Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

15.09.2015- 12:52

“Sosyalist iktidar perspektifi”
  Metin Çulhaoğlu  

 
Önce kısa bir tarihçe.

1979 yılında Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) ayrılan ve yoluna “Sosyalist İktidar” dergisiyle devam eden oluşumun temel tespitlerinden biriydi: Türkiye’de sosyalist hareket yoğun baskı dönemlerinde ayakta kalmaya çalışmış, saygın bir direnç sergilemiş, sonra “açılım” ya da “atılım” denebilecek uğraklarda belirli bir “kitleselleşme” eşiğini aşabilmiş, ancak işin “iktidar perspektifi” boyutunu büyük ölçüde ihmal etmişti…

İktidar perspektifi, sosyalist teoride ve pratikte önemli yer tutan “güncel mücadele ile nihai hedef arasındaki bağlantıya” ilişkin bir kavramsallaştırmadır. Kabaca özetleyecek olursak şöyledir: Mücadele sürecinin uğraklarında ortaya çıkan güncel durumlar, bu durumların dayattığı güncel görevler, acil hedefler/talepler ne olursa olsun, bunlar nihai hedefi unutturmamalı, güncelliğe de nihai hedef gözetilerek, bu perspektiften yaklaşılmalıdır…

Yani sosyalist hareket, güncelde esen rüzgârlarla oraya buraya savrulmamalı, bu rüzgârların kendisini nihai hedeften uzaklaştırmasına izin vermemelidir.

Elbette bundan ibaret değildir: Sosyalist hareket, ayrıca, kendi dışındaki olgulara ve kurumlara da gene nihai hedefi hep akılda tutarak yaklaşmalıdır. Örneğin, verili güncellikle düzen içinde devindiği görülen bir hareketin buradan alınıp başka yerlere taşınması üzerinde durulmalıdır… Kurulu düzenin payandaları oldukları aşikâr kurumlar bu nedenle mücadele gündeminin büsbütün dışında bırakılmamalı, en azından kendi içinden çözülmeleri için “oynanması” gereken yapılar olarak görülmelidir…

Buraya kadar sorun yok gibi görünüyor.

O zaman biraz daha ilerleyelim.

***

Soru şudur: “Sosyalist iktidar perspektifi” sürecin belirli bir noktasında “kurulduktan”, “oluşturulduktan” vb. sonra hep öyle kalıp daha sonraki uğraklarda ilk hali neyse özneye öyle mi yol gösterir? Öznenin güncelliğe müdahalelerini şekillendirecek olan, iktidar perspektifinin en baştaki kurgulanışı mıdır?

Daha açık olması için Türkiye’ye bakıp örneklemeye çalışalım.

Türkiye sosyalist hareketinin 50’li yıllarda iktidar perspektifine sahip bir özne tarafından temsil edildiğini varsayalım. Yani diyelim ortada bu açıdan bir “boşluk” yoktur; özne iktidar perspektifine sahiptir ve dönemin güncelliğine bu perspektiften müdahale etmeye çalışmaktadır.

Peki, 1950’lerin bu öznesi, hemen ardından gelen 27 Mayıs 1960, 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişi ve 12 Mart 1971 askeri müdahalesi gibi önemli olgular karşısında 1950’lerdeki perspektifine hiç dokunmayacak, bunu yeniden üretme gereğini hiç mi duymayacaktır?

“Biz bunları bilmeyiz, bilsek de önemsemeyiz, sen bize Lenin’den ve Bolşevizm’den bahset” diyeceklere: Orada iktidar perspektifi hep vardır da, bu perspektif örneğin 1902’de, 1905 devriminde, Stolipin reformları döneminde, Birinci Dünya Savaşı’nda, 1917 Şubat’ında ve Nisan’ında hiç değişip zenginleşmeden hep aynı mı kalmıştır?

***

O zaman, konunun “teorik düzlemde” ifade edilişi şöyle olabilir: Sosyalist iktidar perspektifi, en başta bir kez ortaya konulduktan sonra o haliyle daha sonraki tüm uğraklarda “sabit yatırım” olarak kalacak bir kurgu değil, nihai hedefe yönelen yeni yolların aranmasına, eskilerinin yenilenip güncelleştirilmesine açık, bu anlamda dinamik içeriğiyle ele alınmalıdır…

Başka bir deyişle, iktidar perspektifi, kuşkusuz en baştaki kurguya atıfla, ancak her seferinde belirli bir tarihsel-siyasal döneme damgasını vuran ve kendi özgüllüklerine sahip çelişkiler yumağının içinden yeniden ve yeniden üretilmelidir.

Öbür türlüsü, dinamik ve sıçramalı değil doğrusal bir çizgi olur ve bu doğrusal çizginin en ucunda ilk baştaki konuluşuyla duran “iktidar perspektifinin” güncellikle ilişkilenememesi, ona hiç değmemesi gibi bir tehlike kapıyı çalmaya başlar.

***

2015 yılı sonlarının Türkiye’si…

Sermaye sınıfı-siyaset-devlet üçgenindeki ilişkilerde “burjuva demokrasisi” çerçevesindeki her kuralı, kurumu, standardı ve meşruiyeti ayaklar altına alan bir siyasal iktidar…

“Yönetilebilir” hale gelmesi istendiği halde her kritik uğrakta yönetilebilirlik sınırlarını zorlayan ve aşan Kürt hareketi…  

Düzen cephesinde pek çok kesimin gönlünde yattığı açık olduğu halde her adımda ve gelişmede daha da ötelenen “normalleşme” ya da “restorasyon”…

Ve biraz geriye dönersek, elde var 2013 Haziran direnişi…

Bu ortamda ve koşullarda “sosyalist iktidar perspektifi” mi?

Ya “bizde zaten var” deyip bununla yetineceğiz ya da yukarıda sıralananların ışığında yeniden üreteceğiz.

Mesele budur…





bedrettin  |  Cvp:
Cevap: 1
19.10.2015- 20:46

Siyasi devrim perspektifinin ''HDP'ye oy verin'' çağrısıyla nasıl bir bağlantısı olduğunu açıklasaydı ya. Çulhaoğlu aklınca işin teorisini yapıyor, Erkan Baş da pratikteki görevini yerine getiriyor. Kürt ulusalcılığının sosyalist iktidar perspektifine nasıl katkı koyup zenginleştireceğini HTKP de ben de bilmiyorum. Bilen varsa anlatsın!

umut  |  Cvp:
Cevap: 2
20.10.2015- 07:52

Devrimi düşünmek
Metin Çulhaoğlu  


Gözlerimizi kapatıp düşlere dalmamıza gerek yok.

Türkiye’de devrimi, kimilerinin “soğuk nesnellik” sayacağı işaretlerden ve gerçeklerden hareketle de düşünebiliriz. Bunlar epeyce birikmiş durumda. Kuşkusuz ayrıntılardan, kritik anlardan, gündeme gelebilecek çeşitli olasılıklardan söz etmiyoruz. Türkiye’de devrimi ana süreçleriyle, temel sınıfsal saflaşmalarıyla, ama belki de en önemlisi kronolojisiyle düşünmek, bugün geçmişe göre daha fazla mümkün görünüyor.

Ne kadar “yakında” ya da “uzakta” olduğu da önemli değildir. Her ikisi için de geçerlilik taşıyacak şeyler söylenebilir.

Bunu kastediyoruz ve bunlardan söz edeceğiz.  

***

Bizce açıktır: Türkiye’de “aşamalı devrim” kesinlikle gerçekçi bir perspektif sayılamaz. Bugün Türkiye’de sosyalist devrimi önceleyen bir başka devrim aşamasının zorunluluğunu savunmak, hararetli devrim tartışmalarının yaşandığı 50 yıl öncesine göre çok daha güçtür.

O zaman, 50 yıl öncesinin “sosyalist devrim” tezini bugün aynen benimsemek mi gerekiyor?

Tam da böyle değil; ama önce “aşamalı devrim” üzerinde duralım.

Aşamalı devrim perspektifi, tanım gereği, belirli bir devrim uğrağından bir sonraki ve daha ileri devrim uğrağına uzanan bir dönem öngörür. Gene tanım gereği, bu iki uğrak arasındaki dönem, belirli sınıfsal ittifaklarla sağlanacak, ikinci uğrağa kadar bir süre devam edecek bir oturmuşluğu ve istikrarı varsayar.

Olamaz mı?

Olabilir; ancak böyle bir dönemi başlatan siyasal iktidar değişikliği için “devrim” tanımı yapılması mümkün değildir. İkinci uğrağa (sosyalist devrime) uzanacak dönemin başlarında iktidar değişiklikleri, koalisyonlar, yeni hükümetler, birtakım reformlar vb. gündeme gelebilir. Ancak, Türkiye’nin bugünkü koşullarına bakıldığında hiçbiri ya da hepsinin toplamı “devrim edemez.” Kaçınılması mümkün olmayan bir determinizm nedeniyle: Ne yapılırsa yapılsın, “devrim” nitelemesini hak etmeyecek ölçüde eskisiyle süreklilikler taşıyacak, önceki dönemde yapıldığı düşünülen “kimi iyi şeyleri” sahiplenecek, hele hele egemen sınıfın dayanaklarına hiç dokunmayacak, emperyalist odaklarla ilişkilerini ufak tefek rötuşlar dışında değiştirmeyecektir…

Böyle “devrim” olur mu?

O zaman 60’ların “sosyalist devrim” tezini aynen benimsemek mi gerekiyor?

Az önce “tam da böyle değil” demiştik; açmaya çalışalım.

***

60’ların sosyalist devrim tezi, devrimin, daha doğrusu siyasal devrimin bir süreçten çok bir moment olduğunu vurgulardı. Belirli bir yılın belirli bir ayının belirli bir haftası, hatta günüyle tanımlanabilecek bir moment… Büsbütün yanlış değildi;   ancak bugünün Türkiye’sinde devrimi düşünürken bu “momentin” zaman aralığını biraz daha geniş tutmakta yarar vardır. Neden böyle olması gerektiği, başka bir durumla ilişkilidir.

Temel tespit: Dünyada, kendi kuşatıcı çevresi, hitap ettiği en geniş kitle, harekete geçirici dinamiklerinden en azından biri burjuva demokrat, demokrat, devrimci demokrat, ulusal kurtuluşçu (anti-emperyalizm ve/ya da ulusal sorun bağlamında) vb. özellikler taşımayan tek bir sosyalist devrim gerçekleşmemiştir ve bundan sonra gerçekleşeceğe de benzememektedir.

1917 Ekim, Çin, Küba, Vietnam ve diğer devrimlere bir de bu gözle bakılmalıdır.

O zaman şunu söylemiş oluyoruz: Az önce sıralanan arayışların ve dinamiklerin, sosyalist devrimi önceleyen ve adıyla sanıyla devrim olan bir aşamada karşılık bulması en azından Türkiye’de mümkün görünmüyorsa, bunların hepsi sosyalist devrimin üzerine yıkılacaktır.  

“Bana ne, ben istemiyorum” demek, devrimi de istememek demektir.

“Evet, zor iş, ama ancak böyle olabilir” denirse de üzerinde titizlikle durulması gereken özel noktalar vardır.

Örneğin, sadeleştirilip sınıflanması teorik düzeyde mümkün olsa bile devrim sürecinin bileşeni durumundaki özlemler ve arayışlar, kendini olanca çeşitliliğiyle, “her kafadan bir sesin çıktığı” ortamlarda ortaya koyacaktır. Devrimci ve bu anlamda “olumlu” bir kakofonidir; ancak, bir noktadan sonra “düzlenmesi”   gerekiyorsa, bunu yapabilecek tek güç, “öncü örgütten” de önce, bilinçli, kararlı ve ne istediğini bilen bir işçi sınıfı olabilir…

Bu yoksa devrim kapanın elinde kalacaktır.

Sonuçta, “devrimi düşünmenin” pek çok açıdan mümkün göründüğü bir ülkede, bu düşüncelerin gidebileceği yerin sınırını işçi sınıfı hareketinin henüz zayıf kalması çizmektedir. Gene de, “güçlenen sınıf hareketi” varsayımlarıyla bir miktar daha yol alınması mümkündür.

Kürt coğrafyası ve Kürt dinamiği mi?

Devrimi düşüneceksek son derece önemlidir ve burada da devreye girmesi gereken asli parametre, bir kez daha, güçlü bir sınıf hareketidir…

hakkı  |  Cvp:
Cevap: 3
20.10.2015- 13:08

Alıntı Çizelgesi: bedrettin yazmış

Siyasi devrim perspektifinin ''HDP'ye oy verin'' çağrısıyla nasıl bir bağlantısı olduğunu açıklasaydı ya. Çulhaoğlu aklınca işin teorisini yapıyor, Erkan Baş da pratikteki görevini yerine getiriyor. Kürt ulusalcılığının sosyalist iktidar perspektifine nasıl katkı koyup zenginleştireceğini HTKP de ben de bilmiyorum. Bilen varsa anlatsın!


--------------------------------------------------

İnsanlar ne garip varlıklar insan bir yazıyı eleştirebilmesi için o yazıyı okuması gerekmiyor mu.Ama zahmet edip okumaya ne gerek var bir sürü zamanmı harcanır zaten beyinler kotlanmış şu adam yazıyorsa ona şu şekilde karşı çıkılır. Ne yazıkki insan etten robotlaşmış beyinleri kafa tasının bir karış üstünde

Çulhaloğlunu yazısında HDP den bile söz edilmezken oradan bir fikir çıkarmak ulama olmak gerekiyor.
Allahın ulamalara ihtiyacı olduğunu biliriz de komünistlerin olduğunu bilmiyorduk
Öğrenmiş olduk
Adam geçmişle bu gün arasında iktidar altarnatiflerinde söz ediyor seçimden falan değil.
Bir sözün varsa yazıyı eleştir kafandaka fantazileri değil.

Bence iktidar altarnatifi dün ne idi bu gün ne onu anlatta biz eleştiri görelim.

hakkı  |  Cvp:
Cevap: 4
20.10.2015- 13:39

Sn Çulhaoğlu bir şeyi unutmuş

Türkiyede devrim olmasını Sovyetler Birliği istemedi bunu çeşitli sebepleri var ama bu ülkede devrim olmamışsa bunu devrim altarnatifi olmayan örgütler kadar SB ninde suçu var.

Dünyada o dönem devrim yapan ülkelere baktığımızda ve bu ülkelerin arkasındaki gücü gördüğümüzde Türkiyede neden devrim olmamış anlarız.

Ama bu gün Sovyetler Birliği yok neden örgütlerin böyle bir talebi yok onu ancak dünya krizi ve dünyada devrimin özneleri kimlerdir le anlayabiliriz.
Devrim ancak küresel kriz sonrasında çıkacaktır bu krizi kapitalist sistem birilerinin üstüne yıkamıyorsa kriz siyasi krize dönüşür yeterli öznelerinde varlığı devrime sebep olur.

Ama Komünist düşünceler nelerin özne olacağı konusunda hala kararsız bu düşünceleri aşabilecek öznelerde örgütlü değil.
Ama bazen perspektifler oluyor işte Türkiyede gezi direnişi gibi mülksüzlerin isyanı demokrasiye talep ve onuru koruma uğraşları bize yeni öznelerin ne olacağı konusunda bazı bilgiler veriyor.

Sermayenin küreselleşmesi kapitalizmin enine büyüyememesi ve içinden çıkılamaz krizler bize devrimin bir onur mücadelesi olacağını anlatmaktadır.

Artık zaman dünden daha fazla aydınlık olmuştur kapitalist zincirde insanlık kendine ve doğaya daha çok yabancılaşmış burjuvazi yönetimi bürokrasiye devrir etmiştir.
Özneler egemenin dışında kalan ve kavgasını onur kavgasına çeviren her kes devrimin öznesidir.
Küresel güçler toplumun çok büyük kesimini mülksüz bırakmış teknolojinin gelişmesi ile proleteryayı üretim dışına itmiş istihdamı ancak tüketim ve dağıtım sektörlerinde yaratabilmiş ve bir çok insanı dilenci ve kendine bağımlı hale sokmuştur
Toplum egemene bağımlıdır sosyal yardımlarla hayatını idame etmektedir ve sürekli şekilde aşağılanmaktadır.
Bu kavga son kavgamız diyorsak eğer bu kavga onur kavgası olmalıdır.

solcu  |  Cvp:
Cevap: 5
20.10.2015- 14:08

Alıntı Çizelgesi: bedrettin yazmış

Siyasi devrim perspektifinin ''HDP'ye oy verin'' çağrısıyla nasıl bir bağlantısı olduğunu açıklasaydı ya. Çulhaoğlu aklınca işin teorisini yapıyor, Erkan Baş da pratikteki görevini yerine getiriyor. Kürt ulusalcılığının sosyalist iktidar perspektifine nasıl katkı koyup zenginleştireceğini HTKP de ben de bilmiyorum. Bilen varsa anlatsın!



HTKP değişik bir parti haline geldi. Bir şeyler yapmak istiyorlardı ama ne yapılması gerektiğine karar veremiyorlardı. Kervan yolda düzülür diyerek bir yola çıktılar, vardıkları yer kuyrukçuluk. Dediğin gibi Metin Çulhaoğlu açık açık HDP'nin desteklenmesini söyleyemiyor, bu işi Erkan Baş'a yıkmışlar. Çulhaoğlu ise habire yanlış pratiğin doğru teorisini kurmaya çalışıyor. Siyasi devrim perspektifini kaybetmediklerini güncel ile olan ilişkisini yeniden kurmaya çalıştıklarını söylüyor da, bu yeterli bir açıklama değil. Kürt ulusalcılığına destek vermenin sosyalizme nasıl bir katkı vereceğini de açıklaması lazım. ''Biz hala devrim perspektifini kaybetmedik'' demek hiç yeterli değil. Sadece mazeret!

bedrettin  |  Cvp:
Cevap: 6
15.01.2016- 19:49



Çulhaloğlunu yazısında HDP den bile söz edilmezken oradan bir fikir çıkarmak ulama olmak gerekiyor.

Allahın ulamalara ihtiyacı olduğunu biliriz de komünistlerin olduğunu bilmiyorduk
Öğrenmiş olduk
Adam geçmişle bu gün arasında iktidar altarnatiflerinde söz ediyor seçimden falan değil.
Bir sözün varsa yazıyı eleştir kafandaka fantazileri değil.


Bu yazın tıpkı bir haftadır sürdürdüğün '' burjuva mülkiyet, burjuva olmayan mülkiyet'' konusundaki inadına benzemiş. HTKP'nin seçimlerde takındığı tavır HDP'ye oy verilmesiydi. Ben de komünist olduğunu iddia eden bir partinin HDP'ye oy çağrısıyla komünizm arrasında nasıl bir ilişki kurulacağını sordum, sen yine başka taraflara gitmişsin.

hakkı  |  Cvp:
Cevap: 7
15.01.2016- 19:58

Alıntı Çizelgesi: bedrettin yazmış


Bu yazın tıpkı bir haftadır sürdürdüğün '' burjuva mülkiyet, burjuva olmayan mülkiyet'' konusundaki inadına benzemiş. HTKP'nin seçimlerde takındığı tavır HDP'ye oy verilmesiydi. Ben de komünist olduğunu iddia eden bir partinin HDP'ye oy çağrısıyla komünizm arrasında nasıl bir ilişki kurulacağını sordum, sen yine başka taraflara gitmişsin.
[/size]



Ne oldu mülkiyet meselesi anlaşıldı mı .
Anlaşılmaz çünkü anlaşılmasını istememek var. Her kes Marx ı farklı anlıyor çünkü farklı anlamaya uygun dendiğinde niçin itiraz ediliyor.

Ama Marx idoloji olsa farklı anlaşılmaz hatta doktirin olsa noktayı bile oynatamazsın.

bedrettin  |  Cvp:
Cevap: 8
15.01.2016- 20:03

Ya arkadaş, ''herkes'' dediğin bir sen varsın, özel mülkiyetin ne anlama geldiğini yazdık, senden başka bir kişi senin dediğini yazsın, bunu göster ki, kim bu ''herkes'' anlayalım. Sen anlamıyorsun, ''herkes anlamıyor'' diyorsun.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]