Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Türkiye Devrim Tarihi

Bugün Hilafetin kaldırılmasının yıl dönümü: Geriye ne kaldı?

3 Mart 1924'te Urfa milletvekili Şeyh Saffet Efendi'nin teklifiyle hilafet tarihe karışmıştı. Aradan geçen 92 yıl sonunda zorunlu din dersi, mesaiye namaz düzenlemesi, kadınlara yönelen gerici saldırı, 4+4+4 ve daha birçok örnek... Hilafetin kaldırılmasının yıl dönümünde gelinen nokta böyleyken AKP'nin dinselleştirme saldırısı Meclis "muhalefetinin" desteğiyle kesintisiz biçimde sürüyor.

Resim Ekleme
Son Halife Abdülmecid

Cumhurbaşkanı Erdoğan "Hem laik hem Müslüman olunmaz, ya Müslüman olacaksın ya laik. İkisi bir arada olduğu zaman adeta ters mıknatıslanma yapar, mümkün değil ikisinin bir arada olması" dediği zaman yıl 1993'tü. Sonrasında "milli görüş gömleğini çıkardığı" söyleyip AKP'nin kurucusu oldu. Yıl 2016'ya geldiğindeyse 14 yıldır Erdoğan yönetimindeki ülkede laiklik adına geriye pek az şey kalmış olacaktı.

HİLAFETİN KALDIRILMASI...


3 Mart 1924'te Fethi Bey Başkanlığı'nda toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Hilafetin kaldırılması teklifi görüşüldü. Urfa milletvekili Şeyh Saffet Efendi ile elli üç milletvekilinin imzasını taşıyan "Hilâfetin ilgasına ve Hanedanı Osmaninin Türkiye haricine çıkarılmasına dair teklifi" yapılan görüşmelerin ardından kabul edildiğinde yıllar süren halifelik kurumu artık tarihe karışacaktı.

O teklifin ilk üç maddesinde şu ifadeler yer alıyordu:

Hilâfetin ilgasına ve Hanedanı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki hâricine çıkarılmasına dair teklifi Kanuni Madde 1. — Halife hul'edilmiştir. Hilâfet, Hükümet ve Cumhuriyet mâna ve mefhumunda esasen mündemicolduğundan hilâfet makamı mülgadır. Madde 2. — Mahlü' Halife ve Osmanlı saltanat münderisesi hanedanın erkek ve kadın bilcümle âzası ve damatlar Türkiye Cumhuriyeti Hiemaliki dâhilinde ikamet etmek hakkından ebediyen memnudurlar. Bu hanedana mensup kadınlardan mütevellit kimseler de Âli Osmani'- den addedilirler. Madde 3. — İkinci maddede mezkûr kimseler işbu kanunun ilâm tarihinden itibaren âzami on gün zarfında Türkiye Cumhuriyeti arazisini terke mecburdurlar.

Resim Ekleme

ŞİMDİ NEREDEYİZ?

Yukarıdaki kanun teklifinin yasalaşmasının üzerinden 92 yıl geçtikten sonra Türkiye'deki manzara pek de içaçıcı değil. Gericilik laiklik adına ne varsa yok ederken, hilafetin kaldırılmasının yıl dönümünde İstanbul Fatih'te Hizb-ut Tahrir adlı gerici oluşum "Hilafet Sempozyumu" düzenleyip hilafet çağrısında bulunuyor ve "Cumhuriyetin savcıları" en ufak bir yasal işlemde dahi bulunmuyor.

AKP VE LAİKLİK

AKP'nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 sonrası gericileşme başlığında büyük bir saldırı başladı. Kuruluş mantığında dini siyaset alanının dışına çıkarmak ve kısmen de devletin "kontrolü" altında tutmak olan Diyanet İşleri Başkanlığı, yıllar içinde ülke bütçesinden en büyük paylardan birini alan, AKP'nin dinselleştirme adımlarında en büyük aracı ve gerici tüm uygulamaların fetvacı kurumu haline geldi.

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, şeyhülislam misali fetvalarıyla gündem olurken geçtiğimiz günlerde Bakanlar Kurulu toplantısına dahi girdi. Görmez'in 3 Mart öncesi girdiği Bakanlar Kurulu toplantısı, AKP iktidarı için sembolik anlamda son derece önemli bir adım olarak da kayıtlarda yerini aldı.

AKP'nin gericileştirme başlığında eğitim alanı en önemli hedef olurken okullar birer birer imam hatibe dönüştürüldü. Zorunlu din dersinin yanında birçok seçmeli din dersi ülkenin birçok noktasında "zorunlu 'seçmeli' din dersi" haline gelirken, üniversitelerse ilerici öğretim görevlilerine yönelik artan baskılar ve kampüslerde cirit atan cihatçılara göz yumularak kuşatıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, yıllar önce yaptığı dindar nesil vurgusunu geçtiğimiz günlerde bir kez daha hatırlatarak "Hedefimiz dindar nesil. Geçenlerde milli eğitim bakanımıza da söyledim. Bizim imam hatiplerde projelerimiz var. Doçentler profesörler çıksın, ‘Ben imam hatiplerde yöneticilik yapmaya varım’desin” ifadelerini kullandı.

Kızlı-erkekli oturulmasına, vapurlardan kızlı-erkekli inilmesine tepki gösteren, kadın-erkek eşitliğine inanmadığını her fırsatta dile getiren Erdoğan'ın en büyük hedeflerinden biri de kadınların toplumsal yaşamın dışına itilmesi oldu.

Kadın cinayetlerinde AKP iktidarı döneminde yaşanan büyük artış hükümet yetkililerince birer "adli vaka" olarak sunulurken bir yandan da kadın-erkek eşitliğinin fıtrata ters olduğu dile getirildi.

Erdoğan'ın eksik bıraktığı sözler ise bir diğer partili tarafından açıklıkla dile getirilecekti. AKP Ünye İlçe Tanıtım ve Medya Başkanı Süleyman Demirci, sosyal paylaşım sitesi Facebook’taki sayfasına “Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır” yazacaktı.

Dinin toplumsal yaşamın her alanında temel belirleyen haline getirilmesi için attıkları fiili adımları zaman içinde yasal mevzuata da kavuşturan AKP, son olarak mesai saatini Anayasaya aykırı olmasına rağmen namaz saatlerine göre düzenleme kararı aldı. Düzenleme CHP'nin sessizliği HDP'nin de yüksek sesli desteğiyle karşılandı. Düzenlemeye tepki gösterenler sadece komünistler olacaktı.

AKP LAİKLİĞİ VE MUHALEFETİN DESTEĞİ

Bundan 20 yıl öncesinde, yani Refah Partisi geleneğinin güçlü çıkışına sahne olan yıllarda, CHP'nin adının laiklikle anılmasının partiye zarar vereceğini düşünen isim bulmak oldukça zor olsa gerek. Ancak aradan geçen 20 yıl çok şey değiştirdi. AKP iktidarıyla birlikte düzenin bir bütün olarak Birinci Cumhuriyet'i tasfiyesi CHP'yi de es geçmeyecek ve CHP'nin kuruluşla olan bağları "yenilenme" adıyla geride bırakılacaktı. Tarihi boyunca laiklikle oldukça sorunlu da olsa bir bağ kuran CHP, Kılıçdaroğlu liderliğindeki "yeni dönem"de laiklik kavgasının tamamen dışında yer almayı tercih etti. Bu tercih CHP'nin düzenle kurduğu bağın sonucu olarak hayata geçerken AKP gibi "halkın değerleri"ne saygı diyerek "üniversitelerde türban benim sayemde özgür", "CHP'liler besmelesiz sokağa çıkmaz" diyebildi ve mesai saatlerinin dinsel kurallara göre düzenlenmesini sessizlikle geçiştirdi.

AKP'nin tüm gücüyle toplumu dinselleştirmeye çalıştığı dönemde kısa bir süre de olsa "gerçek ana muhalefet" tanımına ulaşan HDP ise, bu süreçte AKP ile kavgaya tutuşmak bir yana dinselleşme başlığında rekabete girmeyi tercih etti. Söz konusu AKP'nin dinselleştirme başlığında attığı adımlar olunca, HDP durmaksızın "yetmez ama evet" diyecekti. "Medine Sözleşmesi" HDP lideri Demirtaş dahil hiçbir partili yöneticinin ağzından düşmezken tüm sorunların çözümü için "şeriat" isteyen milletvekili de yine bu partinin üyesiydi. Söz konusu "türbana özgürlük" olduğunda HDP, AKP'nin bile önünde kavgada yerini alırken 4+4+4'te aynı hoyratlık sergilenemese de derin bir sessizlik hakim oluyordu.

AKP'nin toplumsal yaşamı dinsel kurallara göre düzenlemesi başlığında attığı belki de en kritik adımlardan biri olan "mesaiye cuma düzenlemesi" sonrası Demirtaş, "Cuma günü insanların ibadetini rahat yapabilmesi için zaman ayırması makul, mantıklıdır. Mantıksız olan aynı anlayışın cemevine düşmanca yaklaşmasıdır. Cuma’ya gitmek isteyenler ibadetini yerine getirsinler, buna itirazımız yok, destekleriz" diyecekti. AKP'nin Kürt illerinde sürdürdüğü operasyonlara karşı yapılan açıklamalarda dahi "gerçek İslam" tartışması yine bu partinin İstanbul Milletvekili Hüda Kaya tarafından dile getirilecek ve AKP'nin bu illerde İslam'a karşı savaştığı söylenecekti.

AKP'nin toplumu dinselleştirme hamlelerine ve muhalefetin destekçiliğine laiklik talebi ve mücadele çağrısıyla yanıt veren Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi, geçtiğimiz günlerde yayınladığı deklarasyonla yola çıktı. Kısa sürede yankısını bulan harekete destek verenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Bu durum yukarıda çizdiğimiz karanlık tablonun aydınlık tarafı.

Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi deklarasyonundan bir bölüm:

Biz, gericiliğin kader olmadığını bilen, aydınlanmanın kaçınılmaz olduğunu gören ve tek başına olmanın bencillik, hep birlikte olmanın özgürlük olduğuna inananlarız.
Bu çağrı geleceği birlikte kurmak için sabırsızlanan Anadolu’nun tüm aydınlık insanlarına!

Sol

denizcan  |  Cvp:
Cevap: 1
03.03.2016- 20:29

Hilafetin kaldırılmasının yıldönümünde aydınlar, Aydınlanma Hareketi'ni anlattı

Hukukçu, yazar, gazeteci, akademisyen... Aydınlara hilafetin kaldırılmasının yıldönümünde Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi'nin kendileri için ne anlam ifade ettiğini sorduk.

Resim Ekleme

Serdar Nazım Yüce

Bugün hilafetin kaldırılmasının yıldönümü. 3 Mart 1924'te kaldırılan hilafetin tarihe gömülmesinin 92'nci yıldönümünde Türkiye gerici bir karanlıkla kuşatılmış halde. Artık Türkiye'den laik bir ülke olarak bahsetmek pek mümkün görünmüyor.

Tam da böyle bir anda yola koyuldu Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi ve ilgi çekmeyi başardı. Öyle ki gerici ve yandaş basın karalamalara bile başladı. 6 imzalı bir deklarasyonla kendisini kamuoyuna duyuran harekete destek her geçen gün artıyor.

Hilafetin kaldırılmasının yıldönümünde aydınlara Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi'nin kendileri açısından neyi temsil ettiğini ve ne anlama geldiğini sorduk.

Ali Rıza Aydın (Hukukta Sol Tavır Derneği Başkanı):

Halifeliğin kaldırılması konusu hukuksal yönden okunduğunda, hukukun toplumu değil toplumun hukuku yarattığı konusundaki maddi gerçekle karşı karşıya kalırız. Cumhuriyet'in ilanı ile 3 Mart 1924 arasında geçen süre, bu maddi gerçeğin yaşandığı ve TBMM'ye bu konudaki yasama yetkisini kullanma yolunun açıldığı süredir. Bugün her ne kadar Anayasa'da laiklik ilkesine yer verilse de, bu ilkenin hukukun satıları arasında küflenmeye terk edildiği fiili bir durumla karşı karşıyayız. Diğer deyişle, 1924'ün ilişkileri hukukunu yaratmıştı, 2010'lu yılların ilişkileri hukuksuzluğu uyguluyor. Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi, toplum, siyaset ve devlet ile dinselleşme arasındaki bağlantıyı çok yönlü değerlendirirken, bu bağlantıyı, hukuksuzluğu ve geleceğin hukukuna yansımasını da başlıkları arasına ekliyor. Bir örnekle bitirmek gerekirse, AKP düzeninin "yeni anayasası"nın aydınlanmayı değil gericiliği yansıtacağı açık.

Doç. Dr. İlker Belek (Akademisyen - Yazar)
Hilafetin kaldırılması, Anayasadan İslam devleti tanımının çıkarılması Cumhuriyet'in en önemli müdahalelerinden birisidir. Müdahale Osmanlı feodalitesinin yerine bir burjuva rejiminin kurulmasıyla ilgilidir. Rejimin sınıfsal karakteri ve gecikmişliği, aynı zamanda, laik müdahalesinin sınırlarını da belirler. Egemenler yönetebilmek için dini kullanmak zorundadırlar.

Günümüzde laik denilen burjuva katmanlarının AKP'nin gerici politikaları karşısındaki sessizlikleri de aynı olguyla alakalıdır. Kemalist rejim en tutarlı ve militan gözüktüğü laiklik konusunda bile eksikti ve her eksikli gibi hatalı ve sonuçsuzdu. AKP'nin dini siyasallaştırmasında, dinin AKP üzerinden toplumsal yaşama müdahale etmesinde bunun belirleyici derecede fırsat sunduğu açıktır. CHP'nin en nihayetinde bütün laisist duyarlılıklarını bir kenara bırakması da Kemalist rejimin eksik ve hatalarıyla bağlantılıdır.

AKP 1. Cumhuriyetin zaaflarını gayet akılcı biçimde istismar ederek dinci bir rejim kurmaya yöneldi. Bu partinin iktidarının ilk yıllarında demokrat bir görüntü vermeye çalışması gerçek niyetini gizlemeye yönelik bir takiyyeydi. Türbanı özgürlük simgesi olarak kullanması toplumumuzdaki laik duyarlılıkları paralize etmeyi hedefleyen ve arkası gelecek bir stratejiydi.

Kimi sosyalist çevrelerin o dönem buna destek vermesi trajediydi. AKP'nin dinci normlar doğrultusunda gerçekleştirdiği toplumsal dönüşümde sorumlulukları büyüktür.

AKP'nin niyetini artık tam anlamıyla açık ederek, toplumsal ve özel yaşama dinle müdahale etmesi karşısında, Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi'nin aydınlanmayı toplumsal bir mücadele konusu ve hedefi haline getirmeyi öneren çağrısı önemlidir ve eşitlik-özgürlük mücadelesinin önemli bir bileşeni olarak toplumumuzda mutlaka karşılığını bulacaktır.

Kemal Okuyan (Komünist Parti MK üyesi ve Yazar)
Cumhuriyet hilafeti taşıyamazdı. Halifelik kurumundan kurtulma bu anlamda büyük bir adımdır ama bir zorunluluktur. İleriye doğru sıçramadır. Sonra ne olmuş, Türkiye kapitalizmi de cumhuriyeti taşıyamamıştır. Bu da geriye doğru büyük sıçramadır. Ancak Türkiye'nin halifeliğe özenen bir karikatürü sırtında taşımasını da kimse beklememelidir. Bu düzenin içine sinebilir ama Türkiye bu düzenden, bu düzenin sahiplerinden ibaret değildir. Bugün AKP gericiliği, kendi başına ele alınabilecek ya da Erdoğan'a indirgenebilecek bir olgu olarak değerlendirilmemeli. Defalarca söyledik, TÜPRAŞ'ın satışı ile Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ülkenin en önemli kurumu haline getirilmesi arasında güçlü bir bağ var. Kıdem tazminatını gasp etme girişimleri ile zorunlu din dersi arasındaki ilişki sanıldığından da derin. NATO'nun bölgesel projelerinde yer alan işgaller imam hatiplere bağlanıyor.

Bunları görmeden cumhuriyetçi, aydınlanmacı olunamaz, laik bir düzen savunulamaz. Aydınlanma Hareketi, bu gerçekleri anlatmak için yola çıktı. Anlatmak yetmez, geriye doğru sıçramanın bütün sonuçlarını ortadan kaldırmak için uğraşacağız. Zor mu? Karşımızdakilere bir bakın! Paranın gücü dışında ne görüyorsunuz?

Mehmet Akif Akalın (Yazar)
Bu durum AKP'yle sınırlı değil. Tüm dünyada emeğe karşı mücadelede gericiliğin öne çıkarıldığını düşünüyorum. Trump, Merkel; bunların hepsi, aslında Erdoğan'la bir bütün oluşturuyor. Bu sadece bize özgü bir durum değil. Buna karşı mücadelenin, yeniden bir aydınlanma hareketinin -ama bu aydınlanma eskisi bir burjuva aydınlanması değil, emeğin aydınlanması- bu dönemde en önemli hareket olacağını düşünüyorum. Sınıf mücadelesini bu temelde, ekseni buraya koyarak yürütmek gerekiyor. Bu nedenle dar olarak, AKP'yle veya Türkiye'deki imam hatipleştirme şeklinde bakmıyorum bu konuya. Mesela zorla çalıştırma meselesi. İLO rakamlarına göre bu 21 milyona ulaşmış durumda ve dünyanın her yerinde yaygınlaşmış durumda. Eskiden, bundan 20-30 yıl önce, Batı Avrupa ülkelerini, "demokrat" ülkeleri bir mevzi olarak düşünebilirdik. Bugün için kesinlikle böyle bir şey yok. Bugün hiçbir ülke diğerinden daha ileride değil. Norveç gibi kuzey ülkelerinde bu gerici uygulamaları çok açık bir şekilde görebiliyorsunuz. Bu nedenle Aydınlanma Hareketi'ni çok daha geniş kapsamlı düşünüp sınıf mücadelesi ekseninde değerlendirmek gerekir.

Mustafa Kemal Erdemol (Gazeteci - Yazar)
Her şeyden önce bir zamanlar liberaller ile solumsuların, "sivil toplum" unsurları(!) olarak değerlendirdikleri İslamcı/dinci yapıların akıl dışı uygulama ve söylemlerine "gerici" denilmesini adeta yasakladıkları anımsanırsa, yeniden "gerici" diyebilmemizi sağladığı için Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi'ni çok önemsiyorum. Aklın çözdüğü tutumların karşısında olan her görüş, her uygulama "gerici" sıfatıyla tanımlanır . İnançlara saygı gerekçesiyle "gericiye" gerici dememek kabul edilemez. Artık her platformda bunu dile getireceğiz. Gericilik sadece din kaynaklı bir olgu değil. Aydınlanma Hareketi "yetmez ama evet" gericiliği başta olmak üzere "dindışı gericilik"e de karşı bir meydan okumadır. Ülkemizdeki dincileştirmenin karşısına "gerçek din bu değil" argümanıyla çıkmanın da gericilik olduğunu vurgulayacak bir harekettir bu.

Klasik bir söylem olacak ama Hareketi sosyalistlerin, komünistlerin, ilericilerin ciddi bir "müdahalesi" olarak görüyorum. Bu müdahalenin artık geri dönüşü olmayan, dini ve siyasi bir gerici odak olan Hilafet'in kaldırıldığı dönemde gerçekleşmesi de çok anlamlıdır. Tüm gücümle yanındayım.

Barış Terkoğlu (Gazeteci -Yazar)
Hilafetin ilgası bizim cumhuriyetimizin en devrimci adımlarından biriydi. İktidarı, kaynağı olan halkla buluşturmak, kulu yurttaş yapmak için olmazsa olmazdı. Ancak Cumhuriyetin kazanımlarını ortadan kaldırmaya ant içenler kendini ümmetin lideri gören projeleriyle iktidarı adı konmamış bir hilafet kurumuna dönüştürdü. Bugün bu adı konmamış hilafeti bir kez daha, daha kesin şekilde kaldırmak gerekiyor. Aydınlanma Hareketi, laikliği toplumsallaştırdığı, topluma dinci iktidar merkezlerinin kendisini nasıl köleleştirdiğini gösterdiği, özgürleşme yolunun saray içi hiziplerden ya da cemaatlerden birini seçmek olmadığını topluma anlattığı oranda ilerici tarihimizin kazanımlarını yalnız savunmakla kalmayacak aynı zamanda daha ileride yeniden kurma imkanı yaratacak.

Prof. Nezhun Gören (Akademisyen)
"Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi" her şeyden önce yaşamın her alanını ele geçirmeye çalışan ve karşı devrimle laik Türkiye Cumhuriyeti rejimini değiştirerek, dini esaslara dayalı bir rejim kurmayı amaçlayan gericiliğe karşı yürütülen siyasal bir mücadeledir. Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması, kadının gerici ve ataerkil normlara biat etme mecburiyetinde kalmaksızın kendi özgür iradesiyle var olabilmesi ve yaşamını sürdürebilmesi mücadelesidir.

“Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi” gericiliğe karşı sesini çıkarmayarak bu kesimle uyum içinde yaşayan ve giderek gericiliğin boyunduruğu altına girmeyi reddeden ve kendi dini inançlarını “özgürlük” yutturmacası içinde topluma dayatmaya çalışan kesimle sorunu olan insanların mücadelesidir. Her türlü ayırımcılığa ve şiddete karşı yürütülen, ırkçı, dinci, mezhepçi dayatmalara karşı halkların kardeşliğini savunan bir mücadeledir.

“Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi” dogmalara karşı bilimsel düşünceyi, aklı, ahlaki değerleri ve vicdanı öne çıkaran bir mücadele biçimidir. Yurdunu savunma mecburiyetinde kalmadıkça savaşa karşı barışı savunan bir eylemdir.

“Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi” doğanın gaddarca ve hunharca, adeta intikam alırcasına katledilmesine karşı verilen bir mücadeledir. Emperyalizme karşı verilen bağımsızlık ve birlikte özgür olma mücadelesidir. Türkiye bu mücadeleyi tarihinde bir kez kazanmıştı, yine kazanacaktır.

“Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi” laik duyarlığı olan kesime ve solcu olduğunu iddia edenlere, dövünmekten başka bir şey yapmayanlara “Haydi ne duruyorsunuz? Tehlike büyük, memleket elden gidiyor, daha neyin olmasını bekliyorsunuz?” haykırışıdır.  

Prof. Ahmet Öncü (Akademisyen)
Aydınlanma Hareketi'nin görmesi gereken yaşananın dinsel baskıyla sınırlı olmadığını o baskıyı var edenin kapitalizmin, sermayenin kurduğu baskı olduğudur. Özgürlüklerin kısıtlanması örneğin. Burada asli olan Aydınlanma Hareketi'nin sermayenin kurduğu tahakküme karşı verilecek sorgulamanın içinden çıkaracağı sonuçtur. Aydınlanma sadece dine karşı olmak mı? Dinin burada araçsallaştırılmasına karşı çıkmak, asıl mesele. Aydınlanma Hareketi'nin karşısına alacağı şey bu olmalıdır.

Türkiye'de aydınlanma siyasi bir değişimin sonucunda geldi. Hilafet bir siyasi devrim sonucunda kaldırıldı. Bu noktada aydınlanmayı burjuvazinin tarzıyla okuyoruz. Laiklikle aydınlanma arasında bir bağ kuracaksak, aydınlanma net bir laikliği sağlamamıştır.

Bugün Türkiye'de bir aydınlanma hareketi çıkabilir. Çünkü aydınlanma bugün için alttan gelmesi gerek bir dalgadır. Belli bir birikimi var artık bu toprağın. Bundan sonra bir aydınlanma olacaksa bu elbette ki kapitalizmin sınırlarını zorlayacak. Türkiye'de bir aydınlanma hareketini böyle çıkartabiliriz.

Özlem Şen Abay (Hukukçu)
Evet bu anlamlı günde gördüğümüz tablo; AKP iktidarında şiddetlenen laikliğin tasfiyesi sürecinde İslami dünya görüşünün siyasal alana ve kamu yönetimine tümüyle egemen hale getirilmiş olduğudur. Artık gerek kamusal alan, gerekse toplumsal ilişki biçimleri bu referanslarla yönetiliyor. Ancak kavgamız yalnızca AKP iktidarıyla değil, kavgamız bizi bu karanlığa gömmeye çalışan tüm kesimlerle; örneğin sömürü düzeninin devamı için bu dönüşümü araç olarak kullanan sermayeyle ya da Türkiye’nin dört bir tarafında cihatçı çetelerin cirit atmasına izin veren ve sebep olan emperyalist odaklarla. Gericiliğe Karşı aydınlanma Hareketi bu karanlığa mahkum olmadığımızı gösterecek ve halkımızla birlikte bu kesimlere karşı mücadele verecek.

Orhan Gökdemir (Yazar)
Hilafetin kaldırılması, oldukça sembolik bir eylem. Bir karşılığı yoktu. Hilafeti Memlüklüler’in elinden aldık. Arap coğrafyasını da işgal ettiğimiz için Araplar sesini çıkarmadı. Bu bir süre böyle devam etti. En nihayetinde Cumhuriyetle beraber kaldırıldığında gayet sembolik bir şeydi. Bugüne gelirsek, biliyorsunuz, halifelik iddiaları falan var… Halifelik dinle değil biraz güçle ilgilidir. Şu anda bir halife var zaten; halife Obama’dır. Hatta Trump’ın bile halife olma ihtimali var ama Erdoğan’ın yok. Çünkü gücünüzü, otoritenizi kabul ettirmeniz lazım bunun için. Bu bir delinin hayal dünyasından bugüne yansıyan bir mesele.

Aydınlanma Hareketi’nin ilk işlerinden birisi, dini devletin alanından çıkarmak olacak. Yani devleti, yurttaşının inancıyla, diniyle, mezhebiyle bir daha herhangi   bir şekilde ilgilenmeyecek hale getirmek lazım. Bu hilafet tartışması aracılığıyla, bunu buradan söylemiş olalım. Aydınlanma Hareketi, tabii daha geniş bir şey. 3-5 satırda konuşulabilecek bir şey değil. Ama şunu söyleyelim; aydınlanmaya ihtiyacı olanlar artık burjuvazi değil, geniş emekçi sınıflar. Biz de bu şekilde, mecburi bir hareket olarak koyulduk yola.

Ahmet Kahiloğulları (Öğretim Görevlisi)
Türkiye toplumu cumhuriyet dönemindeki kazanımları göz önüne alındığında hiç olmadığı kadar derin bir gericileştirme operasyonuyla karşı karşıya kalmış durumda. Bu operasyonla sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik ve diğer her alanda farklı ama büyük boyutlarda gedikler açıldı. Bir bakıyorsunuz biri çıkıp bir yandan din kurallarını topluma dayatmaya çalışırken öte yandan çocuklara cinsel istismar uygulayabiliyor. Kadın, hayatını toplumdan izole bir şekilde, erkek egemen bir toplum içinde yaşamaya zorlanıyor. Komşu ülkelerde ve son zamanlarda kendi ülkemizde biri din adına hiç tereddütsüz kafa kesebiliyor. Bilim üretmesi gereken üniversiteler cami, mescit yapma yarışına giriyor. Hastane koridorlarında, metrolarda   toplu bir şekilde namaz kılınıyor. İşçiler, emekçiler piyasanın acımasız ve alçak koşulları içinde işten atılma korkusuyla susturuluyor, olabilirlik ölçüsünde de kendilerinden bu gericileşmeye alkış tutmaları bekleniyor. İçinde bulunduğumuz bu durum Türkiye için bir eşiktir.

Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi, hilafetin kaldırılmasının yıl dönümüne denk düşen bugün, kötü gidişata dur diyebilmek adına bir mücadele hattının ve bir direncin varlığının göstergesidir. Bu bakımdan toplumun tüm ilerici güçleri bu harekete omuz vermelidir. Bugün bu mücadelede yer almamak yarın daha derin ve geri dönüşü çok uzun yıllar alacak bir gericileşmeye maruz kalınmasına yol açabilir.  

Dr. Cemal Dindar (Psikiyatrist -Yazar)

Halifeliğin başlangıcında nasıl ki Yavuz Selim ve Anadolu'nun kapatıldığı cendere varsa bitişinde tevhid-i tedrisat, yani eğitim birliği yasası vardır. Bu yasanın kabulü ile halifeliğin bir kurum olarak kaldırılışı aynı gündür ve "Anadolu aydınlanması" için gerçek bir mihenk taşıdır.

Sultanlık, hilafet rüyaları görenlerin olduğu şu günlerde aydınlanmayı hatırlayan, yapısında taşıyan her hareket için de bu mihenk taşı hala varlığını sürdürüyor. Sürdürecek...

Sol

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
04.03.2021- 01:09

3 MART | Bugün halifeliği sadece meczuplar mı tartışıyor?

Kaldırılmasının 97. yılında 'halifeliğin geri getirilmesi' tartışmalarını TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan'a sorduk.

Resim Ekleme
3 Mart 1924 günü Cumhuriyet'in Meclis'i üç devrim yasasını kabul etti. Hilafetin kaldırılması, devrim yasalarından birisi olarak tarihe geçti. Bugün her üç devrim yasasının da Cumhuriyet'in ilk yıllarına damga vuran etkileri zayıflamış gibi görünüyor. Hilafet ise tartışmaya açılmış durumda. Hilafetin kaldırılmasının "yanlış" olduğunu söyleyenler var. Halifeliği geri getirme isteğini gizlemeyenlerin marjinal islamcı militanlardan ibaret olduğunu da artık söylemek zor görünüyor.

Hilafeti ve kaldırılmasını TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan'la konuştuk.

'Birileri meczuplaşarak öncülük yapıyor, mayınları temizliyor'

Geçmişten değil, bugünden başlayalım. Bugün "hilafet" tartışmalarının bir karşılığı var mı? Halifeliğin geri gelmesi gibi bir şey meczupluk seviyesinde marjinal bir takım grupların fantezisi olmaktan öte bir anlam taşımıyor gibi görünüyor. Ama tartışma da bir türlü gündemden düşmüyor. Neden böyle?
Türkiye’de gericilik, çoğu kez meczup bir görüntü verir. En ciddileri için bile geçerlidir bu. Öte yandan, bu görüntüden, Türkiye’de gericiliğin gerçek bir olgu olmadığı sonucuna varılmamalıdır.


Yıllar öncesinden bir örnekle devam etmekte yarar var. Geçtiğimiz günlerde iktidarı ve muhalefeti ile göklere çıkarılan Erbakan’ın yıldızının parladığı 1970’li yıllarda, Milli Selamet Partisi’nin söylemi birçok kişi açısından “komedi”ydi, dalga geçenler vardı. Erbakan başarının kimilerinin gözünde meczuplaşmaktan geçtiğini kavramıştı, bayağı rol yapıyordu.

O MSP yüzde 11 oy aldı ve Türkiye’nin kilit partisi haline geldi. Bu nedenle “meczup” diye kestirip atarken dikkatli olmalı. Bugün en uç örneklerini Osmanlı Hanedanlığından gelen kişilerde gördüğümüz “abartılı” ve gayri ciddi görüntü, gerçek-üstü hissi yarattığı oranda tehlikenin küçümsenmesi ve kanıksanmasına neden oluyor. Bunu bilerek yapıyorlar. Şu anda halifeliğin yeniden ilanı türünden bir çıkışın henüz karşılığı yok ama bu Türkiye’de bunun için altyapı çalışmalarının sürmediği anlamına gelmiyor. Birileri meczuplaşarak öncülük yapıyor, mayınları temizliyor, buzkıran işlevi görüyor ve yolu açıyor. AKP’nin hilafet diye bir gündemi olmadığını söylemek fazlasıyla saflık, naiflik olur.

'Hiçbir sıfat ya da makam, gerçekliği ters yüz edemez'

Hilafetin kaldırılmasına dönük eleştirel değerlendirmeler özellikle AKP iktidarının ikinci yarısında öne çıkmaya başladı. "Türkiye'nin islam dünyasındaki önderlik potansiyelini ortadan kaldırdığı" yönündeydi bu görüşler. Siz ne düşünüyorsunuz?

Hilafet makamının kendi başına büyük bir otorite ya da iktidar kaynağı olduğunu söylemek gerçekçi değil. Dört halifenin ardından İslam’ın daha geniş bir coğrafyaya yayılması hem ona ilişkin yorumları çeşitlendirdi hem de İslamiyet adına son sözü söyleme iddiasındaki odakların sayısını artırdı. Uzun bir süre halife değil, Halifelerden söz etmemiz gerekiyor. Dolayısıyla bir rekabet ve hatta çatışma söz konusu. Burada halifelik ilanı, belli bir güce ulaşan İslam Devletleri’nin, o gücü tescil ettirme girişimi olarak görülmelidir. Osmanlı İmparatorluğu’nda da halifelik, imparatorluk belli bir genişliğe ulaştığında ciddiye alınır bir olgu haline geldi. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu, İslam coğrafyasının tamamı olmasa bile önemli bir kısmına hakim durumdaydı. Hatta öyle ki, İmparatorluğun sınırlarına ulaştığı ve artık yavaş yavaş gerilemeye başlayacağı dönem halifeliğin padişahlar için ek bir otorite kaynağı haline geldiği dönemdi. Sonra dünyada burjuva devrimlerinin etkisi hissedilmeye, Osmanlı’da da Tanzimat ve ardından Meşrutiyet ilanı gerçekleştiğinde, halifelik makamının ağırlığının azaldığını görüyoruz. Osmanlı’nın son dönemine damga vuran milliyetçi hareketlerin Müslüman halkları da kapsaması ile birlikte Yavuz ya da Kanuni döneminde baskın bir biçimde kullanılan Halifelik makamının etkisi de doğal olarak azalıyordu.

Osmanlı’nın son döneminde, hele hele 1918 yılında Halifelik belki yok hükmünde değildi, hâlâ belli bir ağırlığı vardı ama eski önemini büyük ölçüde yitirmişti. Hiçbir sıfat, ya da makam, gerçekliği ters yüz edemez. Osmanlı kurulduğunda ve genişleme döneminde ilerici bir işlev üstlenmiş, bir imparatorluğa dönüşürken üretici güçlerin gelişimine ayakbağı olmak bir yana, o gelişimin önünü açabilmişti. Ancak bir noktadan sonra bütün imparatorluklar gibi, Osmanlı da çağdışı kaldı. Bazı makamların bu gidişatı tersine çevirmesi mümkün değildi.

'Hilafet Osmanlı için tescil işlevi gördü'

Bu tarih penceresinden baktığımızda "hilafetin Osmanlı'ya bir yararı oldu mu?" sorusuna da bir yanıt oluşuyor galiba. Bir yandan Osmanlı padişahlarının "halife" sıfatını kullanma konusunda uzunca bir dönem çok da ihtiraslı olmadığı biliniyor. Hilafetin Osmanlı için "bir enstrüman" olarak iş gördüğü oldu mu gerçekten?


Hilafet Osmanlı için daha çok bir tescil işlevi görmüştür. İmparatorluğun gücünü simgelemiştir. Bu güç azaldığında o simgenin de değeri azalmıştır. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun ve padişahların İslamiyet’in Hıristiyanlığa karşı korunması ve yaygınlaşmasında üstlendiği rol, fetihlerin bu açıdan anlamı küçümsenmemeli. Kuşkusuz Osmanlı’nın yayıldığı alanda farklı inançların varlığını sürdürmesi, özgün ve önemsenmesi gereken, hatta Osmanlı yayılmasını da bazı açılardan açıklayan bir olgu. Ancak yine de Osmanlı’nın gücü, tüm İslam coğrafyası açısından (ister istemez) oldukça değerliydi. Bu güç zayıfladıkça, Osmanlı’ya karşı İslamiyet içinden tepkiler de daha fazla duyulur hale geldi. Halifeliğin İstanbul’da olması, bu tepkileri yatıştıramazdı. Çağın ruhuna aykırıdır bu.

'Mustafa Kemal'in başından itibaren hedeflediği bir dönüşümdü'

Hilafetin kaldırılması olayına gelirsek... Bu adımın arkaplanında ne var? "Cumhuriyet hilafeti neden kaldırdı?" sorusu tuhaf bir soru bir yanıyla elbette... Ama kurtuluşa yakın günlerde hilafetin "TBMM uhdesine verilmesi" fikri de ortaya atılmış, hatta Mustafa Kemal'in kendisinin halife olmak istediğini iddia edenler olmuş. Saltanatın ilgası'ndan neredeyse bir buçuk yıl sonra gerçekleşiyor Hilafetin kaldırılması. Genç Cumhuriyet'in hilafete son vermesinin nedenleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Liberallerin idda ettiğinin tersine, laiklik, yani dinin siyasal düzlemin ve devletin tamamen dışına çıkarılması, Mustafa Kemal’in başından itibaren hedeflediği bir dönüşümdü. Hilafet kurumu bu dönüşümün önündeki engellerden biriydi. Kendisini güçlü gördüğü bir anda bu adımı attı. Genç Türkiye Cumhuriyeti için hilafet bir yük olurdu. Çünkü Cumhuriyet’in kuruluşu, biraz da Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasını terk anlamına geliyordu. Oradaki iddialardan vazgeçmek… Hilafetin kaldırılması bunun ifadesidir.

'Halifelik, bu perspektifle yeniden gündeme sokulmaya çalışılmaktadır'

Bugün tartışmaya açılan sadece bir tarih değil o zaman?

Şimdi, kapitalistleşme yolunda büyük mesafeler alan ve hatırı sayılacak hacimde bir sermaye sınıfına sahip olan Türkiye’nin yeniden İslam coğrafyasına yayılması için arayışlar içine girmesi sadece AKP’nin ideolojik tercihlerine bağlanamaz. Türkiye’nin bu coğrafyadaki rekabete katılmasının ekonomik arka planı hafife alınamaz. Erdoğan bugün Pakistan, Malezya gibi ülkelerle kurduğu ilişkiler ile, Avrupa’daki Türkiye çıkışlı büyük nüfus üzerindeki etkisi ile, Hindistan’daki müslümanlar arasındaki popülerliği ile, Balkanlar ve Kafkaslarda dinselliği ve Türklüğü kullanarak yarattığı kanallar ile, Afrika’da tuttuğu kritik noktalar ile İran, Suudi Arabistan ve Mısır’la beraber İslam dünyasında hegemonya kavgasına giriştiyse, bunun itici gücü Türkiye burjuvazisidir. Halifelik, bu perspektifle yeniden gündeme sokulmaya çalışılmaktadır. Öte yandan AKP sayesinde ortaya çıkan etki alanı ne olursa olsun, Türkiye kapitalizminin İslam coğrafyasında diğer rakipleri alt ederek öne çıkması mümkün değildir. Daha doğrusu İslam coğrafyasında hiçbir gücün tek başına borusu ötmeyecektir. Bu açıdan Osmanlı’nın tekrarı olanaksızdır.

https://sol.org.tr/haber/3-mart-bugun-halifeligi-sadece-meczuplar-mi-tartisiyor-27163

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
07.03.2021- 03:54

Bu yazıda halifelik kaldırılmadan önce, henüz bunun işaretleri yenice ortaya çıkarken basında yapılan tartışmalardan bir bölüm anlatılacaktır.

  Halifeliğin kaldırılması öncesinde basından seçmeler - MEHMET BOZKURT

Halifelik denilen gerici kurum 3 Mart 1924 tarihinde kaldırılıyor. Meclis’te yapılan uzun ve gerilimli tartışmalar başka bir yazının konusu olsun. Bu yazıda halifelik kaldırılmadan önce, henüz bunun işaretleri yenice ortaya çıkarken basında yapılan tartışmalardan bir bölüm anlatılacaktır.

“İslam’ın mukaddesatına ve İslamiyet’e karşı şeytandan ve İngiliz Başbakanı Llyod George’dan daha büyük fenalıklar eden padişahın ve İstanbul Hükümeti’nin bütün İslam dünyası tarafından besmele ile taşlanmasını teklif ediyorum.”

Diyarbakır Milletvekili Hacı Şükrü Bey’in 30 Ekim 1922 günü meclis bakanlığına verdiği önerge bundan ibarettir. Önerge ile besmele eşliğinde taşlanması istenilen üçlünün, Mekke’de Mira bölgesinde var olduğu düşünülen ve taşlanması Hac ibadetinin vazgeçilmez bir cüzü kabul edilen üç adet farklı cesametteki şeytana gönderme yapıldığı açıktır.

Türk Parlamento Tarihi adını taşıyan kitabın üçüncü cildi, Birinci Meclisin üyelerinin fotoğraflı tanıtımlarına ayrılmış. Hacı Şükrü Bey Kalpaklılardan… Sola hafif yatık kalpağı, Enver’i bıyıklarıyla tam bir İttihatçı ve anladığım kadarıyla da “hafif iştarikiyyun.”

Bana sorulacak olursa, fikrimce, bu önergede reddi gerektirecek bir unsur yok ama her nedense Meclis bu önergeyi görüşerek ret kararı vermiştir. Padişah taşlamaya gönül indirmeyen Meclis’in, iki gün sonra bu defa padişahlığın üstünü çizerek onu büsbütün tarihe havale ettiği görülecektir. Taşlanmak korkusunu aklından çıkaramayan padişahın “gaybubeti eylediği” haberini veren telgraf, on beş gün sonra Meclis’te okunduğunda, bu kaçtığı anlamına gelmektedir, ihtimaldir ki en çok hayıflanan Hacı Şükrü Bey olmuştur!

Büyük Millet Meclisi 18 Kasım 1922’de acil toplanarak memleketin imam ihtiyacını karşılamak üzere Abdülaziz oğlu Abdülmecit Efendi’yi halife tayin etmiştir. Abdülmecit’in Meclis tarafından atanan dolgun maaşlı bir memur olduğu açıktır ama o bunu yanlış anlamış olmalı ki önce saltanat koltuğuna oturmakta ısrar etmiş, eh, peki falan demeye kalmadan Kılıç Alayı yapılsın, yanı sıra elim öpülsün ve Eyüp Sultan’da hayır duam istensin diyerek naz eylemiştir. Ankara, olup bitenleri her nedense hafif müstehzi izleyip , notlarını alırken Abdülmecit Efendi handiyse bütün meclisi güldüren bir tuhaflık daha sergilemiş, “biat” töreni sırasında çok eskide kalmış büyük dedelerinden Fatih Mehmet’in urbalarını gireceğim diye tutturmuştur.

Mustafa Kemal Paşa tüm bunları kayıt altına alıp “altın vuruş” için hazırlanırken Kasım 1923’ten itibaren Ankara ve İstanbul gazeteleri halifelik üzerinden birbirlerine savaş açmışlardır.

Faruk Alpkaya Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu adını taşıyan kitabında İstanbul ve Ankara gazetelerinin savaşımını günü gününe takip eder ve bize aktarımlarda bulunur. Buna göre, Yunus Nadi Bey 4 Kasım 1923 tarihli Anadolu’da Yeni Gün gazetesinde yazmış olduğu başyazıda Cumhuriyet’in ilanını erken bulan dönemin başbakanı Rauf Bey’e (Orbay) “zehirli” bir soru yöneltir. Soru, Rauf Bey’in Cumhuriyet’i beğenip beğenmediğine dairdir. Cevabın lafı dolandırmadan “vuzuh,sarahat ve katiyet” taşıması gerektiğini, böyle olmaması halinde davranışının “merdane olmayacağını” satır aralarına sıkıştıran Yunus Nadi, ardından “Hanedan üyelerinin Türkiye’nin en alçak insanları” olduğunu ileri sürer. Bu, kuşkusuz ki halifelik makamına açıktan yapılan cüretkâr bir meydan okumadır. Burada sözü edilen “alçak”lardan biri de doğrudan olmasa bile, İmzasını “Rabbülalemin Resulü,” (Alemin rabbinin elçisi) olarak atan Abdülmecit’tir. İstanbul basını ayağa kalkar.

Hüseyin Cahit Yalçın dili kıvrak, üslûbu “ısırgan” tecrübeli bir gazetecidir. 6 Kasım 1923 tarihli Tanin gazetesinde yazdığı başyazıda Yunus Nadi’yi hem üslûp hem de içerik açısından şiddetli bir eleştiriye tabi tutar. Onu “hanedan-ı hilafete saygıya” davet ederken bir “sinir uzmanına” gitmesini de salık verir. Hüseyin Cahit, bu sayede onun tıp alanına seyrek rastlanabilecek bir “vaka” olarak hizmet etmiş olacağını yazarken sözlerini şöyle bitirir:

“… Fakat unutmamalı ki hanedan-ı Osmani bugün elan hanedan-ı hilafettir. Bugün bütün Müslümanların halifesi Osman hanedanına mensup olduğu gibi yarınki Halife de Yeni Gün’ün Türkiye’nin en alçak insanları ilan addettiği bu eşhas(kişiler) arasından intihab (seçim) olunacaktır.”

Hüseyin Cahit, ne kadar yazık, kısa bir süre önce ilan edilen Cumhuriyet’in manasını anlayamamış görünüyor. Saltanatın yıkıldığını, halifenin Meclis tarafından atanan bir din görevlisi olduğunu, onun iktidar ortağı gibi davranmasının Ankara tarafından kabul edilmesinin söz konusu olamayacağını göremiyor.

Tartışmalar sürüp giderken Meclis’te Rauf Orbay’ın halifeyi ziyareti gündeme geliyor. Daha doğrusu İsmet Paşa ne yapıp ne edip tartışmayı bu noktaya çekiyor. İsmet Paşa’nın söyledikleri var.

Açık olmanın ne sakıncası olabilir, Paşa’nın söyledikleri bana göre paha biçilmez değerdedir. Mustafa Kemal Paşa’nın hilafet ve saltanatın birbirinden ayrılarak saltanatın ilga edilmesi tartışmalarında sarıklılara hitabı vardı,hatırladınız, hani, ne demişti, “… Ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi taktirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”

Bu sözler ezberime aldığım nadir Mustafa Kemal değişlerindendir. Pek jakobendir… Bu bahsi uzatmak istemem, her neyse, şimdi kürsüdeki İsmet Paşa’dır. Söyledikleri uzunca, buraya alamayacağım. Ancak kürsüden inerken kurduğu son cümleler aklımda ve şöyle:

“Tarihin herhangi bir devrinde bir Halife zihninden bu memleketin mukadderatına karışmak arzusunu geçirirse o kafayı behemehal kopacağız!”

Tam o günlerde Anadolu Ajansına düşen bir magazin haberi Anadolu’da Yeni Gün gazetesinin hışmına uğrar. Habere göre hanedan üyelerinden Yusuf İzzettin Efendi merhumun kızı Şükriye Sultan ile Süleyman Efendizade Şerafettin Efendi evlenmiştir. Yeni Gün buna haber değeri atfedilmesine kızar ve hanedana ayrıcalık olarak değerlendirip Anadolu Ajansını kınar:

“Ajans nezdinde evlilik haberleri ehemmiyeti haiz şeyler ise İstanbul’da günde yüzlerce nikah merasimi yapıldığı unutulmamalıdır. Bizim nazarımızda Şerafettin Efendi ile Şükriye Sultan’ın nikah havadisi ne ise Hüseyin Ağa ile Fatma Kadın’ın nikah havadisi odur.” Ankara, bu değerlendirme ile hanedan ailesini halkla eşitleyerek İstanbul basınını bir kez daha ayağa kaldırıyor.

Esas kıyameti kopartan Ağa Han’ın mektubu oluyor. Mektup, muhatabı olan Başbakan İsmet Paşa’nın eline henüz geçmeden önce İstanbul basınında yayımlanıyor. Bu da mektubun kopyalarının “malum” basına daha önce gönderildiği anlamına geliyor elbet. İsmet Paşa’nın öfkesini tahmin edebiliyoruz. Mektubun tarihi 24 Kasım 1923 ve özet olarak şöyle ama birkaç cümleyle Ağa Han’ı tanıtmak isterim. O tarihlerde Hindistan’ın nüfusu 200 milyon civarında ve bunun 70-80 milyonunu Müslümanlar oluşturuyor. Ağa Han bu Müslümanların İsmailiye mezhebinden olanlarının i. İngiltere’de yaşıyor. İşi tarikat üyelerinin kendisine göndermekle mükellef oldukları paraları yemek oluyor. Uçaklar, yatlar, saraylar, çılgın partiler, İngiliz sosyeteleri falan… Müritler gönderiyor o yiyor…

Ağa Han en özet haliyle bu ve mektubunun özeti şöyle:

“Bizim hürmetle önerdiğimiz şey, Sünni dünyasının dini başkanlığının şer’i kanunlarla uyumlu, eksiksiz olarak devam etmesidir. Bizim görüşümüz, halifeliğin prestijinin herhangi bir şekilde azalması veya Türkiye’nin siyasi kurumundan bir dini faktör olarak tasfiye edilmesi İslam’ın dağılması anlamına gelecektir. Halifeliğin dünyada bir ahlaki güç olarak fiilen ortadan kaldırılması konusuna, eminiz ki ne Büyük Millet Meclisi ne de ekselansları Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa ılımlı ve mutedil bir şekilde bakabilir.”

Mektubun tarihi 24 Kasım demiştik. Demek ki henüz iki hafta geçmeden kuruluyor İstanbul İstiklal Mahkemesi. Mektubu yayınlayan gazete sahipleri ve halifeliğin başka bir şehre, örnek olsun Konya’ya taşınacağını ileri süren köşe yazarları, ya da tümüyle ilga edilip hanedan mensuplarının sürgüne tabi tutulacağın, hele de bunun olması halinde bir daha “belimizi doğrultamayacağımızı, dağılıp gideceğimizi” ileri süren o günün “analistleri” İstiklal Mahkemesinin karşısına dikiliyor. Kimler yok ki; Tanin’in sahibi ve başyazarı Hüseyin Cahit, İkdam gazetesinin sahibi Ahmet Cevdet,Tevhid-i Efkâr sahibi Velit Ebuzziyazade ve başkaları… Başkaları dediğim on beş civarındadır.ilk üç ismin tek tek “tadat” edilmesinin nedeni en ünlü olmalarındandır.

Çok korkuyorlar. 15 Aralık’ta başlayan duruşmada Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na göre yargılanıyorlar. Ömürlerinden ömür gidiyor. Maksat hasıl olmuştur. 2 Ocak’ta serbest bırakılıyorlar.

Ve Mustafa Kemal…

Yargılanıp serbest bırakılan bütün gazetecileri İzmir’de Göztepe’deki kayınpederinin köşkünde yemeğe davet ediyor. Yalnız Tevhid-i Efkâr’ın sahibi ve başyazarı Velit Bey’i davetten son anda vazgeçiyor. İzmir’e kadar gelen Velit sofraya oturamadan geri dönmek zorunda kalıyor. Zira Velid bu daveti duyururken gazetesine şu manşeti atmıştır. “İzhar olunan (çok istenilen) arzu üzerine Gazi’yi ziyaret.“

Olmaz… Zira Mustafa Kemal’i gazetecilerle barışmaya ikna eden İstiklal Mahkemesi Bakanı İhsan Bey’dir. Gazi bunun üzerine onları çağırmış, onlar da gelmişlerdir. O kadar.Resmi tarihe not böyle düşülmüştür.

Kaynaklar:
Türk Parlamento Tarihi Cilt:1-2,3, Ankara
Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu,İletşim,İstanbul 1998
Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Part Yönetiminin Kurulması, Yurt Yayınları, Ankara,1981

https://sol.org.tr/yazar/halifeligin-kaldirilmasi-oncesinde-basindan-secmeler-27427

Cevap: 4
09.03.2021- 22:49

Alıntı Çizelgesi: Alıntı yazmış
Orhan Gökdemir (Yazar)Hilafetin kaldırılması, oldukça sembolik bir eylem. Bir karşılığı yoktu. Hilafeti Memlüklüler’in elinden aldık. Arap coğrafyasını da işgal ettiğimiz için Araplar sesini çıkarmadı. Bu bir süre böyle devam etti. En nihayetinde Cumhuriyetle beraber kaldırıldığında gayet sembolik bir şeydi. Bugüne gelirsek, biliyorsunuz, halifelik iddiaları falan var… Halifelik dinle değil biraz güçle ilgilidir. Şu anda bir halife var zaten; halife Obama’dır. Hatta Trump’ın bile halife olma ihtimali var ama Erdoğan’ın yok. Çünkü gücünüzü, otoritenizi kabul ettirmeniz lazım bunun için. Bu bir delinin hayal dünyasından bugüne yansıyan bir mesele.Aydınlanma Hareketi’nin ilk işlerinden birisi, dini devletin alanından çıkarmak olacak. Yani devleti, yurttaşının inancıyla, diniyle, mezhebiyle bir daha herhangi   bir şekilde ilgilenmeyecek hale getirmek lazım. Bu hilafet tartışması aracılığıyla, bunu buradan söylemiş olalım. Aydınlanma Hareketi, tabii daha geniş bir şey. 3-5 satırda konuşulabilecek bir şey değil. Ama şunu söyleyelim; aydınlanmaya ihtiyacı olanlar artık burjuvazi değil, geniş emekçi sınıflar. Biz de bu şekilde, mecburi bir hareket olarak koyulduk yola.



Aslında lise ders kitaplarında yer alan, Halifeliğin Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinden sonra Osmanlı Devleti'ne geçtiği iddiası tarihi gerçeklere uygun düşmemektedir. Osmanlı Devleti'nde daha Osman Bey döneminden itibaren Halife ünvanı, İslam dünyasının liderliği kapsamında, Osmanlı hanedanının iktidarına meşruiyet kazandıran bir unsur olarak olarak kullanılmıştır. Dönemin diğer İslam Devletleri'nde de bu durum geçerlidir. Fakat Halife ünvanına asıl vurgu, 2. Abdülhamid döneminde olmuştur. Niyazi Belkes, ilginç bir paradoks olarak, Osmanlı tarihindeki batılılaşma yönünde bir adım olan Kanun-i Esasi'nin, padişahın halife sıfatına yaptığı derin vurgu ile devlete ve padişaha derin bir İslami vurgu kazandırdığını belirtmiştir.

Diğer yandan Cumhuriyet döneminde Halifeliğin kaldırılmasının, sadece ilerdeki laik devrimler ile veya aydınlanma düşüncesiyle de alakası yoktur. Cumhuriyetin ilk yıllarında Halifelik makamı, Atatürk karşıtı muhalefetin (başta İstanbul basını olmak üzere) kanatları altına girdiği bir merci konumundadır. Tüm siyasi gücünü kaybetmiş olsa da toplumda taşıdığı manevi değer, muhalefetin örgütlenebileceği bir nüfuz alanı sağlamaktadır. Üstelik bu muhalefet salt bir İslami nitelikte taşımamaktadır. Örneğin,   İstanbul barosu başkanı Lütfi Fikret Bey(bir ateisttir), Refet Bele, Rauf Orbay gibi isimler İslamcı bir düşünsel alt yapıya sahip değildir. Fakat Halifeliğin nüfuzunu, Atatürk'e yönelik muhalefette kullanmak istemişlerdir. Atatürk, Halifeliği kaldırırken, temel motivasyon araçlarından biriside, kendisine yönelik bu muhalefet odağını etkisiz kılmak olmuştur.   Fakat her ne gerekçe ile gerçekleştirilmiş olursa olsun, gerçek anlamda bir Cumhuriyet rejiminin tesisi anlamında Halifeliğin kaldırılması ilerici bir adımdır.   Bu konuda bir Demokrat Parti'li olsa bile Cumhuriyet tarihi açısından önemli çalışmalar kaleme almış Mahmut Goloğlu'nun ''Devrimler ve Tepkileri'' adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim.

Bir başka görüşe göre ise Halifeliğin kaldırılması, başta İngilizler olmak üzere Avrupa'lı devletlere verilen bir tavizdir. O dönemde sömürge imparatorluğu çoğunlukla Müslümanlardan oluşan Avrupa'lı Devletler, Halifelik makamının kendileri aleyhinde kullanılmasından çekinmektedir. Genellikle İslamcı kesimler tarafından dillendirilen bu görüşü, bir solcu olan Kemal Tahir,   'Yorgun Savaşçı'' adlı romanında yarattığı bir karakter olan Çerkez bir doktorun ağzından dile getirir. Bu sanırım kendisinin de kabul ettiği bir görüştür.



Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]