Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Siyasi ve ideolojik söyleşiler

"Sosyalist soldaki statüko kırıldı"


HTKP MK üyesi Erkan Baş sosyalist soldaki statükonun kırıldığını ve bundan sonra siyasal başlıklarda net tutum almanın zorunlu hale geldiğini söyledi. Gezi Direnişi'nin etkilerinin yol açtığı dönüşümlere dikkat çeken Baş, Türkiye'nin sosyalist sola büyük fırsatlar sunduğunu belirtti.

Resim Ekleme

(İleri - Haber Merkezi) Halkın Türkiye Komünist Partisi Merkez Komite üyesi Erkan Baş'la Türkiye'nin ve sosyalist solun durumunu konuştuk.

Türkiye'nin sosyalist sola çok önemli fırsatlar sunan bir ülke haline geldiğini belirten Baş, bu fırsatların değerlendirilmesi için siyasal gündemlerde net tutumlar almanın zorunlu olduğunu dile getirdi. Baş, ayrıca, sosyalist solun ataletinin nedeni olarak gördüğü statükonun da kırıldığını, bundan sonra daha ileri adımlar için zeminin uygun olduğunu ifade etti.

İşte Erkan Baş'la gerçekleştirdiğimiz söyleşinin ilk bölümü:

HTKP kuruluşundan bu yana, Haziran Sonrası Türkiye değerlendirmesini ve bu değerlendirme ışığında sosyalist solun bir hamle yapma ihtiyacını merkeze alan bir görüntü veriyor.   Bu eksende sosyalistlerin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

HTKP pek çok başlıkta Türkiye’de solun alışılmış söylem ve reflekslerinden farklı bir parti.   Bunların hiç biri “farklı olma” kaygısının ürünü değil. Türkiye ve dünyaya dair yaptığımız değerlendirmeler ve bu değerlendirmelerden devrimcilere, komünistlere düşen görevi üstlenme sorumluluğumuz, iddiamız var. Bu açıdan Türkiye solunun geneline hakim olan kabullenme halinden, statükocu anlayıştan devrimci bir kopuşu temsil ettiğimizi düşünüyoruz. Bunun önemli bir ihtiyaç olduğu görülüyordu, HTKP bu konuda önemli bir adım atarak yola çıktı.

Türkiye’ye kabaca baktığımızda, sol açısından durumun pek parlak olmadığını söyleyebilirsiniz. Oysa bizim Türkiye okumamız, dünyanın içinden geçtiği sürecin de etkisiyle sosyalistler açısından tarihsel bir sıçramanın mümkün olduğunu gösteriyor. Tüm pratik-politik tutumumuzu belirleyen şey, mümkün olanı gerçek kılmaktır diyebiliriz.

Belki biraz öznel bulunabilir ama açmaya çalışayım, HTKP’nin en önemli farkı içinden geçtiğimiz dönemin olanaklarına, sürecin sosyalistlere yüklediği sorumluluklara odaklanmamız.   Elbette yakın geleceğe baktığımızda pek çok kısıt, risk, tehlike vs. sayabiliriz. Bizim iddiamız bunlara gereğinden fazla önem verip kötürümleşmenin, çıtayı “kendini korumaya” çekmenin yanlış olduğu. Bunun yerine, ne yapabiliriz, nasıl yapabiliriz sorularını merkeze almaya çalışıyoruz. Ortaya çıkan hareket-müdahale imkanlarına “riski ne”, “sakıncası ne” diye ikircikli yaklaşmak yerine müdahaleyle olanakları gerçeğe çevirmeye çalışmak bize çok daha anlamlı geliyor.

"ZİNCİRLERİMİZDEN BAŞKA KAYBEDECEK HİÇBİR ŞEYİMİZ YOK"

Önümüze gelen her gündemi, Türkiye’de eşi hiç yaşanmamış bir halk ayaklanması yaşadığımızı hiç unutmadan düşünüyoruz, tartışıyoruz. Ancak hala her olumsuz gelişmeyi, “işte artık Gezi’nin etkisinin kalmadığının ispatı” olarak göstermeye çalışanlar da var.

Önemli bir noktaya değindiniz, biz de net olarak soralım, size göre hala Haziran-Gezi Direnişi sonrası Türkiye’den söz edebilir miyiz?

Çok uzun yıllar boyunca biriken tepki Gezi Direnişi ile birlikte kendini net olarak gösterdi ve artık, bu halktan bir şey olmaz diye yakınmanın hiç bir karşılığı kalmadı. Bize göre, bu halk kendisinden bir şey olacağını tartışmaya mahal bırakmayacak biçimde gösterdi. Açıkça söylemek gerekir, asıl bu olanaklardan faydalanamayanlardan, en azından buna dair bir çaba içine girmeyenlerden hiç bir şey olmaz.

Sosyalistler açısından da, bu direnişin etkilerinin kolay kolay silinemeyeceğini en başa yazmak gerek. Örneğin geçen yıl Bursa’da otomotiv sektöründe yaşadığımız “metal fırtınası” ile Gezi Direnişi arasındaki bağlantıyı görmeden bu ülkede devrimcilik iddiası taşınamaz.

HDP’nin 7 Haziran seçimlerindeki başarısının arkasında kuşkusuz Kürt hareketinin uzun yıllara dayanan bütünlüklü mücadelesi vardır, Kürt halkı içerisindeki örgütlü gücü vardır ancak Gezi Direnişi'nin bunda etkisi olmadığını kimse söyleyemez.

Henüz istediğimiz yaygınlığa ve etkiye ulaşmasa bile Birleşik HAZİRAN Hareketi ve özel olarak HTKP de Gezi Direnişi’nin somut ürünleridir. Bunları hesaba katmadan Türkiye’de sosyalistlere dair bir tartışma yapmak mümkün değil.

Şu meşhur "mevzilerimizi koruyalım, kendimizi koruyalım" yaklaşımı kesin bir çürüme ile sonuçlanacak, buna üzüldüğümü de ekleyeyim. Kuşkusuz Türkiye devrimci hareketinin önemli bir tarihi ve birikimi var, biz buna kıskançlıkla sahip çıkıyoruz. Ancak mirasyedi gibi bu geçmişi tüketmeyeceksek, bu tarihin ve birikimin bir mücadele sürecinin ürünü olduğunu hatırlamak zorundayız. Dolayısıyla mevcut birikimi geliştirmek bir yana, korumak için bile Türkiye’nin içinden geçtiği sürece devrimci bir müdahaleye odaklanmak zorundayız.

Marx işçi sınıfı için söylemiş, biz içinden geçtiğimiz dönemde Türkiye solu için söyleyebiliriz: “Zincirlerimizden başka kaybedecek hiç bir şeyimiz yok”.

HTKP sosyalist solda iddialı bir çıkış olarak görüldü. Özellikle etkili siyaset konusundaki boşluğu doldurmak ve sosyalist solun üzerindeki ataleti kırmak gibi iddialar çokça dillendirildi. Geldiğiniz noktada bu iddiaların ne kadarını hayata geçirebildiğinizi düşünüyorsunuz?

HTKP kendisini öncü, devrimci bir işçi sınıfı partisi olarak tanımlıyor. Ve hemen yanına yazdığımız bir şey daha var, HTKP özcü siyasetin reddiyesidir.

Bunu biraz açmaya çalışayım. Kendimize dair iddialarımızla ilgili en küçük bir kuşkumuz yok, Türkiye’de en önemli eksik devrimci komünist bir öznenin eksikliğidir ve HTKP’nin burada önemli bir yeri, sorumluluğu olduğunun bilincindeyiz.

Ancak bu kuruluş sürecinin, mücadele alanlarının dışında, hatta karşısında konumlanarak sürdürülebileceğini düşünmüyoruz. Dolayısıyla bizim açımızdan HTKP’nin iddialarını hayata geçirmesi ile Türkiye’de sosyalist hareketin bir bütün olarak ileri adım atması arasında çok ama çok kuvvetli bir bağ var. HTKP, kendi misyonunu bununla sınırlamamakla birlikte, solun bir bütün olarak ileri adımına önemli bir katkı yapabileceğine inanan bir özne.

Şu konuda bir tereddüt yaşamıyoruz, Türkiye herhangi bir sol-sosyalist öznenin tek başına, alıp başını gideceği ve diğerlerinin de onun peşine takılacağı bir ülke değil.

"STATÜKONUN KIRILDIĞINI SÖYLEYEBİLİRİZ"

Türkiye solu çok uzun yıllara dayanan etkisizliğinin artık alışkanlığa dönüştüğü, bu durumun kabullenildiği bir genel görünüm içinde. Bunun en önemli sonuçlarından birisi ciddi bir özgüven sorunu olarak kendisini gösteriyor. Sürekli olarak mevcutla yetinmenin, 20 yıl öncenin ölçüleriyle değerlendirmeler yapmanın ve buradan küçük mutluluklar türetmenin başka bir anlamı olduğunu sanmıyorum.

Sanıyorum, geldiğimiz aşama itibariyle, sizin atalet olarak kodladığınız statükonun bütün üzerindeki etkisi tamamen ortadan kalkmamış olmakla beraber, bir kırılmanın yaşandığını net olarak söyleyebiliriz.

Düne göre artık çok daha fazla ne yapmamak gerektiğini biliyoruz. Neyi, nasıl yapacağımız ise genel bir hat olarak ortaya çıkmış durumda ve mücadele içinde elde edilecek deneyimlerle daha da zenginleşip, netleşecek.

Bu kırılmanın siyasal ve toplumsal nedenleri var mı? Nasıl bir zemin üzerinde tarif ediyorsunuz bu durumu?

Yine Gezi’ye işaret edeceğim. Pek çok değerlendirme yapabiliriz ama en önemli özelliği net olarak sol bir çıkış olmasıdır. Bunun içinde kamusal alanların talanına karşı duruş olduğu zaten tartışılmıyor bile. Öte yandan, açıkça gerici baskılara karşı özgürlük ve laiklik ekseninde bir mücadeleyi de görüyoruz. Kadim sorunumuz Kürt sorunu ile ilgili net bir barış, kardeşlik, birlik ekseninin hakim olduğu bir hattın oluştuğunu da görüyoruz. Bizim coğrafyamızda bu çapta bir halk hareketi ortaya çıktığında mutlaka AB veya ABD bayraklarının devreye girdiğini hatırlıyoruz. Gezi’de bunun esamesi bile okunmazken, ulusal bayrağın belki çok uzun yıllar sonra ilk kez bağımsızlık simgesi olarak alanda yerini aldığını gördük. Bu hat Türkiye sosyalist hareketinin üzerinden yürüyeceği, güçleneceği, gerçek bir siyasal-toplumsal güç haline geleceği hattır.

Örneğin laiklik daha önce genel olarak küçümsenen bir alanken şimdi ne kadar önemli olduğunu hemen herkes kabul ediyor. Kendiliğinden hareketlere yaklaşımda önemli bir eşiğin aşıldığını düşünüyorum. Kürt sorununa dair daha gelişkin bir devrimci-sosyalist dilin oluştuğunu da buna ekleyebiliriz.

Geride kalan iki yıl içinde bu eksenin Türkiye’de sosyalist solun neredeyse tüm bileşenleri tarafından ciddiye alındığını söyleyebiliriz. Bunun nasıl gerçekleştiğini düşündüğümüzde elbette en başa doğrudan Gezi’yi yazmak gerekir. Bizim çıkışımızın da bir katalizör işlevi gördüğünü söyleyebiliriz.

"TÜRKİYE'NİN GELECEĞİ DAHA NET BİR TUTUMU ZORUNLU KILIYOR"

Daha özel olarak bizim açımızdan baktığımızda ise, farklı toplumsal dinamiklerle ilişkilenme, gücümüz oranında etkin pozisyon alma, kendimizi sol içi tartışmalardan çok daha fazla iktidar karşıtı pozisyonumuzla tanımlamaya çalışma bu sürecin doğrudan sonuçları olarak söylenebilir. Gezi Direnişi’nde eksikliğinin ne kadar önemli olduğunu pratik olarak da gördüğümüz işçi sınıfı içerisinde daha derin ve kalıcı mevziiler elde etmeye odaklanma arayışımızı da buna ekleyebiliriz. Kürt sorunuyla ilgili başlıklarda, daha gerçekçi ve seyirciliği kabul etmeyen bir tutum alabiliyor olmamız da yaşanan sürecin bir ürünü. Gezi Direnişi sırasında Kürt hareketinin tutumu, biz de dahil pek çok kişi ve örgüt tarafından eleştirildi. Burada kolay olan “kürtler AKP ile işbirliği içinde” sonucu çıkarmaktı. Oysa Türkiye’nin Kürt coğrafyası dışında neredeyse tamamına yayılan direnişten sonra AKP’nin hala iktidarda kalmasını, Türk ve Kürt emekçilerinin birliğinin ne kadar önemli bir ihtiyaç olduğunun göstergesi saymak mümkündü. Gezi Direnişi, Kobane Direnişi, Cumhurbaşkanlığı ve 7 Haziran seçimleri bu açıdan tarihsel bir olanak ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Bana göre halkların kardeşleşmesinin tek yolu ortak düşmanlara karşı ortak ve birleşik mücadelelerdir; ortak düşmana karşı, ortak mücadele ve ortak sevinçlerdir. İçinden geçtiğimiz günler yakın tarihte hiç olmadığı kadar bunun mümkün olduğu günler.

Toparlamak gerekirse, yakın gelecekte Türkiye sosyalist hareketi ciddi bir örgütsel merkez, önemli bir siyasal odak ve etkin bir toplumsal güç haline gelebilir. Bunun için, artık daha belirgin biçimde kendisini gösteren cesur ve atak tutumların, laiklik, anti-emperyalizm, iktidar karşısında ikirciksiz bir karşı duruşla tanımlanabilecek eksenin, Türkiye'nin geleceği, sınıf mücadelesindeki kritik halkalar, Kürt sorununa bakış gibi temel konularda politik olarak daha net bir tutumu zorunlu kılıyor.

bedrettin  |  Cvp:
Cevap: 1
21.09.2015- 17:37

HTKP TKP'yi ikiye ayırdıktan sonra TKP'nin siyasi tutumundan farklı olarak kafalarında ne var diye merak ediyorduk, onlar da bizi merakta bırakmak adına somut bir şeyler söylemiyorlardı. Tek söyledikleri Gezi'den sonra sosyalist hareketin daha farklı bir kulvara girmeleriydi, merak ettik bu kulvar neymiş, farklı mücadele biçimlerinden ne kastediliyormuş, TKH'nin partiden ayrılmasından sonra ne olduğunu gördük. Bütün dertleri kürt hareketine yakınlaşmakmış. Kürt hareketine yakınlaşınca Türkiye sosyalist hareketi çağ mı atlayacak? Bir anda toplumsallaşma sorunlarını mı giderecek?

Erkan Baş'ın HTKP'si kuyrukçu siyasetin kollarına düşüyor farkında değil. Artık liboşlarla, kürt milliyetçileriyle, şeriatçılarla birlikte Türkiye sosyalist hareketine çağ atlatırlar. Hadi Erkan Baş gençliğinin verdiği heyecanlarla yerinde duramıyor, Metin Çulhaoğlu'na ne oluyor? Çulhaoğlu TKP'den ideolojik farklılığımız yok diye diye kuyrukçu siyasetlere teslim mi olacak? Erkan Baş sürüklendiği yolda antiemperyalist mücadeleyi sürdüreceklerini söylemiş. Kürt hareketiyle mi? Bölgede İsrail'den sonra ABD'nin en güvendiği topluluk olan kürt hareketine yakınlaşarak mı antiemperyalist mücadeleyi yükseltecek?

HTKP sıradan bir sosyalist parti olma yolunda ilerliyor. Erkan Baş gençliğinin verdiği atılganlıkla barikatçılığın kendilerine prim getireceğini sanıyor. Yanıldığını anlayacak ama iş işten geçmiş olacak.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]