Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Merdan Yanardağ: Sol yeniden devrimci olmanın yolunu bulmalı

Merdan Yanardağ: 'AKP korkuyu ve kötülüğü toplumsallaştırdı, biz cesareti ve iyiliği toplumsallaştırmalıyız'
 
Dün katıldığı 'Seçiler sonrası Türkiye'nin geleceği' konulu panelde 'AKP korkuyu ve kötülüğü toplumsallaştırdı, biz cesareti ve iyiliği toplumsallaştırmalıyız' diyen ABC Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Birleşik Haziran Haraketi (BHH) Türkiye Yürütme Kurulu üyesi Merdan Yanardağ, sosyalist yorum ve haber portalı 'Manifesto' ya verdiği röportajda; sol'un liberalizm, milliyetçilik ve demokratizmden arınarak yeniden 'devrimci' olmanın yolunu bulması gerektiğinin altını çizdi.

'Gazete Manifesto' muhabiri Merve Bahtiyar'ın Birleşik Haziran Haraketi (BHH) Türkiye Yürütme Kurulu üyeleri ile yaptığı röportaj serisinde yer alan Merdan Yanardağ röportajını sizlerle paylaşıyoruz:

YANARDAĞ: LİBERALİZM, MİLLİYETÇİLİK VE DEMOKRATİZMLE LEKELENEN SOL, ARINMALI VE YENİDEN DEVRİMCİ OLMANIN YOLUNU BULMALIDIR
Soru: 1 Kasım seçim sonuçlarını kısaca değerlendirdiğinizde ilk tespitleriniz nelerdir​
?

Merdan Yanardağ: Türkiye’nin bütün demokratları ve gerçeklikten kopan kimi solcuları, AKP ve Tayyip Erdoğan’ın “zaferi” karşısında ne diyeceklerini, ne yapacaklarını şaşırmış durumda.

Geniş bir çevre, sandık sonucuna saygı duymamız gerektiğini vaaz ediyor. Tayyip Erdoğan’ın gazabına uğrayan bazı kesimler bile, tam bir teslimiyet duygusu içinde, bize dönüp, “Hoşlanmasak da milli irade tecelli etti, seçim sonuçlarına saygı göstermek gerekir” diyor.

'Ortada zafer değil, siyasal bir rezalet var'

Oysa, yapılması gereken ilk şey bu seçim sonuçlarına saygı duymamaktır. Bırakın saygı duymayı, 1 Kasım seçimlerinin meşru olmadığını ilan edip, sonuçlarını reddetmektir. Dahası, bu ülkenin bütün aydınlanmacı güçlerini, cumhuriyetçilerini, demokratlarını, yurtseverlerini, solcularını, sosyalistleri bu seçim sonuçlarını reddetmeye çağırmaktır.

Ülkenin işçilerini, aydınlarını, emekçilerini ve namuslu yurttaşlarını ortaya çıkan sonucu ve bu sonucun yol açtığı siyasi tabloyu bu tabloyu değiştirmek için mücadeleye davet etmektir. Çünkü ortada adil, demokratik ve şeffaf bir seçim yarışı ve bu yarış sonunda kazanılan bir “zafer” değil, tam anlamıyla siyasal bir rezalet var.

Öncelikle belirteyim; siyaseti ve olayları yakından izleyen bir gazeteci olarak, ben 2007’den sonra yapılan (2007 dahil) bütün seçimlerde ciddi ölçekte hile yapıldığı görüşündeyim. Bu konuda elimizde ciddi veriler de bulunuyor. En kritik hilelerden biri de 7 Haziran seçimlerinden istediği sonucu alamayan AKP iktidarının, 1 Kasım’da yaptığı sahtekarlıktır.

'Ne oldu da AKP’nin oyları yüzde 9 arttı?'

Sormak gerekiyor; ne oldu da 1 Kasım 2015 günü, yani 7 Haziran’dan sadece 4 ay 3 hafta sonra, 4 milyonu aşkın seçmen tutum değiştirdi de AKP’nin oyları yüzde 9 oranında arttı. Bu durumun makul bir siyasal, sosyolojik, kültürel açıklaması var mı? Seçimlerde hile yapılacağı, Cemaatin sosyal medya fenomeni Fuat Avni tarafından seçimlerden önce iki ay boyunca ısrarla gündeme getirildi. Kimse bu iddianın ciddiye alınmaması gerektiğini söyleyebilir mi? Elbette “hile” yapıldığına ilişkin suçlama ya da değerlendirme; maddi kanıtları ortaya konulana kadar bir iddia düzeyindedir. Ancak kabul edilmelidir ki, güçlü bir iddiadır ve toplumun küçümsenemeyecek bir kesimi buna inanmaktadır.

Ancak bu iddia, ne kadar güçlü olursa olsun şimdilik bir kenara bırakalım. Çünkü hile yapılmasa bile AKP’nin aldığı gerçek oy düzeyi hiç de az değildir. AKP’nin yüzde 35 ila 40 arasında bir seçmen kitlesinin oylarını aldığı ve bu kitleyi konsolide ettiği gerçektir. Asıl değerlendirilmesi gereken konu da budur. Bu nedenle sorunuza verdiğim yanıtı böyle bir çerçevede geliştireceğim.

'Demokratik ve adil bir yarış olmadı'

Öncelikle saptanması gereken şudur; Türkiye demokratik bir ortamda seçimlere gitmedi ve adil bir yarış gerçekleşmedi. Öyle ki, Tayyip Erdoğan 7 Haziran seçim sonuçlarını beğenmedi diye yaklaşık 700 kişinin birkaç ay içinde öldürüldüğü, topluma korku salınarak yaratılan bir ortamında ülke seçime götürüldü. İktidar partisi ve Erdoğan, bütün toplumu açıkça tehdit etti. Suruç-Ankara katliamları ve artan şehit cenazeleri üzerinden toplum terörize edildi.

Kapitalist toplumlarda seçimlerin -son çözümlemede- eşitsizlik ve adaletsizlikleri örten bir şal işlevi gördüğünü, insanların/toplumun kendi kendisini yönettiğine ilişkin bir yanılsama yarattığını unutmamak gerekiyor. Bu nedenle yaptığımız bütün değirlendirmeleri bu gerçeği unutmadan yaptığımızı akılda tutmakta yarar var. Ancak bu durum, “son çözümlemede” böyledir. Çünkü seçimler halk nezdinde hala siyasal önemini koruyor. Dolayısıyla bir devrimci kriz ya da devrimci durum yaşanmadığı sürece, seçimler ülkelerin kaderinde önemli rol oynamaya devam ediyor.

'Kendi celladına oy veren bir kitle oluşturuldu'

Bu nedenle, Türkiye’de seçmen davranışlarını belirleyen temel etkenin ne olduğuna ve nasıl değiştiğine bakmakta büyük yarar var diye düşünüyorum. Bu ülkede son 60 yıldır izlenen dinselleştirme; Cumhuriyetin modern, aydınlanmacı ve ilerici değerlerinin tasfiye edilmesi, sonuçta insanların sosyo-ekonomik konumları ile siyasal tercihleri arasındaki pozitif ilişkiyi kopardı. Yani insanlar sınıfsal konumlarından hareketle akıl ve bilinçleriyle değil, inançlarıyla oy kullanır hale getirildi. Sırf dindar diye kendi cellatlarına oy veren bir seçmen kesimi oluşturuldu. Çünkü seçmen davranışını belirleyen temel etken din, geleneksel kültür ve etnik duyarlılıklar oldu. Sonuçta yoksullar, kendilerini ezen efendilerine oy vermeye başladı. Bir tür gönüllü kulluk durumu yaratıldı.

'Ortada ideolojik bir rejim tartışması var'

Diğer taraftan seçimler kaba ekonomik-sınıfsal talepler etrafında değil, daha çok kültürel değerler ve ideolojik planda yapılan kavga zemininde yürütüldü. Çünkü ortada esas olarak bir rejim tartışması vardı ve muhalefet bu durumu göremedi. Bilindiği gibi siyasete rejimi değiştirme iddiasıyla giren AKP, seçim kampanyasını da din, kutsal dava, milletin değerleri gibi temalar etrafında yürüttü. Saldırılarını laiklik, cumhuriyet, aydınlanmanın kazanımları gibi ideolojik ve kültürel bir alanda geliştirdi. Durum böyle olmasına karşın, CHP, muhalefet partileri ve sol ise kampanyalarını büyük ölçüde ekonomik taleplerle sınırladı. Eğitimin imam hatipleştirilmesi bile doğru düzgün tartışılamadı. AKP, bu ekonomik talepleri bir ölçüde içerince muhalefeti silahsız bıraktı.

'Sürekli geri çekilerek topluma güven verilemez'

Diğer taraftan AKP sokağı terörize ederken, yeniden örgütlediği sokak milisleri eliyle saldırılar düzenlerken -Kırşehir örneği çok önemlidir- bunun karşısında sürekli geri çekilen, pasifist ve sadece “barış” çağrısı yapan bir anlayış, topluma güven veremezdi. Tersine bu durum korkunun yayılmasını kolaylaştırdı ve bir özgüven yıkımına yol açtı. AKP iktidarının harekete geçirdiği dinci-faşizan sürülerin karşısına sokakta kimse çıkmadı. Dolayısıyla, siyasal ve ideolojik düzeyde kavga etmeyi göze alanlar ve sokakta güç güç gösterenler toplumu sindirdi ve kazandı. Muhalefet, daha çok da CHP, AKP karşıtı büyük kitleyi kendi değerleri ekseninde birleştiremedi. CHP’nin bıraktığı boşluğu sosyalist sol da dolduramadı. HDP ise, bütün çabalarına karşın kendi dar milliyetçi taleplerini aşacak, solu ve Türkiye’yi kucaklayacak bir performans gösteremedi. Durum özetle bundan ibarettir.

Soru: Sizce parlamentonun bu hali toplumsal mücadeleleri tetikler mi yoksa onların önünü​ mü ​kapatır​?

Yanardağ: Topumsal mücadelenin nasıl bir seyir izleyeceğini çok fazla beklemeden göreceğiz. Bence, siyasal-toplumsal mücadelenin yükseltilmesi için bütün nesnel koşullar mevcut. Eksik olan öznel koşullardır. Yani mücadele artık determinist değil voluntarist, yani iradeci bir yol izleyecektir. Bu nedenle döneme ve şartlara uygun bir örgütlenme ve siyasal program önem taşıyor. Elbette böyle bir örgütlenme ve hareketin felsefi arka planı daha büyük önem kazanıyor. Bu bakımdan, liberalizm ve milliyetçilikle lekelenen sol, öncelikle bir alan ve zihin temizliği yapmalıdır. Demokratizmden arınmalı ve yeniden devrimci olmanın yolunu bulmalıdır.

Sorunuzun diğer boyutuna gelince;


Öncelikle AKP ve Erdoğan’ın salt parlamenter yollardan iktidarı terk etmeyeceğinin ortaya çıktığın tespit etmek gerekiyor. Oluşan Meclis tablosu, insanların seçimler ve parlamentoya olan inançlarını büyük ölçüde sarstı. Ajitasyonu bu yönde derinleştirmek gerekiyor. Ortaya çıkan sonuç, toplumda önce büyük bir moral bozukluğu yarattı. Ancak bu ruh hali hızla dağılma eğilimi de gösteriyor. Durum böyle olmakla birlikte, eğer sol ve devrimciler bu durumun üzerine gitmez ve mücadeleyi yükseltmezse, bu korku duygusu ve moral bozukluğunu aşmak mümkün değildir. Öncelikle yapılması gereken şey “yenilmişlik” duygusunu kırmak ve Jose Mujica’nın kısa gözlem süresinde bile görerek işaret ettiği “umut krizi” durumunu aşmaktır.

'Kurulan 'suni denge'yi bozmalıyız'


Mahir’den (Çayan) alacağımız bir kavramla ifade edersek eğer, deyim uygunsa mevcut parlamento ile ülkede bir “suni denge” durumu oluştu. AKP’nin toplumda yarattığı korku ve umutsuzluk iklimi, kendisini olduğundan daha güçlü gösterdiği bir tablo oluşturdu. Gerçekte ise bu partiyi iktidara getiren bütün iç ve dış dinamiklerin AKP aleyhine değiştiği zayıf bir iktidar ile karşı karşıyayız.

Diğer bir ifadeyle, aslında gerilemeye başlayan, pozisyon kaybeden, dolayısıyla kendisini olduğundan daha güçlü gösteren, polis terörünü artırarak iktidarı elinde tutan bir parti ve iktidar var karşımızda. Bu anlamda 1 Kasım sonuçları AKP bakımından gerçekte bir zafere değil, bir yenilgiye işaret ediyor. Çünkü AKP rızadan çok, ancak sopayla alınan bir sonuçla iktidarı elinde tutuyor. İşte, yapılması gereken şey bu “suni denge”yi bozacak, toplumdaki korku duygusunu kıracak, muhalif kesimlerin özgüvenini yeniden büyütecek bir mücadele çizgisi izlemektir. Yani AKP’nin elindeki o sopayı kırmaktır. Bu nedenle dönemin maddesine (nesnelliğine) ve ruhuna uygun bir örgütlenmeye ve mücadele hattına ihtiyacımız var.

abc gazetesi

solcu  |  Cvp:
Cevap: 1
24.11.2015- 15:37


'Sürekli geri çekilerek topluma güven verilemez'

Diğer taraftan AKP sokağı terörize ederken, yeniden örgütlediği sokak milisleri eliyle saldırılar düzenlerken -Kırşehir örneği çok önemlidir- bunun karşısında sürekli geri çekilen, pasifist ve sadece “barış” çağrısı yapan bir anlayış, topluma güven veremezdi. Tersine bu durum korkunun yayılmasını kolaylaştırdı ve bir özgüven yıkımına yol açtı. AKP iktidarının harekete geçirdiği dinci-faşizan sürülerin karşısına sokakta kimse çıkmadı. Dolayısıyla, siyasal ve ideolojik düzeyde kavga etmeyi göze alanlar ve sokakta güç güç gösterenler toplumu sindirdi ve kazandı. Muhalefet, daha çok da CHP, AKP karşıtı büyük kitleyi kendi değerleri ekseninde birleştiremedi. CHP’nin bıraktığı boşluğu sosyalist sol da dolduramadı. HDP ise, bütün çabalarına karşın kendi dar milliyetçi taleplerini aşacak, solu ve Türkiye’yi kucaklayacak bir performans gösteremedi. Durum özetle bundan ibarettir.


Bu tespite hiç kimse karşı çıkamaz. Tamamen doğru tespitler bunlar. CHP ve HDP bizi ilgilendirmiyor desek bile, bu sonuçların ortaya çıkmasındaki neden CHP ve HDP'nin izlediği seçim stratejileridir. İkisi de yanlış bir siyaset üzerinden hareket etti.Sosyalistlerin yapabilecekleri sınırlıydı, onlar da etkisiz kalınca seçim sonuçları bu şekilde gerçekleşti.

'Kurulan 'suni denge'yi bozmalıyız'

Mahir’den (Çayan) alacağımız bir kavramla ifade edersek eğer, deyim uygunsa mevcut parlamento ile ülkede bir “suni denge” durumu oluştu. AKP’nin toplumda yarattığı korku ve umutsuzluk iklimi, kendisini olduğundan daha güçlü gösterdiği bir tablo oluşturdu. Gerçekte ise bu partiyi iktidara getiren bütün iç ve dış dinamiklerin AKP aleyhine değiştiği zayıf bir iktidar ile karşı karşıyayız.

Diğer bir ifadeyle, aslında gerilemeye başlayan, pozisyon kaybeden, dolayısıyla kendisini olduğundan daha güçlü gösteren, polis terörünü artırarak iktidarı elinde tutan bir parti ve iktidar var karşımızda. Bu anlamda 1 Kasım sonuçları AKP bakımından gerçekte bir zafere değil, bir yenilgiye işaret ediyor. Çünkü AKP rızadan çok, ancak sopayla alınan bir sonuçla iktidarı elinde tutuyor. İşte, yapılması gereken şey bu “suni denge”yi bozacak, toplumdaki korku duygusunu kıracak, muhalif kesimlerin özgüvenini yeniden büyütecek bir mücadele çizgisi izlemektir. Yani AKP’nin elindeki o sopayı kırmaktır. Bu nedenle dönemin maddesine (nesnelliğine) ve ruhuna uygun bir örgütlenmeye ve mücadele hattına ihtiyacımız var.



Sosyalistlerin yapması gerekenin   '' bu “suni denge”yi bozacak, toplumdaki korku duygusunu kıracak, muhalif kesimlerin özgüvenini yeniden büyütecek bir mücadele çizgisi izlemek''se, bunun nasıl olabileceği konusunda tartışmak lazım. CHP ve HDP'nin yönetimsel katılımının da dahil olduğu bir mücadele oluşturulamıyor. Sosyalistler bu gerçek üzerinden hareket etmeli. BHH kurulurken bu oluşuma kürt hareketi hiç olumlu yaklaşmadı. Hatta kürt hareketinin sempatizanları bu oluşuma düşmanca baktı. CHP ise düşmanca bakmasa bile bu oluşuma birkaç vekil vermekten öteye geçemedi. Böyle olunca yeni bir mücadele hattı CHP ve HDP'nin yönetimsel katkılarıyla gerçekleştirilemiyor demektir. O zaman geriye kalan sosyalistlerin öncülüğünde bir oluşuma gitmek. BHH'nin bunu gerçekleştirebileceğini düşünmüyorum. Seçimlerde gördük, CHP mi olmalı, HDP mi olmalı tartışmalarından bir adım ileri gidemediler. BHH'nin bir kısmı HDP'ye destek vereceklerini açıkladı, ÖDP ise HDP ile CHP'nin içinde bulunduğu bir birlik açıklaması yaptı. BHH bu haliyle umut olamıyor. CHP ve HDP yönetimlerini ve onların siyaset tarzlarını dıilayan bir siyaset etrafında örgütlenmek lazım. Benim bu konudaki düşüncem böyle.

denizcan  |  Cvp:
Cevap: 2
25.11.2015- 19:24

solcu, nekadar uzun yorumlarda bulunursak bulunalım, ne yapmalı sorusunun cevabını açık bir şekilde veremiyoruz. Hepimiz konunun etrafında dolaşıyoruz, asıl konuya parmak basmıyoruz. Ne yapmalı sorusunun cevabı sosyalistler için tek olmalı. Lafı evirip çevirmeden söylemek lazım, sosyalistler önce kendi partilerinde bir araya gelmeli, partili olmalılar. Partili olmayanların, örgütsüz mücadele verileceğini savunanların bu konudaki görüşleri ne olursa olsun doğru değil. Örgütsüzlük çoğunlukla kuyrukçuluğa neden oluyor. Daha güçlü gördükleri düzen partilerine gitmelerine veya oy vermelerine yol açıyor. Böyle bir yaşam şekli ortaya çıktığında bu yaşam şekline uygun düşünceleri de savunmaya çalışıyorlar.   Düşündükleri için yapmıyorlar, yaptıklarını savunmaya çalışıyorlar. Bence çözülmesi gereken problem bu. Sosyalist partilerde olmadan, hep düzen partilerinin ne yaptığıyla ilgilenerek onların siyasetlerinin ön açacağını sanmak sosyalist olmakla bağdaşmıyor. Biz gerçekleri konuşmuyoruz. Sosyalizme bile inancımızda dürüst davranmıyoruz. Sosyalizme inancımız yeterlilik göstermiyor. Sosyalizme inanmayanların sosyalizmde örgütlenmesi nasıl gerçekleşsin? Bu kadar hataya rağmen hala CHP ve HDP'den birşeyler beklemek, bazen AKP gibi gerici partilerden bile ilericilik beklemek başka nasıl açıklanabilir? Kim kuyrukçu, kim siyasette sosyalist olduğunu söyleyip sosyalist ideolojiyi inkar ediyorsa bence sosyalizme inanmıyor demektir. İstediği kadar başka şeyler söylesin, söylediği ile yapmaya çalıştığı farklı ise bu kişilerden sosyalist mücadele beklenmemelidir.

bedrettin  |  Cvp:
Cevap: 3
25.11.2015- 20:22

Alıntı Çizelgesi: denizcan yazmış

solcu, nekadar uzun yorumlarda bulunursak bulunalım, ne yapmalı sorusunun cevabını açık bir şekilde veremiyoruz. Hepimiz konunun etrafında dolaşıyoruz, asıl konuya parmak basmıyoruz. Ne yapmalı sorusunun cevabı sosyalistler için tek olmalı. Lafı evirip çevirmeden söylemek lazım, sosyalistler önce kendi partilerinde bir araya gelmeli, partili olmalılar. Partili olmayanların, örgütsüz mücadele verileceğini savunanların bu konudaki görüşleri ne olursa olsun doğru değil. Örgütsüzlük çoğunlukla kuyrukçuluğa neden oluyor. Daha güçlü gördükleri düzen partilerine gitmelerine veya oy vermelerine yol açıyor. Böyle bir yaşam şekli ortaya çıktığında bu yaşam şekline uygun düşünceleri de savunmaya çalışıyorlar.   Düşündükleri için yapmıyorlar, yaptıklarını savunmaya çalışıyorlar. Bence çözülmesi gereken problem bu. Sosyalist partilerde olmadan, hep düzen partilerinin ne yaptığıyla ilgilenerek onların siyasetlerinin ön açacağını sanmak sosyalist olmakla bağdaşmıyor. Biz gerçekleri konuşmuyoruz. Sosyalizme bile inancımızda dürüst davranmıyoruz. Sosyalizme inancımız yeterlilik göstermiyor. Sosyalizme inanmayanların sosyalizmde örgütlenmesi nasıl gerçekleşsin? Bu kadar hataya rağmen hala CHP ve HDP'den birşeyler beklemek, bazen AKP gibi gerici partilerden bile ilericilik beklemek başka nasıl açıklanabilir? Kim kuyrukçu, kim siyasette sosyalist olduğunu söyleyip sosyalist ideolojiyi inkar ediyorsa bence sosyalizme inanmıyor demektir. İstediği kadar başka şeyler söylesin, söylediği ile yapmaya çalıştığı farklı ise bu kişilerden sosyalist mücadele beklenmemelidir.



Sosyalist mücadelenin örgütlü olması bir yana sosyalist mücadele her şeyden önce sosyalizmi savunarak verilmeli. Senin söylediğine katıldığım, sosyalist olmayanların sosyalist mücadeleye katılmayacağıdır. Sosyalist mücadeleye katılmayanlar için ''sosyalist değildir'' demek biraz ağır kaçıyor. Ancak bir şartla, o da sosyalist örgütlenmeye katılmamasına rağmen sosyalizmi savunarak sosyalist olduğunu ortaya koyabilir ve bu yolla bile sosyalist mücadeleye katkı verebilir. Bu tür insanların dışlanmaması lazım, yoksa büyük haksızlık yapmış oluruz. Bu kişilerle ideolojik olarak aynı saflardayız.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]