Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

15.09.2018- 17:31

Lenin'den beri sorup duruyoruz? Ne yapmalı, nasıl yapmalı? Bir kaç yıl önce de bu soru etrafında tartışmalar yapılmış, bir çözüm bulunamamış ve sonuçta TKP göbekten iyiye bölünmüştü. Bir tarafta K.Okuyan ve Aydemir Güler'in KP'si ( bir süreç sonunda TKP adını hak ederek aldılar ve halen TKP olarak devam ediyorlar.) diğer tarafta M.Çulhaoğlu, Kurtuluş Kılçer ve Erkan Baş'ın HTKP'si. ( Daha sonra Kurtuluş Kılçer ve ekibi de HTKP'den ayrıldı. HTKP kendini fesh mi etti, bilmiyorum ama, HTKP'de kalanlar sonradan TİP'i kurdular, kuruculardan bazıları HDP'ye katılıp bu partiden vekil oldular veb.) Söylemek istediğim, TKP'nin ilk çözülüşünden beri M.Çulhaoğlu hep aynı şeyleri söylüyor. ''İyi, güzel şeyler söylendi ama artık güzel şeyler yapma zamanı!''

Çulhaoğlu açısından değişen pek bir şey yok. Zaman zaman hep aynı şeyleri söyleyip durdu. Son yazısında da ''Pek rahatsız Edici Olmayan bir Sorun'' başlığıyla aynı şeyleri söylemeye çalışıyor. Evet, Çulhaoğlu bu konuda oldukça tutarlı! Ama bir türlü iyi şeyler söylemekten, iyi şeyler yapmaya kalkışırken bu iyi ve güzel şeylerin ne olduğunu somutlamıyor ve neden iyi ve güzel oldukları konusunda bir açıklama da yapmıyor. Örnekse, amaç sosyalist solun örgütlenme konusunda yol almak ve toplumsal alanda güçlü bir sosyalist birikim oluşturmak ise, -açık konuşmak gerek- HDP'ye yanaşmak bu amaca uygun bir konumlanış mıdır? Veya TKP'nin ilk bölünmesinden beri örgütlenme ve toplumsal alanda sosyalizmin güçlü bir ses haline gelmesi konusunda Kürt hareketine yanaşma turları düzenlemekten başka ne yapıldı? Ve bu yanaşma sosyalist harekete HTKP'ye ne kazandırdı?

Çulhaoğlu bu konuda bir türlü netleşmiyor. Netleşmiyor, çünkü soyut olarak söylenenle somut olarak yapılan şey arasında derin bir uçurum var.   Çulhaoğlu deneyim ve birikiminde bir sosyalist aydının bugüne kadar Kürt hareketine kuyrukçuluğun Türkiye sosyalist hareketine hiçbir yararının olmadığını görmüş olmalıydı. HTKP'den sonra TİP adıyla ortaya çıkmanın ve ''Gel Kardeşim'' diye seslenmenin Kürt hareketi içinden siyaset yapmayla hiçbir benzer ve ortak yanının olmayacağını mutlaka yaşayarak mı göreceğiz? Bu yanlışı ısrarla savunmak mı, ''iyi şeyler yapmak'' anlamına gelecek?

Konuya devam ederiz, önce Çulhaoğlu'nun son yazısı:

Pek Rahatsız Edici Olmayan bir Sorun - Metin Çulhaoğlu

Günümüz Türkiye’sinde sosyalist “hareketin” durumu, sosyalist mücadele ve örgütlenmenin gündem ve sorunları söz konusu olduğunda iki kesimin varlığından söz etmek mümkündür.

Bu iki kesimden ilkini “taşıyıcı kadrolar” olarak tanımlayalım. Bu insanlar mücadelede 10 yıldan 50 yıla uzanan bir sürekliliği, bu süreklilik içindeki çeşitli örgütlenme girişimlerini ve deneyimlerini temsil etmektedir.

İkinci kesimde yer alanlar ise sosyalizme inanan, dahası yeni mücadele dönemine ve bu dönemin gerektirdiği örgütlenmelere hazır insanlardır. Aralarından bir bölümü geçmişte pek de hoş olmayan örgütlülük deneyimleri yaşamıştır; diğer bölümünün ise böyle deneyimler yaşasınlar yaşamasınlar özellikle duyarlı oldukları konular vardır.

“Pek de rahatsız edici olmayan sorun” bu iki kesim arasındaki iletişimin nasıl olacağı ve ne yönde seyredeceğiyle ilgilidir.

Açmaya çalışalım.

***

İlk kesimde yer alanlar, yani “taşıyıcı kadrolar” şöyle ya da böyle belirli bir birikime sahiptir. Kimi başlıklar onlar açısından turnusol kâğıdı gibidir. Duyarlı oldukları konular, Cumhuriyet tarihinin önemli kırılma noktalarından Sovyet deneyinden çıkarılacak derslere, oradan şu menhus liberal virüse karşı neler yapılması gerektiğine kadar çok geniş bir yelpazeye yayılır.  

Kısacası, bu kesim, belki de doğal olarak, kendini ayrıştırma, özgül yerini başkalarına göre farklılıklarla tanımlama eğilimindedir.

Buna karşılık, birinci kesimin duyarlılıkları ve kendi ayrı yerini vurgulayıcı söylemleri ikinci kesimde yer alanlar açısından o kadar da önemli değildir. Bu kesimdekiler açısından daha kötüsü, bu tür vurguların yeni bir “darlığı” da beraberinde getirmesi ihtimalidir.

Sonuçta, kısaca değinmeye çalıştığımız bu farklılık iki kesim arasındaki iletişimde ve birlikte yürüme imkânlarında kimi sorunlara yol açmaktadır.

Ne diyeceğiz?

***

Biz, ne birinci kesimdeki insanların titizliklerini gereksiz bir konformizmin ya da ortodoksluğun tezahürü sayıyor ne de ikinci kesimdekilerin önerdikleri ayrıntıya inmeyen sadeliği bir boş vermişlik ya da önemli konulara duyarsızlık olarak değerlendiriyoruz.  

O zaman ne olacak?

İkinci kesimdekiler tamamen haklı sayılıp ona göre hareket edildiğinde birinci kesimdekilerin bitmez tükenmez ahret sualleriyle (kimisi iyi niyetli de olsa) karşılaşacakları kesindir (Sovyetler’de NEP döneminin uzun mu yoksa kısa mı tutulduğu dâhil).  

Buna karşılık, birinci kesimdekilerin ipin ucu kaçırması halinde bir sosyalist ilmihal cemaatine dönüşmesi tehlikesi, ikinci kesimdekilerin endişe ettikleri gibi, gerçekten varittir.

Bir kez daha soralım: O zaman ne yapmak gerekir?

***

Topu taca atma sayılmaz umarız: Sözünü ettiğimiz bu sorunun, teorik, siyasal ve programatik düzlemlerde çözüm imkânları sınırlıdır; asıl çözüm, hareketin kendisinin, eyleminin, pratiğinin ve örgütlenme alanındaki kucaklayıcılığının belirli bir mecrada gerçekleşmesidir.   Gerçekten de içinden geçtiğimiz dönem “şunu şunu söylediler ya aferin” dedirtme dönemi değil, “şunu şunu yaptılar ya helal olsun” dedirtme dönemidir.

Sorun gerçekten “pek de rahatsız edici değildir”.

Çünkü Türkiye’nin ortamı başka her tür olumsuzluğa rağmen “yapılabilecek şeyler” konusunda büyük imkânlar sunmaktadır.

Yapılabilecek şeyler yapıldığında ise hem birinci kesimdekiler bir ilmihal cemaati olarak kalmanın çok ötesine geçebilecek, ikinci kesimdekiler ise eylemin söze göreli baskınlığını gözleyip kararlarını ona göre vereceklerdir.  

https://ilerihaber.org/yazar/pek-rahatsiz-edici-olmayan-bir-sorun-89718.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
24.09.2018- 04:39

Kürt sorununda solun bir açıklığa ihtiyacı var. Türkiye'de siyasal devrim Kürt ve Türk yoksulunun ortak mücadelesi sonucu gerçekleşebileceği gerçeği solun Kürt ulusalcılığına biat etmeyi, ve kuyruğuna yapışmayı gerektirmiyor. M. Çulhaoğlu'nun da bu gerçeği hemen herkesten çok daha fazla bildiğini ve önemsediğini düşünüyorum. Ama TKP'nin ilk çözülüşüyle birlikte çıkılan YANLIŞ yol ne yazık ki HTKP'lileri Erkan Baş öncülüğünde bir başka kulvara yuvarlamış durumda. Çulhaoğlu da çözülüşten hemen sonra ''yanlış olduğu pratikte ortaya çıktığında dönebilmek mümkün'' anlamında cümleler kurmuş olmasına rağmen ve aradan geçen yıllarda yanlış olduğu ve en azından sola hiçbir katkı yapmadığı ortadayken Erkan Baş'ın Ufuk Uraslaşma siyasetine hala bir kulp arama çabası içinde olması insanı şaşırtıyor ve üzüyor. M. Çulhaoğlu donanımında bir sosyalist aydın, bilgi ve birikimini çok farklı bir şekilde ortaya koymalı(ydı).

Türkiye sosyalizminin   kitleselleşmeye ihtiyacı var. Bunun için   örgütlenebilmeli ve üyelerini mutlaka bir getto anlayışını ve yaşam biçimini benimsemiş tipler olmaktan çıkararak birer ''sosyalizm ajanı'' olacak biçimde eğitmeli ve geliştirmelidir. Örgütlü ve örgütsüz bir şekilde sosyalizm iddiasında bulunan kesimlerde, bulunduğu toplumsal çevre içinde sosyalizmin propaganda ve ajitasyonunu yapabilecek donanımsızlık mevcuttur. Sosyalizm mücadelesinde önemli bir eksikliktir bu. Sınıfın aklı olan parti, bu aklı öncelikle kendi üyelerine taşımak zorundadır. Parti üyeliği yukarda alınan kararları sadece uygulamaya çalışan ve yürüyüş ve mitinglerde sadece bayrak ve flama taşıyan bireyler olarak değerlendirilmemelı ve bu alışkanlık öncelikli olarak terk edilmelidir. Böyle bir adım atılmaması durumunda sosyalizmin kitle içinde mevzi kazanabilmesi mümkün görünmemektedir. Sola sözde kendi içinden saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde parti üyelerinin sosyalizm ve sınıf mücadelesi konusundaki yetersizlikleri sorun olmaktadır.   Örgütlü sosyalizm kitle içinde genişlik kazanabilmesinin öncelikle parti üyeliğinin yeniden gözden geçirilmesiyle daha bir netlik kazanacağını düşünüyorum.

Türkiye'de sosyalizmin kitlesellik kazanabilmesi -tekrar olacak- bu kuyrukçu siyasetlerden uzaklaşmasıyla mümkün olacaktır. M. Çulhaoğlu gibi aydınların bu konularda siyaset geliştirmelerine ihtiyaç var. Yoksa hala denenmiş ve sola hiçbir katkısının olmadığı pratikte görülmüş siyasetler solu geriletmekten ve dahi zaman kaybetmekten başka bir işe yaramıyor.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
15.12.2018- 21:14

Lenin’in “Ne Yapmalı?”sı üzerine iki başlıkta 11 not - Metin Çulhaoğlu


Köz Gazetesi tarafından düzenlenen ve geçtiğimiz 10 Kasım günü İstanbul’da gerçekleştirilen bir tartışmaya davetli olduğum halde katılamadım. Etkinliği düzenleyen arkadaşlar, sağ olsunlar, Lenin ve Ne Yapmalı konulu tartışma başlığına bir notla katılma önerimi kabul ettiler.

Köz gazetesinde de yer alan bu notu İleri izleyicileriyle paylaşıyorum:

A) Ne Yapmalı’nın tarihteki yerine oturtulması:

1. Ne Yapmalı, belirli bir örgüt anlayışına ya da modeline yönelik vurgusuna rağmen bunu aşan bir teorik derinliğe ve perspektife sahiptir. Örgüt ve örgütlenme önerisi, ne yapmalı sorusuna verilen yanıtların ulaştığı sonuç olarak değerlendirilmelidir.

2. Ne Yapmalı, dönemin Avrupa’sında önde gelen Marksist çevrelerde ağırlık kazanan Marksizm’in “materyalist” ya da “nesnelci” yorumuna karşı çubuğu öznellik-nesnellik bütünselliğine ve bu bütünsellikte öznel etmenin rolüne büken bir çalışmadır.

3. Ne Yapmalı, Rusya’da kapitalist gelişme sürecinin geri dönüşsüz biçimde yol alacağı görüşünün Narodniklere karşı savunulmasında bir dönem başvurulan Bernsteincı ve Legal Marksist kaynaklarla ipleri koparan bir çalışmadır.

4. Ne yapmalı’nın teorik derinliğini oluşturan yönlerden biri, yasa olarak formüle edilmemiş olmakla birlikte kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişimi olgusunun nüvelerini barındırmasıdır. “Geriden gelen” Rusya’da proletaryanın kendi görevlerini başarması durumunda hem ülkenin hem de Rus proletaryasının ileriye sıçrayarak dünya sosyalist hareketinin öncüsü konumuna gelebileceği fikri doğrudan eşitsiz ve bileşik gelişme olgusuna ilişkin farkındalığın sonucudur.

5. İşçi sınıfına siyasal bilincin ancak “dışarıdan” verilebileceği, Ne Yapmalı’nın temel vurgularından biridir. Ne var ki buradaki “dışardan” ifadesi daha sonra “işçi sınıfından olmayan” unsurlara indirgenmiş, böyle anlaşılmıştır. Oysa asıl kastedilen, sınıfın özellikle ekonomik alandaki gündelik sorunlarının dışında kalan, ülkede siyasetin seyrettiği genel mecradır. Başka bir deyişle, işçi sınıfının siyasal bilince kendisiyle doğrudan ilgili görünmeyen alanlarda da söyleyecek sözü olmasıyla ve bu alanlara da müdahale ederek ulaşabileceği söylenmektedir.

6. Lenin kimilerinin iddia ettiği gibi Ne Yapmalı’da kendiliğinden hareketi küçümsememekte, onu gerçek devrimci hareketin önünde bir engel olarak görmemektedir; kendiliğinden hareketin kendi başına ileriye gidemeyeceğini, siyasal bilinci kendiliğinden getirmeyeceğini, bu hareketin kendisi için harekete taşınmak durumunda olduğunu söylemektedir.  

7. Ne Yapmalı’daki önemli noktalardan biri de hareket ile örgüt arasındaki diyalektik ilişkidir. “Hareket”, işçi sınıfının olsun başka toplumsal kesimlerin olsun mevcut düzene karşı tepkilerinin tetiklediği dinamizmdir. Bu anlamda hareket örgütü gereksiz kılmayacağı gibi örgüt de ne kadar gelişkin ve mükemmel olursa olsun hareketi ikame edemez. Sonuçta, teorik düzlemde ayrı ayrı değerlendirilmesi mümkün olan hareket ve örgüt pratikte mutlaka birlikte yürümeli, birbirini beslemelidir.  

B) Ne Yapmalı’dan hareketle güncele: Bugün ne yapmalı?  

1. Belirli bir örgüt modeli belirli bir dönemin ve o dönemin koşullarının ürünüdür; buna karşılık örgüt teorisi, modeli aşan bir tarihsel sürekliliğe ve geçerliliğe sahip olmalıdır. Lenin’in örgüt modelinin temelinde, kalıcı öz olarak, dışardan bilinç, öncülük ve devrim perspektifi vardır.

2. Dışardan bilinç, öncülük ve devrim perspektifinin günümüz için de geçerlilik taşıması, Lenin’in örgüt modelinin tüm ayrıntıları ve özellikleriyle günümüzde de aynen yeniden üretilmesi gerektiğini ya da üretilebileceğini göstermez. Sonuç olarak, günümüzde dışardan bilinç ve öncülük zorunluluğu gözetildiği ve belirli bir devrim perspektifi geliştirildiği sürece bunların ürünü olan her örgütlenme Leninist özellikler taşıyacaktır.

3. Günümüz dünyasının ve Türkiye’sinin en belirgin ve önemli özelliklerinden biri hem sınıfın aşırı parçalanmış, parçaları birbiriyle rekabet halinde olan dağınık durumu hem de düzenle çeşitli sorunları olan doğrudan sınıf dışı yönelim ve dinamiklerin daha da çeşitlenmiş olmasıdır.

4. Bu, 1900’lerin başındaki Rusya’da yaşanan durumdan farklı bir durumdur; ama bu farklılık Leninist anlamda dışardan bilinç, öncülük ve devrim perspektifi gerekliliklerini gündemden düşürmek şöyle dursun daha da öne çıkarmaktadır. Yalnızca bu kez Leninist öncü örgütün daha da parçalanmış bir sınıfı ve daha da çeşitlenmiş toplumsal hareketleri kendi çatısı altında toplama elbette değil, ama bunların “paralel hareketler” olarak kendi haline bırakılmasına da izin vermeyecek bir kanal, bir mecra oluşturma görevi vardır.

https://ilerihaber.org/yazar/leninin-ne-yapmalisi-uzerine-iki-baslikta-11-not-92168.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
23.01.2021- 03:41

Güncel siyaset, 'gizli odaklar' ve olanaklar - Metin Çulhaoğlu

Geçtiğimiz günlerin siyaseten anlamlandırılması gereken çıkışlarından biri Ahmet Davutoğlu’ndan geldi. Davutoğlu’na göre Cumhurbaşkanı Erdoğan “28 Şubatçıların” vesayeti altındaydı. Davutoğlu bu tespitin ardından Erdoğan’ın, vesayeti altında olduğu kesim tarafından yakında tasfiye edileceği uyarısında bulunmayı da ihmal etmedi…

Davutoğlu kuşkusuz kendisi ve partisi adına konuştu. Ancak, uyarısının içerdiği siyasal telmih (ima) başka partilere de mesaj olarak okunmalıdır: “Gelin Erdoğan’ı şu vesayetten kurtaralım…” İçi boş bir mesaj sayılamaz. CHP’den İyi Parti’ye ve Saadet’e kadar bugün muhalefette görünen partilerin, başında gene Erdoğan olmak üzere, MHP’yi ekarte eden bir tür “geçiş sürecini” en azından denemeye değer bir yol olarak görmeleri pekala mümkündür.

Her ne ise, “güçlendirilmiş parlamenter sisteme” doğru bir geçiş…

Peki, Erdoğan’ın kendisi böyle bir sürece “Tamam, bu işe varım” der mi?

***

Erdoğan’ın, kendisi gibi otokrat, örneğin Trump benzeri siyasetçilere göre çok daha akıllı bir lider olduğu kesin. Dolayısıyla, bugün gelinen noktada şansını fazla zorlamak yerine kendisini ve belki partisini de görece düzlüğe çıkarma ihtimalini gördüğü yollara büsbütün kayıtsız kalacağı düşünülemez.

Daha önemlisi ise şudur: Erdoğan ve AKP, Türkiye’yi götürebileceği yere kadar götürmüştür. Ama tek başına ama MHP’yle birlikte Türkiye’yi daha ötelere taşıma girişimlerinin risk taşıdığı ve geri tepebileceği bir noktaya gelinmiştir. Gelinen bu noktadan sonra başat gündem, ülkeye hangi yeni şekillerin verileceğinden çok iktidarda kalmanın yollarıdır.

Bizce 18 yıllık iktidarın yaşadığı önemli kırılma noktalarından biri, iktidarda kalma uğraşının Türkiye’yi dönüştürme misyonundan giderek daha ağır basmaya başlamasıdır.

Sonuçta, durumun şöyle özetlenebileceği kanısındayız: Bugün için Erdoğan’ın sonuna kadar MHP’yle birlikte yürüme kararlılığı taşıdığını ya da tersine MHP’den bir an önce kurtulmasını sağlayacak yollara hemen başvurma niyetinde olduğunu söyleyemiyoruz. Önümüzdeki kısa dönemin getireceği gelişmelere bakılacaktır. Olası gelişmeler düşünüldüğünde, içerdeki muhalefetin performansı dışında, AB ile ilişkilerin ve ABD’de Biden dönemi politikalarının yapılacak siyasal tercihlere belirli bir etkisi olacağı söylenebilir.

***

Davutoğlu’nun tespitinin diğer muhalefet partileri ve Erdoğan’ın kendisi tarafından nasıl değerlendirilebileceğini şimdilik bir kenara bırakıp gene aynı bağlamda başka bir konuya geçelim.

Türkiye’de kriminal özellikleri ağır basan, kirli ve karanlık işlerle iştigal eden birtakım odakların olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Ancak, iktidardakiler başta olmak üzere mevcut siyasal partilerin neredeyse tamamen dışında, onları elinde kukla gibi oynatan, icabında ipini çeken, bu arada hem dış ilişkilere hem de iç siyasal gelişmelere yön veren herhangi bir odağın varlığını düşünmek saçmadır ve bu tür bir mistifikasyonun özellikle sola hiçbir yararı olmayacağı kesindir.

Başkaları neyse de en azından sol, Kurtlar Vadisi’ni bu kadar ciddiye almamalıdır.

Bu özelliklere ve güce sahip bir odağın varlığına inananlar, örneğin Türkiye’nin dış ilişkileri söz konusu olduğunda bu odağın Erdoğan’ın, Mevlut Çavuşoğlu’nun, Hulusi Akar’ın, Yaşar Güler’in, Hakan Fidan’ın, Devlet Bahçeli’nin ya da Meral Akşener ve Ümit Özdağ’ın “bildiklerinin” ve “vizyonlarının” ötesinde neleri bildiğini, hangi “özgün” vizyona sahip olduğunu, kimlerle ne gibi ilişkiler kurduğunu ve örneklenen aktörlerin hepsiyle nasıl “oynayabildiğini” de açıklamak zorundadırlar.

Öyle dedik, ama neden böyle bir zorunlulukları olsun ki?

Komplo teorilerinde olduğu gibidir; karanlık operasyonlar dışında “sivil siyasete” de yön veren perde arkası odakların varlığının kanıtı, böyle odakların olduğunun söylenmesidir, o kadar…

***

Bunları bırakıp ülkede iç barış ve huzur adına Erdoğanlı “geçiş sürecinin” devreye sokulduğunu varsayalım.

Böyle olursa elbette yer yerinden oynamayacaktır; ama en geniş anlamda muhalif kesimde ortaya çıkması kaçınılmaz olan tepki ve infialin sol açısından son derece elverişli bir ortam yaratacağı kesindir.

https://ilerihaber.org/yazar/guncel-siyaset-gizli-odaklarve-olanaklar-122144.html

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]