Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

17.12.2016- 11:19

2017’ye doğru
Aydemir Güler



Solun 12 Eylül’den çıkış yolu ararken aslında 1970’lerin ikinci yarısında bir kez daha çekildiği demokrasi mevzisini eksen alması şaşırtıcı olmadı. O zaman faşizme karşı direnmenin bir kesimi sürüklediği çizgi radikal demokratlıktı. Mücadele araçları ve söylem boyutundaki radikallik sosyalist devrim perspektifiyle buluşmadığında içi son derece kof bir devrimcilik türemişti. Araçlar ve söylemde biçimsel radikallik yerine daha ağırbaşlı, işçi sınıfı merkezli ve politik kalitesi daha yüksek bir geleneksel sol da vardı. Her ikisi CHP’ye fit oldular. CHP tipi bir demokratikleşme faşizmi geriletecekti veya işçi sınıfı partisinin desteğinde bir şeyler değişecekti. Nerden baksan “demokratik devrim.” Bu adıma solun önderlik edeceği çok söyleniyordu ama kimsenin inanmadığı belliydi.

12 Eylül dumanı dağılırken solun cephaneliği buydu. Sosyalizmi düşünemeyen bu solu işçi sınıfının Bahar eylemleri, kamu emekçilerinin örgütlenme harekâtı ve Kürt özgürlükçülüğünün çekiştirmesi kurtaramazdı. Tersine Bahar eylemleri solu daha da ekonomistleştirdi. Kamu emekçileri hareketi sendikal alanın içinde daha dar bir sol alan tutma stratejisini her şeyin önüne geçirdi ve solu daha da sendikalistleştirdi. Kürt hareketinin dayanışma çağrısı ise solu aşağılık kompleksine itti.

Üstüne komünizmin yıkıldığı yolundaki anonslar eklendi ve bir yanı ekonomist bir yanı Kürtçü bir sol şekillendi. Sosyalizmin zamanı değildi ve oysa kendine ait bir hedefi olmamak siyasette kişiliksizleşmekten başka sonuç vermezdi ki…

Sol başka akım ve örgütlere eklemlenmeye çalışan bir kişiliksizlikle tanınmaz hale geldi. Sol topluma, emekçi kitlelere belirgin bir fotoğraf veremiyordu artık. Ulusalcılık, Kürtçülük, sosyal-demokrasi kuyrukçuluğu, elveda proletaryacılık karşısında utangaçlık, ayakları havada türlü çeşit sol-liberal akıl dağınıklığı ne söyleyebilirdi ki, çok sık aralıklarla arayışa yönelen halkımıza?

Likidasyonun esaslısı böyle olur. Türkiye’de şu veya bu partinin, örgütün likide olmasıyla değil, asıl solun tanımsız hale gelmesi biçiminde bir likidasyon 1980-2000 dönemine damga vurmuştur.

Bu derin ve yaygın sorunun özü örgütsel değil ideolojik ve politiktir. Ancak çözümün anahtarı örgütseldir. Yalnızca örgütlü bir yürüyüşle, örgütsel bir birikimin büyütülmesi sayesinde ideolojik ve politik kimliği geri kazanmak mümkün olabilirdi.

1960’lı ve 70’li yıllar solun altın yıllarıysa sonraki yirmi yıl çürümedir. Elbette çürümeye giden paslanma altın yıllarda başlamıştı.

Tersi de doğrudur. Gelenek hareketi 80’lerde şekillenmeye başlamış, 90’larda partileşmiştir. İdeolojik ve politik kimliğin yeniden kuruluşunun öznesi etkisini 2000’li yıllarda hissettirmiştir. Bugünden bakıldığında SİP’in TKP adını aldığı 2001 sonları bu anlama oturur.

Solda Türk ve Kürt milliyetçiliğini, liberalizmi, her türden aşağılık kompleksini, zamanı hovardaca harcayan toy radikalliği baskı altına alan bir yükselişin mutlaka bir öznesi olmalıdır. Siyasette böylesi bir bataklık ideolojik-politik eleştiriyle kurutulamaz. Eleştirinin örgütlü bir gücün eylemi olması gerekir. Konumuz solsa, ki öyledir, bu örgütlü gücün işçi sınıfı partisi niteliği tarihsel bir konumlanış ve iddia olmanın yanı sıra güncel, organik, görünür bir veri olmalıdır.

Şimdi İslamcı faşizm altında, solun daha önce beyhude eklemlenmeye çalıştığı her tür dışsal akım kokuşurken, denenmesi ve yapılması gereken bellidir. Örgütlü güce dayanacaksınız. Örgütlü gücün sınıf temsiliyetini gerçek hale getireceksiniz. Bütün sapmaları kuvvetli bir ideolojik baskı altına alacaksınız. Ve solu sömürü düzenine, onun politik iktidarına karşı politik bir cepheye yerleştireceksiniz.

Rastlantı bu ya, solun tarihinde kabaca yirmi yıllık periyotlardan söz edebiliyoruz. 21. yüzyılın, artık sonu görünmeye başlayan ilk yirmi yılını kazanma şansımız hâlâ var.

Daha doğrusu, zorundayız.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]