Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

23.09.2013- 16:25

Marksizm ve DİN

Marksizmi savunanların ve karşı çıkanların büyük bir çoğunlukluğu marksizm ve din ilişkisi gündeme geldiğinde   Marks'ın ünlü aforizması "din halkın afyonudur" sözünü öne çıkarırlar. Özellikle sanal ortamlardaki tartışmalarda bu konu en "kaba" haliyle dile getirilir. Oysa Marks'ın bu özdeyişi bu tür "kaba" yaklaşımların çok daha ötesinde bir anlam ve derinliğe sahiptir.




Marks'ın bu ünlü özdeyişi, Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı-Giriş" te ve öneminden ötürü de   Marks-Engels defterlerinin pek çoğunda da geçer. Asım Bezirci'nin çevirisiyle şöyle:

"Din insanı değil, insan dini yaratır. İnsan kendini henüz bulmadığı ya da yeniden yitirdiği zaman, din onun bilincidir. İnsanın dünyası insandır, yani devlet ve toplum. İşte bu devlet ve toplum dini meydana getirirler. Din dünyanın bilincidir. Gelgelelim dünya yozlaşmış olduğundan, bilinci de bozulmuştur. Din bu dünyanın genel kuramı, ansiklopedisi, ahlakçıl mantığı, ahlakçıl değeri, görkemli bütünleyicisi, coşkunluğu, kişiyi hayalde gerçekleştiren ve avutan ana temidir. Dinsel yoksulluk bir yandan gerçek sıkıntının, yoksulluğun belirtisi, öbür yandan da onun protestosudur. Din mutsuzluktan ezilmiş bir yaratığın özlemi ( umudu), ruhsuz bir dünyanın ruhu, akılsız bir dünyanın aklıdır. Din halkın afyonudur. (...) Bu bakımdan dinin eleştirilmesi, üzerine aylasını ( halesini) serptiği bu gözyaşı vadisinin eleştirilmesiyle başlar. Eleştirme insanoğlunun zincirlerini örten hayalden çiçekleri söküp atar. Elbette bunu, süssüz ve hayalsiz zincirler taşısın diye değil, zincirlerinden tüm kurtulsun, sahici çiçekler devşirsin diye yapar. Böylece, onun, erginliğe ermiş bir kimse gibi düşünmesine, davranmasına ve kendi gerçeğini kavrayıp işleyebilmesine yol açar."

( "Katkı'ya giriş" adlı metinde bulunan bu pasaj öneminden ötürü Marks-Engels 'defterleri'nin kitaplaştırılmış pek çoğunda da geçer. Bunlardan biri de Sol yayınlarından çıkan Marks-Engels; 'Felsefe Metinleri', sah.26-27'dir.)

Yazının bütünlüğünden de anlaşılacağı gibi Marks'ın "din halkın afyonudur" sözü, kaba bir din-dindar düşmanlığı içermez. Hatta Marks'ın eleştirisi dini güzellikten yoksun olduğu için değil, gerçek yaşama düşsel bir anlam kattığı için, ve gerçekte onu değiştirmediği ve çirkinlikler içinde bıraktığı içindir.. BU görüş sadece Marks'a özgü de değildir. Paris komünü sırasında Blankistler "dini ortadan kaldırma" amacıyla bir tasarı hazırlığına giriştiklerinde, Engels'in bu bu çabayla alay ettiğini de biliyoruz. Ona göre emirlerle ve yasalarla bir dini yasaklamak mümkün değildir. Benzer görüşler Lenin'de de vardır.

Marks dinin eleştirlmesi gerektiğini de söyler. Hatta bu eleştirinin bütün eleştirilerin ilk koşulu olduğunu da belirtir. Peki bu eleştiri nasıl olmalıdır? Din nasıl eleştirilmelidir? Bunun yanıtını Marksçılık ve Din adlı makalesinde Henri Lefebvre kaba bir "din düşmanlığı" yaparak değil, dinin toplum ve devletin bilincinden başka bir şey olmadığını açıklayarak diye ortaya koyuyor.

"...'ezilmiş yaratık'ın nasıl ve niçin bir "öte dünya"dan mutluluk beklediğini, teselli aradığını tarihle "gösterek".

****

Marksist Leninistler için bu konu aşılmıştır. Bilimsel sosyalizmi dünyanın geleceği için yol haritası olarak görenler dinlere nefret ve kin duygularıyla yaklaşmazlar. ( Arada şunu da söylemek gerek. Nefret ve kin sosyalistler için sadece özel mülkiyet ilişkisine içkindir. Burjuva dahil hiç kimseye nefret duymazlar.) Hele dindar insanlara, dinlerin kendisine karşı böyle bir yönelim yoktur. Dinlerin yasaklanması gerektiğini söyleyen Blanqui için Engels "aptalca sözler" nitelemesini yapar ve bu tür düşünceleri yerden yere vurur. Marks'ta bu konunun çözümlemesini buluruz. O ünlü "din kitlelerin afyonudur" sözü hiç bir şekilde kaba bir din eleştirisi de değildir. Lenin'in yaklaşımı bunlardan farklı değildir.

Marksistlerin din konusundaki temel yaklaşımı "dinin kişisel bir sorun olduğudur." İnsanlar istediklerine inanırlar ve bu konuda sosyalistlerde hiç bir zorlama da bulunmaz. Çünkü sosyalistler sorunu sınıf mücadelesi bağlamında ele alırlar. Sömürüden kurtulup özgürleştikçe insan zihni de özgürleşecek ve onu dogmaya yöneltecek her türlü hurafeyi reddedecektir. Dolayısıyla bu konu sömürülenlerin sömürücülere karşı yürütecekleri sınıf mücadelesinin gelişimine bırakılmıştır.

Sosyalist olmak için inançlı olmamak gibi bir koşul yoktur. Her inanan insan sosyalizmi savunabilir ve sınıf mücadelesine katılabilir. Ama Marksizm Leninizm bir dünya görüşüdür. Bunu sosyalizmle karıştırmamak gerek. Marksizm Leninizm sosyalizmi de içerir ama topluma ve doğanın kendisine çok daha genel bir yaklaşımı ve düşünceler bütününü ifade eder. İnanç, doğa üstü güçler bu dünya görüşü içinde bulunamaz.

*******
Herhangi bir dine inananların sosyalizmi savunmalarının önünde hiç bir engel yoktur. Herhangi bir dindar kişi sosyalist mücadeleye katılabilir ve bunun örneklerini de yakın tarihimiz içinde çokça görmüşüzdür.Ama bu durum Marksist felsefenin dinlere bakışını ve yaklaşımını değiştirmez. Marksist dünya görüşünün bütün idealist yaklaşımlara olduğu gibi dinlere bakışı da eleştireldir. Hatta Marks "dinleri eleştirmek gerek" derken bu tür eleştirileri bütün eleştirilerin ilk koşulu da sayarak, bunu ne denli önemsediğini de ortaya koyar. Çünkü ona göre din yaşamın hoyratlığına ve haksızlığı ve anlamsızlığına düşsel-hayali bir güzellik katmakta ve insanı kendisinden uzaklaştırmaktadır. Din bilinçlenmemiş insanı göklere baktırarak özlemle içini çekmesine neden olmakta ve yaşadıklarının nedenlerini sorgulamamasına yol açmaktadır. Marks bu nedenle dinler için "ruhsuz dünyanın ruhu, akılsız dünyanın aklı" tanımlamasını yapar.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
20.12.2016- 04:25

''Din , elinde hiç bir şeyi olmayan, çok büyük mülksüz kitlelerinin gerçek acılarının somut ifadesidir. İşçi ve köylülerin, bu dunyada çektikleri elle tutulur, gözle görülür acıya karşı geliştirdikleri itiraz içermeyen, kendisini daha çok kaçışla ifade eden bir tür mistik prostesto biçimidir. Dinin bir protesto biçimi olarak görülmesi, mülksüzlerin acılarının bir ifadesi olması, dinin olumlanmasi anlamına gelmez . Bu dünyanın acımasızlığıyla ilişkilendirilen bir olgu, nasıl olumlanabilir?''


Özgür Şen: Turkiyede Laiklik Ve Sol

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
18.09.2021- 20:25

'Sosyalizm ve Din' - Metin Çulhaoğlu

Marksist literatürde kimi metinler vardır; özellikleri, hem kısa ve özlü olmaları hem de tarihin belirli bir döneminde yazıldıklarından   günümüz koşullarında yeniden yorumlama ve tartışma imkanları sunmalarıdır.

Bu “kısa” metinlerden biri Lenin’e aittir. “Sosyalizm ve Din” başlıklı makale, 3 Aralık 1905 tarihli Novaya Zhizn’de yayınlanmıştır.   Novaya Zhizn günlük gazete olarak   Bolşeviklerin ilk legal yayınıdır. Sayılarının çoğu toplatılmış, sonunda gazete yasaklanmıştır. Lenin’in sözü edilen makalesi, gazetenin illegal olarak çıkartılan   28’inci sayısında yayınlanmıştır (https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1905/dec/03.htm)

***

Dinin özel bir mesele sayılması, devletin dinle ilgilenmemesi, kiliseyle devletin kesin biçimde ayrılması, herkesin (bu arada ateistlerin de) inancını açıkça ifade edebilmesi, resmi belgelerde (örneğin kimliklerde) dine herhangi bir atfın yer almaması, devletin dinsel topluluklara kaynak aktarmaması, vb. Lenin’in makalesinde değinilen bildiğimiz laiklik ilkeleridir.

Demek ki laiklik söz konusu olduğunda Amerika’yı yeniden keşfetmenin, “biz sosyalistiz” diye bu konuda da “yepyeni” şeyler icat etmeye kalkmanın bir anlamı yoktur. Örneğin “özgürlükçü laiklik” gibi… Uygulamada kuşkusuz kimi özgüllükler olabilir.   Ama temel ilkeler bellidir; laiklik bunlar varsa vardır, yoksa yoktur.  

İlkelere baktığımızda günümüz Türkiye’si açısından bir sonuç daha çıkıyor: Ülkede eksiklik ve gedikleriyle birlikte belirli bir yerleşmişliğe sahip laiklik de kemirilmektedir ve önemli mücadele başlıklarından biri olma durumundadır.

***

Lenin’in yazısında dikkat çeken yanlardan biri, dinin geniş kitleler üzerindeki etkisinin azalmasında “nesnel gelişime” verilen önemdir:   “Günümüzün büyük ölçekli fabrika üretiminde yetişen, kent yaşamıyla aydınlanan sınıf bilincine sahip işçisi, dinsel önyargıları elinin tersiyle bir kenara iter, cenneti papazlara ve burjuvazinin bağnazlarına bırakarak bu dünyada kendisi için daha iyi bir yaşam kazanmaya çalışır.”

Lenin’in, 19. yüzyıl sonlarından başlamak üzere kapitalizmin ve sanayinin ciddi bir gelişme sergilediği, ayrıca makalenin yazıldığı yılın başlarında önemli bir devrim deneyimi (1905 Şubat Devrimi) yaşamış Rusya için bunları söylemesi normal sayılmalıdır.

Ancak gene de “büyük ölçekli fabrika üretimi” ve “kent yaşamının aydınlatıcı yanı” gibi dinsel önyargıları zayıflatıcı olması beklenen etkenlerin günümüz Türkiye’si açısından ne kadar devrede sayılabileceğini değerlendirmekte yarar vardır.

***

Az önce söylenene rağmen, Lenin işi “orada” bırakmamaktadır.  

Başka bir olgu daha işin içindedir: Sınıf mücadelesi.



Sınıf mücadelesi, Lenin’in değindiği “nesnel süreçlerle” öznel denebilecek pek çok etmenin iç içe geçerek ortaya çıkardığı bir olgudur. Başka pek çok olgu gibi dinin toplum üzerindeki etkileri de ruhban kesime ve dinci ideolojiye karşı verilecek mücadele de   (ki Lenin bunun ideolojik mücadele olduğunu belirtmektedir) sınıf mücadeleleri bağlamında ele alınmalıdır.

Türkiye’de sınıf mücadelelerinin ivme kazandığı 1960-1980 dönemi, 1989’da ortaya çıkan sınıf hareketliliği ve son olarak örneğin Tekel direnişi, kuşkusuz “laiklikle” ilgili değildir; ancak dinsel bağlanmaların hareketlilik içinde çok daha geri planlara düşebildiğini göstermesi açısından önemlidir.

Sonuç: Laiklik mücadelesi için bir sınıf hareketi beklemek gerekmese bile, sınıf mücadelesinin yükselişi ve bir sınıf hareketinin ortaya çıkması, laiklik mücadelesindeki başarının da güvencesi olacaktır.

***

Lenin’in sınıf mücadelesi vurgusu, din-laiklik bağlamında başka konularda da önemini korur.

Örneğin, işin esası sınıf mücadelesi olduğundan Bolşevikler parti programında “ateist olduklarını” deklare etmezler, “Hıristiyanların ve diğer inanç sahiplerinin partiye katılmalarını yasaklamazlar.”  



Lenin’in bir kez daha sınıf mücadelesine atıfla yaptığı ve “Aydınlanma radikalizmine” yönelik sayılabilecek eleştiri de önemlidir:  

“Ancak, hangi koşullarda olursa olsun, burjuvazi içindeki radikal-demokratların pek de seyrek olmadan yaptıkları bir yanlışa, din sorununu sınıf mücadelesiyle bağlantısız biçimde, soyut ve idealist tarzda ‘entelektüel’ bir sorun olarak ortaya koyma yanlışına düşmemeliyiz.”

***

Diyeceksiniz ki “Keşke bu dönemde, bizde de burjuvazi içinden böyle radikal-demokrat unsurlar çıksa…”

Derseniz haklı olursunuz…

Son bir ekle birlikte: Burjuvazinin içinden olmasa bile “küçük burjuvazi” denebilecek kesimlerin özellikle genç kuşakları arasından çıkabilir ve sanırım çıkmaktadır da…

Sosyalizm adına verilecek ideolojik mücadele açısından “sorun” değil fırsat sayılmalıdır…

https://ilerihaber.org/yazar/sosyalizm-ve-din-130271.html

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]