Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Siyasi ve ideolojik söyleşiler

Solun asıl eksikliği 8 Haziran'daydı

7 Haziran seçiminin ardından çatışmalarla dolu bir ortama giren Türkiye'de düzen siyasetinin mevcut durumunu, 1 Kasım seçiminde neler olabileceğini, başta Birleşik HAZİRAN Hareketi olmak üzere sol ve sosyalist güçlerin önümüzdeki sürece nasıl yaklaşması gerektiğini Metin Çulhaoğlu ile konuştuk.

Resim Ekleme

(İleri - Haber Merkezi) Türkiye 7 Haziran seçiminin ardından çatışmalı ve belirsizliklerle dolu bir ortama girdi. Özellikle Kürt sorunu bağlamında hızlanan gelişmelerle birlikte Türkiye 1 Kasım'da yeniden seçime gidiyor. 7 Haziran seçiminin yarattığı gerilemeyi telafi etmeye çalışan Erdoğan'ın bu defa daha gözü kara taktiklere ve uygulamalara başvurmaktan kaçınmayacağı da şimdiden belli olmuş durumda.

Bu koşullar altında Türkiye'de düzen siyasetinin mevcut durumunu, 1 Kasım seçiminde neler olabileceğini, başta Birleşik HAZİRAN Hareketi olmak üzere sol ve sosyalist güçlerin önümüzdeki sürece nasıl yaklaşması gerektiğini HTKP MK üyesi ve İleri Haber yazarı Metin Çulhaoğlu ile konuştuk.

7 Haziran seçiminin ertesinde Türkiye giderek karmaşıklaşan bir ortama girdi. Şiddetin de yükseldiği bu tabloyu neye bağlıyorsunuz? Seçim sonuçları bu durumda ne kadar etkili oldu?

“Karmaşık ortam”, Türkiye’de düzen siyasetinin yol alışına damgasını vuracağını öteden beri dile getirdiğimiz özellikler arasındaydı. Şimdi “karmaşık” ya da “kaotik” durumların Türkiye’de artık düzen siyasetinin doğası haline geldiğini, bu doğaya içkinleştiğini söyleyebiliriz. Yani seçim sonuçları başka türlü gerçekleşseydi de bu durumların yaşanması kaçınılmaz olacaktı. Şiddet ise biraz daha farklıdır. Şiddetin son dönemdeki yükselmesini, doğrudan doğruya seçim sonuçlarına ve bu sonuçlar karşısında belirli tarafların başvurdukları arayışlara bağlayabiliriz. O zaman Türkiye’de siyasetin öngörülebilir geleceği için şöyle bir çıkarsama yapmak mümkün görünüyor:   Hiç ara vermeyen, süreklileşen istikrarsızlık ve dengesizlikler; bir de bu “altyapının” üzerine her dönem olmasa bile belirli konjonktürlerde oturan şiddet… “Şiddet” dendiğinde, Kürt hareketine yönelik şiddet ve buna verilecek karşılıktan dış müdahale savaşlarına, oradan ülke içi sokak şiddetine kadar uzanan geniş bir alanı kastediyoruz.

İyi de neden böyle?

Pek çok neden sıralanabilir. Ancak bizce bütün nedenlerin temelinde yatan tek bir gerçek vardır: 13 yıllık AKP iktidarının kendi niyetleri doğrultusunda oynayıp bozduğu dengeler, getirmek istediği yeni yapılanma, uluslararası (bölge) ölçeğinde yarattığı sorunlar, şişeden çıkmasına hayırhah baktığı cinler ve nihayet “Kürt sorununun” ulaştığı boyutlar, AKP’nin kendisi dâhil düzen içi hiçbir siyasal aktörün içinden çıkamayacağı bir yumaklaşma oluşturmuştur. O kadar ki, düzen adına örneğin bir ekonomik krizin şöyle ya da böyle “yönetilebileceğini” düşünebiliriz; ama sözünü ettiğimiz “sorun yumaklaşması” her tür yönetme girişimini boşa düşürmekte, işlevsiz kılmaktadır. Bu durumda “bari şunu deneyelim” anlamında el yordamıyla bir yol bulunmaya çalışılmaktadır.  

"ERDOĞAN'IN NET BİR STRATEJİSİ OLDUĞU SÖYLENEMEZ"

AKP ve Erdoğan'ın içinden geçmekte olduğumuz sürece dair bir stratejisi var mı? Varsa bu nasıl bir strateji ve hedefi ne?


Bu sorunun yanıtı bir ölçüde yukarıda söylenenlerde var. Gene de ekleyelim: AKP ve Erdoğan’ın içinden geçilen sürece dair gerçek anlamda bir stratejiye sahip olup bunu izlediğini söylemek çok güç görünüyor. Şimdi, Erdoğan’ın kendi kafasına göre bir Türkiye ve Başkanlık sistemi istediği belli de, yer yer esnetilse, çeşitli taktiklerle zenginleştirilse bile bu hedefler doğrultusunda baştan benimsenmiş net bir stratejisi de olduğu söylenebilir mi? Eğer belirli bir stratejiden söz ediyorsak kimi başlıklar bu stratejide ya vardır ya da yoktur. Oysa Erdoğan ve AKP’nin seyir defterine seçim yaptırmaktan yaptırmamaya, Kürt hareketini güç kullanarak ezmekten yeri geldiğinde onunla diyalog kurmaya, MHP’yi eritme niyetlerinden duruma göre bu partiyle koalisyona kadar hemen her şey girebilmektedir. Bu durumda, net bir stratejiden çok hedefler doğrultusunda uygulanacak kimi taktiklerden söz etmek daha doğru olur. Zaten süreçlerin “kaotik” özellik taşımasının nedenlerinden biri de buradadır.

Türkiye kapitalizmi ve uluslararası güçler açısından nasıl değerlendirmek gerekir bu tabloyu?

Burada kritik nokta, Türkiye kapitalizminin, yani sermaye sınıfının ve uluslararası güçlerin gönlünde nasıl bir Türkiye yattığıdır. Sermaye sınıfıyla uluslararası güçler arasında bir tür “nüans” olduğunu söylemekte sakınca yok. Artık çok gerilerde kalmış olan kendi tarihsel devrimler sürecini bir kenara bırakırsak (burjuva devrimler dönemini kastediyoruz) sermaye sınıfı hiçbir yerde hiçbir zaman kaos ve karışıklık istemez. Görece yakın dönemlere özgü bir istisna olarak belki “darbe beklentilerine” atıfta bulunabiliriz; ancak bugün böyle bir durum da yoktur. Sonuçta, sermaye sınıfının karmaşık ve kaotik süreçler istemesi için geçerli hiçbir neden gösterilemez. Bu sınıfın doğasında yoktur. Bu sınıfın zihniyetinde kâr, “huzur” ve “istikrarla” neredeyse özdeştir. Ancak yapamamaktadır, sağlayamamaktadır, kendi siyasal aktörlerini bu doğrultuda harekete geçirememektedir. Bu kadar basittir.

Uluslararası güç odakları içinse aynı şeyi söyleyemeyiz. Bu odakların “kontrollü kaos” denilen süreçlerden kimi beklentileri olabilir. Burada kuşkusuz tam boy bir kaosu, anarşiyi vb. kastetmiyoruz. İstenmektedir ki süreçler kaotik özellikler de taşıyarak öyle bir gelişsin ki buradan geniş bir kesimin fit olacağı, en azından bir süre istikrar getirecek çözüm neyse o çıkarılabilsin. Bizce “uluslararası güçler” dediğiniz odaklar bugün böyle bir konumdadır.   Buna, üzerinde karar kılınıp zorlanacak “çözümden” önce ne varsa ortaya dökülmesini, aktörlerin en sonunda gidebilecekleri sınırların belli olmasını “bekleme” modu da denebilir.

"NORMALLEŞME SÜRECİ UFUKTA GÖRÜNMÜYOR"

1 Kasım seçiminden nasıl bir sonuç çıkacağı şimdiden öngörülebilir mi? Ülke bir normalleşme sürecine girebilir mi? Yoksa sarsıntılar devam edecek mi?


Bugün göründüğü kadarıyla ve eğer yapılırsa 1 Kasım seçimlerinin 7 Haziran’dakinden çok farklı sonuçlar vermesi beklenemez. Yeni durum, en fazla 2 puan civarında oynamalar sonucunda ortaya çıkacak gibi görünüyor. 7 Haziran’ın en önemli sonuçlarından biri, AKP’nin tek başına iktidar olamamasıydı. Bu oynamalar sonucu AKP bu kez tek başına iktidar olanağı bulabilir mi? Zor görünüyor… Peki, buldu diyelim, bu Türkiye’ye ve siyasete belirli bir oturma ve istikrar getirir mi? Hiç mümkün görünmüyor. 7 Haziran’ın bir diğer önemli sonucu da HDP’nin barajı rahatlıkla aşmış olmasıydı. Şimdi yeniden baraj altına itilebilir mi? Bu da mümkün görünmüyor.

Gerçi bunlar önemli de, mesele bundan ibaret değil. Sırasıyla gidersek, AKP’nin 13 yıllık iktidarı sırasında ekonomiden ideolojiye, siyasetten düzenin yerleşik kurumlarına kadar hemen her alanda değiştirdiği dengeler, özellikle bölge bağlamında yarattığı ve uluslararası boyutu da olan sorunlar ve “Kürt sorununun” aldığı boyutlar, herhangi bir düzen partisinin içinden çıkamayacağı düzeye gelmiştir. Bu durumda “normalleşme süreci” ufukta görünmüyor, sarsıntılar devam edecek demiş oluyoruz…

"SOLUN ASIL EKSİKLİĞİ 8 HAZİRAN'DAYDI"

Sol ve sosyalist güçlerin 7 Haziran seçim tutumu yeterli oldu mu? 7 Haziran sonrasına uzanan bir sol-sosyalist etki alanı yaratmak hedefi vardı, bu konuda gelinen durumu nasıl değerlendirmek gerek?


Sol ve sosyalist güçlerin 7 Haziran seçimlerindeki tutumunun “yanlış” olduğunu söyleyemeyiz. 7 Haziran seçimlerinde, solu mümkün olduğu kadar geniş bir topluluk halinde az çok bir arada tutma derdi ile seçimlerde net adres belirtme gibi bir tutum arasında yumuşatılması ve sonuçta bağdaştırılması hiç de kolay olmayan gerilimler vardı. Bizce işin bu yanına bir bakıma kapanmış bir defter olarak bakmakta yarar vardır. Sol, sosyalist güçlerin asıl eksikliği, 8 Haziran’da ortaya çıkan tablo hiç de elverişsiz olmadığı halde bunun gereklerini yerine getirememiş olmaktır.

Solun sürükleyebileceği geniş kesimlerin 7 Haziran sonrasında AKP’nin iktidar olamamasıyla fazlaca mayışıp rehavete kapıldıkları, solun bu yüzden yeterli bir aktivite sergileyemediği yolundaki görüşlere katılmıyoruz. Sol, 7 Haziran seçimlerinin hemen sonrasında olabilecekleri, özellikle saray cenahının olası girişimlerini tam tamına olmasa bile ana hatlarıyla öngörüp bunlara karşı bir teyakkuz durumu sağlayabilir, bir tür seferberlik yaratabilirdi. Yapmamıştır ya da yapamamıştır. Sürekli bu noktayı kaşıyıp durmanın bir yararı yok; ama özellikle bu dönemde solun şiar edinmesi gereken bir şeyi söylemeden geçmeyelim: “Denedik, çok çalıştık ama olmadı” demek, “nesnel koşulları yoktu, yapmadık” demekten her zaman daha iyidir. Daha iyidir, çünkü böyle durumlarda “deneyip, çalışıp yapamamanın” olası maliyeti, “bunlardan hiçbir şey olmaz” yargısının maliyetinden çok daha hafiftir.    

1 Kasım seçimi bağlamında sol ve sosyalist hareketin siyasal tutumu nasıl şekillenmeli?

1 Kasım seçimine tam iki ay var ve bu iki ay içinde ortaya çıkabilecek gelişmeler tam tamına ne olur bilemiyoruz. Ancak, ne tür gelişmeler yaşanırsa yaşansın şimdiden söylenebilecek net şeyler de var. Örneğin bugün AKP’nin daha da geriletilmesi, Erdoğan’ın başkanlığının bir hayal olarak tescil edilmesi gibi pek “radikal” bulunmayan ve zaman zaman küçümsenen hedeflerle bu ülkede solun, sosyalizmin önünün açılması arasında sanıldığından daha ötede bir geçişme, ilişki vardır. Başka bir deyişle, az önce örneklenen hedeflerin gerçekleşmesi, hem sosyalistlerin hem de daha geniş kesimlerin özgüvenine büyük katkılarda bulunacak, “demek ki olabiliyormuş, yaptırmayabiliyormuşuz” özgüveni insanları daha ötede hedeflere taşıyacaktır.  

İsterseniz şöyle de diyebiliriz: 1 Kasım seçimlerinin sonuçlarıyla gündeme gelebilecek ve gündemden düşebilecek olanlarla, sosyalizmin kendi güçlenme, etki yaratma ve daha geniş kesimleri sürükleme olanakları arasındaki ilişki ve geçişkenlikler sanıldığından çok daha fazladır. Bu durumda sosyalist hareket, 1 Kasım seçimleriyle ortaya çıkabilecek durumları ve elde edilebilecek olanakları hiçbir şekilde küçümsememeli, tutumunu da buna göre belirlemelidir.  

"DENEYECEK MİYİZ DENEMEYECEK MİYİZ, MESELE BUDUR"

Birleşik HAZİRAN Hareketi bu şekillenmede bir yere oturuyor mu? Önümüzdeki seçimin ve genel ülke atmosferinin HAZİRAN açısından önemi nedir?


Bu sorunun yanıtında temel bir tespitten hareket etmek gerekir:   Biz diyoruz ki dünya kapitalizminin, ama özellikle Türkiye’de kapitalizmin ve düzenin bu dönemi, yeni şeyler isteyip arayan; demokrat, eşitlikçi, özgürlükçü, haklarını talep edip savunan, öyle olup biten her şeyi sineye çekmeyen, belki belirli bir bütünlükten yoksun, ama son tahlilde anti-kapitalist denebilecek tepkileri tetikleyecektir. İşte BHH, bu tepkileri bir mıknatıs gibi kendine çeken, belirli formlarda örgütleyip harekete geçiren, bir yanda “gerçekçi” olabilirken diğer yanda kucakladığı tepkilere düzeni aşan hedefler de gösterebilen bir işleve sahip olmalıdır.

Bizce bu görevler ve işlevler hem yeterince yüklü hem de son derece ön açıcı, buz kırıcı, harekete geçirici görevler ve işlevlerdir. Dolayısıyla BHH’nin Marksizm’in ve sosyalizmin kadim/güncel ama temel sorunlarını ele almasına, bunlara gömülmesine gerek yoktur.

Son olarak Türkiye'de solun ve sosyalizmin eşik atlama şansının sürdüğü hala söylenebilir mi?

Son dönemde bu şansın elden kaçırıldığını gösteren herhangi bir olgunun, durumun ortaya çıktığını düşünmüyoruz. Eğer Türkiye’de düzenin bir oturmuşluğa ve istikrara kavuşacağını öngörmüyorsak bu şans hep var demektir.   Kuşkusuz, sosyalizmin ancak istikrarsızlık ve oturmamışlıktan beslenebileceğini, ancak bu ortamlarda eşik atlayabileceğini iddia ediyor değiliz. Gene de, istikrarsız ve karmaşık ortamların, sosyalizmin kendini başka herhangi bir biçimde değil de daha radikal temellerde, daha kavgacı, daha uzlaşmaz ve iddialı misyonlarla yapılandırması açısından özel fırsatlar sunacağını unutmamak gerekir.

Deneyecek miyiz denemeyecek miyiz, mesele budur.


Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]