Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Solun saflığı ve kitlelerin suç ortaklığı; tevekkül ve isyan

Merdan YANARDAĞ

Bundan tam bir yıl önce, iktidardaki siyasal ve dinci gericilikle kalabalıkların ilişkisini değerlendiren bir yazı kaleme almıştım. Bu yazının ana izleği ve fikri, kütlelerin masum olmadığı ve insanlığın karşılaştığı büyük felaketlerdeki suç ortaklığına işaret etmekti. Çünkü, emekçiler ya da genel olarak halk, tarihte her zaman devrimci ve ilerici bir rol oynamaz. Tam tersine çoğu kez tutucu, karşı devrimci ve gerici bir rol oynar.

Kitlelerin o yaratıcı yıkıcılıkları, tarihin belli dönemeçlerinde, o büyük sıçrama anlarında ortaya çıkar ve kendisinden sonraki uzun yılları belerlese ya da etkilese de kısa sürer. Ardından yine uzun bir dinginlik ve tutuculuk dönemi başlar. Büyük kalabalıklar, onların inançları, siyasal tercihleri, kültürel eğilimleri her zaman iyinin, doğrunun, haklının yanında olmaz, onları temsil ve işaret etmez. Tersine çoğu kez yanlışın, vasat olanın, zalimin, haksızın yanında yer alır, onu destekler ve meşrulaştırır. Boyun eğmeyenler, isyan edenler, kurulu düzene baş kaldıranlar tarihin her döneminde başlangıçta azınlıktır. Onlar öncülerdir. Tarihin değişim dinamosunun yakıtıdır onlar. Kendi edebiyatını kurar, destanlarını yazarlar zamanın o ağır ve uzun süren akışı içinde.

Kitlelerin, büyük kalabalıkların silkinip ayağa kalktığı, öncülere katıldığı, yaratıcı yıkıcılıklarının açığa çıktığı tarihsel dönemeçler devrimci kriz dönemleri ve toplumu saran başkaldırı anlarıdır. O yıkıcı erenji bazen karşı devrimci ve gerici bir güç olarak da çıkar tarih sahnesine. Sosyalist tünyanın yıkılışı, örneğin Polanya'da Leh Valesa liderliğindeki tersane işçilerinin hareketi böyle bir şeydir.

SOLUN SAFLIĞI VE HAYAL KIRIKLIĞI

Solcular saf, vicdanlı ve iyi kalpli insanlardır. Halka, emekçilere, işçi sınıfına, yoksullara hatta bütün insanlara inanırlar... Onların iyi ve haklı oldukları konusunda hiçbir şüpheleri yoktur. Ancak genellikle yanılırlar. Hayal kırıklığına uğrar, aldatılırlar. Bu nedenle sağlam bir bilgi birikimine, felsefi eğitime ve siyasal inanca sahip olmayanlar yaşadıkları derin hayal kırıklığı sonucu ya halka küser ve kenara çekilirler ya da çok yaygın bir davranış olmamakla birlikte fena halde –aktif ya da pasif- dönek olurlar.

Solcular, kitlelerin o çok kısa tarih anlarındaki başkaldırılarını, isyanlarını, devrimci ve yıkıcı enerjilerini kutsar ve yıllarca anlatarak yeniden üretirler. Sonuçta insanlığın uzun serüveni içindeki bu çok kısa sayılacak anları / dönemleri bir destana, mistik bir öyküye dönüştürürler. İsyanların, devrimci başkaldırıların öznesi olan emekçileri, gerçek hayatla hiç ilgisi olmayacak şekilde idealize ederler. Kutsarlar.

Oysa devrimcilik, aynı zamanda halka karşı olmayı göze almak demektir. Çünkü devrimci olmak, sadece egemen sınıflara karşı mücadele etmek değil, onların iktidarını yeniden üreten halkın değerlerine, kültürüne, eğilimlerine, geleneklerine de itiraz etmektir. Değilse, yani halka ait olan her şey aynı şekilde kalacak ve kutsanacaksa devrimci olmanın da bir anlamı kalmayacaktır.

DEVRİMCİLİK HALKA KARŞI OLMAYI DA GÖZE ALMAKTIR

Devrimciler öncüdür,   değiştiricidir, geleceği temsil ederler... Onlar, her tarihsel ilerlemenin dinamosu, devrimleri yaratan her toplumsal isyanın ve patlamanın fitilidir.

Bugün Türkiye’de, henüz büyük çoğunluk olmasa da azımsanmayacak bir toplam oluşturan kalabalıklar, ülkenin en ilkel, en cahil, en saldırgan, en gerici ve faşizan anlayışını temsil eden bir siyasal hareketi destekliyor. Eğer halkın tercihlerine saygı duyacak ve ona itiraz etmeyeceksek, AKP iktidarına yönelik bütün eleştirilerimizi, itirazlarımızı ve siyasal mücadele irademizi de askıya almamız gerekiyor.

Diğer taraftan, şöyle bir itirazın da pek bir anlamı yoktur; kitleler aldatılıyor!.. Evet, bir aldatılma ve aldatma durumu tarihin her döneminde vardır. Ve fakat, aldatılmaya hazır geniş bir kitlenin bulunduğu da gerçektir. Kabahat sadece aldatanda değil, aldatılmaya hazır olanda da vardır. Hatta, Nazım’ın dediği gibi kabahatin çoğu onda, yani aldatılandadır. Daha da önemlisi şudur; o kalabalıkların büyük bölümü, aslında çoğu kez aldatılmaz! Onlar, tıpkı oy verdikleri siyasi parti ya da hareket gibi düşünürler. İşte bu gerçek kavranmak ve o düşünce biçimi, o ideolojik ve kültürel tavır karşıya alınmaz ise gericiliğin, eski olanın, kötülüğün, vasatın ya da faşizmin yenilgiye uğratılması da imkansızdır.

Tam bir yıl önce, “AKP iktidarı ve Tayyip Erdoğan’ın en büyük başarısı, kötülüğü toplumsallaştırma yeteneğine sahip olmasıdır. Bu ülkede kötülüğün, hoyratlığın, ilkelliğin, yağmanın, yalanın, talanın toplumsal temeli genişliyor” diye yazmıştım. (20 Aralık 2015 /ABC)

GERİCİLİĞİN VE CEHALETİN İKTİDARINDA HALKIN PAYI BÜYÜK

Geçen bir yıllık süre içinde hem kötülüğün toplumsal tabanı tahminlerimin ötesine geçecek şekilde genişledi hem de ona itiraz edenlerin gücü arttı. Söz konusu yazıma şöyle devam etmiştim, aşağıda özetleyerek tekrarlıyorum:

Toplumun dokularına riya, ikiyüzlülük ve ahlaksızlık siniyor. Gericilik Türkiye’yi çürütüyor. Ülke, Pekistanlaştıkça ya da kıytırık bir Körfez Emirliğine dönüştükçe kalkınacağını, büyüyeceğini ve gelişeceğini sanmak gibi bir akıl dışılığa sürükleniyor.

Oysa dünyada daha dinselleştiği ya da daha çok İslami ilkelere göre yönetildiği için gelişen tek bir ülke bile bulunmuyor. Dünyada Ortaçağı aşan tek bir Müslüman ülkenin bile bulunmaması bir tesadüf olabilir mi? Yeryüzündeki tek istisna olan Cumhuriyet Türkiye’si ise uğradığı büyük ihanetin bedelini ödüyor ve çöküyor.  

Erdoğan ve AKP, kitle tabanını genişlettiği ve toplumsallaştırdığı kötülüğün adına, “milli irade” diyor.

Erdoğan ve AKP’ye destek veren toplum kesimleri arasında yoksulların ve alt sınıfların bulunması, sözünü ettiğimiz kötülüğün niteliğini değiştirmiyor. Tam tersine bu durum, kötülüğü büyüten ve acımasızlaştıran bir rol oynuyor. Burada kavranması gereken çok önemli olgu şu oluyor; halkın önemli bir bölümünün kötülüğü desteklemesi ona meşruiyet ya da haklılık kazandırmıyor. Tıpkı Hitler'i ve Nazileri katıldığı bütün seçimlerde destekleyen ve onları birinci parti yapan Almanların kötülüğün bir parçası haline gelmesi gibi, AKP ve Erdoğan'ı destekleyen kalabalıklar da bu kirlenme, kötülük ve tarihsel suçun bir parçası haline geliyor.


melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
07.12.2016- 09:05

SOL KENDİNİ SUÇLAMAKTAN ARTIK VAZGEÇMELİ

Artık, "Aydınlar ve sol da hatalı, kendilerini anlatamadılar, topluma karşı sorumluluklarını yerine getiremediler, halka inemediler" ezberini bir yana bırakmak gerekiyor. Çünkü bu ezberin hiçbir temeli ve gerçekliği bulunmuyor. Kendisini hiçbir karşılık beklemeden ülkesine ve topluma adayan, geleceğini gözünü kırpmadan feda eden, büyük tehditlere karşın mücadeleyi sürdüren, bu uğurda işkence gören bir kuşak var, daha ne olsun. Bu ülkede hiçbir şartta boyun eğmeden idam sehpalarına çıkan, ölen, hapis yatan, acı çeken büyük bir devrimci, cumhuriyetçi ve aydın kesim bulunuyor. Onlar bu ülkenin çocukları. Ötesi var mı?

Dünyada on yıllardır bu tutumu sürdüren böyle bir kuşağın başka örneği yok. Bu durum ülke ve toplum için büyük bir şanstır. Çünkü, Batılı ülkelerin hiçbirinde kendi kişisel geleceklerini kolaylıkla garanti altına alabilecek olan toplum kesimleri, eğitimli ve meslek sahibi kentliler, aydınlar ve gençlik kesimleri kurulu düzene, muhafazakar iktidarlara karşı böyle uzun süreli ve uzun soluklu bir mücadele halinde değil. Ödediği ağır bedellere karşın, kendi çıkarları ve geleceğinden çok, halkın, emekçilerin, işçi sınıfının ve yoksulların hakları ve hukuku için ayağa kalkan böyle geniş bir kesimin bulunması Türkiye ve bu toplum için tarihin bir armağanıdır.

Gel gelelim toplum bu şansı bu topraklarda hiçbir zaman yeterince değerlendiremedi. Hakkını veremedi. Bu olanağın farkına vardığı her durumda ise ya baskıyla ezildi ya dinle aklı alındı. Çoğu durumda ikisine birden maruz kaldı. Ancak her durumda gönüllü olarak aldatılmaya istekli ve bu durumu küçük gündelik çıkarları için bir araç olarak kullanma ahlakına sahip geniş bir toplum kesimi her zaman oldu.

HENÜZ GEÇ DEĞİL, GERİCİ KALKIŞMA YENİLEBİLİR

Bir başka olgu da şudur; Erdoğan ve siyasal İslamcı iktidarı yoksulluğun, dışlanmışlığın, kenara itilmişliğin yarattığı öfkeyi, insanlığın ilerici birikimine, laikliğe, bilimsel değerlere, Cumhuriyetin ve modernitenin kazanımlarına yönelik bir düşmanlığa dönüştürdü.

Böylece siyasal islamcı hükümet, bütün sağcı iktidarların yaptığını aşarak, bir yandan kurduğu yağma düzeninin üstünü örttü. Eşitsizlik ve adaletsizliklerin üzerine yeşil bir şal serdi.

Ancak başka bir gerçek daha var… Bu ülkede, insan aklını ve vicdanını teslim almak için yapılan her şeye karşın, halkın yarısından fazlası teslim olmamakta direniyor. Gericiliğe karşı koyuyor. Çünkü bu toprakların 200 yıla yaklaşan bir aydınlanma ve modernleşme tarihi var. Bu terihin yarattığı birikim ve güç, toplumun Ortaçağ karanlığına teslim olmasının önündeki en büyük engeli oluşturuyor.

Sosyalist sol ve CHP yukarıda işaret ettiğimiz toplumsal, tarihsel ve kültürel durumun pek farkında değil. Özellikle CHP farkında olmadığı için, kendi sağına kayarak, liberalleşerek ve muhafazakar değerlere göz kırparak iktidara geleceğini ve gericiliği durduracağını sanıyor. Oysa böyle yapmakla tam tersinin gerçeklemesine, Türkiye'nin gericiliğe teslim olmasına ve cumhuriyetin tasfiye edilmesine katkıda bulunuyor.

Diktatörlükler, kitle temeline sahip bütün gerici ve faşist rejimler genellikle savaşların ve toplumların aklını başına getiren büyük felaketlerin sonunda yıkıldı. O nedenle gericiliğin saldırısını durduramazsak, örneğin bir referandum ya da iç savaşın ardından kötülüğün mutlak iktidarına tanık olabiliriz.

Bu kez öyle olmasın istiyor ve tarihi tecrübenin bir değeri bulunduğuna inanıyorsak, gereğini yapmalıyız. Zamanın çok daraldığını da unutmadan.

http://www.abcgazetesi.com/henuz-gec-degil-gerici-hamle-yenilebilir-7470yy.htm


melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
22.08.2021- 08:42

Solun saflığı, kitlelerin uyanıklığı-II-Merdan Yanardağ

Erdoğan-AKP iktidarı ve onun temsil ettiği zihniyet dünyasını sadece siyasal parametrelerle açıklamak yetmez. Aynı zamanda topluma dayatılan bir kültür, yaşam tarzı, ideoloji ve ahlak anlayışı olduğunu hep akılda tutmak gerekir. Çünkü vasatın egemenliği, görgüsüzlük ve cehaletin övülmesi, paranın ve kaba gücün yüceltilmesi demektir.

Çağımızın en karanlık dinci örgütlerinden biri olan Taliban’ın, Batı’nın bir enkaz haline getirdiği Afganistan’a el koyması nedeniyle, ara verip bu konuyu mu yazayım diye tereddüt ettim. Ancak, geçen hafta ilk bölümü yayımlanan yazımın ikinci ve son kısmını hazırlamanın doğru olacağını düşündüm. Çünkü, belli bir soyutlama düzeyinden bakınca, tam da bu konuyu, yani güncel olanı yazdığım sonucuna vardım. O halde devam ediyorum…

***

İslamcı hareketin yarattığı en büyük yıkım belki de insan ruhunun karanlık yanını kışkırtması, kötülüğü toplumsallaştırması ve örgütlemesiydi. AKP iktidarı bu ülkede cehaletin, ilkelliğin, yalanın, siyasal ve kültürel rüküşlüğün, sahtekarlığın ve riyanın “kutlu dava” adına temelini genişletirken, asıl önemli olan şey buna meşruiyet kazandırmasıydı. Daha da kötüsü, bu ülkede söz konusu “kötülüğün” yayılmasına zemin oluşturan ciddi bir toplumsal kesimin bulunmasıydı. Sorunun önemli yanı budur.

O nedenle, Erdoğan-AKP iktidarı ve onun temsil ettiği zihniyet dünyasını sadece siyasal parametrelerle açıklamak yetmez. Aynı zamanda topluma dayatılan bir kültür, yaşam tarzı, ideoloji ve ahlak anlayışı olduğunu hep akılda tutmak gerekir. Çünkü, vasatın egemenliği, görgüsüzlük ve cehaletin övülmesi, paranın ve kaba gücün yüceltilmesi demektir.


VASATIN EGEMENLİĞİ

Ülke şizoid bir yarılma yaşıyor. Parçalanmış bir kişiliği olan, iki kimlikli, bir birinden uzaklaşan ve düşmanlaşan kanatlarının bulunduğu bölünmüş bir toplum oluştu. Gericilik Türkiye’yi çürütüyor. Toplumun ciddi bir kesimi, ülke kıytırık bir Körfez Emirliği’ne dönüştükçe daha iyi olacağını sanmak gibi bir akıl dışılığa sürükleniyor.

Oysa, dünyada daha fazla dinselleştiği ya da daha çok İslami ilkelere (şeriata) göre yönetildiği için gelişen ve kalkınan tek bir ülke bile yok. Dünyada Ortaçağı’nı aşan hiçbir Müslüman ülkenin bulunmaması bir tesadüf olabilir mi? Yeryüzündeki tek istisna olan Cumhuriyet Türkiyesi ise uğradığı büyük ihanetin bedelini ödüyor. Erdoğan-AKP iktidarı, toplumsallaştırdığı “kötülüğün” adına, milli irade diyor. Üstelik, bu “irade” kendi karşısına geçince, ondan kaçmakta da hiçbir sakınca görmüyor.

AKP’ye destek veren toplum kesimleri arasında yoksulların ve alt sınıfların bulunması, sözünü ettiğimiz kötülüğün niteliğini değiştirmiyor. Tam tersine, onu meşrulaştırarak, “demokratik” bir boyut bile kazandırmıyor. Çünkü bu durum, yani yoksulların ve alt sınıfların iktidara verdiği destek, kötülüğü büyüten ve daha da acımasızlaştıran bir rol oynuyor.

Tıpkı Hitler’i ve Nazileri, katıldıkları her seçimde, artan oranlarda destekleyen Almanların, faşizmin ve kötülüğün bir parçası haline gelmesi gibi, totaliter bir iktidarı din ya da başka bir “kutlu dava” adına destekleyen kalabalıklar da o kirlenme ve suçun ortağıdır.

KİTLELERİN İSYANI

Türkiye’de niteliksizleşme öyle bir aşamaya ulaştı ki, -abartma payını saklı tutuyorum- yaşamın her alanında iyi olan elenmeye ve vasat olan kazanmaya başladı. Adeta nitelikli ve iyi olanı geriye iten, aşağıya çeken bir sistem oluştu. Türkiye, sınavların çalınan sorularla, seçimlerin hileyle, kavgaların kalleşçe yapıldığı bir ülke oldu. Öyle ki, delikanlılık (bu kavramı hem genç kadınlar hem de genç erkekler için kullanıyorum) bile aptallık sayılmaya başlandı. Hayatın her alanında vasatın işgali başladı. İşte bu kitle, kendileri gibi olanı seçmeye, iyi olanı elemeye yöneldi.

Ünlü İspanyol düşünür Jose Ortega Y. Gasset (1883-1955) büyük eseri, “Kitlelerin İsyanı” adlı kitabında, modern toplumların içinde devindikleri ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel süreçlerin vasatı temsil eden “ortalama insanın” baskısı altında olduğunu söyler. Gasset, yeni çevirisi ve baskıları da yapılan (İş Bankası Kültür Yayınları, 2017, İstanbul) kitabında, vasat olanın bir süre sonra her şeye egemen olmaya başladığını ortaya koyar. Her şey seçkin eleştirisiyle, iyi olanın kötülenmesiyle başlar. Ardından süreç iyi ve nitelikli olanın geriye itilmesiyle devam eder. Gasset’e göre, geriye çekici bir rol oynayan bu insanlar her sınıf, her meslek ve her sosyal grup içinde bulunur.

Entelektüeller de bu kesimin dışında değildir. Onlar da vasatın, kötü olanın baskısı altındadır. Dahası, giderek ortalama vasat “aydın” tarafından belirlenen bir edebiyat ortamı bütün bir kültürel sürece hakim olur. Dil bozulur, basit ve niteliksiz edebiyat egemen olur. Tıpkı günümüzde çok satan bazı gazeteci kitapları gibi, mesleki yetkinlik ve çaba içermeyen, entelektüel derinliği olmayan, edebi değeri bulunmayan çalışmalar öne çıkar. Dahası gerçek bir araştırma çabasının da olmadığı yayınlar ortalığı kaplar. Araştırma, inceleme ve kuramsal çalışmanın yerini, haber taraması ve arşiv bilgilerinin derlendiği kitaplar alır. Bu vasatlaşmadır.

KENDİNİ SUÇLAMAK!

Aydınların, özellikle solun, “Hata bizde, kendimizi anlatamadık, halka inemedik, topluma karşı sorumluluklarımızı yerine getiremedik” şeklinde özetlenebilecek o ezberi artık aşması gerekiyor. Eğer acı çekmekten mistik bir tat almıyorsak –ki Doğu toplumlarının bir özelliğidir- bu yakınmanın sahici bir temeli ve gerçekliği bulunmuyor. Kendisini, hiçbir karşılık beklemeden ülkesine ve topluma adayan, geleceğini gözünü kırpmadan feda eden, yaşamı dahil büyük tehdit ve baskılara karşın mücadeleyi sürdüren, bu uğurda işkence gören, öldürülen, idam edilen, ama yine de vazgeçmeyen bir devrimciler kuşağı, bir aydın kesimi var. Daha ne olsun! Bu halktan daha şanslı bir toplum yeryüzünde az bulunur.

Yaşadığı bütün kötülüklere ve ihanete karşın, bu kadar uzun süre kendisini toplumun kurtuluşuna adamayı sürdüren başka kuşağın örneği dünyada yok. Bu durum Türkiye için büyük bir şanstır. Örneğin, Batılı ülkelerin büyük çoğunluğunda kendi kişisel geleceklerini garanti altına alabilecek toplum kesimleri, eğitimli ve meslek sahibi kentliler ya da solcu gençlik kuşağı, kurulu düzene karşı böyle uzun soluklu bir mücadele içinde hiç olmadı.

Bu nedenle, ödediği ağır bedellere karşın, kendi çıkarı ve geleceğinden çok, halkın, emekçilerin, işçi sınıfının ve yoksulların hakları ve hukuku için mücadele eden bir kesimin bulunması Türkiye ve bu halk için tarihin bir armağanıdır.

Gel gelelim toplum söz konusu şansı hiçbir zaman değerlendiremedi. Hakkını veremedi. Durumun farkına vardığı zamanlarda ise ya baskıyla ezildi ya dinle aklı alındı. Dahası o kalabalıklar, devrimci kuşakların fedakarlıklarını küçük ve gündelik çıkarları için harcamaktan ve kullanmaktan kaçınmadı. Kıymetini bilmedi, bilemedi.

Bu nedenle, siyasal İslamcı hareket, yoksulluğun, dışlanmışlığın, kenara itilmişliğin yarattığı öfkeyi, insanlığın ilerici birikimine, bilimsel değerlere, aydınlanma ve modernitenin kazanımlarına yönelik bir düşmanlığa çevirmekte zorlanmadı.

Halkın değer yargılarının, alışkanlıklarının, geleneğinin, töresinin, egemen ahlakın, dinin eleştirisini geri çekmek doğru değildir. Bedeli ağır olur. Bu eleştiriyi tamamlamak, bütün eleştirilerin başlangıcıdır. Kurulu düzenle mücadele, bu eleştirinin tamamlanmasıyla başlar. Devrimcilik, halka karşı olmayı da göze almaktır.

https://www.birgun.net/haber/solun-safligi-kitlelerin-uyanikligi-ii-356011

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]