Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Siyasi ve ideolojik söyleşiler

Kemal Okuyan'la 'Adalet Yürüyüşü' üzerine: Zor oyunu bozar

TKP Merkez Komite Sekreteri Kemal Okuyan, CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun "Adalet Yürüyüşü" etrafında dönen tartışmaları ve TKP'nin bu konudaki tutumunu değerlendirdi.

Resim Ekleme

Türkiye Komünist Partisi Merkez Komite Sekreteri Kemal Okuyan’a Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü’nü, yürüyüşe ilişkin Boyun Eğme dergisinde yayınlanan yazısını, TKP’nin tavrını sorduk. Okuyan yürüyüşle ilgili TKP’nin değerlendirmelerini paylaşırken, siyasi iktidarın zora, şiddete başvurmasına kayıtsız kalmayacaklarını da söyledi.

Boyun Eğme Dergisi’nin Cuma günkü sayısında, 9 Madde’de Kılıçdaroğlu Yürüyüşü başlıklı bir yazınız yayınlandı. Bu yazıda özetle “Kılıçdaroğlu ya da bir başkasının adalet için yürümesi sonuna kadar meşrudur ama bu yürüyüşü desteklemek için yeterli neden değildir” deniyordu. Ayrıca yazıda ciddi eleştiriler var.
Olmasa bir tuhaf olurdu. Bakın Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’de mevcut düzenin en köklü partisi. Şu anda da ana muhalefet partisi. Bu partinin destekçileri arasında gerçekten eşitlikçi bir toplum özlemi duyanlar var, bu partinin kadroları arasında çok samimi, dürüst dostlarımız da var. Ancak Cumhuriyet Halk Partisi’nin burjuva karakterini değiştirmiyor bu. CHP solun bütün renklerini temsil eden bir çatı partisi değil, kendi içinde sayısız eğilim ya da hizip olsa da. Türkiye Komünist Partisi’nin bu partinin inisiyatifinde başlayan bir eyleme daha ilk günden katılması, destek vermesi eşyanın tabiatına aykırı. Orada boy göstereceğiz, CHP’liler de “a, ne kadar güzel, ne şirinlik” diyecekler. Siyaset bu mudur?

Ama bu eylem CHP eylemi değil, Kılıçdaroğlu “ben yürüyorum” dedi, herkes bireysel olarak katılıyor.
Kılıçdaroğlu “ben yürüyorum” diyerek CHP’deki liderlik tartışmasını bir süreliğine bitirdi. Bu eylemi beğenmeyen, başka bir şey yapalım diyenlerin önünü kesti parti içinde. “Gelen gelir" tavrı bir güç gösterisidir, CHP’de hoşnutsuzların farklı ne dediği belli değil zaten. Kılıçdaroğlu bunun yanı sıra hukuken de elini güçlendirdi. Ayrıca unutmayalım, düzen siyaseti kişiler üzerinden yürüyor. Kılıçdaroğlu neyse CHP’ye damga vuran odur. CHP içinde başka eğilimler olsa da. Bu nedenle eylem Kılıçdaroğlu’nun mu CHP’nin mi tartışması bir yerden sonra anlamsız. CHP bu eylemin bütün organizasyonunu üstlenmiş durumda, örgütüyle, yerel yönetimleriyle.

Kılıçdaroğlu’na en büyük eleştiri hareket etmemesi, eylemsizliğiydi. Bu yürüyüş eleştirilere çok kapsamlı bir yanıt olmadı mı?
Kılıçdaroğlu’na en büyük eleştiri hareket etmemesi ya da eylemsizliği değildi. Bu dediğiniz en yaygın eleştiri olabilir, CHP içi bir tartışma olabilir. Bizim açımızdan Kılıçdaroğlu’nun eleştirilecek tarafı siyasi çizgisidir, ideolojisidir. Büyük eleştiri budur. Bu açıdan CHP’nin geleneksel çizgisinin de gerisindedir Kılıçdaroğlu. Yürüyüşe geçince bu çizgi ortadan mı kalkıyor! Böyle saçmalık olur mu.

Ama eylem, hareket de içerikle ilgili değil midir?
Eylemin, hareketin ileri çekici özellikleri vardır. Özellikle kitleler açısından. Biz insanların bu yürüyüşe katılmasına bir eleştiri yöneltmiyoruz. Bunu niye yapalım ki? Ancak solun ya da örgütlü solun bu yürüyüşe gözü kapalı destek sunmasını doğru bulmuyoruz. Ya da başkalarını bir kenara koyalım, Türkiye Komünist Partisi bu yürüyüşü desteklemiyor. Bir yürüyüşün içeriği tamamen ortadan kaldırması, önemsizleştirmesi nasıl mümkün olsun?

Peki içerikteki sorun nedir?
Kılıçdaroğlu’nun siyasetteki tek işlevi, tek yaptığı Erdoğan Türkiyesi’nin normalleşmesini sağlamak olmuştur. Şimdi deniyor ki, bu yürüyüşle birlikte Kılıçdaroğlu bu işlevini terk etti! O zaman söyleyeyim, bu işlevi Kılıçdaroğlu Erdoğan’ı çok sevdiği için üstlenmemişti. Kendisini CHP’nin başına getiren, yönlendiren kesimlerin ihtiyacı vardı. Bu ihtiyaç ortadan kalkmadı. Ancak bu rejimin Erdoğansız sürmesi ya da Erdoğan’ın kontrol altına alınması için arayışlar sürüyor.

Kimin arayışı?

Sermaye çevrelerinin. Bazı batılı ülkelerin. Olmadan olur mu? Erdoğan kendini kurtarmak için emperyalist sistem içindeki rekabetten yararlanıyor. Burada kazandığı hareket serbestliğinden rahatsızlar. Fethullah Gülen’in ABD tarafından desteklenen hamlelerini, Almanya’nın Türkiye’nin iç işlerine örtülü değil de açıktan müdahale etmek konusunda hiç çekinmemesi önemsiz şeyler mi? Biz emperyalizm dedikçe birileri hopluyor. Türkiye’de sol, emperyalizme, gericiliğe ve sömürü düzenine karşı reflekslerini yitirdiği anda madara olur, bu kanıtlanıyor. Yeri gelmişken söyleyeyim, bugün dünyada en tehlikeli emperyalist ülke hâlâ ABD ama onun alternatifi olarak gösterilen bloktan, Putin Rusyası’ndan bağımsızlık ya da halkımıza kurtuluş da gelmeyecek.

Erdoğan batıdan uzaklaşıyor mu?
Ömrümüz bu soruya yanıt aramakla mı geçecek? Tamam takip edelim ama işin özünü kaçırıyoruz. Şimdi iki eğilim var. Bağımsızlıkçı eğilim Erdoğan’ın Avrasya eksenine yanaşmasından memnun. Özgürlükçü eğilim ise batılı emperyalist ülkelerin tasarladığı, hakim olduğu bir “demokratikleşmeye” ya da Erdoğansızlaştırmaya razı. İkisi de Türkiye’de sermaye sınıfının egemenliğini sorgulamıyor. Şimdi biz buna sol diyeceğiz öyle mi! Sermayenin dünyasında bağımsızlık da olmaz, özgürlük de olmaz. Bu bir retorik değil, propaganda sözü değil. Açık bir gerçek. Adalet deniyor. Hangi adalet! Kimse emeğin hakkından söz etmiyor, sömürüden, eşitsizliklerden… Önce özgürlük gelsin, sonra bakarız mı denecek? Özgürlük nedir? Erdoğan’a dönük tepkileri batıcı, liberal, düzen içi çözümlere eklemlemeye yardımcı olacaksak TKP’yi kapatmamız gerekir. Sol parti olunur, halk partisi olunur ama komünist partisi olunmaz.

Ancak özgürlük arayışı, eşitlik arayışını tetiklemez mi?
Sayısız örnek var, tetikleyebilir. Lakin, bunun olabilmesi için bağımsız bir çizginin, bir sınıf hareketinin kendini hissettirebilmesi gerekir.

Adalet yürüyüşünün mevcut mecrasının dışına çıkması mümkün müdür?
Bakın, bir siyasi parti bir işe girecek, buna ilişkin bir çerçeve ilan edecek, siz de gidip onu başka yerlere çekiştireceksiniz. Bu etik değil, ayrıca işe yaramaz. Ancak halk kitleleri bu yürüyüşe yeni bir içerik katabilir ve bu durumda siz ona kayıtsız kalamazsınız. Bir de zor oyunu bozar. Siyasi iktidarın bu çaptaki yürüyüşlere dönük şiddeti, sistematik provokasyonu her tür yanıtı hak eder.

TKP böylesi gelişmelere duyarsız kalmaz mı diyorsunuz?
Niye kalalım? Yürüyüşten sürekli haber alıyoruz, arkadaşlarımız var. Konu “CHP’nin yürüyüşü bize ne” basitliğinde değil. Ancak şunu söylemek durumundayım. Türkiye solu 1970’lerdeki Ecevit dalgası sırasında dahi bu kadar “hevesli” değildi.

Her tür eylem olanağını değerlendirme isteği olarak görülemez mi bu?

Bireysel aktivistseniz, hayata böyle bakabilirsiniz elbette. Ancak her hareketin peşine takılmak siyasi bir davranış değil. Bakın, 20. yüzyılın son çeyreğindeki en çaplı işçi hareketlerinden birisi Polonya’da ortaya çıktı. Adalet arayışı filan değil, düpedüz işçi hareketiydi, o görünümdeydi. Dayanışma hareketi ya da sendikası CIA himayesinde, Katolik Kilisesi bağlantılarıyla son demlerini yaşayan sorunlu Polonya sosyalizmine öldürücü darbeler vuruyordu. Orada yaşasaydık “dışında kalmayalım” mı diyecektik?

Ama bu çok ağır bir örnek oldu. Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünü böyle mi değerlendiriyorsunuz?
Karşılaştırmıyorum. Sadece “hareket-bereket” yaklaşımına bir örnek gösterdim. Ayrıca unutmayın karşı devrimci Dayanışma Hareketi’ne o sıralar “sol”da büyük sempati vardı. Sonra o “devrimci işçi hareketi”nden epey bir burjuva siyasetçisi, bakan, bürokrat çıktı, ortada ne sınıf çıkarları ne bir şey kaldı!

Tekrar soralım, Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünün bir planın parçası olduğunu düşünüyor musunuz?
Bunu söylemiyorum. Bunun önemi yok ki. Bir dizi arayış var. Erdoğan’sız AKP, CHP ve HDP’yi liberal bir çizgide yaklaştırmak, Akşener MHP’sini kentli nüfusa sunmak, laikliği özü tamamen ortadan kalkmış bir biçimde “batıcı” bir eksende kullanmak, piyasa ile özgürlük arasındaki ilişkiyi yeniden kurmak… Kılıçdaroğlu bunların hepsi! Bunları sorgulamayacağız ve “ne güzel yürüyor” diyeceğiz! Güzel yürüyor evet!

Fethullah bağlantısı?
TKP, FETÖ tabirini kullanmıyor, cemaatin devleti ele geçirdiği tezine de itiraz ediyor. Çünkü Gülen cemaati, sistemin bizzat kendisiydi, bir tür resmi hareketti. O yüzden temizlenemiyor. Cemaatin sivil-asker bürokrasideki gücü, siyasi partilerdeki (AKP, MHP ve CHP) ağırlığı gizli bir örgütün faaliyetlerinin ürünü değil. Sistem 12 Eylül sonrasında adım adım bu felsefe ile kendini yeniden yapılandırdı. Kimse kendini aldatmasın. Üstelik bunu herkes biliyor. Bu anlamda yürüyüşün FETÖ bağlantılı olduğunu söylemek absürd, saçma. Lakin Kılıçdaroğlu cemaat bağlarından kopamaz. Tıpkı AKP gibi, tıpkı MHP gibi!

Yürüyüşün hükümetle anlaşmalı yapıldığını ileri sürenler var…
Yürüyüşün kendisinin böyle bir anlaşmanın ürünü olduğunu iddia etmek saçma olur. Yürüyüşün sınırlarına ilişkinse kuşkusuz görüşmeler oluyordur, pazarlıklar sürüyordur. Bu son derece anlaşılır. Erdoğan atıp tutabilir ama sonuçta yürüyen CHP’nin lideri, onun korunması bile başlı başına bir mesele. Kılıçdaroğlu’nun da hep kendi önüne konan sınırlara saygılı olduğunu biliyoruz.

Öngörülemeyecek gelişmeler yaşanmaz mı diyorsunuz?
Bugünkü dünyada ve üstelik bugünkü Türkiye’de bunu demek mümkün olabilir mi? “Sömürü düzeni” dediğimiz şeyde bir düzen yok! Düzenli işleyen tek şey sömürü çarkı!

http://haber.sol.org.tr/toplum/kemal-okuyanla-adalet-yuruyusu-uzerine-zor-oyunu-bozar-201575

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
02.07.2017- 17:28

9 Maddede Kılıçdaroğlu yürüyüşü

Resim Ekleme

1. KILIÇDAROĞLU HAKLI BİR ZEMİNDE YÜRÜYOR…

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü, alabildiğine adaletsiz bir ülkede, haklı bir zemine sahiptir. Türkiye’de hiçbir kirli siyasi hesabın, komplonun üzerini örtemeyeceği bir gerçekle karşı karşıyayız: Mevcut siyasi iktidar değişmesi mümkün olmayan bir tarihsel hüküm yemiştir, meşruiyeti sıfırlanmıştır.

2. EYLEMİN MEŞRU OLMASI ARKASINDA DURMAMIZI ZORUNLU KILMAZ

Meşruiyeti sıfırlanan bir siyasi iktidarı karakterize eden politikalara dönük her tepkinin kendisine otomatikman bir meşruiyet alanı açması doğaldır. Bununla birlikte, işçi sınıfı adına politika yapma iddiasında olan hareketlerin her meşru eylem ve inisiyatifi desteklemesi söz konusu olamaz. Meşruiyet birçok örnekte sermaye düzeninin sınırları içinde el değiştirir ve yine birçok örnekte yaşandığı gibi, bu değişikliklerde sol adına sermaye sınıfının kendini toparlamasına, inandırıcılık kazanmasına hizmet edenlerle karşılaşılır.

3. KRİTERLERİMİZ VAR

Demek ki, her meşru hareket, devrimci, ilerici, solcu ya da tarihsel açıdan olumlanabilecek bir içeriğe sahip olmayabilir. Bu durumda, tavır belirlerken kimi kriterlerle hareket etmek, doğru sorulara doğru yanıtlar vermek durumundayız. Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü sorgulanmayı hak etmektedir.

4. GELİN ADINI KOYALIM

Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü, Erdoğan’ın meşruiyet kaybının kurulu düzenin temellerini sarsmaması için gerçekleşmektedir. Kurulu düzeninin temellerinin sarsılmaması düzenin seçeneksiz kalmaması demektir. Kurulu düzenin sarsılmaması sermaye sınıfının uluslararası bağlantılarının zayıflamaması demektir. Kurulu düzenin temellerinin sarsılmaması, liberal bir tutumun kendisini var edecek gerçek toplumsal kanallar bulması demektir. Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünde bunların hepsi vardır. Yürüyüş açıkça burjuva karakterdedir.

5. MÜHENDİSLİK DE DİYEBİLİRİZ


Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü, yükselen bir toplumsal hareketliliğin üstüne gelmemiştir. Yürüyüş, hareketlilik bir yana, toplumsal tepki ve öfkenin yükselişe geçtiği bir ana da denk gelmemiştir. Herkesin dediği gibi, referandumun hemen ertesinde bir kitlesel hareketlilik için de daha uygun koşullar mevcuttu. Buradaysa kendi başına pek az meşruiyeti olan Berberoğlu’yla ilgili siyasal bir karar söz konusudur; bir mühendislik çalışmasıdır bu tam tamına. Bir kez daha birleşik bir burjuva muhalefeti meydana getirilmeye çalışılmaktadır. CHP’si, HDP’si, diğerleri… Burada sol katalizörlüğe soyunduğu anda ezilmeye mahkumdur.

6. SERMAYENİN BORUSU

Yürüyüşün “dostları” arasında herkes vardır. Çirkin ve kirli bir listeyi buraya taşımaya gerek yok, merak edene hatırlatırız. Defalarca söylediğimiz gibi, “herkes”in olduğu yerde sermayenin, uluslararası tekellerin borusu öter. Bunun istisnası, doğrultusu belli olmayan, farklı ideolojik-siyasal çizgilerin, farklı sınıfların sahada hesaplaştığı kitle hareketleridir. Ancak burada bayağı kurgusal bir eylem söz konusudur.

7. SOLA ÇEKEMEZSİNİZ, SAĞA GİDERSİNİZ

Bu eyleme renk vermek, onu sola çekmek beyhude bir çabadır ve tek bir sonuç doğurur: Tıpkı AKP’nin ilk yıllarında olduğu gibi, liberal-emperyalist bir operasyona soldan meşruiyet katkısı yapmak. Liberalizm AKP’nin elinde tehlikeli, başka güçlerin elinde zararsız diye bir şey yok. HDP’yi veya PYD’yi ABD ile işbirliği yapmakla suçlayanların CHP’ye bu konuda sonsuz kredi açması da bir o kadar tuhaf değil mi? Bütün bunlar düzenin sınırları içinde düşünmenin sonuçlarıdır ve solun bu sınırları kabullenmesi olacak iş değildir.

8. BAĞIMSIZ TAVIR ESAS

CHP’nin sorunu etkisiz muhalefeti değildir, değildi. Sol, “işte sokağa çıktı” diyerek Kılıçdaroğlu çizgisini onaylayamaz. Siyasette belirleyici olan içeriktir, programdır. “Hareket”e ya da “eylem”e tapınarak devrimci tutum alınamaz. Adalet yürüyüşünün yan ürünü olarak görülebilecek bazı olumlu gelişmeler yaşanabilir, bunlardan yararlanmak, bunları halkın yararına kullanabilmek için de bağımsız bir tavır, emperyalizme ve gericiliğe karşı açık bir sınıfsal tutum gerekir.

9. EVDE OTURMAK ZORUNDA DEĞİLSİNİZ

Halk sokaktayken evde oturmak ise, düzen karşısında çaresiz kalanların muhatap kalabileceği bir sorudur. Kimse evinde oturmak zorunda değil. Herkes gelişmelere kendi meşrebine uygun bir içerik ve biçimde yön vermeye çalışabilir. Türkiye’de komünistler, CHP lideri yürüyüşe geçti diye heyecanlanmayacak kadar zengin bir mücadele geçmişine ve berrak bir devrimci stratejiye sahiptirler.

Bu yazı Boyun Eğme'nin 81. sayısından alınmıştır

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/9-maddede-kilicdaroglu-yuruyusu-201468

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
08.07.2017- 20:53

Adaletin bu mu dünya?-Orhan Gökdemir

Hasan Cemal’i hatırlıyorum ilk. Koştu gitti. Dediğine göre hem gazeteci kimliğiyle izlemek için, hem de desteklemek için oradaydı. Hoş arkadaşın destekçi kimliği her zaman gazeteci kimliğinin önündeydi ama olsun. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ani bir kararla başlattığı “Adalet yürüyüşü”nün çok renkli bir destekçi dağılımı göstereceği onun tavrından belliydi.

Kısa bir yürüyüşle Kılıçdaroğlu ile fotoğraf çektirenlere şöyle bir baktım. Hakikaten Türkiye‘nin bütün renkleri orada; Gülriz Sururi, Müjdat Gezen, Bedri Baykam, Uğur Dündar… Fotoğraflardan birinde gördüm, Heykeltıraş Mehmet Aksoy da yürüyordu ama gazeteciler tanımadığından ismini zikretmemişti. Ankaralı Turgut’u kaçırmamışlardı çok şükür. Sonra Sunay Akın, Ayşe Kulin… Levent Gültekin müstakbel Cumhurbaşkanı gibi yürüyordu gerçekten. Melek Baykal ve Dilber Ay da yürüyordu ki bu gerçekten de Gezi’yi aşan bir durumun işareti. Türkiye’nin sol renklerinin çoğunluğu orada, yürüyor. HDP yürümek istiyor, niyetli. LDP bile desteğini açıkladı yürüyüşe ki bu yürüyüşe mesafeli durmanın artık imkânsız olduğu bir siyasal iklimin sonucu. Eleştirisi ve eleştirmeni az bir eylemle karşı karşıyayız o yüzden.

Eski İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal istisnalardan biri. Dedi ki, “Ben bu ülkenin bölünmez bütünlüğüyle sorunu olanlarla, Cumhuriyetle ve Atatürk'le sorunu olanlarla, emperyalizmin işbirlikçiliğini yapanlarla yürümem.” Belli ki yürümeyeceğini beyan ettiği kişiler liberaller ve Kürt siyasi hareketinin temsilcileri. Ama Kocasakal da bir hukukçu nihayetinde. Hayrettin Karaman gibi “Ateistlere ve lgbti’lere kötü davranmak haktır” diyecek hali yok. Demiyor da zaten. Sadece onlar için yürürüm ama onlarla birlikte yürümem diyor. Hakkıdır.

Ama CHP’nin cumhuriyetçilik ve “Atatürkçülük” gibi iddiaları çok belirgin değil zaten. Laikliği telaffuz etmekten özellikle kaçınıyor. Kılıçdaroğlu en son 12 Eylül 2010 referandumundan sonra beyanda bulunmuştu bu yönde. O da “laikliğini tehlikede olduğunu düşünmüyorum” şeklindeydi. Hakikaten tehlikede değil laiklik. O tarihten sonra ölüsü ortalıkta kalan mevta hızla gömüldü. Daha geçen hafta kararname çıkardılar liselerde mescit zorunludur diye. Milli eğitimi bitirdiler yerine dini eğitimi geçirdiler. Şimdi gidip sorun, Cumhuriyetin de tehlikede olduğunu söylemeyecektir. Tayyip Erdoğan’ın bir takım aşırılıkları söz konusudur, o aşırılıklar önlenirse her şey düzelecektir.

Yürüyüşün bu kadar renkli olmasının nedenlerinden biri bu. Adalet istiyor yürüyenler. Mesela onu imkân haline getirecek herhangi bir iktidar talebi dillendirilmiyor. Saray o yüzden bütün kızgınlığına rağmen olup biteni izlemekle yetiniyor. Sonu farklı biter mi, göreceğiz…

***

Ümit Kocasakal’ı düzeltmek değil maksadım ama bu “Atatürkçülük” çok sorunlu bir lakırdı. Genel kanı onun Kemalizm’le aynı şey olduğu yönünde ama değil. Evcilleştirilmiş bir Kemalizm Atatürkçülük; Devrimi düşük, laikliği silik. 12 Eylül generallerinin imzası var altında. Gerici reformlarla uyumlu hale getirdiler Kemalizm’i, hatta giderek anti-Kemalist bir Atatürkçülük imal ettiler. Gericiliğin makul Kemalizm’e taktığı ad oldu haliyle. Kürde şaşı bakması o yılların bakiyesi. Liberalizm ise bile isteye Kemalizm’le Atatürkçülüğü bir sayıyor ve Atatürkçülük üzerinden Kemalizm’e ve laik Cumhuriyete yükleniyor. Onların sorunu Atatürk düşmanı olmaları değil, laik cumhuriyet düşmanı olmaları. Aklı başında olan kim yürümek ister onlarla, kim aynı fotoğraf karesine girmek ister. “Yürüyüşe gelme” diyemezsin elbette ama birlikte fotoğraf da çektirmezsin. Adalet söz konusu sonuçta. Bu adaletsizlik liberallerin payını unutmayalım ama evet, adalet bu günlerde onlara da lazım. Not edelim, yakında AKP’lilere de lazım olacak ama bulamayacaklar.

***

Adalet, hak ve hukuka uygunluk, hak ve hukuku gözetme ve yerine getirme, doğruluk demek. Adil olma durumu muktedir açısından. İktidara, yetkeye, devlete ait bir şeyden söz ediyoruz sonuçta. Birbiri ardına yapılan anayasa değişikliklerin ardından yokluğunun hissedilip bir sorun haline gelmesi şaşırtıcı değil. Anayasalar iktidarın, yetkenin, devletin gücüne bir sınır getirme belgesi. Kaldırdılar anayasayı, paramparça ettiler. O boşlukta adaletsizlik türedi, gelişti, boy attı. Yasalarla çizilen hakları kullanmak iktidara yakınlığa bağlı artık. İdarenin işlemleri hak ve hukuka aykırı. Adalet bir mekanizma olarak işlemiyor. Daha kötüsü iktidardakiler adaleti bir erdem saymıyor. Onu istediğine bahşedebileceği, istediğini mahrum kılabileceği bir şey sanıyor. Bildiğimiz Ohal’lerden biriyle karşı karşıyayız yani.

Bu hayhuy içinde “sosyal adalet”e sıra gelmiyor tabii. Eşitlik olmadan olmaz adalet. Adaletsizlik var çünkü bir yağma düzeni kurdu muktedir. Azgın bir sömürü, açlık, yoksulluk üzerinde yükseliyor adaletsiz yapı. Bu adaletsizlikte patronlar karlarını arttırdı mesela. Adaletsizlik hissetmiyor onlar, bir an önce adaletsizlikten yakınmaktan vaz geçelim, üretmeye, çalışmaya dönelim istiyor. Ezilenlerin, sömürülenlerin sorunu adalet.

Haliyle adalet yürüyüşü muktedirden adalet isteme yürüyüşü değildir. Muktedire sınırlarını hatırlatma yürüyüşüdür. Güç ister, emek ister, kararlılık ister, örgütlülük ister, sabır ister, özgüven ister, iktidar perspektifi ister. CHP’ye ve liderine böyle şeyler atfetmek büyük haksızlık. Bu tür bir beklentiyi destekleyecek bir pratiği yok CHP’nin. Kemal Kılıçdaroğlu’nun hiç yok. Sezgin Tanrıkulu-Mehmet Bekaroğlu arasındaki tekinsiz bölgede yitip gidebilir bütün umutlar. Mahmut Tanal ve Eren Erdem’in amatör sahne gösterisi ile yetinmek zorunda kalabilirsiniz yine.

***

Lafı dolandırmayalım; eleştirisi eksik olan işlerin kimseye bir faydası olmaz. Futbol maçı değil bu, biz de maçın büyüsüne kapılmaya hazır taraftarlar değiliz. Adalet isteğine kayıtsız kalamayız evet ama o isteğin neye tekabül ettiğini tartışabiliriz. Tartışıyoruz ve eleştiriyoruz. Soğukkanlı bakıyoruz; yürüyüşün, direnişin, her ne ise, bir halk hareketine dönüşmesine umut ediyoruz. Yani Hasan Cemal’e takılıp kalacak değiliz eleştiride. Daha derin sorunlardan söz ediyoruz.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Çetin Osman Budak, patronlara bir mektup göndererek Adalet Yürüyüşüne destek istedi mesela. TÜSİAD, MÜSİAD da var aralarında. Şöyle deniyor bir yerinde: “Adaletin olmadığı yerde can ve mal güvenliği, yatırım, üretim, iş, aş ve huzur olmaz. Bunu en yakından bilenler sizlersiniz... İş dünyamızın, ülkemizin can alıcı sorunlarına kayıtsız kalamayacağına inanıyorum.” Hâlbuki hayatla uyuşmuyor bunlar. 16 Nisan’ın ardından “referandum bitti, ekonomiye odaklanalım arkadaşlar” dediydi arkadaşlar. Memnun onlar olup bitenden. Grev yok, direniş yok, itiraz yok. Emekçinin hakkını düzenleyen “HaftaTatili Kanunu” kaldırıldı geçen hafta, daha ne olsun? Yani adalet bir gün bu topraklara gelecekse patronlara rağmen gelecek, dediğimiz bu. Sol her nereye yürüyorsa, bu gerçeği unutarak tek bir adım bile atamaz!

İnsanlık tarihi adaletsizliğe isyanların ve adalet arayışlarının tarihi. Birkaç bin yıllık mücadeleden damıttığımız değerli bir deneyim bu; Halkın ekmeğidir adalet, yokluğu tahammül edilebilecek bir şey değildir. Ama nazlıdır, kırılgandır gelin görün ki. Son diktatör devrildiğinde, son kapitalist kovulduğunda gelir gelirse ancak.

Demek uzun bir yolun başındayız daha. Başlamak kolay bitirmek zordur. Öyleyse yürüyelim arkadaşlar!

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
10.07.2017- 21:00

Yürüyüş, sol ve epistemoloji-İlker Belek



Bu yürüyüşün Gezi’nin devamı olduğu iddiası, içinde yer almadan halkta biriken tepki potansiyelini etkilemenin olanaksız olduğu düşüncesi epistemolojik düzlemde bir probleme işaret eder.

*****

Kılıçdaroğlu’nun İstanbul yürüyüşü, tabandan gelen eleştirilere yanıt verme ve Partiyi toparlama hamlesidir.

*****

Başka yapıların yürüyüşe katılmış olmaları bu eylemin CHP’ye ait olduğu gerçeğini değiştirmez. Yürüyüşü kendiliğinden bir kalkışma olan Gezi’ye benzetmek, O’nun devamı olarak görmek tartışmaya bile değmez bir yanlıştır.

*****

Halkın AKP’ye ve AKP’nin kurduğu rejime karşı duyduğu rahatsızlık sahiplenilmesi gereken bir potansiyeldir. Ama zaten CHP’yi hareketlenmeye mecbur bırakan gerçek de budur.

*****

CHP bu yürüyüşle, biriken potansiyeli düzen içi kanallarda tutma işine soyunmuştur.

*****

Sözünü ettiğimiz potansiyeli yanıtsız bırakmamakla, “adalet” söylemiyle yola çıktı diye CHP’nin yürüyüşünde yer almak arasında uçurumlar vardır.

*****

Bağımsız düzen dışı girdilerde bulunulmadığı taktirde, yürüyüş, hem CHP’yi hem de bu vesileyle düzeni tahkim edecektir. Daha da ötesinde, AKP’nin, ufku sınırlı bu yürüyüşün çıktılarını kendisini reforma tabi tutmak bakımından değerlendirmesi de mümkündür.

*****

Kendi kimliğini yürüyüşe ve mitinge taşımasına bizzat CHP tarafından izin verilmeyen solun bu eylem içinde erimekten başka şansı yoktur. Ama zaten bu solun Türkiye’de düzeni değiştirmek gibi bir hedefi de bulunmamaktadır.

*****

Bu eyleme solun destek vermesi gerektiğini savunanların argümanlarındaki epistemolojik hata, eylemin CHP mülkiyetinde olması gerçeğinin görülmemesinin yanı sıra şu iki şeyle de ilişkilidir:

1-Bu eylem CHP tabanının beklentileriyle de tam olarak uyumludur. Yıllardır CHP tarafından yüz üstü bırakılmış, örgütsüzlüğe mahkum edilmiş, siyasal beklentileri minimize edilmiş taban ve dışarıdaki “devrimci” kesimler 25 gündür neredeyse bir vecd hali içindedir ve bu nedenle adaleti düzenle ilişkilendirecek girdilerin yürüyüşte etki gösterme ve hatta yer bulma ihtimali yoktur, yürüyüşün etkisi bu nedenlerle CHP’nin konsolidasyonu yönünde olacaktır.

2-Halktaki potansiyeli düzen dışına doğru etkilemek bakımından neden bağımsız sol tutumun değil de yürüyüşe katılmanın tercih edildiği önemli bir sorudur. Ortada kitleselleşme durumu söz konusuysa da, bu, bir düzen partisinin, düzen içi mevkideki kitleselleşmesidir. Bu nedenle yürüyüşe katılma tercihi içeriğin ve devrimci tutumun feda edilmesi anlamındadır. Bu tercih, 2015 seçimlerinde HDP’ye verilen destekle zaten sınanmış, o deneme halk sınıflarında büyük hayal kırıklıkları yaratmaktan başka da işe yaramamıştır. HDP tercihi açısından epistemolojik bir sefalet söz konusuydu. Hem tercih siyaseten yanlıştı, ama hem de HDP’yi baraj geçirtip, AKP’siz bir koalisyon seçeneğine yatırım yapmak vahim bir hataydı. Çünkü, AKP dışındaki üç partinin koalisyon kurma ihtimali de, AKP’nin tek başına kurmadığı bir hükümet ihtimali de sıfır derecesindeydi. Şimdi değişen tek şey iltihak edilen öznenin değişmiş olmasıdır. Amaç hemen hemen aynıdır: Erdoğan’ın yumuşatılması. Maltepe’de Kılıçdaroğlu’nun konuşması bunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Buna fit olmak, açıkça düzenin, iktidar bloğunun kimi rötuşlarla yoluna devamını kabullenmektir.   Bu derecedeki basıncın AKP’yi zayıflatmak için bile etki göstermesi zordur.

*****

Bilgi geçmişin birikimlerinin dikkate alınmasıyla üretilir. Denemeler bu objektif zemin üzerine inşa edilir. Gerçeklik keyfe keder mıncıklanamaz.

*****

Sol, kalabalık gördüğü her ortama balıklama daldıkça referanslarını biraz daha yitiriyor. Öyle ki Kılıçdaroğlu’nun Maltepe’den 15 Temmuz anmalarına gidileceği yönündeki açıklaması da, TÜSİAD ile İstanbul il başkanının mitinge davet edilmeleri de dikkate değer bulunmuyor, bütün bu önemli girdiler epistemeye bir türlü etki edemiyor. Malum şu anda birliği bozmamak gerekiyor.

*****

Emperyalist güç odaklarının Erdoğan’ı sınırlamaya dair planlarının halen mevcut olduğu sır değil. Erdoğan’a G20 zirvesinde yaşatılan yalnızlık da bu bakımdan gösterge. Erdoğan’ın gücünün sınırlanmasıyla tanımlı bir vizyona sahip yürüyüş kaçınılmaz olarak batının bu eğilimleriyle çakışıyor, içeride batılı “demokrasi” merkezlerine yönelik beklentileri besliyor.

*****

Solun bütün bu halleri çaresizliğin, ilkesizliğin göstergeleridir. Oysa sol ne ilkesiz ne de çaresizdir. Solun çaresi ilkeleridir. Amasız, fakatsız; adaletin eşitliğe, eşitliğin de sosyalizme bağlı olduğunun işlenmesi ve “ama şimdi sırası değil” diyen her ortamdan uzak durulması. “Ama şimdi sırası değil” diyen her iş emekçi sınıfların siyasal beklentilerini iktidarı yumuşatmak noktasına minimize edeceği için.

*****

Bir de kitle çalışması konusunda Bolşevikler örnek veriliyor: Lütfen biri bana Lenin’in partisinin, Çar rejiminin dahil olduğu emperyalist paylaşım savaşına karşı cephelerde, fabrikalarda, kentlerde barış çalışması yaparken, devrim talebini bir kenara bırakmış olduğu tek bir örnek versin.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 4
11.07.2017- 08:41

Yürüyüşün ardından-Oğuz Oyan

Yürüyüş, 200 bini aşkın kişinin nöbetleşe katılımıyla İstanbul’a ulaştıktan sonra Maltepe’de milyonların katıldığı görkemli bir mitingle tamamlandı. Tarihi bir olay olduğuna kuşku yok. İktidar çevrelerinin, iktidar medyasının saldırganlık ve karalamalarının zirve yapmasına bakarak da başarısı ölçülebilir.

Peki, nicelik niteliğe dönüştü mü? Eğer CHP’nin AKP dönemindeki politika yapma biçimi açısından bakarsanız buna da evet diyebilirsiniz. Birkaç bakımdan.

Bir kere eylem biçiminin kendisi, CHP açısından, yeni bir siyaset yapma biçimi olmak bakımından cüretkâr ve yaratıcıdır; eğer sürdürülebilirse, biçimin niteliğe dönüşmesi durumu pekişebilir.

İkincisi, Kılıçdaroğlu ve CHP, kendi seçmeni dışındaki kesimleri de yürüyüşte ve mitingte buluşturabilmesi bakımından salt niceliği aşan bir eyleme damga vurabilmiştir. Bunda, merkez medyadan bazı yorumcuların vurguladığı gibi “makul” (yani herkesin sahiplenebileceği) bir taleple yola çıkılmasının etkisi de mutlaka olmuştur.

Üçüncüsü, Kılıçdaroğlu’nun yürüyüş sırasındaki demeçleri/söyleşileri ve miting meydanındaki konuşmasındaki tahlilleri ve talepleri, şimdiye kadar benimsediği çizginin üzerine çıkmıştır. Bir tek örnek verelim: 10 maddelik adalet çağrısının 8. maddesine laiklik ilkesinin girmesi yeni bir durumdur.   Bunu Anayasanın 2. maddesi bağlamında “demokratik, laik, sosyal hukuk devlet” tarzında edilgen bir biçimde geçiştirmekle yetinecek derken “eğitimde laiklik ilkesinin aşındırılmasına son verilmeli ve toplumsal adaletsizliği yeniden üreten eğitim politikaları değiştirilmelidir”   cümlesini de ekleyerek daha fazla mesafe almıştır. Yetersiz olabilir, ama önemsiz değil.

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/oguz-oyan/yuruyusun-ardindan-202479

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]