Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Niçin Demokratik Devrim Değil? - M. Güneş

Türkiye solu, demokratik devrim-sosyalist devrim tartışmasının yabancısı değil. 1960-70 dönemi bu sorunun irdelenmesiyle geçti. Hatta denilebilir ki, ayrılıklar önemli ölçüde bu tartışma üzerinden oldu. Bir döneme damgasını vuran bu tartışmalardan geriye hiçbir olumlu mirasın kalmadığı düşünülebilir mi? Düşünülmemeli. Bir görüş savunulurken, savrulmaların, yanlış vurguların olabileceğini unutmadan böyle yaklaşılmalı. 1970-80 döneminde, bu “iki devrim” tartışmasının hiç olmadığı anlamına gelmiyor. Her siyasi eğilimin programatik görüşlerine, bu tartışmanın sonuçları doğru-yanlış yansıdı.

Geriye, ileri gitmek için bakmalı. Bugün geçmiş döneme baktığımızda ne görüyoruz? Türkiye sol hareketi ağırlığıyla, demokratik devrim tarafında yer tuttu. Derece derece farklılıklarla hep “iki devrim” düşlendi. Önce işçi sınıfının öncülüğünde demokratik devrim yapılacaktı, sonra da yine aynı işçi sınıfının öncülüğünde sosyalist devrim başarılacaktı. İktidar neden iki kez burjuvaziden koparılacaktı? Türkiye solu olarak bunu “ittifakların darlığı ve genişliği”, “demokratik görevlerin ve sosyalist görevlerin ayrı ayrı varlığı” dışında düşünmeye girişmedik. Düşünenler oldu. Ama çoğunluk düşünmedi. Nedenleri, Marksizm-Leninizm’in özüne bağlı olarak yeterli ölçüde ortaya konmadı.
İdeolojik yetersizlik bir nedendi. Ancak daha önemlisi, birinci sebebe bağlı olarak dogmatiklik ve şablonculuktu. İnceleyin: Demokratik devrim tartışmasının geçtiği her yerde, Lenin’in “İki Taktik” eserinden alıntılar bulacaksınız. Lenin’in Rusya’nın kendine özgü koşullarında demokratik devrim için söyledikleri, aynı kelimerle Türkiye toprağına aktarıldı. Şablonculuğa ateş püskürmemize rağmen bu gerçek değişmedi. Neden Lenin’in “İki Taktik” kitabını, “Nisan Tezleri”yle, devrimden sonra yazdıklarıyla birlikte ele alamadık? O zaman, gerçekten gri teoriyi, “hayatın yeşil ağacının” içinden geçirmek gerekecekti.

Ayrıca eklenmeli: uluslararası düzeyde, teorinin 30-40’lı yıllarda kalması da bunda etkili oldu.

Marksizmin metedolojisini kullanarak onun düşüncelerini ele almak yerine, Marksizm lafızlarıyla yetinildi. Lenin’in şu sözlerinin önemini anlayamadık.

“Marksistler, Marks’ın teorisinden, yalnızca onun toplumsal ilişkileri aydınlatmak için mutlaka gerekli olan son derece önemli yöntemlerini koşulsuz alırlar ve dolayısıyla da, ilişkiler üzerine yargılarının ölçütünü, soyut şemalarda ve buna benzer saçmalıklarda değil, bu yargının doğruluğunda ve gerçekliğe uygunluğunda bulurlar.”(1)
Lenin’in, Marksizm için söylediği bu anlayış, kendisinin Marksizmin üzerinde yarattığı Leninizm için de geçerlidir.

Haksızlık olmasın. Demokratik devrim taraftarlarının hepsini aynı yere koymak da mümkün değil. Demokratik devrimi, sosyalist devrimden ayrı olarak ele alanlar olduğu gibi, onu kesintisiz sürecin ilk devrimi olarak alanlar da oldu. Demokratik devrimin temel hedefini, anti-feodal çerçeveyle sınırlayanlar ve görevi kapitalizmin geliştirilmesi olarak görenler olduğu gibi, demokratik devrime anti-tekelci bir öz yükleyen ve onu kapitalist düzene bir başlangıç saldırı olarak ele alanlar da oldu. Aktardığım varyasyonların ikinci şıkları şüphesiz ki gerçeğe daha yakındır. Ne var ki, kimi zaman bu yaklaşım da “İki devrim” fikrinden tam kopmuş değildi. Devrim sürecini “iki aşama, iki iktidar” olarak algılamak, hayatın gelişebilecek çok evreli ama tek niteliksel devrim sıçramasını görmemek oluyordu.

Türkiye solunu uzun yıllar uğraştırmış bu tartışmalı konuda, aydınlatıcı olmak için, demokratik devrim-sosyalist devrim anlayışının gelişimi, Marks’tan başlayarak açıklanmalı. Tarihsel zaman diliminden ve somut koşullardan kopuk “alıntıcılık hastalığına” karşı, konuyla ilgili alıntıları doğru bir anlayışla yorumlayarak, yanlışlar düzeltilebilir. Zorunlu olduğu için, bilimsel sosyalizmin ustalarının düşüncelerine fazlasıyla ama somut koşulları çözümleyerek başvuracağız.

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 1
30.09.2015- 05:57

Marks-Engels’de demokratik-sosyalist devrim anlayışı

Marks ve Engels’in yaşadığı evre, kapitalizmin dünya çapında yükseldiği, serbest rekabetçi dönemdi. 1848’in hemen başında “Komünist Manifesto” yazıldığında amaç “modern burjuva mülkiyetinin yaklaşmakta olan kaçınılmaz çöküşünü ilan etmekti.”(2)
Marks ve Engels özellikle 1847-50 arasında, dünya üzerinde bir devrimin yakınlaştığını düşünüyorlardı. Kapitalizmin, üretici güçlerin gelişiminde artık durdurucu bir etki yaptığı saptamasından yola çıkıyorlardı. Ayrıca bu devrim, tek dünya pazarının yarattığı bağımlılık çerçevesinde, dünya çapında eş zamanlı bir süreç olacaktı. Engels “Komünist devrim, bu yüzden, hiç de salt ulusal devrim olmayacaktır; bu, Amerika, Fransa ve Almanya’da aynı zamanda yer alan bir devrim olacaktır. Bu ülkelerin her birinde devrim, o ülkenin daha gelişkin bir sanayiye, daha çok zenginliğe ve daha hatırı sayılır bir üretici güçler kitlesine sahip olup olmayışına bağlı olarak, daha çabuk ya da daha yavaş ve en güç Almanya’da, en çabuk ve en kolay da İngiltere’de olacaktır(3) diyordu. Sosyalist devrimin uluslararası düzeyde gerçekleşme perspektifi, bunun otomatik olarak, her ülkenin önündeki devrimin, sosyalist devrim olması gerektiği anlamına gelmiyordu. Örneğin, burjuva devrimini yapamamış, feodalizmin etkin olduğu Almanya için, Marks ve Engels’in işçi sınıfının önüne koyduğu görev, sosyalist devrim değil, burjuva devrimiydi. 1847’de Engels şöyle yazdı: “ Nihayet, Almanya’da burjuvazi ile mutlak monarşi arasındaki kesin savaşım uzak değildir. Ne var ki, komünistler kendileri ile burjuvazi arasındaki kesin savaşımı burjuvazi egemen oluncaya dek hesaba katamayacaklarına göre, kendisini bir an önce devirmek için, burjuvazinin bir an önce iktidara gelmesinde ona yardımcı olmak komünistlerin çıkarınadır.”(4)

Komünist manifestoda da, Almanya’nın önündeki görev, daha açık ve düzgün bir şekilde şöyle formüle edildi; “komünistler dikkatlerini esas olarak Almanya’ya çeviriyorlar, çünkü bu ülke 17. yüzyılda İngiltere’dekinden ve 18. yüzyılda Fransa’dakinden daha gelişkin bir Avrupa uygarlığı koşulları altında ve çok daha fazla gelişmiş bir proletarya ile yapılmak zorunda olan bir burjuva devrimi arifesindedir. Ve çünkü Almanya’daki burjuva devrimi, onu hemen izleyecek bir proleter devrimin başlangıcı olacaktır.”(5)

Marks ve Engels, bu nedenle 1848 Alman devriminde “tek ve bölünmez bir Alman cumhuriyeti” politik istemi temelinde, demokratik bir program savunusunu komünistlerin önüne koydular. 1848 Mart sonunda, devrim günlerinde yazdıkları “Almanya’da komünist partisinin istemleri” başlıklı siyasal platform, burjuva demokratik devrimin, işçi sınıfına sağlayacağı yararları da şöyle belirtiyordu:

“1. Komünistler için kendi ilkelerini savunmayı, tartışmayı ve yaymayı ve böylece proletaryayı sıkıca örülmüş, militan ve örgütlü bir sınıf halinde birleştirmeyi kolaylaştıran çeşitli ödünler ve 2. Mutlakiyetçi hükümetlerin düştüğü gün, sıranın burjuvazi ile proleterler arasındaki savaşa geleceğinin kesin oluşu. Komünistlerin parti politikası o günden sonra burjuvazinin halen egemen olduğu ülkelerdeki ile aynı olacaktır.”(7)
Marks ve Engels’in Almanya üzerine olan öngörülerinden, burjuva devrim-sosyalist devrim ilişkisine bakışın ana hatları çıkarılabilir.

Önce şunun altı çizilmeli: Marks’a göre, kapitalizmin tekel öncesi döneminde, burjuva devrimini gerekli kılan faktörlerden birisi, burjuvazinin daha henüz iktidara gelememiş olması, burjuva demokratik anti-feodal görevlerin çözülememiş olmasıdır. Daha bilimsel şöyle söylenebilir: Kapitalizmin bu evresinde, burjuva devrim, proleter devrimin ön şartı oluyor. Marks ve Engels, burjuva devrimin görevleri olan, feodal süprüntülerin temizlenme gerekliliğinden yola çıkıyorlardı.

Sonra burada, gerçekten iki devrim söz konusudur. Önce, burjuvazinin önderliğinde, proletaryanın aktif desteğiyle, bir burjuva devrim (feodalizmin tasfiyesini ve burjuva özgürlükleri sağlayacak) sonra da, onu hemen izleyecek, proletaryanın öncülüğünde sosyalist devrim.

Almanya için öngörülen iki devrimdir ama birbirinden kopuk değil, birbirini izleyen iki devrim. Sürekli devrim fikrinin tohumları burada atılıyor. 1848 Almanya devriminden sonra, kesintisiz devrim anlayışı daha da somutlanıyor.

Almanya’da burjuvazinin iktidara gelmesiyle onun, 1789 büyük Fransız Devrimindeki gibi bir rol oynayamayacağı açığa çıktı.

“4 Ağustos 1789’da, Bastille fırtınasından üç hafta sonra Fransız halkı tek bir günde, bütün feodal yükümlülüklerin üstesinden geldi.

11 Temmuz 1848’de Mart barikatlarından dört ay sonra, feodal yükümlülükler Alman halkının üstesinden geldi.”(8)

1850’de Karl Marks ve Engels “Merkez komitesinin komünist birliğe çağrısı”nı kaleme aldılar: 1848’de Alman liberal burjuvazisinin, kendisini destekleyen halk güçlerine ihanet etmesinden sonra, demokratik küçük burjuvazinin, iktidar için öne fırladığını ancak, proletaryanın bu güçlere de umut bağlamaksızın, sosyalist devrim için savaşımda, onların istemlerini ileri doğru iterek, bunları özel mülkiyete karşı bir saldırıya dönüştürmelerini, “proletaryanın savaş narasının devrimin sürekliliği olması”(9) gerektiğini belirttiler.
Önemli bir sonuca geliyorum. 1848 Almanya devrimi, şunu çok açık gösterdi: Burjuvazi iktidara geldiği her yerde, arkasında duran proletarya tehlikesinin büyüklüğünü farketti. Artık klasik burjuva devrimlerinde oynadığı devrimci rolü oynayamaz, burjuvazi demokratik görevleri aşağıdan yığınların gücüne dayanarak çözemezdi. Engels 1895’de, geriye bakıp o dönemdeki Avrupa devrimlerini çözümlerken, çok önemli bir tespit yaptı. “Aşağıdan yukarıya devrimler dönemi şimdilik sona ermişti: Bunu yukarıdan aşağıya devrimler dönemi izledi.”(10)

Bu şu anlama geliyor: Burjuvazi, feodalizmi halk gücüne dayanarak yıkmak ve kapitalizmi geliştirme yolunu, kendi sınıf iktidarını tehlikeye attığı için, artık bırakmak zorundadır. Feodal gericilerle uzlaşarak, onları kapitalistleşme yoluna girmeye zorlamak, daha güvenlidir.

1848-50 devrimler döneminde, Marks ve Engels’in, Avrupa kıtasının genelinde, yakın hedef olarak öngördükleri, zincirleme sosyalist devrim çizgisinin doğru çıkmadığı biliniyor. Ayrıca Engels 1895’te, bu hatayı kabul ediyor, şöyle yazıyor:

“Tarih bizi ve benzer düşüncede olanların hepsini haksız çıkardı. Tarih gösterdi ki kıta üzerindeki iktisadi gelişme durumu, o zaman, kapitalist üretimin kaldırılması için henüz yeterince olgunlaşmamıştı.”(11)

Engels’in söylediği daha açık şöyle formüle edilebilir: Kapitalizmin o dönemdeki gelişimi, sosyalizmin maddi ön koşullarının, dünya çapında olgun olduğu bir aşamaya, henüz ulaşmamıştı. Bu önemli analiz, Lenin tarafından emperyalist çağda, tekrar gözden geçirilip düzeltilerek, demokratik devrim-sosyalist devrim sorununa yeni bir içerik kazandırdı.

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 2
30.09.2015- 06:02

Lenin’in katkısı-iki taktik

Lenin 1902’de “Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisinin program taslağını” kaleme aldığı zaman, ülkede otokratik-feodal sistemin içinde “kapitalist üretim biçiminin hakimiyetinin gittikçe artmakta olduğunu” not ediyordu. Böylece Rusya’nın somut koşullarında, iki tip sosyal savaşım ortaya çıkarıyordu: Birincisi, feodal-Çar otokrasisine karşı demokratik mücadele -ki asıl olan buydu- ikincisi, gittikçe gelişen burjuvaziye karşı sosyalist mücadele. 1902’de, partinin önündeki acil siyasi görev, programda “çarlık otokrasisinin yıkılması, demokratik anayasa temelinde bir cumhuriyetin kurulması” olarak formüle edilmişti.

Programın hemen başına konan, işçi sınıfının gerçek kurtuluşunun ancak sosyalist devrimle olabileceği görüşü, partinin temel amacını gösteriyordu.
Programda, demokratik devrim ve onun ittifakları, sosyalist devrimle ilişkisi ayrıntılı olarak çözümlenmiyordu.

Lenin, 1905 devrim günlerinde yazdığı “demokratik devrimde sosyal demokrasinin iki taktiği” adlı eserinde, Rusya koşullarında, demokratik ve sosyalist devrim anlayışını ve aralarındaki ilişkiyi net olarak ortaya koydu. Şimdi İki Taktik’te önemli gördüğümüz fikirleri sıralayalım.

1- Lenin söz konusu olan eserinde, öndeki devrimin demokratik devrim olduğunu, sosyalist devrim olmadığını açıklarken şu noktalara dayanıyordu; a- Rusya’nın ulaşmış olduğu ekonomik gelişme düzeyi, b- İşçi sınıfının ulaşmış olduğu bilinç ve örgütlenme düzeyi yetersizdi. Ayrıca, birinci noktaya bağlı olarak Lenin “uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının henüz ne kadar az gelişmiş olduğunu” ekliyordu. Lenin, örgütlenme ve bilinçlendirme işinin başarısını da “demokratik dönüşümlerin eksiksiz gerçekleştirilmesine” bağlıyor. Sonuçta denilebilir ki “Rusya’da ekonomik ve siyasal sistemin dönüşümünün burjuva demokratik doğrultuda olması zorunlu ve kaçınılmaz olarak”(12) kabul ediyordu.
Biraz ileri gidip bir hatırlatma yapalım. Lenin sonradan, Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky adlı eserinde, demokratik devrimle-sosyalist devrim arasındaki ilişkiyi sadece bir ölçü üzerinden ele aldı: Proletaryanın hazırlık düzeyi ve yoksul köylülerle olan birliğin güçlüğü. Ayrıca Şubat Devriminin, burjuva demokratik görevleri çözemediğini ve Lenin’in deyimiyle Rusya’nın “burjuva demokrasisinin üzerine atladığına” şimdilik işaret edelim.

2- Lenin’in İki Taktik’teki, demokratik devrim anlayışının özüyle ilgili bir noktaya geliyoruz. Rus devrimi neden burjuva nitelikliydi? Lenin’e göre, demokratik reformlar, kapitalizme karşı burjuvazinin yönetimini ortadan kaldıran bir işlevi görmeyecek, aksine, kapitalizmin yaygın gelişimini sağlayacak ve otokratik yönetimin yerine, burjuva yönetimini mümkün hale getirecekti.

Türkiye solu için çok önemli olarak gördüğüm, İki Taktik okunurken atlanan bu anlayışı uzunca aktarmak zorundayım:

“Marksistler, Rus devriminin burjuva niteliğine kesinlikle inanmışlardır. Bu ne demektir? Bu demektir ki, siyasal sistemdeki demokratik reformlar ve Rusya için bir zorunluluk haline gelmiş bulunan toplumsal ve ekonomik reformlar, kendi başlarına kapitalizmin yok edilmesi, burjuva yönetiminin yok edilmesi anlamına gelmezler. Tersine, bunlar, gerçekten ilk kez olarak, Rusya’da kapitalizmin, Asya biçimi ile değil de, Avrupa biçimi ile yaygın ve hızlı bir biçimde gelişmesi için gerekli ortamı yaratacaktır; bunlar ilk kez olarak, sınıf olarak burjuvazinin yönetimini olanaklı kılacaktır...

“Ama bu hiçbir zaman demek değildir ki, demokratik devrim (toplumsal ve ekonomik özüyle burjuva olan devrim) proletarya için son derece büyük bir önem taşımayacaktır. Bu demek değildir ki, demokratik devrim, esas olarak, hem büyük kapitalistler, parababaları ve aydın toprak beyleri yararına olacak bir biçimde, hem de işçiler ve köylüler yararına olacak bir biçimde yer alamaz...

“Bir burjuva devrim, burjuva, yani kapitalist toplumsal ve ekonomik sistem çerçevesinin dışına çıkamayan bir devrimdir. Burjuva devrim, kapitalist gelişmenin gereksinimlerini ifade eder ve kapitalizmin temellerini yıkmaktan çok uzaktır, tersi yönde bir etki yapar -bu temelleri genişletir ve derinleştirir. Onun için bu devrim, yalnızca işçi sınıfının çıkarlarını değil, tüm burjuvazinin çıkarlarını da ifade eder. Burjuvazinin işçi sınıfı üzerindeki egemenliği kapitalizm koşullarında kaçınılmaz olduğuna göre, bir burjuva devriminin, proletarya çıkarlarını, burjuvazinin çıkarlarını ifade ettiği kadar etmediği pekala söylenebilir.”(13)

Gözden kaçmasın. Türkiye solu olarak. İki Taktik’e dayanarak ama İki Taktik’te olmayan “kapitalizme karşı demokratik devrim” görüşünü, programlarımıza yazarken yarattığımız çelişkinin farkında olmadık. Kapitalizme karşı demokratik devrim anlayışının, sonradan dünya komünist hareketinin eliyle geliştirildiğini bile çoğumuz farkedemedik. Onu zaten İki Taktik’te olan bir şey gibi ele aldık. Azınlıkta olmakla beraber, aşırı dogmatikler ve şabloncular ise, Türkiye’deki demokratik halk devriminin “kapitalizmi geliştireceğini”, İki Taktik’e dayanarak dile getirebildiler.

Lenin, öndeki demokratik devrimde “burjuva demokratik sınırların dışına çıkamayız ama bu sınırları fazlasıyla genişletebiliriz”(14) diyerek, gelişmenin ucunu açık bırakıyordu. Demokratik devrimde kim ağırlığını hissettirecekti? Gelişimin yönünü bu belirleyecekti. Eğer “toprak beyi ve büyük burjuva unsurlar ağır basarsa”, Çarla uzlaşan bu güçler, devrimi boğacaklar, onu sınırlayacaklar, burjuva demokratik görevleri reformcu tarzda ama tam olarak çözemeyeceklerdi. Eğer, bu devrimde “köylü ve proleter unsurlar ağır basarsa”, tüm burjuva demokratik görevler yerine getirilecek, sosyalist devrime yönelmenin koşulları ortaya çıkacaktı. Lenin, partinin görevinin demokratik devrimde durmak değil, kesintisiz olarak sosyalist devrime geçmek olduğunu, Avrupa sosyalist devrimiyle bağlantılı olarak ayrıca belirtiyordu.

Bolşevikler, Menşeviklerden, burjuva devrimini savunmak bakımından değil, devrimde burjuva ziye öncülük verme noktasında ayrılıyorlardı. Menşeviklerin mantığı çok sadeydi. Öndeki aşama burjuva demokratik devrimi olduğuna göre, gönüllü olarak öncülük burjuvaziye bırakılmalıydı. Şüphesiz ki bu görüşte, devrimin sürekliliği düşüncesinin kırıntısı yoktu.

Lenin, öncülüğün burjuvaziye bırakılmamasını, “işçilerin ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü” için savaşılmasını öne koymuştu. Bu diktatörlüğün bir dizi ara aşamadan geçmeksizin, kapitalizmin temellerini etkilemeyeceğini ama bu iktidarın köylülüğün yararına toprak mülkiyetinin yeniden dağılımını sağlayabileceğini, tam ve tutarlı bir demokrasiyi kurabileceğini, işçilerin yaşam düzeylerini yükseltebileceğini düşünüyordu.
3- Lenin’in önerdiği “işçilerin ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü” nasıl bir demokrasiye denk düşüyordu? Bir burjuva demokrasisi olarak adlandırılabilir miydi? Genel olarak bilinen, bu demokrasinin sosyalist demokrasiden çok az farklı olduğu, proletarya diktatörlüğünün yaklaşık bir biçimi olduğu yönündedir. Bu soruya Lenin cevap versin: “Kadetlerin monarşisi relatif bir burjuva demokrasisidir. Proleter-köylü cumhuriyeti de bir burjuva demokrasisidir.”(15)

Ancak, Lenin bu demokrasiyi, sıradan bir burjuva demokrasisi olarak değil, çok sık vurgulamasa da “küçük burjuva demokrasisi”, “köylü merkezli bir burjuva cumhuriyeti” olarak algılıyordu:

“Geleceğe gelince, bu özel mülkiyete karşı savaş, ücretli işçinin patrona karşı savaşımı, sosyalizm uğruna savaşımıdır. Burada istem birliği olmaz. Burada önümüzde duran otokrasiden cumhuriyete giden yol değil, küçük burjuva demokratik cumhuriyetinden sosyalizme giden yoldur.”(16)

Lenin yine İki Taktik’te “burjuva demokrasisi vardır, burjuva demokrasisi vardır” diyerek, kendisinin özüyle burjuva demokrasisi olarak algıladığı, işçilerin köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğüyle, sıradan burjuva demokrasisi arasına bir sınır koyar.
Üzerinde durduğumuz konuda, çekinmeden ikinci bir soru soralım: Lenin’in, demokratik devrimin iktidar modeli olarak savunduğu “işçilerin ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğünde” işçi sınıfının konumu neydi? Bu formül esas olarak, işçilerle köylüler arasındaki sınıf işbirliğinin gerekliliğini ifade ediyordu. Lenin, bu sınıf cephesi içinde proletaryanın sürükleyici güç olacağını öngörüyordu. Ama bu işbirliğinin kendi iç sorunlarına, bu diktatörlüğün hükümetinde hangi sınıfın temsilcilerinin ağırlık oluşturacağına, bu işbirliğinin hangi politik biçimler alacağına, gerekli olmadıkça girmekten kaçındı, muhtemel varsayımlar üzerinde durdu. İlginç olan bir varsayımı aktaralım:
Lenin’in, 1905’te Parvus’la bir tartışması var. Lenin Parvus’a verdiği cevapta, komünistlerin Rus proletaryasının başında hükümete gelmelerini, geçici ve arızî (eğreti) bir olgu olarak kabul ediyor ve bunun imkansız olduğunu söylüyor. Olabilecek olanın, öngörülen diktatörlüğün, devrimci demokrasinin farklı kesimlerinden gelen temsilcilerin katılımına, hatta ağırlığına dayanacağı belirtiliyor. Nedenini ise, proletaryanın Rusya‘da nüfusun azınlığını oluşturmasına bağlıyor.

“Eğer söz konusu olan geçici ve arızî episodlar değilse bu imkansızdır ve yine bu, tarihte iz bırakma yeteneğine sahip kalıcı bir devrimci diktatörlük olmayacaktır. Bu imkansızdır, çünkü ancak halkın geniş bir çoğunluğu tarafından desteklenen bir devrimci diktatörlük kalıcı olabilir (şüphesiz mutlak değil izafi anlamda). Rus proletaryası ise şu anda nüfusun azınlığıdır. Proletarya büyük, ezici bir çoğunluk haline sadece yarı-proleter küçük mülklüler vb. kitleleri ile, yani küçük burjuva şehir ve kır yoksulları kitleleri ile birleşirse gelebilir. Mümkün ve istenen bir devrimci demokratik diktatörlüğün sosyal temelinin böyle bir kompozisyonu kuşkusuz devrimci demokrasinin en heterojen temsilcilerinin ona katılımına hatta hakimiyetine kaçınılmazca yol açacaktır.”(17)

Genel olarak konuşursak Lenin, başarılı bir demokratik devrimde, hangi gücün ağırlıkta olacağı sorusunu, burjuvazi mi, işçi ve köylüler mi? diye sorar. Lenin’in vurguladığı nokta, demokratik devrimde proletaryanın yol gösterici bir güç olmasıdır. Devrimi ilerletebilecek, onu sosyalist devrime götürebilecek temel sınıf proletaryadır. Demokratik devrimin sosyalist devrimle tamamlanması, Avrupa sosyalist devrimiyle ilintili bir şekilde proletaryanın gücüne bağlı olacaktır.

Lenin şu varsayımı da gözönünde tutar: “Proletaryanın gücü buna yetmezse, demokratik devrimin başında burjuvazi bulunacak ve devrime tutarsız ve çıkarcı bir nitelik aşılanacaktır.”(18)

Ayrıca şu tehlikeye dikkat çeker: “Sosyalist demokrasi olayların akışı içerisinde, proleter bağımsızlığın damgasını olaylara vurmayabilir; öylesine zayıf olabilir ki, tüm olarak ve son tahlilde, burjuva demokrasisi içinde ‘erimesi’ herşeye karşın tarihsel bir olgu haline gelebilir.”(19)

4- Demokratik devrimde ve sosyalist devrimde ittifaklar sorununa, Lenin’in nasıl yaklaştığına da kısaca değinilmeli. Uzatmadan Lenin’den alıyorum: “Proletarya otokrasinin direnişini zorla ezmek ve burjuvazinin ardıcılsızlığını köreltmek için, köylü yığınlarını yanına alıp demokratik devrimi sonuna kadar götürmelidir. Proletarya burjuvazinin direnişini zorla kırmak ve köylülükle küçük burjuvazinin kaypaklığını paralize etmek için, halkın yarı proleter yığınlarını yanına alıp sosyalist devrimi gerçekleştirmelidir.”(20)
Burada göstermek istediğim birinci nokta, iki ayrı devrim, iki ayrı ittifak anlayışıdır. Ekim Sosyalist Devrimi’nde bu ittifaksal anlayış, tek devrim içinde gerçekleşti. Köylülük bütünüyle Ekim Devrimi’ni destekledi. Çünkü köylülüğe, burjuva demokratik devrim görevlerini ancak Ekim Devrimi’nin çözebileceği gösterildi. Lenin, 1916’da Avrupa’da sosyalist devrimde ittifaklar sorununa şöyle yanaştı: “Avrupa’da sosyalist devrim bütün ezilenlerin ve hoşnutsuz öğelerin yığın savaşımının patlak vermesinden başka bir şey olamaz. Küçük burjuvaziden ve bilinçsiz işçilerden öğeler, bu devrime kaçınılmaz olarak katılacaklardır-bu katılma olmadan yığın savaşı olanaklı değildir, hiçbir devrim olanaklı değildir.”(21)

Ayrıca günümüzde, sosyalist devrimin bağlaşık güçleri sorunu, daha ayrıntılı olarak tartışılabilir, tartışılıyor. Konuyu dağıtmamak için, şu biçimde de yanaşıldığını gösterip geçelim: “Lenin, hiç kuşkusuz köylüleri, işçi sınıfının tek müttefiki olarak görmemiştir. Proleter olmayan kent emekçilerini de -aydınlar, memurlar, küçük burjuvazi-sosyalist devrimin siyasal ordusunu oluşturacak bir toplumsal tabandır.”(22)

5- Lenin, Rusya’daki devrimin burjuva niteliği üzerinde direnirken ve burjuva gelişimin zorunlu bir aşama olarak ele alınmasını isterken dayandığı görüş neydi? Bu soru açık bir yanıt istiyor. Lenin şu önermeden yola çıkıyordu: “Marksizm bize meta üretimine dayanan ve uygarlaşmış kapitalist ülkelerle ticari ilişkiler içerisine giren bir toplumun, gelişmesinin belli bir aşamasında, kaçınılmaz olarak kapitalizm yolunu tutmak zorunda olduğunu öğretir.”(23)

Lenin’e göre, kapitalizm mutlaka yaşanacağı için bu iki biçimde olabilirdi. Ya reformcu yolla burjuvazi Çarlıkla uzlaşır, liberal bir anayasa temelinde pazarlık yaparak, “feodal sistemin saygıdeğer kurumlarını (monarşi gibi) kayırarak” kapitalizm yoluna, özgürlükleri kısıtlı bir burjuva monarşisi yoluna girilecekti. Ya da olaylar, devrimin Çarlık üzerinde kesin bir zaferiyle son bulacak, Çar yıkılacak, proletaryanın ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü eliyle, burjuva demokratik görevler yerine getirilecek, bir demokratik burjuva cumhuriyeti kurulacaktı. Böylece, her iki biçimde de kapitalizm yaşanmış olacak. Lenin’e göre ikinci yol işçilerin, köylülerin daha çok yararına olan bir yoldu. Ayrıca, sosyalist devrime proletaryayı yaklaştırıyordu.

Lenin, demokratik devrim fikrini kabul ederken, kapitalizmin gelişme biçimleri bakımından da sorunu ele alarak aynı sonuca varıyordu. Kapitalizm iki yoldan gelişebilirdi. Ya burjuvazinin istediği, reformcu olan Prusya yolu olacaktır -ki bu toprak sahipleri ile uzlaşarak, onları kapitalistleştirmeyi öngörür- ya da proletaryanın isteği olarak Amerikan yolu olur -ki bu da burjuva devrimini gerekli kılar, feodalizmi süpürmeyi işçilerin ve köylülerin diktatörlüğü altında, kapitalizmi geliştirmeyi hedefler.

“Bizim ülkemizde şu aşamada devrimci yığın mücadelesinin tüm içeriği Rusya’da bir Junker-burjuva devleti mi (Stolypin ve Kadetlerin istediği gibi) yoksa bir köylü burjuva devleti mi (işçi ve köylülerin istedği gibi) olacağı üzerinedir...

“Objektif ekonomik sebepler yüzündendir ki bu devrimde bizim için köylü-çiftçiler burjuva merkezli cumhuriyeti ile Junker-toprak ağalarının burjuva merkezli monarşisi arasındakinden başka bir ‘tercih’ yoktur ve olamaz.”(24)

“Burjuva devletinden kurtulamayız. Sadece küçük burjuva filistenler böyle yapmayı hayal edebilirler. Devrimimiz bir burjuva devrimidir, çünkü özellikle sürmekte olan mücadele sosyalizm ile kapitalizm arasında değil fakat, kapitalizmin iki biçimi arasında gelişmenin iki yolu arasında, burjuva demokratik kurumların iki biçimi arasındadır.”(25)

Açıkça görülüyor ki Lenin, bir süreyi kapsayacak burjuva devletini, onun kapitalizmini kaçınılmaz görüyor. Lenin’in dayandığı yan fikir; kapitalizm ne kadar demokratik olursa ve geniş tarzdaz yayılırsa, ölümünün o kadar yakınlaşacağıdır. Amerikan yolunu açacak burjuva devrim, üretici güçleri geliştirecek, işçi sınıfını büyütecektir. Bolşeviklerin tercihi, Prusya yoluna karşı Amerikan yoludur (demokratik devrim yoluyla, işçilerin ve köylülerin diktatörlüğü altında).

Teorinin bir hipotez yanı var. O günkü pratikten çıkarak bir öngörüye dayanıyor. Bu öngörü gerçekleşebilir, gerçekleşmeyebilir ya da başka bir tarzla ortaya çıkabilir.
1917 Şubat Devrimi’nde ne oldu? Çarlık yıkıldı ama, asıl iktidara, işçiler ve köylüler değil, burjuvazi oturdu. İktidara işçiler-köylüler gelip demokratik görevleri çözemediler, sadece yan bir iktidar oluşturdular. Böylece, Amerikan yolu da Lenin’in öngörüsü temelinde hayata geçmemiş oldu. Başka bir biçimde ikili iktidar ortaya çıktı. Çarlık reformcu yolla burjuva monarşisine de dönmedi. Özellikle Stolypin döneminde böyle bir çaba oldu, ama yetersiz kaldı. Ekim devrimi, bir burjuva cumhuriyeti değil, bir Sovyet cumhuriyeti yarattı. Burjuva görevler de ancak o zaman çözüldü. Lenin 1919’da şöyle bir değerlendirme yapar: “Nasıl oluyor da, Avrupa’nın en geri ülkelerinden biri, proletarya diktatörlüğünün kurulmasında ve Sovyet cumhuriyetinin örgütlenmesinde ilk ülke oluyor? Rusya’nın geriliği ile burjuva demokrasisinden atlayarak demokrasinin en yüksek biçimine, Sovyete, yani proleter demokrasisine yapmış olduğu ‘sıçrama’ arasındaki çelişki olduğunu söylersek pek yanılmış olmayacağız...

“Proletarya diktatörlüğünün kurulmasının esas olarak, Rusya’nın geriliğiyle onun burjuva demokrasisinin üzerinden sıçraması arasındaki çelişkiyi doğurmuş olması şaşırtıcı değil midir?”(26)

Ayrıca, günümüzde şu da eklenmeli: Artık çağımızda kapitalizmi yaşamak mutlak olarak zorunlu değildir. Lenin, ölmeden önce bunu teoriye soktu. Kapitalist olmayan yoldan sosyalizme yönelen ülkeler bunun pratiğini kanıtlıyor. Lenin’in 1920’deki, tartıştığımız konuyla ilgili düşüncelerini yazıyorum: “İktisadi gelişmenin kapitalist aşamasının, halen kurtuluş yolunda ilerleyen ve aralarında savaştan bu yana ileri bir hareket görülen geri kalmış halklar için kaçınılmaz bir aşama olduğu görüşünü, doğru bir görüş sayabilir miyiz? Biz buna olumsuz bir yanıt verdik.”(27)

6- Lenin’in, demokratik devrimin, nasıl sosyalist devrimle tamamlanacağı anlayışı yine İki Taktik’te gözden kaçan başka bir önemli nokta üzerinde durulmalı: Avrupa sosyalist devrimiyle Rusya’daki demokratik devrimin arasındaki ilişki sorunu. Genel olarak bilinen, Lenin’in İki Taktik’te, demokratik devrim başlar başlamaz, hemen sosyalist devrime geçişi savunduğudur. Halbuki bu, gerçeğe uymaz. İki Taktik’te yazılanlardan çıkan öz anlayış, demokratik devrimle sosyalist devrim arasında, kaderini Avrupa sosyalist devrimine bağlamış bir zaman aralığı olduğudur.

Bolşevikler, demokratik devrim başladıktan sonra, onunla yetinmek yerine, devrim yangınını Avrupa’ya taşıyacaklar. Avrupa proletaryası ise, sosyalist devrimini yaptıktan sonra Bolşevikler’e, sosyalist devrimleri için yardım edecektir. Lenin’e göre, bu kesintisiz bir süreçtir. Bu arada ülke içinde demokratik devrimi, işçi ve köylülerin devrimci demokrat diktatörlüğü ile taçlandırmış proletarya, burjuvaziye karşı savaşımda eli kolu bağlı olmayacak, burjuva demokrasisi içinde erimeyecek, tüm devrime proleter damgasını vurarak, Avrupa proletaryasının sosyalist devriminin yardımıyla, kendi sosyalist devrimini tamamlayacaktı. Bu anlayış Lenin’den gösterilmeli: “Bu (demokratik) diktatörlük... -sonuncu olarak, önem bakımından sonuncu olarak değil- devrim yangınını Avrupa’ya taşıyabilecektir. Böyle bir zafer, henüz burjuva devrimimizi hiçbir biçimde sosyalist bir devrime dönüştürmeyecektir; demokratik devrim bir anda burjuvazinin toplumsal ve ekonomik ilişkilerinin sınırlarını geçmeyecektir.

“Proletaryanın Avrupa’da zafere ulaşması (oysa devrimin Avrupa’ya yayılmasıyla proletaryanın zafere erişmesi arasında belirli bir aralık vardır) Rus burjuvazisinin çılgınca yürütülecek karşı-devrimci direnişine neden olacaktır.

“Çünkü böyle bir zafer, Avrupa’yı ayağa kaldırmamıza olanak verecek, Avrupa’daki sosyalist proletarya ise, burjuvazinin boyunduruğunu attıktan sonra, bize, sosyalist devrimi gerçekleştirmemiz için yardım edecektir.”(28)

Lenin 1906’da, demokratik devrimin, Batı’daki sosyalist devrimle bağlantısı konusunda çok daha ilerilere gider. Plehanov, demokratik devrimden geriye dönüş noktasında, nasıl bir garantimiz var diye sorduğunda, Lenin ona şu cevabı verir: “Geriye dönüşe karşı tek garanti batıdaki   sosyalist devrimdir. Kelimenin gerçek ve tam anlamıyla başka bir garanti olamaz, bu şart gerçekleşmeksizin... Geriye dönüş sadece mümkün değil fakat mutlak olarak kaçınılmazdır. Bunu şöyle formüle edeceğim: Rus devrimi kendi gücüyle zafer kazanabilir; fakat kazanımlarını kendi gücüyle tutması ve sağlamlaştırması mümkün değildir. Bunları batıdaki sosyalist devrim olmadıkça başaramaz.”(29) Kapitalizmin eşitsiz gelişim yasası ve dünya üzerindeki sınıf mücadelesi neyi gösterir? 1917 Ekim Devrimi’nden sonra bile, Avrupa’da sosyalist devrim patlak vermedi ama Rusya sosyalist devrimi yaşadı. Lenin, 5 Temmuz 1921’de, Komünist Enternasyonal’in 3. Kongre’ye sunduğu raporda, gelişimin Bolşevikler’in umduğu gibi dümdüz bir yol izlemediğini kabul etti: “Uluslararası devrimin desteği olmaksızın proletarya devriminin tam zafere ulaşmasının olanaksızlığını iyice biliyorduk. Devrimden sonra olduğu kadar, devrimden önce de kendi kendimize şöyle diyorduk; ya gelişmiş kapitalist ülkelerde de devrim derhal olmasa bile kısa zamanda patlak verecektir ya da yokolup gideceğiz... Gerçekte, hareket umduğumuz gibi dümdüz bir yol izlemedi. Kapitalizm açısından en gelişmiş öteki büyük ülkelerde devrim patlak vermedi.”(30)

7- Tekrar 1905’e dönüp bir soru yöneltelim. Peki, Avrupa’da sosyalist devrim olana kadar, Rusya’da sosyalist devrim gündeme gelemeyecek miydi? Lenin’in, kapitalizmin gelişiminin iki yol üzerine söylediklerinden yola çıkarak bu soruyu yanıtlayalım:

Birinci yol, Amerikan yolu gerçekleşirse, ki bu köylü merkezli burjuva demokrasisi yoluydu. Bundan sonra sosyalist devrim gündeme geliyordu.

“Bir gün gelecek Rus otokrasisine karşı yürütülen savaş sona erecek ve Rusya için demokratik-devrim dönemi geçmiş olacak; ve o zaman proletarya ile köylülüğün ‘istem birliği’nden, demokratik diktatörlükten söz etmek gülünç olacaktır. O dönemde doğrudan doğruya proletaryanın sosyalist diktatörlüğü üzerinde düşüneceğiz ve bundan enine boyuna ayrıntılı söz edeceğiz.”(31)

İkinci yol gerçekleşirse, yani devrim düşük bir anayasa ile sonuçlanırsa, burjuvazi Çarla uzlaşarak kendisine anayasal haklar elde ederse, reformcu yolla, Çarlık burjuva monarşisisine dönüşecek, kapitalizm bu yolla gelişecek. Bu durumda, proletarya gündemine sosyalist devrimi alacak. Lenin 1906’da devrimin hızının düştüğü dönemde şöyle yazar: “Devrimin artık sona erdiğini gördüğümüzde bunu açıkça ve doğrudan söylemekte tereddüt etmeyeceğiz. O zaman tüm halkın gözü önünde platformumuzdan tüm acil devrimci sloganları çıkartacağız (kurucu meclis gibi)...

“Proletaryaya burjuvazinin ihaneti ve küçük mülk sahiplerinin yalpalanmasının burjuva devrimini öldürdüğünü ve proletaryanın şimdi kendisinin yeni bir devrimi, sosyalist devrimi hazırlayacağını ve yapacağını söyleyecek ve kanıtlayacağız.”(32)
Lenin’in soruna bu tür yaklaşımı, devrimin Şubat’ta onun düşünmediği bir tarzda gerçekleşmesine rağmen, sosyalist devrimi gündeme almasına yardım etti. Burada çok önemli bir fikir gizlidir. İster reformcu tarzda olsun, ister devrimci tarzda olsun, burjuvazinin yönetimi olanaklı hale geldiğinde -ki bu iktidar sorununa bağlıdır- sosyalist devrim gündeme gelir. Lenin’in Rusya’da demokratik devrimi savunduğu dönemde, Junker-burjuva Almanya’sı için sosyalizmi öngörüyordu. Türkiye solu için öğretici olacağını düşünerek aktarıyorum. Önce İki Taktik’ten: “Alman sosyal demokrasisi cumhuriyet isteğini programına almamıştır. Almanya’da durum öyle ki, pratikte cumhuriyet sorunu, sosyalizmden ayrı olarak (her ne kadar Engels, Erfurt programı tasarısı üstüne 1891’de yazdığı notlarda, Almanya’yla ilgili olarak, cumhuriyeti ve cumhuriyet için savaşımı küçümsemeye karşı uyarılarda bulunduysa da) ele alınamaz, Rus sosyal demokrasisinde programdan ve ajitasyondan cumhuriyet isteğinin çıkarılması sorunu tartışma konusu bile olmadı, çünkü bizde cumhuriyet sorunu ile sosyalizm sorunu arasındaki sıkı bağların sözü bile edilemez. 1898’de bir Alman sosyaldemokratının cumhuriyet sorununu özel olarak ön plana almaması doğaldır.”(33)

Lenin, 1907 yıllarında ayrıca şöyle konuşur: “Rusya’da şu andaki yeni burjuva devrimi görevlerini tartışırken, burjuva devletin merkezi otoritesini kuvvetlendirmememiz gerektiğini söyleyenler, tam bir düşünce yetersizliği göstermekteler. Almanlar konuyu böyle koyabilirler, koymalıdırlar da; çünkü onların önünde sadece bir Junker-burjuva Almanya mevcuttur; ve sosyalizm kurulana kadar da başka bir Almanya olmayacaktır.”(34)

İlerde sosyalist devrim sorunu üzerinde daha detaylı duracağımız için şimdilik yeterli olduğunu sanıyorum.

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 3
30.09.2015- 06:04

Şubat Devrimi ve Nisan Tezleri

1905 Devrimi’nin hızını yitirdiği, burjuvaziyle Çarlığın uzlaşma ihtimalinin belirdiği, Rus feodal otokrasisinin burjuva monarşisine dönüşme eğilimlerinin başladığı 1907 sonrası gericilik döneminden, Nisan 1917’ye kadar, İki Taktik’teki demokratik devrim, değişik vurgularla olsa da Lenin tarafından savunuldu. (Bu dönemin içinde, I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden sonraki zaman diliminin özel bir anlamı vardır. Bu dönemde, demokratik burjuva reformlarla, tüm demokrasinin talepleriyle, kapitalizm arasındaki ilişki yeni bir tarzda ele alınmaya başlandı. Bu, ayrı bir tartışma noktası olduğu için girmeyeceğim.)

Hemen 1917 Şubat’ına gelelim. Bu devrim, gecikmiş bir burjuva devrimiydi. Çarlık, halk güçlerinin desteğiyle yıkıldı, iktidara gelip burjuvazi oturdu. Ancak Sovyetler eliyle ikinci bir yan iktidar odağı da ortaya çıktı. Burjuvazinin hiç bir demokratik sorunu çözecek potansiyeli yoktu. Çözemedi de.

Şubat’a kadar Bolşevikler, başarılı bir demokratik burjuva devriminin ancak “işçilerin ve köylülerin devrimci-demokratik diktatörlüğü ile tamamlanacağını söylemişlerdi. Fakat Şubat Devrimi’nin ortaya çıkardığı ikili iktidar temelinde, sorunun yeniden ele alınması gerekiyordu.

Lenin yurtdışındayken, Bolşevik partisine egemen olan anlayış, geçici hükümetin “ulusal savunma” anlayışı ile desteklenmesi ve onu, demokratik görevleri yerine getirmesi için zorlamaktı. Lenin, İki Taktik’i “aşarak”, Nisan Tezleri’yle çıktı geldi. İlk iş olarak Nisan Tezleri’nde, geçici hükümetin desteklenmemesini istedi ve artık işçi sınıfının önündeki görevin, bir parlamenter burjuva cumhuriyeti değil, işçi ve yoksul köylülere dayanan, bir işçi ve köylü Sovyet cumhuriyeti olduğunu belirtti: “Rusya’nın şu andaki durumunda orijinal olan şey, proletaryanın bilinç ve örgütlenme derecesinin yetersizliğinden ötürü iktidarı burjuvaziye vermiş olan devrimin birinci aşamasından, iktidarı proletaryaya ve köylülüğün yoksul katlarına devredecek olan ikinci aşamasına geçiştir.”(35)
Hemen belirtelim ki Lenin’in önerdiği, sosyalizmin hemen getirilmesi değil, sosyalizme geçiş tedbirleriydi. Lenin’in karşıtları, sözkonusu sosyalizme geçiş tedbirlerini “hemen sosyalizmin getirilmesi” olarak algılıyorlar, Lenin’i “burjuva demokratik devrimin görevleri üzerinden atlamakla” suçluyorlardı. Gerçekte Lenin, sosyalist devrime ulaşmanın programını formüle etmeye çalışıyordu. Bu nokta üzerinde ileride durulacak.
Eski çizgiye dogmatikçe bağlı bir kısım Bolşevik, burjuva demokratik görevlerin tamamlanmadığına ve işçiler ve köylülerin devrimci diktatörlüğünün egemen olmadığına bakarak, daha önce savunulan anlayışı (demokratik devrimi tamamlama) devam ettirmek istiyorlardı. Doğaldır ki Lenin’in, iktidarda artık burjuvazinin olduğunu söyleyerek önerdiği “işçilerin ve yoksul köylülerin diktatörlüğü” sloganını sol sekter buluyorlardı. Lenin, bu tür görüşlerin yanlışlığını açıkladı ve burjuva demokratik devrimin tamamlanması sorununa şöyle yanaştı: “ Şubat-Mart 1917 Devrimi’nden önce devlet iktidarı, Rusya’da, eski bir sınıfa, başında Nikola Romanov’un bulunduğu feodal toprak soylularına aitti.
“Bu devrimden sonra, iktidar başka bir sınıfa, burjuvaziye ait bulunuyor.

“İktidarın bir sınıftan ötekine geçişi kelimenin bilimsel anlamıyla olduğu kadar politik ve pratik anlamıyla da bir devrimin birinci, başlıca ve esas belirtisidir. Burjuva devrimi ya da burjuva demokratik devrim Rusya’da, bu ölçüde, bu bakımdan tamamlanmıştır.”(36)
Lenin’e göre, ikili iktidarın bir yanında egemen olarak burjuvazi varsa, ikinci yanında da “işçi ve asker vekilleri sovyetleri” vardı. İktidarın ikinci yanı olan bu organlar şimdiden gerçekleşen “proletaryanın ve köylülerin diktatörlüğüydü.” Ancak daha önce söylendiği gibi, iktidara egemen olarak değil.

“Her kim ki, bugün, ‘proletaryanın ve köylülerin devrimci demokratik iktidarı’ından başka söz etmez, hayatın gerisinde kalır ve bu yüzden de, pratik olarak, proletarya sınıfının mücadelesine karşı küçük-burjuvaziye geçer...

“Eskiden yapıldığı gibi, burjuva devrimini ‘tamamlama’ meselesini ortaya atmak, canlı marksizmi ölü metinlere feda etmek demektir.”

“Eski formül şöyleydi: burjuvazinin egemenliğinin yerini proletarya ve köylülüğün egemenliği, onların iktidarı alabilir ve almalıdır.

“Oysa, gerçek hayatta, daha şimdiden bambaşka birşey görüyoruz: bu ikisinin, birinin ve ötekinin, son derece orijinal, yeni, şimdiye kadar hiç görülmemiş bir biçimde, birbirine geçişini. Önümüzde, yanyana, bir arada, aynı zamanda hem burjuvazinin egemenliği (Llov-Guçkov hükümeti), hem de kendi isteğiyle iktidarı burjuvaziye bırakan, isteyerek burjuvazinin kuyruğuna takılan proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik iktidarı.”(37)

Lenin, Nisan Tezleri’nde, partinin görevleri arasına, 1903’te yazılmış “eskimiş olan asgari programı düzeltmek” diye bir madde koyar. 1917 Hazıran’ında da bir program taslağı hazırlanır. Bu program taslağı, 1903 programının genel perspektifini değiştirir. Eski programda partinin acil görevi “demokratik bir burjuva cumhuriyet” iken, 1917 program taslağında “burjuva parlamenter demokratik cumhuriyetle yetinilemeyeceği” belirtilir. Yeni program taslağı şöyle yazar: “Proletarya partisinin acil görevi, genel olarak halkın haklarını ve ekonomik gelişmeyi en iyi garantileyecek ve özel olarak da sosyalizme en az ağrılı geçişi mümkün kılacak bir politik sistem için mücadele etmektir.”(38)

Yine aynı program taslağının girişinde, emperyalizm olgusu incelenir ve proletaryanın emperyalist çağdaki görevi için şöyle denir: “Objektif şartlar, kısacası sosyalist devrim demek olan ekonomik ve politik tedbirleri almak üzere, siyasi iktidarın ele geçirilmesi için proletaryanın her yolla hazırlanmasını, günün en acil görevi yapmaktadır.”(39)

Burada bir parantez açıp bir değerlendirme yapılmalı: Lenin artık, sosyalizmi dünya çapında yakın ve ulaşılabilir bir hedef olarak görür. Bir bakıma 1850’lerle Marks-Engels döneminde yanlış olan bu öngörü, Lenin tarafından bu çağda artık doğru kabul edilir.
1917 Temmuz’unda karşı devrim atağa kalktığı, devlet içinde gerçek anlamda iktidarı ele geçirdiği dönemde ise şöyle yazar: “Mücadelenin, partimizin programının uygulanması ereğiyle iktidarın en yoksul köylülerce desteklenen proletarya tarafından ele geçirilmesinden başka bir hedefi olamaz.”(40)

Nisan’dan bu yana anlattığımız şeylerden Lenin’in, saf bir sosyalist devrim programıyla halkın önüne çıktığı söylenebilir mi? Bu bölümün başlangıcında değinmiştik. Bu soruya olumsuz cevap vermek gerekiyor. Bolşevikler, uygulandığında sosyalizmin içine girilecek devrimci demokrat bir program öne çıkarıyorlardı. Şimdi bunu inceleyelim. Ayrıca, Türkiye somutunda geliştirilecek demokratik programların mantığını anlamada, bunun gerekli olduğunu düşünüyorum.

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 4
30.09.2015- 06:06

Ekim Öncesi Devrimci-Demokrat İktidar Programı

Lenin, Nisan’dan itibaren geliştirdiği devrimci demokratik programını, Eylül 1917’de daha açık ifade eder. “Yaklaşan Felaket ve Ona Karşı Savaşmanın Yolları” broşürü bu amacı somutlar. Yakından bakalım: “Rusya o dönemde yıkımın eşiğine gelmiştir. Demiryollarının işleyişinden, fabrikalara hammadde taşımasına, tahıl dağıtımına kadar bir kaos başlamıştır. İşsizlik gittikçe artmaktadır. Burjuvazi üretimi sabote ediyor. Açlık tehlikesi ise kapıdadır. Lenin böyle bir ortamda söz konusu broşürü yazıyor. Halka, ne yapılırsa bu felaketin durdurabileceğini gösteriyor. Bu broşür, global politika yapan, sadece ‘sosyalist devrim’den bahsedip duranların dikkatle incelemesi gereken bir eserdir, aynı zamanda. Lenin, halkın acil çözüm bekleyen sorunlarından hareketle, burjuvaziye karşı bir dizi önlem öneriyor. O, halkı devrimci bir demokrasi savaşımının içerisinden geçirerek sosyalist devrime vardırmayı hedefliyor. Şubat-Ekim arası, Bolşevikler’in tüm propagandası bu amaca yöneliktir. Lenin’in bu dönem kaleme aldığı “Devrimin Görevleri” makalesi de, yığınların nasıl bir devrimci-demokrat program temelinde eğitilebileceğini gösteriyor. Lenin, böylesi bir programın amacını da açıklıyor: “Bu program yoluyla en yoksul en yeteneksiz tabakalara, yığınlara, memurlara, işçilere, köylülere, yalnız bizimle beraber olanlara değil, özellikle sosyalist-devrimcilere, partisizlere, bilgisi az olan kişilere yaklaşalım. Onları, kendi kendilerine düşünüp fikir yürütmeye, kendi kendilerine karar almaya, kendi delegelerini konferansa, Sovyetlere, hükümete göndermeye sevketmek için uğraşalım.”(41)

Lenin, devrimci-demokrat bir iktidarın alınması gereken önlemleri -ki bu önlemler Sosyalizme geçiş tedbirlerinden başka bir şey değildir- şöyle sıralıyor (yanlış anlaşılmasın. Bu önlemler, Lenin’in savunduğu demokrasi programının tümü değil sadece öz kısmıdır. Daha önce bahsedilen makalede, programın daha geniş bölümünü bulmak mümkün.)

“1- Tüm bankaların tek bir banka olarak birleştirilmesi ve üzerinde devlet kontrolünün sağlanması ya da bankaların ulusallaştırılması,
2- Monopollerin, yani en büyük tekelci kapitalist birliklerin (şeker, petrol, kömür, demir-çelik ve öbür monopoller) ulusallaştırılması,
3- Ticari gizliliğin ilgası,
4- Sanayici, tüccar ve işverenlerin zorunlu olarak sanayi birliklerinde birleştirilmeleri,
5- Halkın tüketici örgütlerinde zorunlu örgütlenmesi, bu tür örgütlerin teşvki görmesi ve denetim altında tutulması.”(42)

Lenin, yukarıda sayılan her önlemi ayrı ayrı ele alıp inceler, onların halk için önemini gösterir. Bu önlemlerin gerçekleşmesinin, bu felaketi önleyecek tek yol olduğunu belirtir: “Mali düzensizlik ve kaçınılmaz bir mali çözülmeye karşı, sermayenin, çıkarlarını devrimci biçimde yok etmekten başka yol yoktur, bu denetim ‘aşağıdan gelecek, işçilerin ve köylülerin kapitalistler üzerinde kontrolü kurulacaktır’.”(A.g.e.)

Bütün bu önlemleri hayata geçirmek için devrimci proletaryanın önderliğinde demokratik bir devrimci diktatörlük gerekiyor. Yani demokrasinin gerçekten devrimci olması gerekiyor. Meselenin kritik noktası budur.

“Bugün Rusya’da demokratlar gerçekten devrimci olabilmek için proletarya ile çok yanlı bir bağlaşıklık içinde yürümek ve bu tek gerçek devrimci sınıfın savaşımını desteklemek zorundadırlar.”(A.g.e.)

Burada Lenin’in savunduğu devrimci-demokratik iktidarla, Lenin’in İki Taktik’te demokratik devrim için savunduğu “işçilerin ve köylülerin devrimci-demokratik diktatörlüğü” çok farklıdır. Bu noktayı biraz açalım. Devrimci-demokrat önlemlerin, sosyalist devrim ve sosyalizmle ilişkisini Lenin nasıl görüyor? Sosyalist devrimcilerin ve Menşeviklerin “burada tanımlanan önlemlerin çoğu, şimdiden demokratik değil, sosyalist önlemlerdir” yaklaşımına karşı konuşurken Lenin, yukarıdaki soruyu cevaplıyor. Uzunca aktarıyorum:

“Sosyalizm için olgunlaşmadığımızı, sosyalizmi ‘öne sürmek’ için çok erken olduğunu, bizim devrimimizin bir burjuva devrimi olduğunu ve bu yüzden burjuvazinin hizmetçileri olmamız gerektiğini söylemeye çalışıyorlar...

“Şimdi Junker kapitalist devleti yerine, toprak sahipleri ve kapitalistler devleti yerine devrimci demokrat bir devlet, yani devrimci bir tavırla tüm ayrıcalıkları kaldıran ve devrimci bir tavırla kusursuz bir demokrasi sunan bir devlet düşünmeye çalışalım. Bu durumda göreceksiniz ki, böylesi gerçek bir devrimci demokrat devlette tekelci devlet kapitalizmi, kaçınılmaz olarak, ister istemez sosyalizme doğru atılmış bir, hatta birden çok adım anlamına gelecektir...

“Çünkü sosyalizm aslında kapitalist devlet tekelinin hemen bir sonraki aşamasından başka bir şey değildir...

“Gelişmenin nesnel durumunu gözönüne alırsak sosyalizme doğru ilerlemeksizin tekellerden (üstelik savaş da bunların sayısını, rolünü ve önemini on kat artırdı) öteye bir adım gitmek olanaksızdır.

“Ya gerçek devrimci demokratlar olacağız, bu durumda sosyalizme doğru adım atmaktan korkmak zorunda olmayız. Ya da sosyalizme doğru adımlar atmaktan korkarız ve Plekhanov, Dan veya Chernov gibi devrimimizin bir burjuva devrimi olduğunu, sosyalizmin ‘getirilemeyeceğini’ ileri sürerek bu adımları mahkum ederiz...

“...modern kapitalizmin tüm pencerelerinden sosyalizm bize bakıyor, bu modern kapitalizmin temelinde ileriye doğru bir adım atılmasını sağlayan her önemli önlemle pratik olarak, doğrudan sosyalizm biçimlenmektedir.”(A.g.e.)

Lenin’in mantığı diyalektiktir. Bu program uygulandığında, sosyalizme geçiş başlamış oluyor. Böyle bir programı ise ancak proletaryanın hegemonyasında, onun ağırlığındaki bir iktidar uygulayabilir. Ortada paradoksal bir yaklaşım varmış gibi gözüküyor, ama değil!
Kapitalizmin o ana kadar çözemediği, biriktirdiği tüm demokratik sorunların artık “burjuva sınırlar korunarak” aşılamayacağı görüldüğünden, sosyalist karakterli bir iktidarın görev alanına girilmiş olunuyor. Önemlidir, dikkat ediniz. Lenin “devrimci demokrat bir devrim” arkasından “sosyalist devrim” diye iki formül yapmıyor, iki devrim savunmuyor. (İki Taktik’te söz konusu olanın gerçek anlamda iki devrim olduğunu daha önce göstermiştik.)
Lenin, iktidar ancak proletarya tarafından bir kez ele geçirildikten sonra, hem demokratik hem de sosyalist görevlerin çözülebileceğini biliyor.

Burada şöyle düşünülebilir: Bir tek devrimin iki yanı olarak iktidar, burjuva demokratik görevleri çözdükçe bir demokratik devrimden, sosyalist görevlere el attıkça (çünkü, burjuva-demokratik görevlerin önündeki engelleri emperyalizm çağında kapitalizm oluşturuyor) bir sosyalist devrimden bahsedilebilir. Ancak emperyalizm döneminde, demokratik ve sosyalist görevler o kadar içiçe girmiştir ki, bu ayrım, anlayış kolaylığı dışında bir şey sağlamıyor. İktidarın, proletaryanın hegemonyasında, onun politik ağırlığında bir kez ele geçirilmesi, altı çizilmesi gereken noktadır. Ekim Devrimi, 20. yüzyılın tüm devrimleri, bu gerçeği her seferinde doğruladı.

Devrimci-demokrat programın neden gerektiği üzerine kısaca durmuştum. Açık olarak şöyle sorulabilir: Şubat’tan sonra, Rusya’nın önündeki devrim sosyalist devrim olduğuna göre, neden Bolşevikler derhal bir sosyalist devrim programıyla ortaya çıkmadılar? Araya, ancak proletaryanın iktidarında (ki İki Taktik’i hatırlarsak sosyalist devrim anlamına geliyor) tam olarak uygulanabilecek ve sosyalizme gidebilecek, devrimci-demokrat bir programı soktular.

Şu basit nedenle: Bolşevikler, henüz halkın çoğunluğunu kazanmamışlardı. Sovyetler’de ağırlık, küçük burjuva yönetimi izliyordu. Yığınları, kendi pratik ihtiyaçları temelinde eğitmeden -ki bu devrimci-demokrat bir programı gerektiriyordu- devrimin politik yığın ordusu hazırlanamazdı. Böylesine bir program, Bolşeviklerin, köylülerin toprak istemine de cevap verebilmesini sağlayarak, Sovyetler’de köylülerin desteğini almayı, sosyalist devrimi destekleyecek güçler yelpazesini genişletmeyi amaçlıyordu. Burjuva demokratik görevlerle yüklü bir ülkede, köylülerin çoğunluğunu kazanmak için, komünistler bu görevleri çözmeye aday olduklarını, devrimci-demokrat bir programla göstermeliydi. (1917 Haziran parti program taslağında, demokratik görevler ayrıca belirtilmişti.)
Lenin, Nisan Tezleri’inden itibaren “her şey Bolşevikler’in Sovyetler içinde etkin olmasına bağlıydı” diye yazdı. Sosyalist devrimin öznel etkeninin, ancak o zaman iktidara erişeceğini biliyordu Lenin.

“Rusya’da bir ‘Komün-Devletin” (yani Paris Komünü tipinde bir devletin) ‘derhal’ getirilmesi imkansızdır, çünkü, bunun için Sovyetler’in hepsinde (ya da çoğunda) vekillerin çoğunluğunun, sosyalist-devrimcilerin, Çteydze, Tsereteli, Steklov ve benzerlerinin taktik ve politikalarının yanlış ve zararlı olduğunun kesin olarak bilincine varması gerekir.”(43)
Ne kadar açık! Bundan çıkan sonuç: Bolşevikler, Şubat’ta ya da Ekim’den çok önce Sovyetler’de güçlü olsalardı, halkın çoğunluğunu yanlarına almış olsalardı (zaten bu daha önceden demokrasi savaşımı içerisinde yığınları kazanmamışlarsa olanaksızdı.) Ekim Sosyalist Devrimi’nin tarihi değişebilirdi. Lenin, devrim sonrası Şubat ve Ekim devrimleri arasındaki ilişkiyi, güç sorunu açısından çok güzel formüle etti: “Onları, (iki devrimi) proletaryanın hazırlık ve yoksul köylülerle birlik derecesinden başka birşeyle ayırmak istemek, Marksizmi şaşılacak derecede bozmak, alçaltmak, onun yerine liberalizmi geçirmek demektir.”(44)

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 5
30.09.2015- 06:08

Ekim Devrimi’nde Teorinin Pratiğe Dönüşmesi

Ekim’de iktidarı proletarya, tüm köylülerin desteğinde ele geçirdi. Literatüre Ekim Devrimi, sosyalist devrim olarak geçti. Burada yeni olan bir olgu ortaya çıktı: Köylülerin desteklediği sosyalist devrim düşüncesi. Bu nasıl oldu? Ekim Devrimi, birikmiş burjuva demokratik görevleri çözdüğünden, tüm köylülük proletaryanın peşinden gitti. Başka bir deyimle “demokratik devrimin görevleri”, sosyalist devrimin görev alanı içine girdi.
“Burjuva demokratik devrimin problemlerini geçiş sırasında ve esas ve gerçek proleter-devrimci, sosyalist faaliyetlerimizin bir ‘yan ürünü’ olarak çözdük. Her zaman reformların, devrimci sınıf mücadelesinin bir yan ürünü olduğunu söyledik. Her zaman, burjuva demokratik reformlar proleter, yani sosyalist devrimin yan ürünüdür dedik ve yaptıklarımızla ispatladık.”(45)

“İktidarı ele aldığımız zaman köylülüğün bütününe dayanıyorduk. O sırada bütün köylülerin ancak bir tek görevi vardı: Büyük toprak sahiplerine karşı mücadele etmek.”(46)

Burada durup bir soru soralım. Ekim Devrimi’ne “saf” bir sosyalist devrim denebilir mi? Burjuva-demokratik sorunların çözüm beklediği hiçbir ülkede görevler ve ittifaklar açısından bu mümkün değildir. Ekim Devrimi, özüyle kapitalizme karşıydı ve burjuvaziyi erkten düşürdü (ki bu onu sosyalist karakterli yapıyor). Ama aynı zamanda burjuvazinin çözemediği demokratik görevleri çözdüğünden, köylülerin burjuva istemlerine (toprak sorunlarına) cevap verdiğinden, burjuva bir karakter de taşıyordu. Sosyalist görevlerin ve burjuva-demokratik görevlerin kopmaz biçimde içiçe geçtiğini görüyoruz. Söz konusu olan tek devrimdir, iktidarın bir kez köylülüğün desteğiyle proletarya tarafından ele alınmasıdır. Ancak bu tek devrimin görevleri açısından farklı bir iç gelişimden söz edilebilir. Daha basit şöyle söylenebilir: Devrim, sosyalist görevleri çözdüğü kadar sosyalist (iktidar burjuvaziden alındığı için temeli bu oluşturuyor), burjuva görevleri çözdüğü, köylülüğün bütününe dayandığı kadar burjuvadır. Rusya özelinde devrim, kentler için baştan sosyalist idiyse, kırlar için de o kadar burjuvaydı. Aslında kırlarda sosyalist görevler gündeme ancak 1918 yazında girebildiler. Şaşırtıcı gelebilir: Ekim Devrimi’nin bu türlü bir analizi bizi Türkiye solu için üzerinde fazla düşünmediğimiz bir yaklaşımdır. Lenin, Ekim Devrimi’nin iç çözümlemesini böyle yapmıştır. “1917 Ekimi’nde, biz, iktidarı bütün köylülükle birlikte ele geçirdik. Sınıf mücadelesinin köylerde henüz gelişmemiş bulunması ölçüsünde bu, bir burjuva devrimiydi. Daha önce söylediğim gibi, gerçek proletarya devrimi, köylerde ancak 1918 yazında başladı. Eğer bu sonuncu devrimi başlatamasaydık, yaptığımız iş eksik kalmış olacaktı. İlk aşama, kentte iktidarı ele almaktan, iktidarın sovyet biçimi örgütlenmesinden ibaretti. İkinci aşama, bütün sosyalistlerin esas saydıkları, bu olmayınca sosyalistlerin artık sosyalist olamayacağı şeydi: Köylerde proleterlerle yarı proleterlerin ayrılması, bunların köylerde burjuvaziye karşı mücadele etmek için kent proletaryasıyla ittifakı.” (47)

Lenin aynı değerlendirmeyi Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky adlı kitabında da yapmıştır: “Kır üzerine bilgi sahibi olan ve kırda eğleşmiş bulunan kimseler, kırlarımızın kendilerinin kendi ‘Ekim (yani proleter) Devrim’lerine ancak 1918 yaz ve güzü içinde giriştiklerini söylüyorlar...

“Başkentlerdeki proleter devrimden bir yıl sonra, onun etkisi ve yardımıyla, en uzak kırlarda da proleter devrim patlak verdi...”(48)

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 6
30.09.2015- 06:09

Ekim Devrimi’nin Teoriye Katkısı

Kapitalist ülkelerdeki tüm yirminci yüzyıl devrimleri, Ekim Devrimi’nin sonuçlarını doğruladı. Bilinenin tersine, hiçbir kapitalist üllkede proletaryanın öncülüğünde, onun ağırlığında, sadece “ittifakları daralıp genişleyen iki devrim” olmadı. İktidar emekçilerin desteklediği proletarya tarafından bir kez ele geçirildikten sonra, hem demokratik hem de sosyalist görevler çözüldü. Devrimin kendi gelişmesi boyunca ittifakların iç hesaplaşması oldu. 1945-48’lerdeki Güneydoğu Avrupa’daki halk demokrasilerinde, proletaryanın siyasi müttefikleri kendilerini değişime uğratarak, sosyalist amaçlı bir temelde, proletaryanın bağlaşıkları ve destekçisi olmaya devam ettiler.

Emperyalist dönemle birlikte “burjuva devrim-sosyalist devrim” sorununa farklı bir biçimde bakmak gerekiyordu. Niçin?

Serbest rekabetçi kapitalizmin emperyalizme büyümesiyle birlikte, dünya kapitalist sistemi sosyalizmin maddi-ekonomik temelini hazırladı. Dünya, nesnel koşullar bakımından sosyalizm için olgunlaştı.

Şüphesiz ki çağın sosyalizm için olgunlaşması, tek tek her ülke ele alındığında, toplumsal yapı ve politik sistem bakımından bir homojenlik anlamına gelmiyor. Henüz bu çağda burjuva devrimini tamamlamamış ülkeler varlığını sürdürüyordu.

Emperyalist çağda proletaryanın sayıca güçlenmesi ve karşısında sınıf düşmanı burjuvazinin belirginleşmesi, kapitalist ülkelerdeki sınıf mücadelesini ister istemez anti-kapitalist öze kavuşturdu. Toplumsal sorunların çözümü için artık proletaryanın diğer sınıfların önünde yürümesi, diğer demokratik güçleri kendi etrafında toplaması kaçınılmazdı. Tarihsel olarak burjuvazi iyice gericileşmişti. Artık burjuvazi, eski tip klasik burjuva devrimlerinde olduğu gibi, demokratik görevleri alttan çözerek bir devrim yapamazdı. Engels bu gelişime çok önce işaret etmişti.

Hatırlayalım, tekel öncesi dönemde burjuva devrimlerinde Marks ve Engels tarafından proletaryaya biçilen görev, devrime öncülük değil devrime aktif katılmasıydı. Yine biliniyor; klasik burjuva devrimlerinde köylülük, burjuvazinin yedek gücüydü. Ekim Sosyalist Devrimi gösterdi ki, köylülük proletaryanın da yedek gücü olabilir. Son olarak şu söylenmeli: Tekel öncesi dönemde burjuva devriminin anlamı, burjuvazinin iktidara gelişi yolunda bir dönemeçti. Burjuvazinin önderliği altındaki bu devrim, üretici güçler ile üretim ilişkileri arasında bir uyum yaratabiliyordu. Emperyalist çağda ise, feodalizmin yarattağı çelişkiyi, proletaryanın öncülüğünde çözümleyen bir devrim, gelişen kapitalist üretimin yarattığı çelişkiyle hemen yüzyüze geliyordu. Böylece üretici güçlerle, üretim ilişkileri arasında, burjuva devrimin yaratabileceği uyum tekrar bozulmuş oluyordu. İşte sorunun can alıcı noktası burasıdır. Ekim Devrimi’nde demokratik ve sosyalist iki ana eksenin içiçe geçmesi, tek devrimin birleşik görevlerinden bahsedilebileceğini gösterdi. Proletaryanın öncülüğündeki bir devrimi, onun hegemonyasını taşıyan bir devrimi, sosyalist devrim durumuna getiren, bu mantık zinciri oluyor.

Günümüzde kapitalist bir ülkede, feodalizmin kalıntılarını ortadan kaldırmakla işe başlayan proletaryanın öncülüğündeki bir devrim, bu öncülüğünü kaybetmedikçe kaçınılmazlıkla kapitalizmin yıkılmasına, sosyalizme yol açıyor.

Daha da ileri gidilebilir. Artık çağımızda kapitalizmin az geliştiği, feodalizmin ağırlıkta olduğu bir ülkede bile komünistlerin, devrimci-demokratların öncülüğündeki bir devrim, dünya sosyalist sisteminin yardımıyla sosyalizme yönelebiliyor. Üstelik hiç de ikinci bir devrim gerekmeden böyle oluyor. Ya da devrim, güç dengesinin değişmesiyle geriye dönüyor. Tarih, bu ikilemin dışında başka bir şey tanımıyor. İlginçtir. 1919’da Macaristan gibi kapitalizmin az geliştiği, feodalizmin yaygın olduğu bir ülkede devrim olduğunda, Lenin bunu sosyalist devrim olarak adlandırıyor, proletarya diktatörlüğünden bahsediyor. Macaristan’da o dönemdeki burjuva hükümetinin çekilmesi, komünist bir program temelinde işçi sınıfının birliğinin sağlanmasıyla proletarya diktatörlüğü kuruluyor.(49)
Ekim Devrimi’nin demokratik ve sosyalist devrim sorununa getirdiği yeni teorik katkı şöyle özetlenebilir: Burjuvazinin egemen olduğu bütün ülkelerde, birikmiş burjuva-demokratik görevler söz konusu olsa bile, proletaryanın hegomonyasını taşıyan bir devrim burjuvaziyi iktidardan düşürdüğü için kaçınılmazlıkla sosyalist içerik taşımak zorunda kalıyor. Demokratik görevlerin “aşağıdan” bir devrimle çözümü sosyalizme yönelmeyi gerektiriyor. Artık yirminci yüzyılda, sosyalizme yönelmeden devrimci-demokrat bile olunamıyor.

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 7
30.09.2015- 06:11

Anti-emperyalist - Anti-tekelci Demokratik Devrimler Üzerine

Dünya komünist hareketi, 1960 sonrası dönemde, sosyalist devrimden önce yapılabilecek yardımcı devrimler, sosyalist devrime yaklaşabilecek demokratik aşamalar formüle etmeye girişti. Bu anlaşılır bir şeydi. Çünkü, kapitalist ülkelerde sosyalist devrime nasıl varılacağı tartışılıyordu. Yardımcı devrimlerden veya demokratik dönüşüm aşamalarından sonra ancak sosyalist devrime varılabileceği düşünülüyordu.

Bu tartışmalarda, orta derecede gelişmiş kapitalist ülkelerin komünist partileri ile gelişmiş kapitalist ülkelerin komünist partileri arasında, ya da bunların kendi içinde ortak anlayışın dışında, farklı vurguların, anlayışların olduğu’da söylenebilir. Bilim adamlarının eserlerine de bu farklılık yansıyordu.

Sosyalist demokrasinin farklı olan bu aşamın, farklı isimlerle adlandırıldığını görüyoruz:
“Çeşitli komünist partileri, bu demokrasiye değişik adlar verdiler. Anti-tekelci demokrasi, ileri demokrasi, demokrasinin yeni gelişme aşaması, yeni demokratik devrim vb.”(50)
Genel bir yaklaşımla söylersek, sosyalist devrimden önceki bu aşamayı, orta derece ya da az gelişmiş kapitalist ülkeler komünist partileri “yeni tarzda bir demokratik devrim” olarak algılayıp bu devrimin anti-kapitalist bir yanının olduğunu düşünürken, ileri ülkeler komünist partileri, bunu bir devrim olarak almayıp (bazılarının istisna olarak devrim terimini kullandıklarını da belirtelim) kapitalizmin dayanaklarına dokunulmaksızın, devlet tekel sisteminde, kapitalizm içinde demokratik bir almaşıklık olarak düşünüyorlardı. Örnekleyelim, birincisi için: “Orta derecede gelişmiş kapitalist ülkeler komünist partileri, yabancı egemenliğini ve bu egemenliği destekleyen devletin tekelci sistemini yıkmak için, sosyalizmin yolunu açacak olan devrimin demokratik, anti-emperyalist ve anti-feodal aşaması için mücadele ediyorlar.”(51)

“Gerçekten de bu devrimler, her şeyden önce, emperyalist boyunduruğa karşı yönelmiş olmakla birlikte, kapitalizmin orta derecede gelişmiş olduğu kapitalist ülkelerde mücadele, aynı zamanda, oluşmakta olan tekellere karşı da sürmektedir. Bu nedenle, bu devrimler, sadece anti-emperyalist bir sınıfsal yönelime değil, fakat aynı zamanda anti-kapitalist bir yönelime de sahiptir...

“Açıktır ki, anti-emperyalist devrim tarafından tekellerin egemenliğinin sınırlandırılması ve yıkılması, dünya kapitalist sisteminin temellerini sarsar, burjuva sosyo-ekonomik yapıyı değişikliğe uğratır.”(52)

İkinci bakış açısı için, “Tekellerin egemenliğinin sınırlandırılması, işçi sınıfının ekonomik yönetimine, demokratik nitelikte bunalım aleyhtarı önlemlerin alınmasına, toplumsal yaşamın demokratikleştirilmesine katılması ödevlerinin yükseltildiği çağımızda görüldüğü gibi, yukarıda sözü edilenler, kapitalist sistemin sınırlarını aşmayan geçici önlemlerdir.”(53)

“İşçi sınıfı öncülüğünde oluşacak bu anti-tekelci güçler bağlaşıklığı, devlet tekel sistemine demokratik almaşık sağlamaya ve sosyalizme geçiş için elverişli koşullar yaratmaya çağrılmıştır.”(54)

“İçerikte, devrim yerine, tekelci devlet kapitalizminin dayanaklarına dokunmaksızın yenileştirilen ve modernleştirilen ‘yepyeni’ bir bütün öneriliyor.”(55)
Mutlaka eklenmek zorunda. İleri ülkeler komünist partilerinin sıralarında anti-tekel demokrasiyi başka türlü anlayanlar da var.

“Bu demokrasi, devrimci çatlamadır. Onun yerleşmesi, artık işçi sınıfının çözümleyici konumu olması gereken politik erkin sınıfsal içeriğinin değişmesi anlamına geliyor. Başka türlü anti-tekelci demokrasi düşünülemez...

“Eğer tekellerin ulusallaştırılması başarılırsa, kapitalizm yalnızca sarsılmakla kalmayacak, önemli ölçüde yıkılacaktır... Lenin’in dediği gibi, bu daha sosyalizm değildir ama kapitalizm de değildir.”(56)

Şöyle bir farklılıktan da söz edilebilir. Söz konusu aşama zorunlu bir evre olarak ele alınabilir mi? İki cevap verilebiliyor: “Kapitalist komünist partilerinin stratejisi, demokrasi ve sosyalizm savaşımına, sosyalist devrimden önce gerçekleştirilmesi zorunlu olan köklü demokratik dönüşümler programının uygulanmasına yöneliktir.”(57)

İkinci yanıt: “Parti tarafından bir geçiş aşaması belgisi atılmış olsa bile, her zaman olaylar öyle bir şekil alabilirler ki, demokratik karakterdeki geçiş aşamasından geçmeden, kapitalist rejimin doğrudan aşılması gündeme gelebilir.”(58)

Not etmeliyim: Bu ikinci yanıtın doğru bir yaklaşım olduğunu kabul ediyorum. Konumuz gereği, orta derecedeki kapitalist ülkeler için önerilen demokratik devrim üzerinde duralım. Söz konusu edilen yeni tip devrim, Lenin’in İki Taktik’te geliştirdiği demokratik devrim anlayışından tamamen farklı olan bir devrimdir. Lenin’de demokratik devrim kapitalizmi geliştirmeyi amaçlarken, bu yeni tip devrim kapitalizme karşıydı. Sosyalist devrimden önce, bu ilk devrime duyulan gereksinim şöyle izah ediliyordu: “Burjuva devrimi artık gündemde yer almıyor. Fakat komünist partilerinin kanılarına göre, sosyalist devrim, bir çok ülkede geçiş aşamaları, veya yardımcı mahiyette devrimler (anti-emperyalist, ulusal ve demokratik, anti-tekel vs.) olmaksızın gerçekleşemez.”(59)
Yüzümüzü gerçeğe doğru dönüp konuşalım. Kapitalist ülkelerde, geliştirilen bu biçimiyle başarıya ulaşmış devrim ya da “iki devrim” hiç olmadı. Model, işçi sınıfının hegemonyasını, ağırlığını hem anti-emperyalist demokratik devrimde, hem de sosyalist devrimde şart koşuyordu. İki devrimde de iktidar proletarya ve müteffikleri tarafından ele geçirilecekti. Sadece değişen, birincisinde kapitalizme karşı daha geniş güçler bağlaşık olurken, diğerinde daha dar güçler bağlaşık oluyordu.

Gerçekten de savunulduğu biçimiyle, proletaryanın hegemonyası var oldukça sosyalizme yönelmeyecek ve anti-emperyalist, anti-tekelci bir devrim düşünülemezdi. Sosyalist devrimle bu devrim arasındaki sınırı kaldıran, onu sosyalist devrimin içinde bir evre yapan da tam bu noktaydı. Bu nedenle iki devrimden değil, tek devrimin değişik aşamalarından, görevlerinden bahsedilebilir ancak. Bu gerçeği farkeden komünist partilerinin olduğunu kabul etmek gerekiyor. Örnekleyelim: “Yalnızca demokratik ve anti-emperyalist yol üzerinden sosyalizme ulaşılabilir. Öte yanda ise, sosyalizm yoluna girmeyecek bir demokratik anti-emperyalist devrim düşünülemez. Bu ikisi arasında ayrılmaz ve bilinen bir bağlantı vardır, çünkü bunlar iki ayrı devrim çeşidi değil, devrimin iki yönüdür. Bugün bulunduğumuz noktada geleceğe bakacak olursak, devrimin demokratik-anti-emperyalist niteliğini görürüz. Eğer devrimin geçmişteki uygulamalarına göz atacak olursak, örneğin son on yıldaki uygulamalarına diyelim, o zaman demokratik-anti-emperyalist devrimin özel bir devrim tarzı olmadığını tersine sosyalist devrimin ilk aşamasının özgül görevlerinin gerçekleşmesi olduğunu görürüz.”(60)

“Birinci ve ikinci aşamada da aynı sınıflar kurtuluş süreci içindedir ve bu birinci aşamanın sürekliliğini sağlamaktadır. İşte bu nedenle iki ayrı devrim yerine birleşik tek bir tarihsel süreçten söz etmek zorundayız.”(61)

Ayrıca şu önemli: Geliştirilen anti-tekelci, anti-emperyalist demokratik devrim fikri, özel bir niyetten bağımsız olarak, objektif mantığı gereği, sosyalizme daha dar bağlaşık güçlerle girmeyi hedefliyor. Birinci devrimdeki bağlaşıkların, ikinci devrimde “haklanacağını” söylemek, pratikte, ilk devrime katılacak güçlere, devrime katılma yönünde olumsuz bir dürtü veriyordu. Daha geniş güçleri toplamak için hedeflenen anti-emperyalist, anti-tekelci demokratik devrim, böylece kendi nesnel mantığını baltalamış oluyordu. Halbuki iktidar alındıktan sonra, bağlaşıkların kendi iç hesaplaşması, sosyalizme yürünmesini engellemek isteyenlerle, yaşam tarafından zaten yapılacaktı. Ayrıca siyasi bağlaşıkların kendilerini yenilemeleri olasılığını da bu düşünce tarzı atlamış oluyordu.

spartakus  |  Cvp:
Cevap: 8
30.09.2015- 06:12

Türkiye’nin önündeki devrim perspektifi sosyalist devrimdir

Bizim ulusal kurtuluş savaşımız, ulusal burjuvazinin temsilcilerinin önderliğinde emperyalizme karşı başarılmış, burjuvaziye iktidar yolunu döşeyen, gecikmiş bir burjuva devrimidir, “tepeden” bir devrimdir. Halk kitlelerinin kendi anti-feodal istemleri temelinde, ağırlıklarını koyduğu bir devrim değil, burjuvazinin kapitalizmi geliştirme görevlerini reformcu yolla çözdüğü, feodal beylerle uzlaştığı bir devrimdir. Bu dönemde burjuva demokratik görevler özüyle çözülmeden kalmış, günümüze kadar aktarılmıştır. Ülkemizde kapitalizmin gelişim çizgisi ayrı bir konu olduğundan günümüze dönelim. Türkiye, kapitalizmin orta derecede geliştiği bir ülkedir. Feodal kalıntılar varlığını korumakla birlikte, iktidarı burjuvazi elinde tutuyor. Kapitalizmin serbest rekabetçi dönemi doğru dürüst yaşanmadan, ileri kapitalist ülkelerdeki tekellerin gelişiminden farklı olarak, tekelci bir gelişim oldu. Bugün artık emperyalizm, ülkenin malı tekeller ve devlet, kaynaşıp bir yumak meydana getiriyor. Banka sermayesi ile sanayi sermayesinin, devletin kendi has sermayesinin, içiçe girmesi söz konusudur. Ekonomik egemenlik, emperyalizme bağlı tekelci burjuvazinin elindedir. Alttaki ekonomik egemenlik üst yapıya yansıdığı için, iktidar da bu güçlerin elindedir.

Her devrimin temel sorunu iktidar olduğuna göre, birbirlerine bağlı iki sonuç çıkarılabilir. Birincisi; demokratik devrimin burjuvazi açısından anlamı, kendini iktidar yapmaktır. Bu sorun çözülmüştür. Aynı anlamda olmak üzere, burjuva devrim tarihsel olarak aşılmıştır. (Burjuvazinin iktidar olmasından bu yana, çözemeden biriktirdiği tüm burjuva karakterde görevlerin ortada durduğunu söylemeden geçmeyelim.)

İkinci sonuç; işçi sınıfı, kendisini egemen duruma getirmek için, iktidarı burjuvaziden alacaktır. Burjuvazinin siyasal egemenliğini yıkan, yerine bağlaşıkların desteklediği işçi sınıfının egemenliğini koyan bir devrim, sınıf karakteri bakımından sosyalist devrimdir. (Görevler bakımından ise sıralamaya bağlı olmaksızın çözeceği hem demokratik, hem de sosyalist görevler vardır.) Bu açıdan ülkemizdeki devrimi “demokratik görevlerle yüklü bir sosyalist devrim” olarak tanımlamak hiç de yanlış olmayacaktır.

Ülkemizde, feodalizmin kalıntılarının yarattığı “toprak sorunu” gibi burjuva karakterli görevlerle, kapitalizmin yarattığı demokratik görevler içiçedir. Bunlar emek-sermaye çelişkisinden gelen sosyalist görevlerle de ayrıca örülmüştür.

Toplumdaki demokratik ve sosyalist görevlerin çözümü önünde duran engel ise, içte kapitalizm ve onun yöneticisi tekelci burjuvazi, dışta emperyalizmdir. Bu basit nedenle öndeki devrim, anti-kapitalist olmak zorundadır, burjuvaziyi iktidardan düşürmek zorundadır. Devrimi sosyalist yapan da bu özdür.

Genel bir sonuç çıkarmaya çalışıyorum: Kapitalizmin tüm dünya çapında sosyalizm için olgun duruma geldiği bir çağda, burjuvazinin siyasal egemenliğinin söz konusu olduğu bütün ülkelerde, ülkenin gelişkinlik düzeyine ve önündeki görevlerle orantılı olarak, proletaryanın öncülüğünü ve hegemonyasını taşıyan tüm devrimlerin sosyalist bir karakter içereceğini düşünüyorum. Demokratik görevlerin var olduğu Türkiye gibi ülkelerde, demokratik görevler temelinde bir sosyalist devrim perspektif olarak gündemdedir.
Bir noktayı vurgulamak zorunlu oluyor: Sosyalist devrimi perspektif olarak gündeme getiren tek gerekçe, kapitalizmin gelişkinlik düzeyi değildir. (Bu, sosyalizmi kurabilme zorluğu-kolaylığı açısından önem taşır. Kapitalizmin en gelişkin olduğu ülkelerde sosyalizm daha kolay, az gelişkin olduğu ülkelerde daha zor kurulur, demektir.)
Sosyalist devrimi gündeme sokan temel gerekçe, iktidara burjuvazinin hakim olması olgusudur. Türkiye solu, “sosyalist devrim sorununu” genel olarak ekonomik indirgemecilik temelinde tartıştı. Kapitalizmin gelişkin düzeyi, burjuvazinin iktidara gelmesinden sonra bitmeyen bir sonuçtu. Bu sonucu, sosyalist devrimin gerekliliğini doğrulayan bir argüman olarak ele almak lazım.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]