Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

31.01.2016- 10:26

Devrimci ahlak devrimci ideoloji ve politikaların sonucudur

Kemal Okuyan



Çalışkan, özverili, cesur, dürüst, kararlı, özü-sözü bir olmak… Bunlar bir devrimciye ait değerlerdir kuşkusuz. Ancak devrimciyi, daha özelinde devrimci ahlakı bunlarla tanımlamak mümkün değil.

“İyi” kavramı etrafında yeni bir tartışma başlatmak istemesem de, yukarıda sayılanlar aslında “insan”ı, “iyi insan”ı tarif ediyor.

“Devrimci” sıfatı ise, tarihsel bir yönelimi de içeriyor, “politik insan”a işaret ediyor.

Daha önce bu konuya “yeni bir siyaset kültürü” bağlamında değinmiş, Türkiye solunun burjuva siyasetinin çürümüşlüğünün bir parçası haline geldiğini üzülerek ifade etmiştik.

Devam etmemiz gerekiyor. Çünkü her toplum ve toplululuk için geçerli olan ve illa “olumsuz” bir anlam yüklemememiz gereken “mahalle baskısı” şu anda sola hâlâ ters etki yapıyor. Bunun düzeltilmesi, deyim yerindeyse Türkiye’nin devrimci birikimi üzerindeki ideolojik-psikolojik baskının yönünün değişmesi gerekiyor.

Sadeleştirelim.

Türkiye solu, kökleri daha eskilerde olan ancak 12 Eylül ikliminde varlığını iyice hissettiren, sonraki on yıllarda Kürt ulusal hareketinin müdahaleleriyle farklı bir boyut kazanan “kendini inkar” baskısına karşı bütünüyle dirençsiz kalmıştır.

12 Eylül zindanlarındaki zulmün bir boyutu buydu; insanlardan kendini, geçmişini, mücadelesini terk etmesi isteniyordu. Buna büyük ölçüde karşı kondu konmasına ama ardından gelen etkili ideolojik kuşatmaya kafa tutacak bir derinlik kalmamıştı ne yazık ki.

Yenilmesini “boyundan büyük işlere kalkışmak”la açıklaması istenen sol, bu dayatmayı kabullenerek yüklerini hızla boşaltmaya başladı.

Oysa “büyük işler” değildi solun sorunu, bunun için gerekli hazırlıkların yapılmaması ve zayıflıkların giderilmemesiydi asıl dert. Yani gerekiyorsa, boy uzatılmalıydı. Onun yerine “büyük iş”ten tamamen vazgeçildi.

Ağır sonuçları oldu bu kabullenişin.

Her şeyden önce sol Türkiye’de düzenin üç ideolojik akımı karşısındaki dik duruşunu terk etti. Milliyetçilik, İslamcılık ve 12 Eylül sonrasında uluslarası ortamın da yardımıyla ciddi atak yapan liberalizm solun “karşıt” olarak gördüğü bir blok olmaktan çıktı ve Türkiye’de siyaseten var olmak için biri değilse ötekinin içinden geçilmesi gereken kanallar olarak görülmeye başlandı.

Bu dönüşümü kolaylaştıran, Türkiye solunun stratejik açmazlarıydı. Eski bir slogan olarak “bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm”i organik bir bütün olarak gören sosyalist devrimci geleneğin tersine “önce bağımsızlık-önce demokrasi, sonra sosyalizm” diyen MDD ve türevleri, zaman içinde bağımsızlıkçılar ile demokrasiciler şeklinde ikiye bölündü ve birileri milliyetçiliğe, diğerleri liberalizme yapıştı. İslamcılık ise her iki kanadın “joker”iydi.

Kürt hareketi doğal olarak “demokrasi” kanadını kendisine bağladı ve farklı gerekçelerle de olsa, 12 Eylül’ün solun “kendini inkar” dayatmasını sürdürdü.

Sonuç “sosyalizm”siz bir solculuktu. Boyundan büyük işlere kalkışmamaya karar verenler bu kez ve ne yazık ki büyük işlerin cüce aktörleri olmayı benimsiyorlardı. Kendilerine ait olmayan, olmaması gereken bir dünyada değnekçilik, artçılık, yancılık, çığırtkanlık, bezirganlık…

Artık ne varsa…

Doğal olarak ortada ne değerler kalıyor, ne ahlak.

Eğer milliyetçilik, İslamcılık ve liberalizm siyasetin kaçamayacağı yollarsa, Türkiye solcusu, gözüne kestirdiği kanalda kendisine yer açmak için “dost” aramak zorundaydı. Ne ki o dünyada dostluk yoktur; yaranacaksınız ve sizi kabul etmelerini bekleyeceksiniz.

Mustafa Koç’un ardından gelen taziye ve güzellemelerin kaynağında sosyalizme, devrime ve işçi sınıfına dönük inanç yitimi kadar o “dünya” ile hemhal olma arzusu da yatıyor.

Emperyalist de olsa bir süper gücün üst düzey temsilcisi Biden’in diktatöre yarım ağızla laf sokması “biz bir aileyiz” havası yaratıyor.

Namlı faşistlerle, devletin has kadrolarıyla, diktatörün bizzat kendisiyle aynı cephede yer almaya anlayış gösterenlerin derdi de aynı: Gerçek siyasetin bir parçası olmak.

Parlamentoya girmek, düzen aktörleriyle enseye tokat samimiyet geliştirmek, bakanların muhatabı olmak kişilikli bir stratejinin değil, reel politiker bir tutumun da değil, düpedüz o başka dünyaya kabul edilme kaygısının ürünü olarak fetişleştirildi.

1900’lerin başında çoğu işçi hareketi kökenli Alman sosyal demokratlarını düzen kendisine tam da böyle bağlamıştı. Bir bölümü cezaevinden, önemli bölümü çetin sınıf çatışmalarından geliyordu. Hep horlanmış, sürekli dışlanmışlardı. Sonra iyi kabul görmeye başladılar. Daha doğrusu, iyi kabul görmenin kapıları açılmıştı, o kapılardan “canım ne sakıncası var” diye geçiverdiler. Bakanlarla, seçkin bürokratlarla, zamanla hep barikatın karşı tarafında hissettikleri büyük patronlarla aynı ziyafet sofralarına kuruldular, sohbet ettiler, resimden-heykelden konuştular, şakalaştılar. Aile ziyaretleri başladı karşılıklı; “birbirimizi ne kadar yanlış tanımışız”dı ana fikir!

“Siz farklısınız ama…” diye başlayan ricalar sonrasında yol arkadaşlarının arkasından iş çevirmeye başladılar, itibar kazandılar.

Ve karşılığını fazlasıyla ödediler. Tarihe hain olarak geçtiler.

Bazısı fark etti ama kaçamadı bu sonuçtan. Kıpırdayamadılar.

Mahalle baskısı şart!

Emperyalistlerle görüşmeyeceksin. Bir zorunluluk ortaya çıktığında bu görüşmeden dolayı onu pişman edeceksin, asla emperyalistlerden özgürlük, demokrasi beklemeyecek, birilerini onlara şikayet etmeyeceksin. Devrimci ahlakın gereğidir ve bir politik tutumun sonucudur.

Patron sınıfını “iyi”, “yerli”, “milli”, “demokrat”, “özgürlükçü” diye tasnif etmeyeceksin. Onlara yaltaklanmayacaksın, ancak sınıfını inkar eden, “dönek” burjuvalarla birlikte yürüyeceksin. Devrimci ahlakın aynı zamanda zengin sınıflara dönük tarihsel bir kinle şekillendiğini bileceksin.

Laisizme dokundurmayacak, söz söyletmeyeceksin. Laik duyarlılıkları hâlâ bir küfür gibi kullanma hakkını kimseye tanımayacaksın. Solculuğun, devrimciliğin siyasi ve etik zorunluluklarındandır.

Bunları bir kenara koy, kendin parçası olmuyorsan da, sessizce geçiştir, dert etme, sonra devrimci ahlaktan dem vur!

Yok öyle solculuk.

hakkı  |  Cvp:
Cevap: 1
31.01.2016- 11:19

Devrimci ahlak devrimci ideoloji ve politikaların sonucudur

Kemal Okuyan


Bu başlığı gördüğümde çok merak ederek okumaya başladım ama yazının bütünü başlığından çok uzaklarda kalmış gerçi yazıda bu tür düşüncelere ince bir eleştiride görünmekte ama benim beklentilerimi vermemiş.

Hep merak etmişimdir bu devrimci ahlak nedir diye .Hatta ahlak nedir .

Marx da felsefe eleştirilerini okurken bir yazı okudum bu her zaman devrimci tarihimizde de söylendi Şöyle diyor En alt sınıflarda   ve en üst sınıflarda ahlak olmaz diyor Marx. Ahlak orta sınıfların işidir diyor

Benim   anladığıma göre ahlak orta çağdan kalma geleneklerin devamı olsa gerek.

En alt sınıflar emek gücünü satar yani vücudunu enerjisini satarak geçimini sağlar En üst sınıflarsa her şeyi satar bu durumda onlar için ahlak olacak kadar değerli bir şeyin   olmadığı anlaşılıyor.

Peki devrimciler hangi sınıfa giriyor da bir ahlaktan söz edilsin.

Ahlak insanlık için önem taşıyan bir görüntüdür arkadaşlığın devamında sadakatte vefada aranır ama her şeyin ona ihtiyacı olmayacağı şeklinde düzenlense acaba ahlak a ihtiyaç duyulur mu.

Örnek bir arkadaşından borç aldın gününde vermen gerekir acaba bu borcu sadece söze bırakmadan belgeli şekilde alsan niçin verilen söze ihtiyaç duyulacak.
Başka bir örnek aldatma her kes herkesi aldatabileceği bir sistemde aldatılmak ahlaksızlık olacak mı.

Bizler bazı soyut kavramları çok abartırız ahlakta soyut bir kavramdır kişiye zamana yere adetlere göre değişgendir.
Laiklik bir kesimin elinde olduğunda onu koruma ihtiyacı duyulur ama devletin elinde olduğunda korunmaya gerek duymaz.

Devrimci ahlak ne demek bilmiyorum her halde birilerine verdiğin sözü yerine getirmek olsa gerek .Ama devrimcilik en alt sınıfların işi yani birilerine söz vermesi gerekmiyor devrim yapması onun menfaati gereği olacak .

Ama devrimcilik orta sınıfa kalırsa bir ahlaka ihtiyacı olacaktır çünkü kendi ihtiyacından çok verdiği söz önemlidir.
Demek ki devrimcilik bu ülkede hep orta sınıfın işi olmuş ve onun için ahlakı yaratılmış yoka en alt sınıfın işi olsa idi niçin ahlaka ihtiyaç duyacaklardı.

Not yazıya kıyas olsun diye yazmadım sadece başlıktan hareket ettim.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
31.01.2016- 18:27

Devrimci ahlak, komünist ahlak komünizm için mücadele etmektir. Ahlak en basit tanımıyla doğruyu yanlıştan ayırma ise komünist ahlaktan anlaşılması gereken de en kaba haliyle bu olmalıdır.



hakkı  |  Cvp:
Cevap: 3
01.02.2016- 13:24

Alıntı Çizelgesi: melnur yazmış

Devrimci ahlak, komünist ahlak komünizm için mücadele etmektir. Ahlak en basit tanımıyla doğruyu yanlıştan ayırma ise komünist ahlaktan anlaşılması gereken de en kaba haliyle bu olmalıdır.



Devrimci ahlaksızlık ne oluyor.
Doğru değişgendir her kese göre farklıdır soyuttur. Devrim ise somuttur değişimdir alt üst oluştur her kese göre aynıdır.
Komünist kamuculuktur kollektifizm .
Ahlakla hiç bağlantısı yoktur. Ahlak duygusal bir davranıştır metafiziktir.

Devrimciliği ahlakla bağlaştırdığında sınıfsal bir temeli olmaz .İşte onun için ahlak orta sınıfa ait bir davranış   biçimidir.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]