Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Siyasi ve ideolojik söyleşiler

Başkanlık Sistemi röportaj dizisi -1 / Korkut Boratav: Erdoğan'ın hedefi İslamcı faşizm dediğim bir rejime geçiştir

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sürekli dile getirdiği ve ısrarla talep ettiği başkanlık sistemi ülkenin bir numaralı tartışma konularından biri olmaya devam ediyor. soL, bu başlıkta yazar, akademisyen, hukukçu ve gazetecilerle yaptığı söyleşilerle birlikte "başkanlık sistemi" dosyasını açıyor. İlk konuğumuz Prof. Dr. Korkut Boratav.

Resim Ekleme

Ali Ufuk Arikan

Başkanlık sistemine geçiş tartışmaları her geçen gün hız kazanırken soL, tartışmalara ilişkin önemli isimlerle yaptığı röportajlarla tartışmanın tüm yönlerini masaya yatırıyor.

Bu kapsamda başkanlık sistemine ilişkin ilk röportajı Prof. Dr. Korkut Boratav ile gerçekleştirdik. Başkanlık sisteminin, rejimi, telafisi çok güç bir doğrultuya dönüştüreceğini belirten Boratav, "Başkanlık sistemi bu dönüşümü kolaylaştıracak; hatta, diğer koşullar da istedikleri doğrultuda gelişirse, faşizme geçişin kritik adımı olacaktır" ifadelerini kullanıyor.

Boratav'ın başkanlık sistemi tartışmalarına ilişkin soL'un sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Korkut hocam siz başkanlık sistemini nasıl tanımlıyor ve değerlendiriyorsunuz?


Başkanlık sistemini, Türkiye açısından siyasi konjonktürden bağımsız olarak, yani genellikle yararsız görüyorum. Bugünkü koşullarda gerçekleşmesinin ise sadece zararlı olacağını değil; rejimi, telafisi çok güç bir doğrultuya dönüştüreceğini düşünüyorum.

“2016’da AKP’nin fay hatları başlıklı” yazınızda başkanlık sistemini de fay hatlarından biri olarak tanımlamıştınız. Böylesi bir geçiş AKP’ye ve Erdoğan’a neler kazandırır sizce?

Kendileri nasıl adlandırırlarsa adlandırsınlar, Erdoğan ve AKP’nin nihai hedefi benim İslamcı faşizm dediğim bir rejime geçiştir. Başkanlık sistemi bu dönüşümü kolaylaştıracak; hatta, diğer koşullar da istedikleri doğrultuda gelişirse, faşizme geçişin kritik adımı olacaktır. Bu tasarımın tökezlemesini, parlamentonun içinde ve dışında etkili bir muhalefet izlerse, AKP iktidarı için sonun başlangıcı olacaktır.

Başkanlık sistemi tartışmalarında Erdoğan ismi o kadar öne çıkıyor ki düzenin ihtiyaçları sanki görünmez oluyor. Bugün böylesi dönüşüm sermaye sistemi için ne gibi yeni olanaklar ortaya çıkarır, bu konuda neler söylemek istersiniz?

AKP iktidarının ana ilkelerinden biri, burjuvazi ile emek arasındaki temel karşıtlıklarda daima sermayeden yana tavır almak olmuştur. Bu çizgi, kolektif ve uzun dönemli sınıf çıkarlarını sistematik olarak savunacak bir olgunluğa ulaşmamış olan Türkiye burjuvazisi için önemli bir kazanımdır. Bu kazanıma karşı iktidara verilen ödün, devlet katından dağıtılacak olan nimetlerin, “rantlar”ın paylaşımını, dağıtımını Başkan’ın keyfi tercihlerine teslim etmek olmuştur. İktidarla uyumlu olunur ve pay almak için sıraya girilir.   Kapitalizmin bu türleri daima var olmuştur; Latin Amerika türü faşizmlerde burjuvazi bu konumdadır; bununla yetinmiştir.   Türkiye de bu doğrultuda (fazla özgün olmayan) bir örnek olarak tarihe geçer.

AKP'nin 14 yıllık iktidar süresi göz önüne alındığında "başkanlık sistemine neden gerek duyuluyor" da deniliyor. Bu görüşün temelinde zaten AKP'nin ve özelinde Erdoğan'ın istediğini yaptığı düşüncesi yer alıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu görüşü?

Parlamenter sistemin getirdiği kısıtlamalar var. Yargı, zaman zaman, kontrol dışı, engelleyici kararlar alabiliyor. Kamu yönetimindeki denetim mutlak değil. Yargı dahil tüm atamaların Başkan’a bağlanacağı; kararnamelerin öne çıkacağı; veto hakkının fiilen kesin olacağı bir sistemin, ihtirasları sınırsız bir Başkan için sağladığı olanakları düşününüz. Parlamentonun yapısı 7 Haziran’da olduğu gibi Cumhurbaşkanı ile uyumsuz olabiliyor.

Aslında yukarıdaki soruyla bağlantılı bir sorum daha var. Sadece yandaş veya havuz medyasından değil ana akım-merkez medyadan da başkanlık sistemine ilişkin destek açıklamaları geldi. Ahmet Hakan, Fatih Çekirge bunun son örnekleri oldu. Bu sayının da artması şaşırtıcı olmayacak sanırız. Bu tip çıkışları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sermayenin medya kanadının teslimiyeti söz konusudur.

Başkanlık sistemi konusunda CHP, MHP ve HDP’den “hayır” yanıtları geldi ancak MHP'nin tüm zor zamanlarında AKP'ye can simidi olduğu da bir gerçek. HDP'den ise hem “hayır” hem “müzakere” sesleri aynı anda yükseliyor. CHP en azından yeni anayasa konusunda AKP’yle mutabakat sağlayabileceği inancını sürekli tekrarlıyor. AKP'nin vekil sayısı da düşünüldüğünde Meclis içinde ufak bir destekle olası bir referandum gündeme gelebilir. Meclis içi muhalefetin bu konudaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugünkü durumda   parlamenter muhalefetin tavrını, samimiyetsiz, tereddütlü, tutarsız; bu nedenlerle   tehlikeli görüyorum.

Erdoğan'ın "Hitlerli" açıklaması tartışmaları başka bir boyuta taşıdı. Bu sözlere ilişkin değerlendirmelerinizi alabilir miyiz kısaca?

Bu sözleri, “Freud’gil dil sürçmesi” olarak değerlendirebiliriz.

Son olarak başkanlık sistemi dahil AKP’nin yeni anayasa çalışmalarına karşı nasıl bir tutum geliştirmek gerekiyor, bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

Türkiye’nin tüm sol, ilerici, aydınlık insanları öncelikle CHP’nin anayasa görüşmelerine oturmamasını ısrarla savunmalıdır.   Tek müzakere alanı, “anti-demokratik yasaların ayıklanması ve kaldırılması” olabilir. Ayrıntılı bir tarama yapılmadan önce, son aylarda güvenlik güçlerinin sıkıyönetim-türü, keyfî, can, mal ve konut güvenliğini hiçe sayan uygulamalarına imkân veren yasal çerçeveden başlamak gerekir. AKP böyle ayıklama sürecine katılmazsa muhalefetin bu hukuk-dışı uygulamalara karşı sert, ödünsüz bir direnme başlatması, sürdürmesi gerekir.

http://haber.sol.org.tr/turkiye/baskanlik-sistemi-roportaj-dizisi-1-korkut-boratav-erdoganin-hedefi-islamci-fasizm-dedigim

umut  |  Cvp:
Cevap: 1
20.01.2016- 08:56

Başkanlık Sistemi röportaj dizisi -2 / Oğuz Oyan: İktidarı geriletecek tek şey mücadele kararlılığı


Başkanlık sistemi ülkede en çok tartışılan başlıklardan biri. Çeşitli kesimlerden önemli isimlerin konuya ilişkin değerlendirmelerini aldığımız soruşturmamızın ilk gününde Prof. Dr. Korkut Boratav'ın görüşlerine yer vermiştik. 2. konuğumuz Prof. Dr. Oğuz Oyan.

Resim Ekleme

Selin Asker

CHP 24. Dönem milletvekili Oğuz Oyan, Erdoğan’ın başkanlık sistemi ısrarını “hem temsilcisi olduğu siyasi hareketin İslami temelde yeni bir rejim inşasının daha otoriter bir yapıyı gerekli kılması, hem de kişisel gücünü sürdürebilmek için buna gereksinim duyması” olarak yorumluyor.

AKP’nin Türkiye’ye dayattığı bu sisteme karşı durmak gerektiğini “Başkanlık sisteminde geri adım attırma, oluşmakta olan İslamcı faşist rejime geri adım attırma anlamına geleceğinden çok değerlidir” diyerek savunan Prof. Dr. Oyan, şu vurguyu yapıyor: “Tek tük direnen sesleri de kısmak için iktidar saldırılarını sürdürecektir. Bu tür iktidarların baskılarını geriletebilecek olan tek şey, kitlelerin gücüdür ve mücadele kararlılığıdır.”

Başkanlık sistemi tartışmaları epey su kaldıracak görünüyor. Tartışmanın kaynağı ise Erdoğan ve yaptığı açıklamalar. Öncelikle siz başkanlık sistemini nasıl tanımlıyor ve değerlendiriyorsunuz?

Başkanlık sistemi, tıpkı parlamenter sistem gibi, bir ülkenin siyasi tarihindeki gelişmelerin bir ürünüdür. Bunun dışındaki zorlamalar ya çalışması zor eklektik ve uyumsuz yapılara yol açar ve sürekli kriz üretir ya da totaliter bir rejimin üstyapısını hazırlar.

Federatif ve üniter yapılar da tarihsel gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkar. Kapitalist gelişmenin bir ürünü olarak 18. yüzyıldan itibaren tarih sahnesine çıkan ulus-devletler, devraldıkları tarihsel siyasal/yönetsel dokulara dayanarak federal veya üniter biçimler almışlardır. Bu süreçte, eyaletlerin/prensliklerin bütünleşmeleri üzerinden federal yapılı ulus-devletlerin oluşmasına tanık olunmuştur; ama bunun tersi, yani üniter yapılı devletlerin federasyonlara bölünmesi yolu açık olmamıştır.

Türkiye’de nasıl bir tarihsel süreç söz konusu?

Türkiye’nin siyaset tarihi, 1876’daki birinci meşrutiyetten itibaren, yani tam 140 yıldır, parlamenter yapının öne çıktığı bir siyasi gelişmedir. Meclisin öne çıkması, Kurtuluş Savaşı sırasında TBMM’nin oynadığı rolle doruğa ulaşmıştır. Bu meclis, sadece yasama yapmamış, aynı zamanda savaşı yönetmiştir. İcra vekilleri heyeti doğrudan doğruya meclise bağımlı olarak görev yapmıştır.

İzleyen dönemlerde de, gerek tek parti döneminde gerekse çok partili yaşamda, bu yapı esas olarak korunmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, en güçlü olduğu zaman dilimlerinde bile başbakanın tüm yetkilerini elinde toplamaya ve başbakan ile bakanlar kurulunu etkisizleştirmeye girişmemiştir.

1950’lerde Demokrat Parti’nin seçimlerde çoğunluk sisteminin kendisine verdiği aşırı parlamenter temsil olanağını baskıcı bir yönde kullanmaya meyletmesi nedeniyle, 1961 Anayasası’yla birlikte nispi temsil sistemine ve çift meclisli bir yasama yapısına geçilmiştir. Çift meclisli yapının ömrü 1980 darbesine kadar sürmüş ancak nispi temsil sisteminden vazgeçilmemiştir. Ama bu sistemde adil temsilin önü de yüksek barajlarla önemli ölçüde tıkanmıştır.

‘İSLAMİ TEMELDE YENİ BİR REJİM’


Şimdi Erdoğan’ın böylesine bir tarihsel geçmişe sahip yapıyı başkanlık sistemi doğrultusunda zorlaması, hem temsilcisi olduğu siyasi hareketin İslami temelde yeni bir rejim inşasının daha otoriter bir yapıyı gerekli kılması, hem de kişisel gücünü sürdürebilmek için buna gereksinim duyması nedeniyledir.

Erdoğan’ın “Hitlerli” açıklaması da tartışmaları alevlendirdi. Nasıl yorumluyorsunuz bu açıklamayı?

“Hitler” dönemine verilen referans, cehaletle yüklü yanlışlara dayanıyor olsa da, bir niyet beyanı olmak bakımından anlamlıdır. Hitler dönemindeki Almanya’yı üniter bir yapı zannederek verilen örnek yanlış olmuştur (herhalde böylesine bir diktatörün ancak üniter bir devlette zuhur edebileceği izlenimine sahip olan Cumhurbaşkanı’nın pek bilgili danışman zevatı, Almanya’nın her döneminde federatif yapıda olduğunu artık öğrenmiş olmalıdır) ama Türkiye ile kurulan koşutluk pek yerinde kaçmıştır.

AKP’li yıllar göz önüne alındığında “başkanlık sistemine neden gerek duyuluyor” da deniliyor. Bu görüşün temelinde “AKP’nin ve özelinde Erdoğan’ın isteği” düşüncesi yer alıyor. Sizce de öyle mi?

AKP 13 yıllık iktidar döneminde Cumhuriyet rejiminin yıkıcılığında epey yol almış ancak yeni kurmak istediği rejim konusunda yeterince ilerleyememiştir. Bu bakımdan, kendi anayasasına, kendi tanımladığı askeri-sivil kurumlara, yeniden şekillendireceği bir idari-siyasi sisteme ulaşabilmek için hem geniş kitle (ve medya) desteğine hem de zor unsurlarını daha rahat kullanabileceği bir yapılanmaya ihtiyacı vardır.

Sermaye sınıfının ihtiyaçlarına uygun bir sistem tasarlandığı vurgusu yapılabilir mi aynı zamanda?

Sistemin arka plandaki gücünü oluşturan sermaye sınıfı açısından, laik katmanlarıyla ilgili bazı kısmi uyumsuzluklar olsa dahi, daha otoriter ama ekonomide alabildiğine liberal olan bir rejimin din temellerine de dayanıyor olmasının, esas itibariyle toplumun daha kolay baskılanması anlamında yararları olacağı konusunda ittifak olduğu söylenebilir. Tek sorun, hukuk dışılığa çıkışların sermaye birikim rejiminde istikrarı/güveni tehdit edebilmesi ve tekil sermaye grupları açısından belirsizlik yaratabilmesidir.

‘TEK KİŞİNİN İHTİRASIYLA AÇIKLANAMAZ’

Bir ayakbağı olabilen bir hukuk devletinden keyfiliğe açık bir tek adam rejimine geçilmek istenmesi kuşkusuz sadece tek bir kişinin ihtirasıyla açıklanamaz. Ancak otoritesinin tartışıldığı, siyasal sistem üzerindeki etkisinin azaldığı, bulaştığı rant sağma düzeneklerinin açığa çıktığı, kendi ordusuna kumpas kurmaktan komşu ülkeye kumpas kurmaya uzanan ilişkiler ağının açığa çıkma potansiyelinin her an mevcut olduğu (son olarak 72 CHP milletvekilinin MİT TIR’larıyla ilgili olarak Erdoğan’ın Yüce Divan’da yargılanmasına yönelik girişimleri bile bunu gösterir) Türkiye örneğindeki otokrat tipinde, başkanlık talebinin arkasındaki kişisel dürtüler de ihmal edilemez.

O halde başkanlık sistemi Erdoğan’ın önündeki son ayakbağlarını da kaldırmanın bir aracına mı dönüşecek? Yoksa bu haliyle de gitse başkanlık da gelse her şey aynı mı kalacak?

Başkanlık sistemi bugünkünden daha ağır bir tablo yaratmaya adaydır. Her durumda, başkanlık sisteminde geri adım attırma, oluşmakta olan İslamcı faşist rejime geri adım attırma anlamına geleceğinden çok değerlidir.

Öte yandan Başkanlık sistemine CHP ve MHP’den hayır yanıtları geldi ancak MHP’nin tüm zor zamanlarında AKP’ye can simidi olduğu da bir gerçek. HDP’den ise hem hayır hem müzakere açıklamaları geliyor. Meclis içi muhalefetin bu konudaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

MHP’ye güvenilmez olduğu daha önceki örneklerden görüldü. Tek gündemi Kürt meselesinin çözümünde mevzi kazanmak olan HDP hareketine de güvenilemez. Ancak HDP “al başkanlığı ver çözümü” formülüne yatkın olsa dahi, AKP’nin bu aşamada bu pazarlığa açıktan giremeyecek bir konuma geldiği görülüyor.

2014 sonuna kadar federatif yapıya dayalı bir başkanlık sistemine oynayan ve böylece Irak ve Suriye’den toprak kaparak yani genişleyerek yeni bir meşruiyet zemininde sorunu halletmek isteyen AKP, şimdi artık hem dış hem iç siyasal gelişmeler nedeniyle üniter yapıda bir başkanlık denklemine mecbur kalmıştır. HDP ile anlaşma olmaksızın meclisteki oy desteğine belki hayır demez ama sadece onunla hareket ediyor gibi görünmek de istemez; isteyemez.

Medyadan da destek açıklamaları geldi başkanlık sistemine. Yalnızca yandaş veya havuz medyasından değil ana akım medyadan isimler de mevcut. Ahmet Hakan, Fatih Çekirge bunun son örnekleri. Bu tip çıkışları nasıl yorumluyorsunuz?

1 Kasım seçimi sonuçları, Haziran sonuçlarına dayanarak kendisine yeni bir alan açmaya çalışan -ve bu iktidarın da 2007 sonrasında doğrudan hedefi olmuş bulunan- merkez medyanın gardını düşürdü. Faşist baskılar karşısında geri çekilen medyanın ve arkasındaki sermaye gruplarının artık kımıldayacağı yer kalmadı. Tek tük direnen sesleri de kısmak için iktidar saldırılarını sürdürecektir.

Sermayenin belirli gruplarından demokrasi kahramanlığı bekleyenler açısından hayal kırıcı olabilir ama bu, işin doğasına uygundur. Bu tür iktidarların baskılarını geriletebilecek olan tek şey, kitlelerin gücüdür ve mücadele kararlılığıdır.

denizcan  |  Cvp:
Cevap: 2
20.01.2016- 13:06

Başkanlık sistemi röportaj dizisi -3 / Enver Aysever: Başkanlık değil padişahlık tartışılıyor

“Başkanlık sistemi” soruşturmamıza 3. konuğumuzla devam ediyoruz. Korkut Boratav ve Oğuz Oyan'ın ardından bugün sorularımızı yanıtlayan isim gazeteci yazar Enver Aysever.

Resim Ekleme

Selin Asker

Gazeteci Enver Aysever AKP’nin basına uyguladığı sansür politikalarından nasibini alan isimlerden biri. İlgiyle izlenen “Aykırı Sorular” programı baskılar sonucu yayından kaldırılan Aysever, “Başkanlık sistemi” hakkındaki sorularımıza yanıt verdi.

“Başkanlık değil padişahlık tartışılıyor” diyen Aysever söz konusu tartışmaları “Asıl hedef cumhuriyeti tamamen yıkmak ve yerine kapitalizme hizmet eden İslam soslu bir padişahlık kurmak. Bildiğiniz intikam duygusu egemen ruh haline. Kimden alıyor bu intikamı? Aydınlanmaya inanan herkesten!” diyerek yorumluyor.

Nasıl değerlendiriyorsunuz başkanlık tartışmalarını?


Başkanlık sistemi Türkiye'nin ne sorunu ne de gündemidir. RTE istedi diye, kişisel hırslarına yönelik bir saplantısının sonucudur bu tartışma. Bizim gibi otoriter eğilimi yüksek ülkelerde başkanlık değil, padişahlık tartışılmaktadır.

RTE tek adam olmayı istiyor elbet. Ki zaten öyle şu an. Asıl hedef cumhuriyeti tamamen yıkmak ve yerine kapitalizme hizmet eden İslam soslu bir padişahlık kurmaktır.

Başkanlık sistemi yalnızca Erdoğan istediği için mi gündemde?

RTE bir an önce Mustafa Kemal adı çevresinde olan her kavramı, kurumu yok etmek ve sonucunda tek adamlığını ilan ederken İslam devletinin de adını koymak istiyor. Mesele ürkütücüdür. Boyutları akıl dışıdır.

O halde buradan tutarlı bir akıl dizgesi üzerinde fikir aramak yanlıştır. Bildiğiniz intikam duygusu egemen ruh haline. Kimden alıyor bu intikamı? Aydınlanmaya inanan herkesten!

Ya Erdoğan'ın "Hitlerli" açıklamaları?

Bu bilinçaltının bir yansımasıdır. Hitler düzeni, uygulanmış bir faşizmdir. Kuramsal aşamayı geçmiş ve insanları gaz odalarında yok etmiş, vahşi bir düzendir. Üstelik uygulayıcıları bunu yaparken büyük ve kutsal bir amaç uğruna iş gördüklerine inanmıştır.

Büyük kitleler kolay kanar, kolay inanır ve kolay vazgeçer. Bizde düşünsel sefalet en dipte olduğu için RTE işini kolay halletmektedir.

Medya camiası da dikkat çekici. Ana akımdan “başkanlık” sesleri yükseliyor. Ahmet Hakan, Fatih Çekirge gibi isimlerden destek açıklamaları geliyor. Neler oluyor?

Sözünü ettiğiniz isimlere yönelik cümle kurmayı kendimi aşağılamak olarak sayarım. Düşünce dünyasında yeri olmayan, üçüncü sınıf adamların ülkeyi getirdiği hal ortada.

Peki Meclis içi muhalefet?

Türkiye "vasatlık" için uzlaşı halindedir. MHP azgın milliyetçi dili nedensiz destekleyerek, başımıza “AKP’li bozkurtlar” kavramını çıkardı. Yani tabanını kaybetti. CHP yazık ki liberal tezlerle savrulmakta ve anayasa müzakerelerine niyetli. Vah ki vah! HDP bölgeyi kan gölüne çeviren siyasal iktidarla masaya oturacakmış. Bunu da solculuk adına yapıyor. Ne diyeyim ki size, bunlar RTE başkan olsun diye ellerinden geleni yapıyorlar...

Nedir sizce kazın ayağı?


Başkanlık sistemi içi boş bir kavramdır. Bizim coğrafyanın dinamiklerinde insan bir gün vezir, ertesi gün rezil olabilir. O halde meseleye daha başka yerden bakmak gerekir.

İki kutuplu dünya yeniden kurulurken, emperyalist batı yeniden bir ileri karakola ihtiyaç duymaktadır. Bunun komutanı kim ve ne süreli olacaktır? Soru bu.

SOL

umut  |  Cvp:
Cevap: 3
21.01.2016- 10:14

Başkanlık Sistemi röportaj dizisi -4 / İlker Kılıç: Bunu anayasasızlaştırma süreci olarak görmek lazım

soL'un başkanlık sistemi röportaj dizisinin bugünkü konuğu Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. İlker Kılıç oldu.

Resim Ekleme

Ali Ufuk Arikan

Başkanlık sistemi tartışmalarında Korkut Boratav, Oğuz Oyan ve Enver Aysever'in ardından dördüncü konuğumuz bir hukukçu. Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. İlker Kılıç, soL'un başkanlık sistemine ilişkin sorularını yanıtladı.

Model tartışmalarına ilişkin çarpıcı ifadeler kullanan Kılıç, "Bir kez sürecin anayasasızlaştırma olarak okunması bu tartışmaları anlamsız kılıyor" derken "Sadece Türkiye için değil küresel kapitalizmin devletlere dayattığı bir gerçek var. Bunu açıklamak için Hitler’e değil ama Mussolini’ye başvuracağım. Mussolini Faşist Parti'nin kendini hiçbir programla sınırlayamayacağını söylüyordu" ifadelerini kullandı. Kılıç, "Türk tipi başkanlık sistemi" söylemlerine de yanıt vererek tartışmanın "yerel" olmadığını dile getirdi.

Kılıç'ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

Türkiye'de gündem her an, her saniye değişebiliyor. Malum her gün yeni bir krize ve yeni bir tartışmaya şahit oluyoruz ama en azından başkanlık sistemi tartışmaları sabit başlıklardan biri. Siz bir hukukçu olarak başkanlık sistemi tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?


Liberal demokrasinin belli başlı standartları vardır ve hükümet sistemlerine ilişkin tartışmalar bu standartlar içerisinde anlam kazanır. Oysa başkanlık tartışmasının argümanları hükümet sistemi tartışmalarından çok rejim tartışması gibi ortaya konuyor. Bu tartışmalar içerisinde demokrasi, insan hakları, denge fren mekanizmaları gibi liberal argümanlar herhangi bir ağırlığa sahip değil. Bu bir yandan da klasik liberalizmin iflasıyla ilgili bir durum. Sorunuzdaki kriz ibaresi üzerine vurgu yapmak isterim. Aslına bakılırsa başkanlık tartışmaları sabit bir kriz değil, sabit krizlerin olması başkanlık sistemi tartışmalarını tetikliyor. Kimi zaman I. kimi zaman da II. Dünya Savaşı sonrası krizin sürekli bir hal almasıyla parlamentoların işlevlerini yitirdiği öne sürülür. Milat olarak yetmişlerdeki Petrol Krizi ya da 11 Eylül saldırılarına vurgu yapanlar da bulunuyor. Mali piyasalar üzerinden gelişen küresel ekonomik ilişkiler kriz eğilimlerine süreklilik kazandırıyor. Bu gelişmelerin birkaç sonucu ile başkanlık tartışmalarının doğrudan ilgisi olduğunu düşünüyorum. Bunlardan ilki hukuksal esneklik diğeri otoriter yönetim biçimleri bir diğeri ise müzakereci yöntemlerin yerini kararcı yöntemlere bırakması.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, başkanlık sistemi konusunda oldukça ısrarlı. Yeri geliyor 'Meksika Modeli' öneriyor, yeri geliyor 'ABD Modeli' öneriyor, yeri geliyor 'Türk tipi' öneriyor. Biliyorsunuz tartışmaları alevlendiren çıkışlardan biri de 'Hitler' açıklamaları olmuştu. Bu model tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Özellikle Meksika modelinin "6 yıllık monarşi" olarak anılması ve görev süresi sona erecek başkanın veliaht adayını belirlemesi Türkiye’deki başkanlık tartışmalarını renklendiriyor. Partili başkanın partinin üzerindeki yetkileri çekici gelebilir ama başkanın bir defa seçilebilecek olması ile iki meclisli yapı istenir gibi değil. ABD modelinin ise Avrupa monarşilerine duyulan tepkinin sonucu olduğu söylenir. Ama sanırım bizdeki tartışmalar örneğin Arap monarşilerine yönelik tepkinin sonucu değil. Tartıştığımız konunun daha önce kurumsallaşan herhangi bir modelle değil, ekonomik süreçlerin iradesinin ete kemiğe nasıl bürüneceğiyle ilgisi var. Aslına bakılırsa istenen modeli ana hatlarını ortay koymak hiç de zor değil. Yargının denetim altına alınması, hükümetin denetimden bağışık hale getirilmesi, devlet dışında kamu gücü kullanan kurumların tasfiyesi, merkeziyetçilik, parlamentonun seyirlik hale getirilmesi, karar organlarının halktan uzaklaştırılması gibi. Bunlar da Türk Tipi gibi herhangi bir yerel tipe işaret etmiyor.

'Bu modellerden birisi bize uygun ama bu hangisi?' şeklinde bir tartışma da sürüyor. Bu tartışmada yandaş medyayı değil daha çok merkez medya yazarlarını görüyoruz. Örneğin Ahmet Hakan bu isimlerden birisi oldu son dönemde. Yani ne olursa olsun Erdoğan'ın şimdi olduğu kadar geniş hakları olamaz düşüncesi de bu minvalde ileri sürülüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, bu sistem gözle görülür bir değişiklik yaratmaz mı sizce?

Bunlar anayasal bir devlette yapılacak tartışmalar. Bir kez sürecin anayasasızlaştırma olarak okunması bu tartışmaları anlamsız kılıyor. Sadece Türkiye için değil küresel kapitalizmin devletlere dayattığı bir gerçek var. Bunu açıklamak için Hitler’e değil ama Mussolini’ye başvuracağım. Mussolini Faşist Partinin kendini hiçbir programla sınırlayamayacağını söylüyordu. Aynısını küresel kapitalizm de dayatıyor. Sermaye kendisini herhangi bir anayasal sınırlamayla bağlı hissetmek istemiyor. Ama sanırım Ahmet Hakan kendisini Doğan Grubunun çıkarlarıyla bağlı hissediyor.

Başkanlık sisteminin sadece Erdoğan'ın kişisel hırsı gibi sunulması sizce doğru mu? Örneğin patronlar cephesinde böyle bir değişiklik 'anayasal kolaylık' getirmeyecek midir?

Tartışmanın Tayyip Erdoğan üzerinden yürütülmesi argüman zenginliği yaratıyor. Erdoğan’ın temsil ettiği ideolojik tutum ve politika yapış tarzı göz ardı edilebilir değil. Ama şunu unutmamak lazım ki başkanlık tartışmaları küresel sermayeyle ilişkilerin geliştiği ya da geliştirilmeye çalışıldığı dönemlerde yoğunlaşıyor. 12 Eylül’ün hemen öncesi, Özal dönemi gibi. Yasama, yürütme, yargı erkleri ve bu erklerin birbiriyle ilişkileri kaynakların dağıtılıp gelirlerin bölüşülmesinden bağımsız bir incelemeye tabi tutulamaz. Hukuksal esneklik olarak vurguladığım konuyu anayasal kolaylık olarak da okuyabiliriz. Patronlar cephesinde bir dönem popüler olan ekonomik anayasa yani kabaca iktidarın, ekonomik kararlarında anayasa ile sınırlandırılması düşüncesi günün koşullarında oldukça arkaik kalıyor. Başkanlık tartışmalarını demokrasi ve otoriterlik üzerinden yürütenlere de söyleyeceğim şudur: Küresel ekonomi ile araya mesafe konmadan demokratikleşme mümkün değildir artık. Bu bakımdan Tayyip Erdoğan’ın başkanlık istemi sermaye mantığı açısından oldukça rasyoneldir.

Yeni anayasa tartışmalarında meclis içi muhalefetin tamamı görüşmeye açık olduğunu beyan etti. Başkanlık sistemine şerh düşülse de zaman zaman farklı partilerden farklı sesler de yükselebiliyor. Bu konuda alınan tutum hakkında ne düşünüyorsunuz?

En trajik konumu MHP’nin işgal ettiğini düşünüyorum. İdeolojik olarak belli bir modelini kendilerine yakın görseler de bu sistemin getireceği iki partili yapı MHP’nin yok oluşu anlamını taşıyor. HDP’yi bu sistemin federal bir yapıya ya da Latin Amerika’da olduğu gibi göstermelik federal yapılara dayanması heveslendirse de sanılanın aksine küreselleşmenin yerelleşme değil merkezileşme eğilimini güçlendirdiğini ve Türkiye’nin de bu süreçten bağımsız olmadığını belirtmek isterim. Başkanlık sistemi kimlik siyasetini daha da hakim kılacağından, kendilerine ancak buradan bir fayda arayabilirler. CHP’nin muhalefeti Tayyip Erdoğan üzerine kurulu ve herhangi bir stratejik önem taşımıyor. Ama iki partili yapıdan herhangi bir iktidar perspektifi olamayan CHP’nin de çıkarı olabileceğini düşünüyorum. En azından hayatta kalabilecek.

umut  |  Cvp:
Cevap: 4
22.01.2016- 11:10

Başkanlık sistemi röportaj dizisi -5 / Merdan Yanardağ: AKP’den kurtulmak sanıldığı gibi zor değil

“Başkanlık sistemi” dosyamızda 5. konuğumuz olan Merdan Yanardağ’la devam ediyoruz. Yanardağ sanıldığının aksine AKP'nin en güçsüz dönemini yaşadığını söylüyor.

Resim Ekleme

Selin Asker

“Başkanlık sistemi” tartışmaları sürerken bugün görüşlerine yer verdiğimiz isim gazeteci Merdan Yanardağ. Erdoğan’ın açıklamaları, Meclis içi muhalefetin tutumu, medyanın hali Yanardağ’la konuştuğumuz başlıklar oldu.

“Tayyip Erdoğan'ın ülkeye zorla dayattığı 'başkanlık sistemi' bir dinci faşist diktatörlük girişimidir” vurgusu yapıyor Yanardağ ve şöyle devam ediyor:

“Erdoğan ve AKP, paradoksal olarak gücünün zirvesinde olduğunun sanıldığı bu dönemde, aslında en güçsüz olduğu günleri yaşıyor. Bu iktidardan kurtulmak sanıldığı gibi hiç zor değil. Türkiye solunun bunun için demokrat olmaya değil, yeniden devrimci olmaya ihtiyacı var.”

Ne diyorsunuz başkanlık tartışmalarına?


Öncelikle belirlenmesi gereken konu şudur, bu tartışma sıradan bir hükümet modeli tartışması değildir. Kökten bir rejim tartışmasıdır. Türkiye'nin 1908 ve 1923 tarihsel uğraklarından geçerek izlediği rotanın değiştirilmesi, bütün kurumlarıyla yeni bir sistemin kurulması tartışmasıdır.

Bu anlamda AKP sıradan bir merkez sağ ya da muhafazakar parti değil, siyasal İslamcı bir partidir.   Aydınlanma ve modernite karşıtı, pre-modern bir siyasal oluşumdur. Ortaçağ değerlerine yaslanan, Emevi İslamcılığını güncellemeye çalışan rejim karşıtı bir siyasal harekettir.

Erdoğan’ın “Hitlerli” açıklaması da epey tartışıldı.

Bir dil sürçmesi olsa da bir tür itiraf gibi sözlerdi onlar. “Dervişin zikri neyse fikri de odur” derler, böyle bir şey olduğunu düşünüyorum. Ancak, Hitler ve Nazilerle benzerlikleri olsa da, Erdoğan-AKP'nin daha çok falanjist bir hareket olduğunu düşünüyorum.

Hitler’in de Erdoğan gibi “milli irade” desteğiyle iktidara geldiği örneği verilir hep genelde... Doğru bir benzetme mi?

Doğru, Naziler gibi Erdoğan ve AKP de bir kitle desteğine sahip, görece geniş toplum kesimlerini kontrol edip harekete geçirebiliyor. Yine Naziler gibi aşağıdan yukarıya tırmanan ve devleti kuşatarak fetheden bir siyasal hareket söz konusu. Ve nihayet yine Naziler gibi, sokağı da kontrol etmeye başlayan ve sivil milis şiddeti kullanmaya yöneliyor.

Ancak, AKP milliyetçi ve ırkçı bir faşist hareket olmaktan çok, dinci ve faşizan bir hareket. Kolaylıkla İslamcı faşist bir rejim kurmaya açık ve bunun için çalışan bir parti ile karşı karşıyayız. Erdoğan hareketi ve AKP, Hitler ve Nazilerden çok İspanya'nın Franko ve Falanjist hareketine benziyor.

AKP’li yıllara bakılarak “başkanlık sistemine gerek mi kaldı” gibi soru işaretleri de mevcut fakat bu bir açıdan da durumu meşru kılmıyor mu?

Durum şudur; Erdoğan-AKP İktidarı, Cumhuriyet’i yıktı ama yerine kendi rejimlerini henüz kuramadılar. Devleti de ele geçirmelerine karşın bunu başaramadılar. Görgüleri, bilgileri, donanımları, güçleri, hazırlıkları, referansları, yaslandıkları Ortaçağ değerleri ve ideolojik dayanakları buna yetmedi. Çünkü, AKP ve siyasal İslamcılık rüküş bir siyasal harekettir. Pasif bir karşı devrim gerçekleşti Türkiye'de. Sabırla yürütülen, sinsi ve ahlaksız bir operasyonla karşı karşıya kaldık.

Yani?

Yani parlamenter yol ve yöntemler kullanılarak ve görece toplumsal bir rıza da üretilerek gerçekleştirilen gerici bir karşı devrim söz konusu. Ancak, yıktıkları rejimin yerine yenisi kurumadıkları için, sürekli gerilim ve kriz üreten bir tablo ortaya çıktı. Önümüzde yasal ve anayasal dayanakları olmayan, cari hukuk açısından suç işleyen bir iktidar var.

Türkiye yaklaşık 20 yıldır yeni bir fetret döneminden geçiyor. Fiilen yeni bir rejim kurulmak isteniyor ama bunun hukuku yok. Anayasal güvenceye alınmış değil. Bu nedenle Tayyip Erdoğan o ünlü Rize konuşmasında, "Fiili bir durum oluştu, rejim değişti" dedi ve "Bu fiili duruma uygun hukuksal bir çerçeve" istedi. Bunun için de "Yeni anayasa şart" diye ilan etti.

O halde fiilen itiraf etti mi demeliyiz?


Bence bu, son yılların en önemli siyasal konuşmasıydı. Konuşma bir durum itirafı olmanın yanı sıra bir gerçeğe de işaret ediyordu. Fiilen kurdukları İslamcı-faşizan rejime hukuksal dayanak ve anayasal güvence arıyorlardı.

İşte Tayyip Erdoğan ve AKP bu nedenle "başkanlık rejimi" istiyor. Bunun için de kendi içinde tutarlı, fiili rejimi destekleyen yeni bir anayasa gerekiyor. Dolayısıyla "başkanlık rejimi" istemi, burjuva demokrasisi zemininde bir teknik bir sistem arayışı değildir.

Erdoğan “başkanlık sistemi” için her şeyi göze almış gibi bir izlenim de hakim. Neden “başkanlık” Erdoğan için bu kadar hayati?


Anayasal güvenceye bağlanmadığı ve hukuksal temele sahip olmadığı sürece, AKP ve Erdoğan sürekli suç işlemiş olacaktır. Zaten sürekli suç işliyorlar. Üstelik ağır anayasal ihlal suçları bunlar. Bir iktidar değişikliğinde başlarının belaya gireceğini biliyorlar. Bu nedenle 7 Haziran seçim sonuçlarını değiştirmek için ülkeyi ateşe attılar, bir kaos planını yürürlüğe soktular. Ülke içine itildiği girdaptan halen çıkabilmiş değil.

Bu anlamda Erdoğan ve AKP, paradoksal olarak gücünün zirvesinde olduğunun sanıldığı bu dönemde, aslında en güçsüz olduğu günleri yaşıyor. Erdoğan-AKP iktidarı bu nedenle yasal bir güvence oluşturmak ve fiilen kurdukları rejimin sürekliliğini sağlamak zorunda. Bu durum hayati öneme sahiptir. Onların büyük korkusudur.

Karşımızda suç işleyen bir iktidar var ancak Meclis’in aldığı tutum da ortada. Kısacası, Meclis içi muhalefete birçok anlam atfediliyor ancak AKP karşısında ilkeli bir duruş sergilenemediği gözleniyor. Özellikle MHP kendinden bekleneni yapıyor, “can simidi” görevi üstleniyor. Siz nasıl yorumluyorsunuz?

Meclis içi muhalefetin tutumu tam anlamıyla berbat. CHP yeni anayasa için masaya oturacağını açıkladı. Oysa o masaya oturduğu anda kaybeden bir parti olacağı açık. Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz çünkü. AKP ile demokratik bir anayasa yapılamaz. Bu nedenle kategorik olarak AKP ile yeni bir anayasa yapılması teklifi her alan ve düzeyde reddedilmelidir.

MHP ise her an bu yeni anayasa yapma işine AKP'nin yedeğinde katılabilir. Bu partinin faşist çekirdeği ve geleneği -bugün ne kadar törpülenmiş olursa olsun- Kürt düşmanlığı üzerinden bu sürece katılabilir.

Ya HDP?

Burada sürpriz HDP olabilir diye düşünüyorum. HDP, AKP ile yapılacak yeni anayasaya da başkanlık rejimine de ilkesel olarak karşı çıkmadığını açıkladı. Bu toprakların ilerici, aydınlanmacı ve devrimci damarından koptuğunu düşündüğüm, Türkiye partisi olma şansını çok kötü şekilde kaybettiğini gördüğüm HDP, dar milliyetçi bir perspektifle soruna yaklaşabilir.

Daha da kötüsü, küçük etnik/ulusal kazanımlar için bütün bir ülkeyi feda edebilir diye endişe duyuyorum. Umarım olmaz, ama çok demokratik ve özgürlükçü gerekçelerle böyle bir yola girebilirler. Bu olasılık ortadadır.

Dolayısıyla HDP, ilkesel olarak AKP ile yeni bir anayasa yapılamayacağını ve dinci-faşist bir diktatörlük anlamına gelecek başkanlık rejimine karşı olduğunu ilan etmelidir.

Anaakım medyadaki “başkanlık” destekleri de dikkat çekiyor, Fatih Çekirge, Ahmet Hakan gibi isimlerden mesela. Ne diyorsunuz?

Despota teslim olma hazırlığı diye değerlendirilebilir bu durum. İstanbul burjuvazisinde ve merkez medyada da bir çözülme yaşanıyor. Ancak buradaki asıl sorun şudur; Erdoğan ve AKP asıl gücünü muhalefetin güçsüzlüğü ve dağınıklığından alıyor. Altını çizdiğim gibi, paradoksal olarak en güçsüz dönemini yaşayan bu iktidardan kurtulmak sanıldığı gibi hiç zor değil.

Peki, bu karanlık tabloyu tersine çevirecek olan nedir sizce?


Bütün itirazlarımız ve eleştirilerimiz saklı kalmak kaydıyla söylersek eğer, on yıllar boyunca içi boşaltılarak bir kabuğa dönüşse de cumhuriyet kavramının ima ettiği bütün değerlere düşmanlık duyan bu partinin ve lideri Tayyip Erdoğan'ın ülkeye zorla dayattığı "başkanlık sistemi" bir dinci faşist diktatörlük girişimidir.

Erdoğan liderliğindeki AKP, falanjist karakterli, dinci-faşizan bir harekettir. Bu girişime karşı her türlü araç ve yöntemle direnmek ve mücadele etmek gereklidir.

Türkiye solunun demokrat olmaya değil, yeniden devrimci olmaya ihtiyacı var.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]