde gördüğünü göstermiştir. Oysa kendisi Marksist değildir. Ürettiği –bulduğu kuramlar da yaşamı gerçeklikte olduğu gibi devingen ve birbiriyle ilişkili şeylerin   birbirlerine dönüşümü olarak açıklayan kuramlardır. Einstein’in bilim kuramını o kadar sağlamdır ki, kendisinin de önemli katkılar sunduğu kuantum kuramına karşı N. Bohr ve Heissenberg’e   karşı çıkıp; kuramın doğru olmadığını söylemiştir.

·         Akademik dünya-üniversiteler ve bilim

Başlangıcından beri, dünyamızın her yerinde, bilimin üretildiği kurumlar olarak bilinen   üniversiteler, hiç de bilim üreten kurumlar ola-madılar. Tam tersine, üniversiteler vb kurumlar , yani akadmemik dünya, bilime engel oluyor.   Bilim insanları da bilimsel   üretim yapan insanlar olamadılar.

Buna karşın, üniversiteler ve bilim insanları, Aydınlanma döneminden bu yana, toplumlar üzerinde ‘ukalalık yapan’, baskıcı bir kurum olarak işlev gördüler.

Çünkü, akademik ortamda-bilimciler dünyasında, egemen bilimsellik anlayışı ‘pozitivizme’ ve ‘biçimciliğe’ dayanıyor. Başka bir değişle, bilim dünyası, haala, bilim denince deney ve gözlem yoluylayla   incelemeler yapma ve bunlardan çıkarımlar yapmak olarak anlıyor bilimi. Bulgularını   da, ya ‘sonuçların soyutlanması’ biçiminde, ‘tasvir edici-betimleyici’ açıklamalar biçiminde ya da olgular arasında kurulan istatiksel bağntılar-korelasyonlar biçiminde   istatistiki sonuçlar olarak açıklıyor. ‘Bilimde kesinlik’ durumunu baştan beri yanlış anlayan doğa bilimciler, kesinliğine inandıkları matematiksel   gösterimimlerle kuramlar oluşturuyorlar.

Bilimsel çalışma yapma süreci de bir garip. Literatür taramaları yapmak ve okunan kitaplardan bol bol alıntı yaparak, bu alıntılardan mantıksal çıkarımlar yapma etkinliğine, bilimsel çalışma deniyor akademik dünyada.

Her yıl yapılan milyonlarca milyarlarca bilimsel çalışma ve yayından , belki ancak binde biri (%0,1) gerçekten bilimsel bir yöntemle yapılmış şeylerdir. Bu yüzden bilimsel çalışmaların gerçekliği, tutarlı ve bütünlüklü biçimde,   anlama ve açıklama olananağı çok çok az.

Kapitalist üretim tarzının (ya da siyasal iktidarların diyelim), bilime müdahalesinden yakınmadan önce, akademide bilimsel yöntemin yaygınlaştırılması için çalışılmalı asıl. Kapitalist üretim tarzı bilime hiç müdahale etmese bile, akademi, bu günkü haliyle bilimsel değil zaten!

“Peki bilim nasıl hızla   gelişti son birkaç yüzyılda” diyebilirsiniz. Bence, birkaç   gerçek bilim insanının   buluşlarıyla ve   sanılandan çok daha az gelişti bilim. Çünkü ‘bilimsel’ diye anlatılan   binlerce yüzbinlerce kuramların çok çok azı yaşamı anlama ve açıklama gücüne sahip. Ama , özellikle fizik bilimlerdeki buluşlarla, bu buluşlardan türetilen teknolojik uygulamalar, bilimin teknolojik yanını hoızla geliştirdiler.

Örneğin fizikte Einstein’den sonra hiç   önemli bir buluş yapılmadı. Biyolojide Darwin’den sonra hiç önemli-devrimsel bir buluş olmadı.   Kimya bilgimizde   belki son 100 yıldır bir buluş yaşanmadı ama kimyasal teknolojik uygulamalar inanılmaz biçimde gelişti. Tıp alanında da öyle devrimsel bir buluş olmadı. (bunu söylerken özellikle hastalık mekanızmalarını ve tedavi   biçimlerini kastediyorum). Buna karşın korkunç bir ilaç sektörü yaratıldı.

·         Bazı doğa bilimleri üstüne   durum saptaması

1-     Matematik üstüne

Doğa bilimciler , ‘kesin doğru’ bilimsel bilgilere ancak   doğa bilimlerinde ulaşılabileceğine   ve bunu ancak matematiğin sağlayacağına   inanıyorlar. Bu yüzden matematiği bilim olarak sayıyorlar. Daha da ötesinde, matematiği bilimsel araştırmalarda bir soyutlama yapma, kuram ve model oluşturma aracı olarak kullanıyorlar.

Özellikle 20. Yüzyıl başından beri uzay ve atom altı parçacıklar gibi, üzerinde gözlem ve deney yapılamayacak alanlarda çalışılmasından sonra, doğa bilimcilerin matematik sevgisi ‘fetişizme’ dönüştü ! J

Aslında matematik, gerçeklikteki durumların niceliksel (bazen de niteliksel olabilir ama çoğu zaman niceliksel) olarak sayısallaştırılmış biçimlerinin birbirleriyle ilişkisinin niceliksel olarak gösterimine yarayan bir araçtır. Yani matematik , ilişkileri sasısal olarak   göstermeye ve saptamaya yarayan biçimsel bir araçtır sadece.

Matematiği, böyle ele alan   sadece ben değilim. Bir çok matematikçi de “matematiğin doğa bilimlerinde fetişleştirildiğini, aslında matematiğin simgesel bir gösterim aracı olduğunu” söylüyor. Aynı sayıda matematikçi ve fizikçi de tam tersine, matematiğin kesin bilgiyi veren tek bilim aracı olduğunu, matemaiksel ilişkilerle kuramlar oluşturulup kanıtlar oluşturulabileceğini söylüyor.   (Bu konuda bir sürü kaynak var. Ama Cemal Yıldırım’ın ‘Matematiksel düşünme’ kitabında   karşılıklı tezleri   bulabilirsiniz. Ben şimdi üşendiğim için kitaptan alıntı yapmak istemiyorum ). J

Bir kere, matematik, mantıksal bir ilişki kurarak   gösterir ilişkileri. Bu yüzden, şeyler arasında, mantıksal olarak işleyen   ilişkileri gösterebilir ancak.

Oysa mantık, yeni bir bilgi üretmez. Sadece, verili şeyler arasındaki ilişkilerin, gerçekleşebilme olanakları açısından anlamlı olup olmadıklarını söyleyebilir. Örneğin Ali Ankara’daysa, İzmir’de olduğunu söyleyen önermenin geçersiz olduğunu göstermek gibi. Yani mantık, önermelerin doğruluğu ve ya da kuramların kendi içindeki tutarlılığıını sınamada   kullanılabilecek bir araçtır.

2-     Biyoloji üstüne

Biyolojide ‘evrim’ kuramından beri devrimsel bir buluş yapılamadı.

Bu gün gen teknolojileriyle, genetiği değiştirilmiş bitki, hayvan   üretebiliyoruz; ‘recombinat’ teknolojisiyle   gen eklenmiş aşılar bile yapabiliyoruz, ama gerçekte Gen hakkında hala çok az şey biliyoruz.   (Bu sözler, ünlü bir genetik bilimcinin kitabında yazıyordu. Yazarın ve kitabın adını unuttum).

DNA ve RNA hakkında bir sürü şey öğrendik ama, hala DNA , RNA, amino asitler ve protein üretimleri   arasında niçin ve nasıl bir ilişki olduğunu , bütünlüklü, işlevsel biçimde açıklayamıyoruz.

Canlılığın varoluş nedeni ve varoluş biçiminine, yani abiyogenezis   alanında hemen hemen hiç bir soruya yanıt veremiyoruz. Canlılık niçin oluştu? DNA ve RNA niçin ve nasıl oluştu? Niçin DNA   aminoasit ve protein üretimi sürecini başlatıyor? Canlılar   birden bire mi oluştu, yoksa tek bir örnekten   giderek karmaşıklaşarak   mı evrimleşti? İkincisi doğruysa evrimi açıklamak   olanaksızlaşıyor, bu yüzden birçok canlı türünün bir anda oluştuğunu varsayıyor son kuramlar. Ama bu da sorunları çözmüyor. Niçin cinsiyetler var? Niçin tüm canlıların   aynı tarzda   bir iç işleyişi var. Yani niçin fizyolojik organ ve sistem işleyişleri birbirine çok yakın? Bunları erekselci bir anlayışla açıklamak   ne kadar olanaklı?

Canlılığın varoluş biçimine (abiyogenezis) ilişkin   tutarlı bir açıklama geliştiremedikçe, evrim kuramının açıklayıcılık alanı çok sırırlı olmaya devam edecek. Ya da abiyogenezis alanındaki yeni buluşlar evrime ilişkin bilgimizi değiştirecek. Bunlar çok önemli sorunlar.

Tüm bu sorunların çözülebilmesi için de, biyoloji alanında Marksist bilim yöntemiyle doğa tarihini inceleyen bilim insanları kuşağının oluşması gerekiyor.   Dahası, biyolojik bilimler, atomaltı parçacık fiziği, evren hakkındaki   bilimciler ile birlikte çalışmalı-lar kanısındayım.

3-     Fizik üstüne

Çok uzun zamandır fiziğin en önemli konuları atom altı parçacık fiziği ve evrenin yapısı-oluşumu.

Ben her iki alanda üretilen kuramlarında gerçekliği açıklayabilen, bilimsel kuramlar olduğu kanısında değilim.

İstatistik ve matematik çıkarımlarla, eklektik bir yöntemle oluşturulmuş,   iç tutarlılığı   olmayan kuantum kuramları bence bilimsel değil! Aynı kafa yapısıyla üretilen evren   çalışmaları için de aynı şeyler geçerli!

Bu gün, doğru olduğuna inanılan kuantum kuramları, süreci-nesneyi bir bütünlük olarak açıklamaktan yoksun. Parçacıkların   birbirleriyle ilişkilerini açıklayamıyor ve birbirlerini arasındaki etkileşimlerin nasıl bir devinimle dönüşerek nasıl bir bir bütünlük yarattığını açıklayamıyor-öngöremiyor. Çünkü   süreci ele alma biçimi , diyelektik yöntemin bize gösterdiği gibi nesnel gerçekliğin yapısına uygun değil. Kuram eklektik bir yöntemle, olasılık istatistiği ve matematiksel çıkarsamalara dayalı kurgulanmış.

Matematiksel   sonuçlarla ya da kimi deneysel çalışmalarla kuramın parça parça yanlarının   sanki kanıtlanmış gibi olması, tüm bir kuramın bütünsel tutarlılık oluşturacak biçimde kanıtlandığı (gerçeklikle örtüştüğü) anlamına gelmez.

(Yoruldum ve sıkıldım. Şimdi uzun uzun yazmak istemiyorum. Bu konudaki düşüncelerimi, ‘Fizikçiler! Zırvalamayı bırakın! Geri dönün!’ adlı yazımda birazcık   açıklamıştım.) J

4-     Tıp   üstüne

Tıp alanında da hiç bilimsel yaklaşılmıyor sorunlara. Bunlara ‘marksist’ olduğunu söyleyen tıp bilimciler de dahil.

Tıp, insanın tarihsel toplumsal koşulların   ve bu koşulların insan fizyolojisinde, genetiğinde vb alanlarda nasıl bir değişim yararattığı; ve bu değişimlerin organ, sistem ve biyokimyasal   süreçlerde nasıl bir durum yarattığını yordamaya çalışan; insanı fizyolojisini bir bütünlük olarak ve devingen bir birlik olarak ele alması gerekir. Oysa tıp bilim araştırmaları, bol bol istatiksel korelasyonlardan çıkarımlar yaparak   bilimsel bulgu elde etmeye çalışıyor.   Çözüm-tedavi için   önerdiği şeyler bol bol ilaç kullandırmaya dayanıyor. Üstelik ilaçların %90’ı patolojiyi onaran değil, semptomları gideren-gizleyen ilaçlar.

Tıp alanında teknolojik uygulamaların gelişmesi, sorunları anlamayı   sağlamayıp, kendisi sorunlu tanılara yol açan uygulamalar olmaya başladı. Örneğin MR, mamografi, tomografi, EMG , PET vb testler.

Küçük ve yoksul bir ülke olmasına karşın, tedavi edici ve tanılayıcı   uygulamalarda dünyanın en iyi ülkesinin Küba olması , klasik tıp bilimin ne kadar başarısız olduğunun açık kanıtıdır.

Ben 2004 yılında Prof. Ahmet Aydın’la tanıştım. Yazılarını okudum. ‘Kandaki kolesterol düzeyiyle Koroner Kalb Hastalıkları arasında bir ilişki olmadığına’ ilişkin görüşleri bana çok doğru gibi geldi. Çok heyacanlandım. Bu bilgiyi, Marksist tıp bilimcisi bazı öğretim üyesi abilerime   gösterdim. Hemen hemen hepsi, ‘Bu adam saçmalıyor. Literatürde onun söylediği gibi bir şey yazmıyor. Kolesterol yüksekliğinin KKH’nın en önemli nedeni olduğu çoktandır kanıtlanmış bilimsel bir bilgidir” dediler. (2004’ten bu güne kolesterol kuramları hakkında   nasıl bir değişim olduğuna dikkatinizi çekerim).

O zaman anladım ki bizim Marksit tıp bilimcilerimiz de   hiç Marksist bir bilim yöntemiyle düşünmüyor. (Tıp alanında daha   bir sürü buna benzer tartışmalara tanık oldum. Ama şimdi uzatmamak için yazmıyorum)

5-     Tarih

Genel inancın tersine, Marksizmin tarihsel toplumsal yapıları açıklayan yanı hiç de tartışmasız kabul edilebilecek   bir açıklama   getiremiyor yaşama.

Bu yüzden 20. Yüzyıl boyunca, tarihin, üretim araçları-ilişkileri kuramının, sınıflar kuramının ve daha bir çok kuramın nasıl ele alınması gerektiği   Marksistler arasında tartışıldı.

(Bu konu başlı başına   bir kitap konusu olduğu için soruna burada değinmiyorum).

6-     Psikoloji ve psikiyatri

Psikoloji ve psikiyatri alanında Marksist   bilim üretimi   çok   az ve bir bütünlük oluşturamacak düzeyde.

Marksist bilimciler ya hala Freud’u eleştirmekten öteye gitmiyor ya da Marksizmin   bilim yöntemine tümüyle karşı olan Freud’culuk tarzı açıklamaların doğruluğuna inanıyor.

·         Marksist siyasal iktidarların bilimle ilişki

Sosyalist devletler (başta SSCB), Marksizm adına bir çok yanlış yaptılar. Bilimsel çalışmaları yasaklama, bilim adamlarına baskı yapma, aileyi tümden yasaklama girişimi, dini tümden yasaklama girişimleri, iktidarı ele geçiren   Marksist anlayış dışındaki   herkesi ‘karşı devrimci-revizyonist-oportonist-hain vb’ ilan edip bu insanları öldürme vb gibi.

Bilimsel bir yöntem anlayışı olduğunu söyleyen, insanın   daha mutlu ve daha özgür yaşamasının koşullarını yaratacağını söyleyen bir ideoloji   tam tersini yaptı. Tüm bunlar sosyalizm tarihinde insanlık adına yüz karası uygulamalardır.

Marksist kuramın doğru anlaşılamaması, ilk kez dünyada   sosyalist devletlerin kurulması, içerde ve dışarıda bir çok sosyalizm düşmanıyla boğuşmak zorunda kalınması gibi bir çok neden bunlara yol açmış olabilir; ama sonuçta bu   yanlış uygulamaların büyük bir yüz karası olduğu kabul edilmeli.

Lisenko olayı gibi   olayların bir daha yaşanmaması için, sosyalist iktidarlar, bilimsel çalışmalara ve bilim insanlarına kesinlikle müdahale etmemeli. Bilim insanlarını partili   yapmaya, bürokratlaştırmaya çalışmamalı. Bilim, bir siyasal partinin ‘dar’ anlayışının yargılamasına maruz bırakılmamalı !

Kapitalizmin bilime müdahalesine nasıl karşı çıkıyorsak sosyalizmin de bilime müdahalesine aynı biçimde karşı çıkmalıyız. Burada sorun sadece, kapitalist toplumda bilimin egemen sınıfların çıkarları için   kullanılması, sosyalizmde tüm insanların   mutluluğu için kullanılması sorunu değil çünkü. Bilim, kendi iç dinamiği içinde gelişmeli.

·         Marksist siyasal ideolojinin bilimlere karşı tutumu

Marksizm ile bilim arasındaki çarpık uygulamalar ve anlayışlar, Lisenko olayındaki gibi bir bilim dalına yasak koymakla sınırlı kalmadı. Marksist anlayışların   bir çoğu   çeşitli bilim dallarını ‘burjuva bilimi’ olarak nitelediler ve bu bilim alanlarıyla ilgilenmediler. İlgilenen insanları küçükmsediler.   Örneğin daha benim   ilk gençlik yıllarımda bile ( yani yaklaşık 25-30 yıl önce), Türkiye Marksistleri psikoloji, psikiyatri, sosyal psikoloji vb gibi alanları, ‘burjuva biliminin uydurukları’ diyerek küçümsüyorlardı. Ve bu tekil değil yaygın bir anlayıştı.

Bunun tam tersi de yaygın Marksistler arasında. Yukarıda saydıklarım   başta olmak üzere bir çok bilim alanında, bu bilim alanının konularına Marksist bir bilim yöntemiyle   incelemeyip, idealist ve pozitivist   bilimcilerin , gerçekliği hiç de açıklayamayan saçma sapan kuramlarına körü körüne inanıyorlar.  

Ayrıca bilimi ve bilim insanlarını değerlendirirken, ‘burjuva bilimi’, ‘burjuva bilim adamı’, ‘küçük burjuva aydını’ gibi nitelemek, çok kaba   bir söylem.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]