Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Dünyadan
23.09.2013- 19:01



Suriye ile ilgili mesajlarımızı bu başlığa atalım, konu bütünlüğünü sağlarız.

Sol gazetesinin yaklaşık iki yıldır Suriye de yaşayan Türkiyeli yazarından   (Sevra Baklacı)katkılar asacağım.Sol haber portalından alıntıdır, psikolojik savaş argümanlarının etkisini bir nebze azaltabilmek için...



Suriye’de liderlik değişimi
Sevra Baklacı

Ülkeyi sancılı bir ortamda yönetmeye çalışan Baas Partisi, bayram öncesinde liderlik kadrosunu yeniledi. Kimine göre bu bir operasyondu, kimine göre kan tazeleme, kimine göre ise sadece imaj yenileme…

Partinin merkez komite toplantısında Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, yeniden Baas Partisi Genel Sekreteri olarak seçilirken; geriye kalan isimlerin tamamı değişti. Bu isimlerin değişip yerlerine genç kuşaktan yeni isimlerin gelmesi, 2005 yılından bu yana hiçbir değişikliğe gitmemiş olan parti için önemli ve olumlu bir gelişme... Değişen isimler arasında ise Suriye’yi öteden beri tehdit eden “Müslüman Kardeşler” hareketine yakınlığıyla tanınan Muhammed Said Bheyfan, Süleyman Kaddah ve Muhammed Faruk Ebu Şamat gibi siyasetçilerin de bulunması benim için değişimi olumlu kılan en önemli etken.

Beşar Esad’ın yönetimin başına gelmesinden bu yana yaptığı en büyük hatalarından biri sanırım babasının, zamanında nefes aldırmadığı radikal dincilere ülkede yuvalanma ve serbest hareket etme fırsatı vermesi ya da onlara karşı yeterli tedbirleri almaması oldu. Şu anda tekbir getirerek kameralar karşısında insanları boğazlayan Nusra Cephesi’nin sadece dış destekli olmayıp 1982’de Suriye’de büyük bir darbe yedikten sonra ülkeyi yıpratmak için askeri seçenekten ümidini kesip siyasetin içine karışan Müslüman Kardeşler tarafından da desteklendiğini biliyoruz.

Suriye’de tüm olup bitenlerden sonra, demokrasi, hak, hukuk için isyan ettiği iddia edilen halka sorarsanız, birçoğu; “bazı adımların atılması gerekirdi. Ancak dinci, bağnaz, gerici odaklara karşı Baba Esad’ın katı siyaseti, oğlu tarafından devam ettirilmeliydi” derler. Çünkü Suriye, geçmişten beri sürekli tehdit altında olan bir ülke ve “ılımlı İslam” dedikleri İslamı yozlaştırma projesi, ülkeyi tehdit eden emperyalizme hizmettir. İç ve dış odakların işbirliğidir. Geriye doğru gidiştir…

Din veya milliyetçilik temelinde örgütlenmeler sadece Suriye için değil tüm dünya için büyük bir tehlike... Bu tarz örgütlenmelerin sonucu; Suriye’de gözlerimizin önünde gerçekleşen trajedidir. Irak’ta Sünnilerle Şiilerin birbirlerini öldürmesidir. Almanya’da Türklerin yakılması, Türkiye’de Uğur Mumcu’nun, Hrant Dink’in veya Abdullah, Ethem ve İsmail’in katledilmesidir…

“Ne mutlu patlamalarda ölenlere” Halep’te görev yapmış ve radikal dinci çetelerin insanlık dışı eylemlerine şahit olmuş bir askerin sözleri… Aylarca abluka altına alınmış, mühimmatları tükenmiş, aç kalmış, bölgeden ayrılmaya çalışırken “cihatçıların” eline düşmüş yaklaşık 170 askerin içerisinden kaçmayı başararak sağ kalan 6-7 askerden biri… Asker, daha sonra katledilen yüzün üzerinde arkadaşını teşhis etmek için cesetlerini görüyor. Cesetlere yapılanların insanı dehşete düşürecek derecede vahşice olduğunu, internet ortamında paylaşılanların gerçekte yaşananları yansıtmakta yetersiz kaldığını söylüyor. Onların eline düşmenin ne kadar korkunç olduğunu anlatmak için “patlamada ölmek ne kolay, ne mutlu patlamada ölenlere” diyor.

Dinci güruhun “ılımlı İslam” modeli, Büyük Ortadoğu projesinin yani ABD’nin Müslüman dünyasına egemen olma planının öteki adıdır; Türkiye’de AKP, Tunus’ta El Nahda, Fas’ta Adalet ve Kalkınma Partisi, Mısır’da ise devrilen Müslüman Kardeşler, bu projenin gereği olarak iktidara getirilmiştir...

Ancak bu model, domino etkisini tersine çeviren Suriye’deki direnişten sonra ilk olarak Mısır’da çöktü. Pek farkında olmasak da bölgedeki Müslüman halka asıl hizmette bulunan, onbinlerce evladını feda eden Suriye halkı oldu…


şibusa  |  Cvp:
Cevap: 1
23.09.2013- 19:07

Pazar, 21 Temmuz 2013 - 08:18
Şam
Sevra Baklacı

Şam’ın caddelerinden birinde yürürken bir kamu binası ve önündeki askeri kontrol noktasının barikatlarını boyayan, kızlı erkekli bir grup gönüllü gençle karşılaştım. Gençler ellerinde fırçalar güle oynaya betonları Suriye bayrağının rengine boyuyorlardı... “Yardıma ihtiyacınız var mı” diye sordum, hemen bana bir çift eldiven ve fırça verdiler. “Bu işi ilk defa mı yapacaksın” diye soran genç kıza, “evet” cevabını verince bana boyaması daha kolay olduğu için siyah boya kutusunu uzattı ve hemen işe koyuldum.

Biz çalışırken araçlarıyla oradan geçen kimi insanlar kornaya basıp selam veriyor, kimileri başını camdan uzatıp güzel dualar ediyor, askerler ise işlerini yapıyordu...

Bayrağın en alt kısmındaki siyah rengi boyarken yakınımdaki 19, 20 yaşlarındaki gençle sohbet ediyoruz... Nereli olduğumu soruyor, Türkiye dediğimde “Aaa Türkiye mi? Ben Kürdüm, bizim Urfa’da, Mardin’de çok akrabamız var. Biz senle de akrabayız o zaman...” diyor. Sonra türkücü Ceylan’a getiriyor konuyu, onu ne kadar sevdiğini anlatıyor, o kadar dinliyormuş ki arkadaşları ona “Ebu Ceylan” diyorlarmış. Sonra bildiği Türkçe kelimeleri sıralıyor bana. Nereden öğrendiğini soruyorum, “Mustafa’dan” diyor ve Mustafa’ya sesleniyor.

Mustafa, Halepli bir Türkmen’miş, yanıma geliyor. Bir yandan çalışıyor bir yandan Türkçe sohbet ediyoruz onunla. Türkiye ile Suriye arasında gerginliğin üst noktaya geldiği sıralarda iki ülke arasında savaş çıkma ihtimalinin onu ne kadar endişelendirdiğini anlatıyor... “Bir yanda doğup büyüdüğüm ülkemin insanları, diğer yanda soydaşlarım, ben kiminle savaşacak, kimi öldürecektim” diyor...

Sonra yanımıza biri başka genç geliyor, Mustafa benim için “Sevra Türkiyeli, akrabam yani” diyor. Tartuslu olduğunu öğrendiğim genç, Türkiye’nin hangi ilinden olduğumu soruyor, “Hatay” değince “o zaman akrabayız” diyor o da...

Kürt, Türk, Arap... Bu topraklarda yaşayan halkların hepsi akraba gerçekten de. Türkiye’de ne Suriye’de de bu akrabalar arasında sorun yok aslında... Kardeşi kardeşe düşüren ise devletlerin izlediği siyaset... Bunun en iyi örnegi ise kendi çıkarları uğruna hakları kullanarak nefret tohumları eken, her yaptığı açıklamada halkı bölen Recep Tayyip Erdogan...

Dünyanın Suriye’den alacağı pek çok ders var aslında. Bunlardan biri güçlü olmanın, ayakta durmanın sadece silahla değil, ülkedeki insanlar arasında Suriye’de tanık olduğum gibi birlik beraberlik atmosferinin oluşturulmasıyla sağlanacağıdır.

24 milyon nüfuslu küçük bir ülke olan Suriye, İsrail’in de itiraf ettiği gibi dünyaya karşı savaşıyor. Dünyanın Suriye’ye karşı yürüttüğü bu kanlı komployu başarısızlığa mahkum eden şey ise tam olarak, insanlar arasındaki bu sevgi, bağlılık ve hoşgörü...
Burada gönüllü gençleri her yerde rastlamak mümkün... Kimi zaman kamu binalarını boyarken görüyorsunuz onları, kimi zaman çevre temizliği yaparken, parklara çiçek ekerken. Hatta meydana gelen patlamalardan sonra enkazı temizlerken... Onları gördükçe Suriye’nin her daim hoşgörü yurdu kalacağına ve bu krizi zaferle atlatacağına olan inancım daha da artıyor...

İşimizi bitirdikten sona, ertesi gün işe devam edilecek yeni yeri ve saati öğrendikten sonra dağilıyoruz…

şibusa  |  Cvp:
Cevap: 2
23.09.2013- 19:10

Suriye’ye bayram yok
Sevra Baklacı

İktidar olanlar kendi dönemlerinde yargıyı ellerinde bulundursalar da “tarih” denen mahkeme, yeri geldiğinde onları yargılayacak, iyi ve kötü diye tasnif edip gelecek nesiller için kaydedecektir.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye tarihi için büyük, çok büyük bir talihsizlik olduğunu düşünüyorum.

Davutoğlu, başta Suriye konusunda olmak üzere yürüttüğü dış politikada başarısızlığın kitabı yazdığı halde hâlâ vazgeçmiyor. Hayalleri Davutoğlu’nu bir türlü bırakmıyor. Sanırım daha çok şiddet, daha çok ölüm Suriye’de sonuç getirebilir diye düşünüyor. Yenilen pehlivan güreşe doymazmış ne de olsa...

Suriye halkına karşı savaşan terör gruplarını umutlandırmak için çabalamaktan vazgeçmeyen Davutoğlu, birkaç gün önce yaptığı açıklamada Suriye’deki bütün oluşumların, bütün grupların, ayırım gözetmeksizin Türkiye’nin dostu olduğunu söyledi. Ertesi günü geri adım atıp “radikal gruplar devrime ihanet ediyor” diyerek onları desteklemediğini söylese de biz Davutoğlu’nun El Nusra dahil dostlarını tanıyor, kimi destekleyip desteklemediğini biliyoruz.

Dışişleri Bakanı, Suriye’deki terör çetelerine “Türkiye’nin dostları” ve yaptıklarına bir kez daha “devrim” diyor...

Biraz tarih okuyanlar devrimin ilke ve hedeflerini aydınların belirlediğini, ulusal örgütlenmelerin ortaya çıktığını ve böylece halk kitlelerinin harekete geçtiğini bilirler. Aydınların kalemi ile halk kitleleri uyumlu bir şekilde hareket eder ve süreç başlar... Ancak Suriye’de şu anda ne “devrim” diyen bir aydın kesim ne de devrim için harekete geçen bir halk var... Suriye’de sadece kanın durmasını ve hayatın artık normale dönmesini isteyen insanlar var.

Davutoğlu’nun bahsettiği “devrim”in ilke ve hedeflerini koyanları tanıyoruz. Harekete geçen kitlelerin çoğunun ise Libya, Tunus, Kosova, Afganistan, Çeçenistan ve daha başka ülkelerden “cihat” adı altında Kaide Örgütü’ne tabi Nusra Cephesi saflarında savaşmaya gelenler olduğunu biliyoruz...

Davutoğlu’nun aralarında ayırım yapmadığı o “dostları” da Suriyeliler arasında asker,sivil, kadın çocuk hiçbir ayırım yapmıyor...
Bir de bayramlar onlar için ayrı bir anlam taşıyor. Bayramda “cihat” yapmak diğer günlere göre daha “kutsal”. Yani insanları bayramlarda öldürdüklerinde “cennete gitme şansları artıyor”. Bir de mermilerini domuz kanına bulayarak saplandığı insanın da “cehenneme gidişini garantiliyorlar”... O yüzden Suriye’de savaş bayramda da mola vermiyor, aksine şiddetleniyor.

O “dostlar” bu hafta Şam’ın Ceramana semtinde bomba yüklü bir aracı patlatarak 10 vatandaşı katlettiler. Haseke’de onları desteklemedikleri gerekçesiyle 7 kişiyi idam ettiler... Halep’te toplu katliam düzenlediler, Sevra Caddesi’ne attıkları havan topu sonucu 8 yaşındaki bir çocuk yaşamını yitirdi... Suriye’ye bayram yok! Ramazan ayında ölüm, Suriye’deki yönetim yanlılarını da, tarafsızları da, muhalifleri de alıp götürdü…

İyi bayramlar Sayın Davutoğlu… İyi bayramlar Müslüman coğrafyasında devrim oluyor diye bayram edenler...


şibusa  |  Cvp:
Cevap: 3
23.09.2013- 19:13

Pazar, 4 Ağustos 2013 - 08:08
Suriye ordusu
Sevra Baklacı

Bölgemizdeki bütün Müslüman ülkelerde olduğu gibi Suriye’de de ordu üzerinde müthiş bir zayıflatma projesi uygulanıyor. Perşembe günü kuruluşunun 68. yıldönümünü kutlayan Suriye ordusu, iki yılı aşkın bir süredir sadece ülkesini Amerikan dolarına satan veya farklı ülkelerden derlenip tedhiş eylemleri yapmaya özendirilen radikal terör çeteleriyle değil aynı zamanda medyayla da savaşıyor.

Tüm imkanlarını seferber eden yüzlerce medya kuruluşu başından beri Suriye olaylarında devlet binalarını hedef alan patlamalarda bile ellerinde hiçbir kanıt olmadan ilk anda orduyu sorumlu tutacak kadar sorumsuzca, ahlaksızca haberler yaptı. Suriye’de olanlar için “iç savaş” görünümlü bir “dünya” desek yanlış olmaz herhalde. Suriye ordusu da bunca zamandır “muhalefet” kılığına girmiş olan dünya ile savaşıyor...

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki ordu, medyanın dediği gibi “Esed”in değil halkın ordusu. Halkla gayet barışık ve onun tam desteğini arkasına alan bir ordu. Suriye’de işlerin dış güçlerin planlandığı gibi yürümüyor olmasının temel nedeni de bu zaten. Bir diğer neden ise Suriye ordusunun bağımsız karar alabilen bir yapıya sahip olup İsrail’i bölgede büyük bir tehdit olarak görmesi ve buna uygun olarak yapılanmasıdır.

Teçhizat ve asker sayısı bakımından dünyanın on altıncı büyük ordusu olduğu ifade edilen Suriye Ordusu, Arap ülkelerinin orduları arasından en güçlü olanı. Ancak Suriye ordusu şu ana kadar potansiyelinin yüzde kırkını dahi henüz kullanmamış, askerlerin büyük bir bölümü henüz kışlasından çıkmamıştır. Ordu, aynı zamanda sahip olduğu gelişmiş savaş araçlarının çoğunu da kullanmamıştır. Bunun nedenleri; silahlı çetelerin sivil yerleşim birimlerinde karargah ve üs kurmuş olmaları, Suriye ordusunun karşısında düzenli bir ordunun olmayışı. Bir de orantısız güç kullanarak uluslararası tepkileri çekmek istememesi ve olası bir dış müdahaleye karşı hazırlıklı olma isteği.

Yukarıda saydığım nedenler “Bu kadar güçlü bir ordu bu kadar zamandır terörü neden bitiremiyor” sorusunun da cevabıdır aynı zamanda.

Operasyon bölgesinde muhabir olarak görev yapan arkadaşlarım, ordunun böylesi koşullarda vatan savunmasında eşi benzeri olmayan bir savaş yürüttüğünü, harp akademilerinde öğretilen savaş taktiklerinden tamamen farklı, yeni, benzersiz muharebe taktikleri uyguladığını söylüyor. Ordunun karşı karşıya kaldığı savaş, gerilla gruplarının dağlarda ve kırsal kesimlerde mevzilendikleri, saldırılarını kentlere ya da kasabalara inerek gerçekleştirdikleri klasik gerilla savaşından farklı. Suriye’deki terör grupları dünyanın en zengin ülkeleri tarafından milyonlarca dolar harcanarak üstün teknolojik savaş araçlarıyla donatılan, istihbarat, eğitim ve devasa medya gücü ile desteklenen gruplardır.

Bunlara karşı Suriye ordusu, klasik savaş taktiklerinden uzaklaşarak gerilla savaşı üzerinde yoğunlaşmış. Ordu bu savaşta beklendiği, tahmin edildiği gibi büyük bir yara almamış, aksine kendini yenilemiştir. İhanetleri tasfiye ederek ve savaş deneyimi kazanarak daha özlü, daha güçlü olmuş.

Suriye olaylarını ana akım medyadan takip edenlerin beni anlamasının çok güç olduğunu bilsem de Suriye’den ayrıldıktan sonra da o orduyu büyük bir saygı ve takdirle anacağımı söylemek isterim.

Dünya, Suriye ordusunun (halkının) zaferine kendini hazırlamalıdır...

şibusa  |  Cvp:
Cevap: 4
23.09.2013- 19:23

Pazar, 11 Ağustos 2013 - 08:14
Lazkiye’de ne oldu?
Sevra Baklacı

Suriye… Emperyalizmin artık saklamaya bile gerek duymadığı kanlı yüzünün sureti… Tüm dinlerce, tüm uluslararası kanun ve yasalarca yasaklanmış olduğu halde öldürmenin “doğal” ve “rutin” hale geldiği kanlı topraklar… Dünyanın kınamayı bile reddettiği katliamlardan geriye kalan cesetlerin çığlık attığı, ama kimseciklerin duymadığı coğrafya…

Rojava’dan sonra Lazkiye’deki katliamla birlikte insanlık tarihinin utanç sayfalarına bir yenisi daha eklendi…

Tarihler 4 Ağustos 2013 Pazar gününü gösterdiğinde, sabaha karşı saat 4.00 sularında farklı yönlerden gelen Nusralı binlerce militan Lazkiye kırsalının kuzeydoğusuna düşen 8 köye silah ve roketlerle girdi. Uykusundan uyanan insanlar daha ne olduğunu anlamadan kimi silahlarla tarandı, kimi de bıçaklarla kesildi…

Elimde köy köy kurbanların listesi ve yaşananlarla ilgili bazı ayrıntılar... Okuduğum her cümle öyle ağır geliyor ki, kâğıtları elimden bırakıp sürekli ara verme ihtiyacı hissediyorum…

Liste, Nebata Köyü ile başlıyor… Kurbanların isimlerden sonra köyde sadece 12 kişinin sağ kaldığı notu yer alıyor. İşte diğer bazı köylerden notlar:
Baruda Köyü… 33 kişi bıçaklarla kesilerek öldürülüyor, bunların 13’ü çocuk 9’u kadın…

Hırrata Köyü… Nüfusu 40 kişiyi geçmeyen bu küçük köyde tek bir el ateş etmiyorlar… Köylülerin tamamını bıçaklarla keserek öldürüyorlar, kurtulan olmuyor…

Balluta Köyü… Köyden emekli bir komutan öldürüldükten sonra insanlar köyün meydanına toplanıyor. Önce çocuklardan başlanıyor. Ailelerinin gözleri önünde kurşun yağmuruna tutuluyorlar. Kaçmayı deneyen insanların üzerine ateş açılıyor. Köyden sadece 15 kişi (yaralarına rağmen) kaçmayı başarsa da bazıları sonradan hayatını kaybediyor…

Esterba Köyü… Tekbir getirerek boğazlarına bıçak dayadıkları köylüleri Fatiha Suresini okuduktan sonra tıpkı kurban keser gibi kesiyorlar. Katliamdan sonra köydeki evlerin tamamını da yakıyorlar...

İsmi geçen köylerde toplam en az beş yüz kişinin kesilerek veya kurşuna dizilerek can verdiği söyleniyor… Birçok aile tüm fertleriyle birlikte katlediliyor… Ordunun hâlâ giremediği köylerde ise ne olup bittiği, insanların akibeti meçhhul.

Kurbanların bazılarıyla ilgili notlar var. Mesela Nebata Köyünde Cafer el-Şeyh adlı dört yaşındaki çocuk korku içinde su istediği sırada bir militan tarafından yakalanıp boğazı kesiliyor. Mesela Hambuşiye köyü kurbanları arasında hamile bir kadın var, anneyi katlettikten sonra karnını delik deşik ediyorlar… Köylerden birinde eşi katledildikten sonra, onların ellerine düşmemek için mutfak bıçağıyla kendini öldüren bir kadın var… Ergenliğine yeni girmiş 11, 12 yaşlarında çocuklar da var…

Katledilenler dışında kaçırılan çok sayıda köylü de var… Onların, hayatını kaybedenlerden daha şanssız olduğu kesin. Kaçırılanlar arasında 9 aylık olduğu not düşülen bir çocuk var mesela.. Din Âlimi Şeyh Bedreddin Ğazale de kaçırılanlar arasında… Ancak kaçırıldıktan sonra katledildiği yönünde bilgiler var...

Yazımı kaçırılan Şeyh Bedreddin Ğazale’nin ağabeyi Şeyh Zülfikar Ğazale’nin köy halkına vasiyetiyle bitirmek istiyorum:

“Vasiyetim olarak varsayın, size vasiyetim olsun... Şayet onları televizyon kanallarında sembollerimizden herhangi birine veya kutsallarımza söverek, bedenimi yaktıkları ya da beni kesip parçalara ayırdıklarını görürseniz intikam almayın. Kimseye bir fiske bile atmayın. Kimseye zarar vermeyin. Mezhepsel hiçbir tepkiyle hareket etmeyin. Mezhepçilik, içine düşmemizi istedikleri bir tuzaktır. Mezhepçilik bizim ahlakımızda yoktur. Bizler, hiçbir zaman mezhepçilik çığırtkanlığı yapmadık. Hiçbir alçak eylem bizi mezhepçilik tuzağına sürükleyemez. Sizden defalarca rica ediyorum, Şeyh Fazıl’ın rahmeti adına sizden rica ediyorum; kesinlikle mezhepçilik istemiyoruz.. “
(Şeyh Fazıl: Şeyh Bedreddin ve Zülfikarın birkaç yıl önce vefat eden kardeşleri. Suriye’de büyük saygı duyulan, büyük bir türbesi yapılan alimdir.)

Kaçak  |  Cvp:
Cevap: 5
23.09.2013- 19:53

Bu yazılarda kimyasal silahlara ölenlere dair bir cümle yok. Kim öldürdü onları? Kim bu ölenler? Hayalet mi bunlar? Neden söz edilmiyor onlardan?

Size bir soru; bir ülkede teröristler halka saldırsa halk sınır dışına mı kaçar yoksa ülkenin başka güvenli şehirlerine mi?

Eğer saldıranlar teröristler veya dışardan gelenler olsa halk kitleleri elbette ikincisini yapar. Peki ya saldıran devletse?..

O zaman elbette dışarı çıkar halk. Tıpkı Suriye'de olduğu gibi...

Suriye halkı bugün iki tarafdan sıkıştırılıyor ve katliama maruz bırakılıyor. Hem ÖSO çeteleri ve hem de Esad birlikleri... Bu nedenle hem içeride hem de dışarıda mültecileşmiş durumda.

Kaçak  |  Cvp:
Cevap: 6
23.09.2013- 19:58

Alıntı Çizelgesi: şibusa yazmış

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki ordu, medyanın dediği gibi “Esed”in değil halkın ordusu. Halkla gayet barışık ve onun tam desteğini arkasına alan bir ordu. Suriye’de işlerin dış güçlerin planlandığı gibi yürümüyor olmasının temel nedeni de bu zaten. Bir diğer neden ise Suriye ordusunun bağımsız karar alabilen bir yapıya sahip olup İsrail’i bölgede büyük bir tehdit olarak görmesi ve buna uygun olarak yapılanmasıdır.



Ordu halkın ordusuysa halkın neden milyonlarcası dışarıda mültecileşmiş durumda?

Ayrıca Suriye ordusu İsrail karşısında sessiz, ama kendi halkı karşısında sesi gür.

şibusa  |  Cvp:
Cevap: 7
23.09.2013- 20:04


Pazar, 18 Ağustos 2013 - 08:23
Kürtler tüm hesapları değiştirebilir
Sevra Baklacı

Suriye’de yönetim ve silahlı çeteler arasında çatışma süreci giderek derinleşirken, ülkenin kuzeyinde dengelere şekil verebilecek gelişmeler yaşanıyor.

Suriye’nin kuzeyindeki Kürtlerle ilgili sağlıklı bilgi edinmek zor. Kimin güdümündeler ya da bağımsızlar mı? Mevcut yönetime karşı mı yoksa yönetimin yanında mı savaşıyorlar? Bağımsızlık mı istiyorlar yoksa bazı anayasal haklara kavuşmak mı? Suriye Kürtlerinin tümünün aynı ideolojiye sahip olup tek bir örgüt tarafından temsil edildiğini öne sürmek gerçekçi olmaz elbette ama Kürt örgütleri içinde öne çıkan PKK’ye yakınlığı ile bilinen Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) AKP’yi rahatsız ettiği kesin.

Gelişmelere baktığımızda; Suriye’nin Türkiye ile 877 kilometrelik sınırı boyunca uzanan birbirinden izole Kürt bölgelerinden Ras el-Ayn beldesinde çatışmalar sürpriz bir şekilde başladı. Sürprizin büyüğü ise Kürt milislerin hızlı ve sistematik bir şekilde başarı sağlayıp beldeyi ve sınır kapısını ele geçirmeleri oldu. Sonra çatışmalar bir diğer sınır beldesi olan Rakka’ya bağlı Tel Abyad’a sıçradı. PYD’ye bağlı Halk Savunma Güçleri (YPG) burada da ilerleme halinde.

El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi ile burada yaşanan çatışmalarda Kürtlerin her anlamdaki profesyonellikleri, PYD çatısı altındaki halk komiteleri üyelerinden ibaret olmadığını gösteriyordu. Önemli kaynaklara göre burada savaşan başka Kürt militanlar da vardı. Suriye’nin kuzeyinde savaşan o militanlar; geçtiğimiz Nisan ayında Türkiye’den çekilen PKK militanlarıydı. Bunların çoğunluğu ise daha önce Kandil’de bulunan Suriyeli Kürtlerdiydi.

Üst düzey Kürt kaynaklar, AKP’nin Kürt açılımı kapsamında Kürtlerle vardığı anlaşmaların ilk aşamasını hayata geçirmesinin ardından Erdoğan’ın bu anlaşmanın gerisinin hayata geçirilmesinde izlediği oyalama politikasından sıkıldıklarını söylüyor ve Erdoğan’a beklemediği bir anda sürpriz yaptıklarını, Ras el-Aynd’da olanların altında bunun yattığını söylüyor.

PKK militanlarının Kandil’den çekilmelerini “zafer” olarak gören Erdoğan Hükümeti, onların Suriye sınırlarında en büyük ve en önemli stratejik müttefiki Nusra Cephesi’ne karşı savaşarak, onları birçok defa hezimete uğrattıklarını görerek mengenenin ağzına düşüyor.

Kaynaklar; olan bitenin anlaşmaya dokunmadığını, çünkü Erdoğan hükümetinin Gezi Parkı eylemleriyle birlikte yoğun protestolarla karşı karşıya olduğu günlerde Kürtlerle varılan anlaşmaların “öldüğünü” ilan etmesinin mümkün olmadığını söylüyor.

Evdeki hesabı çarşıya uymayan AKP, Suriye konusunda zor ve hassas bir süreçte. Suriye’ye askeri müdahalede bulunma olanağına sahip olmayan Türkiye, Suriye’de bağımsız bir yapıya sahip Kürt varlığının olmasından büyük rahatsızlık duyuyor. Ancak AKP’nin kendisi Suriye sınırlarında büyük bir askeri ve güvenlik boşluğunun yaratılmasına direk olarak büyük katkı sağlıyor.

Öte yandan Suriye yönetimi, Kürtlerinin Nusra Cephesi ile şiddetli çatışmalarını tam bir sessizlik içerisinde izliyor. Suriye yönetiminin sessizlik içinde izlediği bir diğer gelişmeyse, Suriye’nin dış destekli muhalefeti içinde Suudi Arabistan’ın müdahalesiyle Katar ve Türkiye tarafından desteklenen Müslüman Kardeşler’in güç kaybetmesi. Suudi Arabistan’a yakın bir “aşiret reisi” olan Ahmet Carba’nın seçilmesi de muhalefetteki şiddetli değişimin göstergesi oldu. Muhalefetin içinde Müslüman Kardeşler’in güç yitirmesiyle, dış destekli bu gruplarda yumuşama sinyalleri geliyor.

Sonuçta Türkiye’nin çıkış için attığı her adım başarısızlıkla sonuçlanıyor. Ancak bu başarısızlıkların ağır bedelini ödeyen ise Suriye halkı...

şibusa  |  Cvp:
Cevap: 8
23.09.2013- 20:06

Pazar, 25 Ağustos 2013 - 08:54
Yayladağı sınırı kapalı
Sevra Baklacı

Şam’dan Yayladağı sınır kapısına kadar gidip “sınır kapalı” diye Türkiye’ye giremedim. Sınırı kapatması gereken taraf Suriye iken kapatan Türkiye’ydi. Güvenlik gerekçesiyle “bir aylığına” kapatılan Yayladağı sınır kapısının bir daha açılmaması, diğer taraftan “muhaliflerin” kontrolünde olup pasaportlara mühürü dünyanın terör listesinde bulunan El Kaide ve Nusra gibi terör örgütlerinin vurduğu Halep’teki sınır kapısının açık olması, iktidarın Suriye’deki Meşru yönetimi tanımayıp terör çetelerini tanıdığını ortaya koyma şekillerinden biri.

Öte taraftan sınır kapısının kapatılması Suriye’de akrabaları bulunan Hataylılara verilen bir ceza… Lazkiye’de tanıştığım genç bir kız bana nişanlısının Hataylı olduğunu ve düğün için belirledikleri 10 Ağustos tarihinde sınırın kapalı olması sebebiyle düğünü yapamayıp belirsiz bir tarihe ertelediklerini anlattı. Hatay’daki resmi makamlardan bu konuda yardım isteyen damat adayına yetkililer “intihar etsinler” ile aynı anlama gelen “Halep’ten gelsinler” diye de akıl vermişler…

Lazkiye’nin Kusayr’ı: Selma Beldesi
Türkiye’ye giriş yapamadan dönmek zorunda kaldığım Lazkiye’nin, bir süre önce “muhalifler”in katliam yaptığı köylerinde yoğun operasyonlar sürüyordu. Şam’dan alışık olduğum top seslerini gün boyu burada da işittim.

Çatışmalar Selma Beldesinde yoğunlaşmış durumda. Hums’a bağlı Kusayr beldesi, konumu olarak bir çok bölgeyi birbirine bağlayan bir belde olmasıyla birlikte Lübnan’dan gelen silah ve silahlıların toplandığı, yer altında yoğun bir tünel şebekesinin olduğu bir belde. Zamanında ordunun Kusayr’a girmesini geciktiren en önemli etken de bu tünellerdi. Lazkiye’nin Selma Beldesi de buna benzer bir konuma sahip. Belde, İdlip’in Cisrişşuğur bölgesi ile İdlip’teki Cebelizaviye dağını muhalefetin elinde bulunan Lazkiye’nin kuzey kırsalındaki Rebia beldesine, Lazkiye’ye giden yolu Halep yoluna, Türkiye sınırına bitişik muhalefetin elindeki coğrafyayı güneyde bulunan diğer bölgelere bağlayan bir belde. Dağ yamacında olması, çok sayıda mağara bulunması ve kazılan tüneller onun önemine önem katıyor. Askeri kaynaklara göre beldede orduya karşı yaklaşık 6000 “cihatçı” savaşmakta ve Kusayr’da olduğu gibi beldeyi ele geçirmek, tüneller yüzünden gecikecek…

Lazkiye Katliamı Neyi Hedefliyordu?
Muhaliflerin Lazkiye katliamıyla hedefledikleri bir mezhep çatışmasıydı. Lazkiye’nin çoğunluğu alevi olsa da şehirde yerli büyük bir Sünni ve Hristiyan kitlesi var. Bunun yanı sıra diğer şehirlerden gelen, çoğu Halepli, azımsanmayacak sayıda Sünni göçmen de var.

Böyle bir ortamda yapılan katliam sonrası bazı kimselerce köyleri basılan Alevilerin Sünni komşularından intikam alması beklenmekteydi. Böylece Lazkiye’de ve genel olarak bütün Suriye’de Esad yanlısı Sünniler, silahlı muhalefetin durduğu tarafa çekmek istendi. Ancak başarılamadı. Ne Lazkiye’de, ne başka bir ilde kırsaldaki katliamlar yüzünden mezhepsel bir çatışma tespit edilmedi.

Benim tespit ettiğim tek şey, katliamın açtığı yaranın kolay kolay kapanmayacağıydı…

Katliamdan Sonra…
Lazkiye’de operasyonlar devam ediyor… Ancak Lazkiye’nin doğu ve kuzeydoğu kırsalının kaya ve yoğun ormanlı dağlık bir doğa olması, Türkiye ile sınırının bulunması onu savaşın uzaması için ideal bir alan haline getiriyor. Çok sayıda mağara, yüksek tepe ve derin vadilerin yanı sıra “muhaliflerin” elinde bulunan bölgelerde çok sayıda tünel olduğu da belirtiliyor…

Ancak sivil halk acele edilmesi için yetkililere baskı kuruyor. Daha önce silahlanmayan vatandaşlar karakol karakol gezerek devletten silah istiyor. Uzak bölgelerin halk komiteleri de Lazkiye kırsalındaki operasyonlara katılıyor, bazı yerlerde askeri komutanlık kendi emrindeki halk komitelerini sakinleştirmede zorlanıyor…

Suriye İnsanı Bölünmüş
Lazkiye’de farkettim ki Suriyeliler ikiye bölünmüş… Muhlif ve Esad yanlısı diye değil, Arap veya Kürt diye de değil, Alevi ve Sünni diye hiç değil… İnsanlar vatanseverler ve hainler olarak ikiye bölünmüş. Bu bölünme aynı ailenin fertlerinde bile var.
Kentin sahil bölgesindeki Bassit Köyünde, kapı komşusu üç aile ile aynı avluda birlikte oturup çay içtim. Ailelerden biri İdlib Cisrişşuğurlu Kürt Sünni bir aile. İkinci aile Halep Hananolu Arap Sünni bir aile. Bir diğer aile ise Arap Alevi… Bu ailelerin çoğu üniversite öğrencisi olan gençleri her sabah askeri üniformalarını giyinip hafif silahlarını alarak birlikte sorunlu bölgelere çatışmalara gidiyorlar. Çocuğuyla irtibat kuran aile, ne olup bittiğini öğrendikten sonra diğer aileleri de haberdar ediyor.

Kürt ailenin Cisrişşuğur’daki evleri yönetim yanlısı olmaları gerekçesiyle yakılmış. İdlib’teki akrabalarının bir kısmının Nusra ile birlikte hareket ettiğini kızarak anlatıyor… Halepli aile ise Nusralıların köylerini ablukaya alıp gıda maddelerinin köye girişini nasıl engellediklerini, günlerce evdeki kuru gıdalarla beslenmek zorunda kaldıklarını anlatıyor… Hepsi birlikte ülkelerinin bu hale gelmesine sebep olanlara beddualar ediyor…

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]