Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Enternasyonal

Birinci Kuşak Marksistlerde Emperyalizm

Resim Ekleme


“Neoliberalizm”, “küreselleşme”, “Yeni Dünya Düzeni” gibi kavramlar, birçok şeyi ifade etmesine karşın; aynı zamanda emperyalizmin aşıldığını ima eden kavramlardır da... Aynı biçimde “Yeniden Marks”, “Yeniden Marksizm”, “Marks geri döndü” gibi söylemler de farklı bir açıdan, emperyalizmin artık aşıldığını ima eden kavramlardır. Hard ve Negri ise açıkça emperyalizm yerine, “imparatorluk” kavramını ikame ederek, “Küreselleşme emperyalizmin sonudur” yaklaşımıyla emperyalizmi aşmayı denerler.

Emperyalizmin, sadece bir kavram olarak değil ama, pratik olarak ta aşıldığı düşünülmüş ya da düşündürülmek istenmiştir. Dünya’nın yaşadığı tüm sorunların sorumluluğu emperyalizme yüklenerek; kapitalizm aklanmak ve alkışlanmak istenmiştir. Bugün emperyalizmi günah keçisi haline dönüştürüp, tarihin çöplüğüne atılmasını isteyenler, bilincinde olsun ya da olmasınlar, kapitalizmi tarihler üstü bir sistem olarak sunmaktadırlar.   Bunun anlamı çok açık: Kapitalizm tüm arızlarına karşın tarihsellikten uzak, geçici olmayan ve ölümsüzlüğe yazgılı bir sistemdir. Her daim de var olacaktır.

Resim Ekleme

Oysa ki kapitalizm de, diğer toplum tipleri gibi, tarihin belirli evresinde ortaya çıkmış tarihsel bir sistemdir. Eğer tarihin çöplüğünden söz edeceksek,   o da tarihin çöplüğüne atılmaya adaydır. Ne var ki, bu durumu kavrayabilmek gerekiyor. Bunu kavrayabilmenin olanaklarından biri de, emperyalizm ve kapitalizm ilişkisel gerçekliğinin bilince çıkarılmasıdır.



Emperyalizm, ilişkiler boyutuyla kavranmadan kapitalizm, kapitalizmin işleyiş yasaları kavranmadan da emperyalizm anlaşılamaz. Bu nedenle birinci kuşak Marksistlerinden Rosa, Buharin ve Lenin’ in emperyalizm yaklaşımlarını irdeleyerek, emperyalizmin kapitalizmle olan ilişkisini ortaya koymak gerekir düşüncesindeyim.

Söz konusu Marksistler olduğu için, bir kavramın ortaya atılabilmesi için soyut spekülatif alanda polemik yapmak yerine, olgunun nesnelliğini ortaya sermek ve zorunluluğunu koymak öncül bir yaklaşımdır. Zira Marksizm, bir olguyu açıklamak söz konusu olduğunda olgunun nedenlerini işleyiş yasalarından hareket ederler. Bu yasalar çerçevesinde olguyu açıklamaya çalışırlar. Nesnellikten kopmuş bir soyutlama düzeyini; spekülatif, gerçek dışı yaklaşımları da idealistlere bırakırlar.

Resim Ekleme

Aşıldığı düşünülen emperyalizm neydi? Kapitalizme tamamen dışsal bir olgu muydu? Tamamen tercih olan ve uygulanan gerektiğinde de bırakılan bir politika mıydı?   Yoksa kapitalizmle ilintili olan ve onun ayrılmaz bir evresi miydi? Tüm bu soruların yanıtını Rosa, Buharin ve Lenin’de arayalım.

Rosa Luxemburg’da Emperyalizm

Rosa emperyalizm kavramını, kapitalizmin kendisini yeniden üretimi sorunuyla ilişkilendirmiştir. Sermayenin kendisini yeniden üretme koşullarının kapitalist sistemde olanaklarını arama çabasına girdiğinde, kapitalizmin kendisini kendi sistemi içerisinde genişletemeyeceği kanısına varmıştır. Oysaki hiçbir toplum kendisini genişletmeden yaşayamazdı. Sermaye de birikimi sağlayamadan kapitalist sistemin olması olanaklı değildi. Üretilenin tamamının tüketildiği varsayımı ile ilintili, basit yeniden üretim sürecinde bir problem görmüyordu. Ama söz konusu olan; genişleme ise ki, sermayenin sermaye olabilmesinin koşulu da budur. Kendisini genişletebilmeliydi. Bu anlamıyla da Marks’ın genişlemiş yeniden üretim şemasına da katılmıyordu. Kendi çabasının sonucu da kapitalist ilişkilenme içerisinde birikimin engeli olarak “efektif talep” sorununa dayanmıştır. Buradan efektif talep olanaklarını araştırmış ve kapitalizm içerisinde efektif talebi olamayacağı kanısına varmıştır. Bir adım daha attıktan sonra; kapitalist olmayan ilişkilenmelerle, efektif talep sorununun halledileceği kanısına ulaşmıştır. Kapitalist ilişkilenmelerin kapitalist olmayana yolcuğu noktasında, birikimin olanaklarını bulmuştur. Sermayenin birikimini, kapitalize olmamış alanlarla olanaklı görmüştür. Kendi deyimiyle “Birikim özünde sermaye ile kapitalist olmayan çevre ilişkisidir.”

Rosa bu ilişkilenmeyi ortaya koyduktan sora, emperyalizm kavramını da bu düşünce çerçevesinde tanımlamıştır. Ona göre, kapitalist ilişkilenmenin olmadığı alanlar, kapitalizm için genişlemenin koşuludur. Dolaysıyla bu alanlara girmek, sızmak kapitalizm için hayati bir sorundur. Zira bu alanlara girememek kapitalizmin çöküşü demektir. Ama aynı zamanda, her kapitalist ilişkilenmenin yaratıldığı yerde ufku giderek daralmaktadır. Çünkü ulaşabildiği her yerde, kapitalist ilişkilenmeleri kendi eliyle yaratmaktadır. Bu durumda kapitalizm, kendi ipini zorunlu olarak kendi eliyle kendisi çekmektedir. Kapitalizmin bu zorunlu hareketi ona çelişkili bir nitelik verir.   Rosa “işte kapitalizmin tarihsel yaşamının son aşamasındaki çelişkili niteliğinin nedeni budur: Emperyalizm” diyerek kapitalizmin çırpınışını temsil eden kavramı orta yere koyar.

Rosa kapitalizmin çelişkili durumuna emperyalizmi atfettikten sonra, rekabet kavramına da değinir. Çünkü bu yaşamsal ifadede rekabetin yeri olmazsa olmazdır.   Bu anlamda “Emperyalizm sermaye birikiminin kendisine açık duran kapitalist olmayan çevre için verdiği rekabetçi mücadelenin siyasal ifadesidir” diyerek; rekabete dikkat çekip, emperyalizmin siyasal bir ifade olduğunu belirtmiştir. Aynı zamanda Rosa’ya göre emperyalizm; kapitalizmin ömrünü biraz daha uzatma çabasının da bir ifadesidir. Roza bu ömrünü uzatma çabasının sonuçsuz kalacağını düşünüyor ve “Emperyalizm… Kapitalizmin çabuk bir şekilde sona erdirilmesinde en emin yoludur.” Diyerek, çelişkili karakterine bir kez daha dikkat çekiyor.



Rosa’nın birikim sorunundaki zaafı bir yana bırakıldığında, belirtelim ki Rosa; bu düşüncesiyle emperyalizmi kapitalizmle ayrılmaz bir bütünlük içerisinde ele alıyor. Biriktirme çabasıyla hareket eden, kapitalist ilişkinin zorunluluğu olarak kavrıyor.

Buharin’de Emperyalizm

Buharin de emperyalizm finans kapitalin bir politikası olarak ortaya çıkar. Hilferding’in tanımlamış olduğu “Finans kapitalin politikası üç amacı içerir: Birincisi mümkün olan en ekonomik alanın yaratılması, ikincisi, bu alanların dış rekabete karşı gümrük duvarlarıyla korunması ve üçüncüsü, bu alanların ulusal tekel şirketlerince sömürülecek alan haline getirilmesi” olarak tanımlamış olduğu, finans kapitalin üç amacının kabul eder. Bu amaç doğrultusunda oluşan politikalar, Buharin için emperyalizmdir. Kendi deyimini alıntılarsak: “Finans kapitalin bu politikası emperyalizmdir.

Buharin’e göre, sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması, sanayi ve banka sermayesinin birleşmesine ve buradan da kapitalist devlet tröstüne kadar uzanır. Burası rekabetin doruğudur ve rekabet, devlet tröstleri arasındadır. Tabi bu durum anlaşılacağı üzere, devlet gücünün olabildiğince artırılmasını gerektirir. Artık burada Kautsky’nin anladığı ya da düşündüğü anlamda barışçıl bir rekabetten söz edilemez. Burada rekabete söz konusu olan şey; finans kapitalin çıkar gruplarının karından başka bir şey değildir. Bu kar ki; ekonomik yapıda kendisini ifade eder ve emperyalist politikaya sıkı sıkıya bağımlıdır. Dolayısıyla emperyalizm; finans kapitalin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır ve emperyalist politika izlemekten başka seçeneği de yoktur. Zira günümüz dünya ekonomisinin yapısı, bu politikanın dışında bir politikanın izlenmesine olanak vermez. Savaşsa kaçınılmaz bir olgudur.

Buharin’in emperyalizmi her ne kadar “finans kapitalin bir politikası” olarak değerlendirmesi sorunlu olsa da, bu politikanın uygulanmasının bir keyfiyet sorunu olmadığı, bir zorunluluğun sonucu olduğu vurgusu önemlidir.




spartakus  |  Cvp:
Cevap: 1
08.10.2015- 07:52

Lenin'de Emperyalizm

Lenin de emperyalizm, tekellerin ve finans sermayesinin egemenliğinin kurulduğu, sermaye ihracının açıkça önem kazandığı, dünyanın uluslar arası tröstlerce paylaşımının başladığı ve yeryüzündeki toprakların tümünün; büyük kapitalist devletlerce paylaşımının tamamlandığı bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir.

Lenin de Buharin gibi; tekellerin ve finans sermayesinin egemenliğinden söz etmektedir. Kuşkusuz ki; bu yaklaşıma söz konusu olan tekeller kapitalizme içseldir. Sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesinin sonucudur. Bilindiği gibi kapitalizm, rekabetçi bir sistemdir. Sermaye sahibi kapitalistlerin, daha fazla kar amacıyla birbirleriyle rekabetini dile getirir. Daha fazla kar elde edebilmenin yolu da emek üretkenliğinin artırılmasıdır. Kapitalist emek üretkenliğini artırabilmek için, teknolojik yeniliklere başvurur. Zira bu yolla kapitalist, rakiplerinden aynı emek zamanda daha fazla üretecektir. Rakiplerinden daha fazla kar elde edecektir. Kapitalistler, bilincinde olsalar da olmasalar da bu sürece zorunlu olarak katılırlar. Bu sürecin zorunlu bir özelliğidir. Bu sürecin bir ayırt edici özelliği de, sermaye sahibi kapitalistlerin, üretim sürecinde erk olmalarıdır. Her ne kadar zorunluluk içerisinde olsalar da; bu yasalı işleyişin, kendi lehlerine nasıl işlediğinin de farkındadırlar. Üretim sürecine bizzat katılıp, daha fazla kar elde edebilmenin tüm olanaklarını kullanma çabasındadırlar. Bu durum, zorunlu olarak rekabetçi bir yaklaşımdır. Sisteme adını verende sürecin kendisidir zaten: Rekabetçi sistem…

Sermayenin, yoğunlaşıp merkezileşmesinin sonucu; tekellerin ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Tekeller yapısı gereği, üretim ve dolaşım süreçlerinin kontrolünü getirir. Bu kontrol, tekel dışı işletmelere veya diğer tekellere karşıdır. Kontrol, rakipleri ham medde ve iş gücünden yoksun bırakma, alıcılarla anlaşma, fiyat kırma, krediden yoksun bırakma vs olarak yansımaktadır. Artık süreç, teknik olarak ileri ya da geri işletmelerin birbiriyle rekabeti olmaktan çıkmıştır ve süreç; rakiplere olanak tanımama ve olanaklardan yoksun bırakma sürecidir. Sürece boyun eğmeyenlerin, acımasızca yok edilişi sürecidir ve bir boyutuyla da; sermayenin merkezileşmesini daha fazla artırıcı bir süreçtir. Ayrıca, bu süreç, yoğunlaşma ve merkezileşmenin; finans kapitale kadar uzandığı bir sürecin yolunu da açmıştır.

Finans sermayesinin ortaya çıkışı ve egemenliği, kapitalist dönemi, yeni bir evre olarak nitelemenin aracı olarak görülmüştür. Finans sermayesi, banka sermayesiyle sanayi sermayesinin iç içe geçmesiyle karakterize olan bir durumdur.   Süreç; bankaların mütevazi rollerinden sıyrılıp, kapitalistlerin para sermayelerini kontrol eden büyük tekeller haline dönüşmeleriyle başlar. Lenin bu süreci ” Mütevazi bir aracılar kitlesinin bir avuç tekelciler haline bu dönüşümünü kapitalizmin, kapitalist emperyalizme dönüşümünün temel süreçlerinden birini oluşturmaktadır” diye tanımlar. Sonra süreç; az sayıda bankanın, çok sayıda bankayı kontrolüne kadar ulaşır. Bankaların büyük tekellere dönüşme süreci, aynı zamanda, banka sermayesinin sanayi sermayesiyle birleşme ve iç içe geçme sürecidir. Buharin de bu iç içe geçmişliği kabul eder. Ne var ki Hilferding, finans sermayesini yani banka sermayesini finans sermaye olarak kabul etmiştir. Bankaların elinde bulunan ama; sanayiciler tarafından kullanılan para sermaye olarak düşünmüştür. Lenin, bu tanımlamayı uygun bulmakla beraber, merkezileşmeyi es geçtiğini düşünerek eksik bulur.  

Sanayi ve banka tekellerinin bu biçimde kaynaşmış olması ve finans kapitalin ortaya çıkışı; eski rekabetçi kapitalist sistemin bilmediği yeni nitelik değişimini içinde barındıran bir durumdur. Kapitalizmin özelliklerinden biri olan, sermayenin mülkiyetiyle, işlevi arasındaki fark; finans kapitalde büyük ölçüde yaygınlaşmıştır. Bu anlamıyla da, nitelik olarak yeni bir sermaye tipinden söz edilebilir. Ayrıca sermayenin, bu iki biçiminin iç içe geçerek, yeni bir biçimde ortaya çıkmış olmaları; yeni bir tip kapitalistin de ortaya çıkmış olmasını gerektirir. Başka bir deyişle, ekonomik kategori olarak ortaya koyulan sermayenin; kapitalist sınıfta kişileşmiş olması gibi, finans kapitalde en zengin bir tekelci kapitalistler gurubunda kişileşmiş olmalıdır. Bunlar Lenin’in söylemiyle ifade edersek “kupon kesmeyle yaşayan herhangi bir teşebbüse girişmekten uzak olan ve mesleği aylaklık olan” insanlar grubudurlar. Bu kişiler, gücü elinde bulunduran ama; üretim süreçleriyle ilgisi olmayan, üretim süreçlerini yönetici ve denetçilere devretmiş bir kesimdirler. Dolayısıyla, emperyalist dönemi diğerinden ayıran en önemli olgu; finans sermayesinin egemenliği olarak düşünülmüştür.

Sermaye ihracı da, emperyalist dönemin ayırt edici özelliği olarak ele alınmıştır. Serbest rekabetin hüküm sürdüğü kapitalizmde; meta ihracı belirleyici olan bir durumken, emperyalizmde belirleyici olan sermaye ihracıdır. Belirleyici olan diyoruz çünkü sermaye ihracı; 19. Yüzyılın son çeyreğinde sınırlı da olsa zaten yapılmaktaydı. O dönemde ilkin İngiltere, sonra da; Fransa’nın sermaye ihraç ettiği bilinmektedir.   Sermaye ihracının nedeni daha fazla kardır.   Tekelci sermaye, olabildiğince sermaye yaratmıştır ve bu sermaye söz konusu olan ülkede, karlı yatırım alanı bulamadığı için dışarıya daha karlı alanlara yönelir. Buharin’in dediği gibi: “ Sermaye yabancı ülkelere ihraç edilecekse bunun nedeni bu sermayenin ülkede kullanılmasının olanaksızlığı olmayıp ihraç edilecek ülkede daha yüksek bir kar oranı elde edilecek olmadır.” Zira daha fazla kar, hatta artı kar isteği, tekeller için vazgeçilmez bir güdü oluşturur. Zaten kapitalizm; özü gereği insanların ihtiyacı için değil, kar için üretim yapar. Ancak sermaye ihracını sadece kar güdüsüne bağlamamak gerekir.   Zira güdü tek başına sermaye ihracına neden olamaz. Bunun koşullarının da olması gerekir. İlkin, ihraç edilebilecek sermaye olması gerekir, bu da tek başına yeterli değil, ihraç edilecek alanların kapitalist ilişkilenmelere hazır olması gerekir. En azından bir işçi sınıfının oluşmuş olması gibi… Zaten bu koşullar emperyalist dönemde olanaklı hale gelmişti.

Sermaye ihracının sonucu, tekellerin; dış ülkelerde ve sömürge ülkelerindeki ilişkilerinin gelişmesi anlamına gelmektedir. Bu anlamıyla, uluslararası tekellerin oluşmasının yolu da açılmıştır. Bu yol, uluslararası tekellerin dünyayı paylaşmalarına kadar uzanan bir yoldur. Bu yolu kat etmeleri, onların kötü ya da iyi niyetlerine bağlı olmayıp sadece zorunluluğun sonucudur. Kapitalist gelişme sürecinin getirdiği bir evredir. Bu evrede artık paylaşım sorunu gündemdedir.

Her tekel, kendi gücü oranında paylaşıma katılabilir ve bu güç Lenin’in deyimiyle; “ekonomik ve politik gelişme derecesine göre değişiklik göstermektedir.” Artık süreç, ekonomik anlamda dünyayı paylaşma ilişkisi olarak yansımaktadır. Bu yansıma, politik ittifaklar çerçevesinde, sömürgeler ve nüfuz bölgeleri için, dünyanın paylaşılması olarak görünmektedir. Bu süreçte tekellerin yanı sıra başka bir aktörlerde vardır. Yani, sürecin aktörlerinden biri de devletlerdir. Lenin bu doğrultuda geleceğin bir öngörüsünü şöyle veriyor:” Tarihte ilk kez dünya tamamen paylaşılmış bulunmaktadır. Öyle ki, gelecekte sadece yeniden paylaşım, yani sahipsiz toprakların ele geçirilmesi de, paylaşılmış toprakların bir sahipten diğerine geçmesi söz konusu olabilir” Sömürge politikasına da bu minvalden (finans sermayesi aşaması) bakılmasının gereğini vurguluyor. Neyse konuyu dağıtmayalım.

Lenin emperyalizmi, kapitalizmin genel özelliklerinin devamı ve gelişmesi sonucunda, nitelik olarak ondan farklı bir durum olarak görüyor. Özellikle, üretimin yoğunlaşıp merkezileşmesi sonucunda, belirleyici bazı özelliklerinin, kendi karşıtına dönüşmüş olması onda nitelik ayrımı yapmasına neden oluyor. Kendi karşıtını dönüşen şey, serbest rekabetin tekellere dönüşmesidir. Bu rekabetçi durumun ortadan kalkmasıdır ama tamamıyla değil... Tekelci durum, serbest rekabetçi durumla birlikte ve onun üzerinde onu baskılayarak var olmaktadır. Bunun anlamı kapitalizm, bir sistem olarak, ayırt edici özelliği ile devam etmektedir ama nitelik olarak ta, kapitalizmin daha yüksek bir evreye sıçradığı yeni bir aşamadır ve bunun adı da kapitalist emperyalizmdir.  

Ne var ki Lenin burada durmaz, çünkü bir olguyu tanımlamanın pratik amacı vardır. Pratikle ilintilendirilmeyen tanımlar; soyut, spekületif alanların işe yaramayan düşünceleri olarak kalırlar. Düşünceler ancak, pratikle birleştirildiğinde işlevli olur ve bir anlam kazanırlar. Bu anlamıyla da Lenin, yukarıdaki tanımlamanın, işçi sınıfı içerisindeki hareketlerin, emperyalizmle ilişkileri çerçevesinde, daha doğru bir tanımlanabileceğini düşünür; ve Kautsky’nin, bu konudaki yaklaşımına eleştiri getirir.

Kautsky'nin Ultra Emperyalizmi


Kautsky’ nin “ultra emperyalizm” düşüne kısa da olsa değinmemiz gerekiyor. Zira bugün de, Kautsky’nin düşünün, gerçekleşmekte olduğu (utangaçça da olsa) inancı bulunmaktadır. Başlarken ortaya koyduğumuz algılar, bir ölçüde Kautsky nin yaklaşımının başka açılardan ifadeleridir de denilebilir.

Kautskty, ilhakları emperyalist politika olarak görmesinin yanında, finans sermayesinin bir tercihi olarak ta görüyordu ve bu tercihin yerine, finans sermayesi temeli üzerinde başka bir tercihin olabileceğini düşünüyordu. Yani emperyalizmin, ekonomi ve politikasını birbirinden ayırıyordu.

Tanımlaması burada kaldığı ölçüde bir zararı yoktur. Ne var ki, bu tanımlama sadece burada kalmaz. Buradan dünyanın kapitalist paylaşımının, emperyalist paylaşım olmayan bir politika ile olabileceği sonucuna kadar ulaşır. Yani şiddete başvurmadan, ilhakları dışlayan bir politik tavrın, tekelcilikle bağdaşabileceği düşüncesidir ki; bu düşüncenin vardığı pratik nokta, emperyalizm çağı kapitalizmiyle değil, onun bir biçimi olan emperyalizmle savaşılmalı düşüncesidir. Lenin’in, Kautsky’de esasen ilgilediği düşüncede budur. Lenin’e göre bu yaklaşım, ince bir ayar çekerek emperyalizmle uzlaşmaktan başka bir şey değildir. Çünkü bu “tröstlerin ve bankaların” temeline dokunmayan reformcu, iyi niyete dayalı bir yaklaşımdır.

Katsky’nin diğer bir düşüncesi de (Ya da mantıksal devamı) “salt ekonomi açısından bakıldığında” diye devam eden karteller politikasının, dış politika alanına yayılacağı “ultra emperyalizm” evresinden; yani “uluslararası finans sermayesinin yeryüzünü ortaklaşa sömüreceği” bir evreden “geçmesi olanaksız değildir” düşüncesidir. Lenin burada, salt ekonomik açıdan söyleminin kastının sadece soyutlama düzeyinde olması halinde bunun olanaklı olduğunu, çünkü; buradan çıkacak mantıksal sonuç: Kapitalist gelişme tekelleşme yönündedir, bu yön dünya ölçeğinde tekelleşme ve tröste kadar gider. Bugün emperyalizmin barışçı bir sürece evirildiğini düşünen, ya da “imparatorluk” düşüncesinde olanlarla ne kadar da benzeşiyor. Yalnızca benzeşmekle kalmıyorlar, Lenin’in de böyle düşündüğünü yineliyorlar.  

Oysaki Lenin, bu süreci “ekonomik soyutlama” anlamındaysa olanaklıdır yaklaşımındadır. Zira soyutlama, özellikle gerçeklikten kopuk ele alınırsa, salt mantıksal alanda mantıksal çıkarımlarda bulunulmakla yetinilirse, o soyutlama salt mantıksal alanda kalır. Gerçeklikle örtüşmez. Burada Lenin’in vurguladığı da, bu yaklaşımın salt mantıksal olana özgü olduğudur. Yani salt mantıksal alanda tutarlı olabileceği ve çelişkinin ortadan kaldırılabileceğidir. Mantıksal olanda çelişkinin ortadan kaldırılması gerçeklikte çelişkinin ortadan kaldırılması anlamına gelmez. Zaten hemen ardından Lenin, somut ekonomik dünyada gerçekleşenin bu olmadığını belirtiyor. Lenin’e göre, finans sermayesinin egemenliği çelişkileri azaltmak yerine artırır. Çünkü dünya ekonomisi, eşitsiz bir gelişme göstermektedir. Bu gelişme hızı da, ekonomik farklılıkların azalması yönünde değil, farklılıkların artması yönündedir. Bu durumda çelişki ve çatışma zorunludur. Çelişkilerin çözülme biçimi de, uzlaşma değil savaştır. Kautsky’nin de anlamadığı budur zaten…

Sonuç olarak, Birinci Kuşak Marksistleri emperyalizmi kapitalist düzenin zorunlu bir evresi olarak tanımlamışlarıdır. Yani emperyalizmi,   kapitalizmin kendini yeniden üretim sürecindeki bir uğrak noktası olarak görmüşlerdir. Sermayenin, devasa yoğunlaşıp merkezileşmesinin zorunlu olarak geldiği bir evre olarak görmüşlerdir.

Bu tanımlamada, sermayenin birikim sürecinin sonucu ortaya çıkan tekeller, emperyalizmin nesnel zeminidir. Gerçeklerden uzaklaşmış soyutlama, spekülatif, kurgul bir yaklaşımla değil, kapitalizmin işleyiş yasalarının bir sonucu olarak tahlil edilmiştir. Tabi ki burada da bir soyutlama söz konusu, ama ayakları gerçeklere basan bir soyutlamadır. Bu soyutlamada kapitalizmin birikim yasaları vardır. Bu nedenle de somuttur.

Birinci Kuşak Marksistlerin emperyalizm tanımlamaları, sermayenin birikimi üzerinden, diğer bir deyişle kapitalizmin gelişmesinin kat etmiş olduğu yol üzerinden yürümektedir. Emperyalizm bu anlamıyla, gelişmiş bir kapitalizmin temelleri üzerine oturmaktadır. Nesnelliğini de buradan almaktadır. Kapitalizmi emperyalizmden, emperyalizmi kapitalizmden ayırmak olanaksızdır. Dolayısıyla emperyalizm, kapitalizmin bir aşamasıdır ve dahi son aşamasıdır. Bu süreç ayrıca devletler düzeyinde yaşanmaktadır. Zira tekellerin çıkarı devletin çıkarı haline gelmiştir. Sadece tekelci aşamada değil, Devlet her zaman egemen sınıfların bir aracı olmuştur ve olmaktadır. Dün böyleydi bugün de aynıdır. Çünkü onun varlığı sınıfların varlığını gerektirir. Dolayısıyla, bugün de devlet tekelci kapitalistlerin çıkarlarının aracı konumundadır. Aralarındaki rekabet çatışma devletler arası rekabet ve çatışma olarak görünmektedir. Dünya savaşları ve bugün yanı başımızdaki savaşlar tekelci paylaşımların ürünüdür. Hemen yanı başımızda ve dünyanın birçok yerinde; devletler düzeyinde çıkar çatışmalarının ve savaşların gösterdiği de bu olsa gerek...

Bugün, globalizm, küreselleşme kavramlarına yüklenen olumlu anlam etkisini yitirmekle beraber, söylemler kulaklarımızda çınlamaya devam ediyor. Dünya da yaşananlar Kautsky nin düşlerinden çok uzakta olduğumuzu göstermektedir.



Kaynak

Finans Kapital - Rudolf Hilferding

Sermaya Birikimi - Rosa Luxemburg

Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi - Nikolay Buharin

Emperyalizm, Kapitalizmin Sonuncu Aşaması - Vladimir İlyiç Lenin

kapitalianlama

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]