Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Siyasi ve ideolojik söyleşiler

'Halkımız sosyalizmin vazgeçilmezliğinde hemfikir'

José Martí Küba Dostluk Derneği'nin düzenlediği dayanışma haftası için Türkiye'ye gelen Küba heyetinde yer alan Küba Komünist Partisi Uluslararası İlişkiler Genel Koordinatörü Juan Carlos Marsan Aguilera ile Küba'nın içinden geçtiği süreci, şu anki ekonomik durumu, yapılan düzenlemeleri, beklentileri ve yol haritasını konuştuk

Röportaj: Volkan Algan / Çeviri: Yiğit Günay / Redaksiyon: Burcu Günüşen

İçinden geçtiğimiz hafta José Martí Küba Dostluk Derneği'nin düzenlediği "Büyük İnsanlık 60 Yaşında: Kübalılar Devrimi Anlatıyor" başlığını taşıyan bir dizi etkinliğe sahne oldu. Önce İstanbul, sonra İzmir'deki buluşmalarda salonlar doldu taştı. Küba dostları bugün de Ankara'da buluşacak.

Çok sayıda Küba dostu devrim coşkusunu Kübalı misafirlerle birlikte yaşadı. Şarkılar söylendi, danslar edildi, sloganlar atıldı. İstanbul'da Flormar, Gül-San Cam Profil ve Madam Coco, İzmir'de Tariş işçilerinin, yani direnişteki işçilerin de salondaki yerini alması hem salonun coşkusunu artırdı, hem de sosyalizmin, devrimin konuşulduğu, sosyalist Küba'dan gelen misafirlerin ağırlandığı gecenin anlamını bir kat daha artırdı.

soL da bu etkinlikleri yakından takip etti, bu buluşmaların mesajını, duygusunu, o salonlarda olmanın yerini alamasa da, elinden geldiğince okuyucusuna ulaştırmaya çalıştı.
İzmir'deki etkinliğin ardından dolu programın arasında bir boşluk yaratıp Küba Komünist Partisi Uluslararası İlişkiler Genel Koordinatörü Juan Carlos Marsan Aguilera ile röportaj yaptık, Küba'nın içinden geçtiği süreci, şu anki ekonomik durumu, yapılan düzenlemeleri, beklentileri, yol haritasını konuştuk.

Öncelikle Küba Haftası fikri nasıl ortaya çıktı?

Küba Haftası fikri, Küba Komünist Partisi’nin Türkiye Komünist Partisi ile olan mükemmel ilişkisinden ve Jose Marti Küba Dostluk Derneği’nin (JMKDD) yürütmekte olduğu çalışmalardan doğdu. Bu hafta birdenbire ortaya çıkmış bir şey gibi de düşünülmemeli. Çok uzun zamandır, iki tarafın da yürütmekte olduğu çalışmaların bir parçası diyebiliriz. Aslına bakarsanız 2016 yılından beri bu “haftayı” yapmayı konuşuyorduk ama çeşitli siyasi gelişmelerden dolayı ertelemek zorunda kaldık. Temelde JMKDD’nin ve TKP’nin inisiyatifiyle adım atıldı ama biz de anında sahiplendik ve arka çıktık. Çünkü temel amacımız hem Küba gerçekliğini anlatmak hem de bize karşı yürütülen ve açıkça suç olan abluka politikasına karşı sesimizi yükseltmek.

Peki şu ana kadar gözlemleriniz neler, Türkiye’deki programda nasıl tepkilerle karşılaşıyorsunuz?

Şunu açıklıkla söylemem lazım, programın şimdiye kadarki etkinlikleri bizim beklentilerimizi çok aştı. Çünkü biz bu tip, birkaç gün içinde birden farklı yerde bu tarzda etkinlikler düzenlemenin arkasında nasıl bir organizasyon yükü olduğunu biliyor ve anlıyoruz. Ortada büyük bir çaba var, bunun sonucu da alınmış görünüyor, İstanbul ve İzmir’deki etkinliklere katılım sayısı çok yüksekti, enerji çok iyiydi.

Üstelik iki etkinlikte de gençlerin katılımı dikkat çekiciydi. Bu bizim de üstünde durduğumuz çok önemli bir konu. Örneğin biz de Küba’da devrimin son 60 yılını görmüş kuşakların değil, bundan sonra ülkenin geleceğini oluşturacak kuşakların üzerinde ciddi şekilde duruyoruz. Aynı şey Türkiye için de geçerli.

Bir başka şeyin daha altını çizmek isterim ki o da bu etkinliklerde hissettiğimiz enerji. İnsanların gözlerindeki parlaklık, yüzlerindeki ifade ağızlarından çıkandan daha fazla şey ifade ediyor. En çok etkinliklere katılanların yüzünde gördük, hissettik biz dayanışmayı.

Bir yandan da Fidel’in ölümünün ikinci yılı tabii. Etkinliklerde de tıpkı Kübalılar gibi “Yo soy Fidel” yani “Ben Fidel’im” sloganları atıldığını gördük. O konuda ne söylemek istersiniz?

Fidel’in Türkiye’de ne kadar büyük bir sevgiyle anıldığını bir kez daha gördük. Çünkü Fidel, Küba halkının mücadele ve zaferini simgeliyor. Fidel fiziksel olarak aramızda değil ama aslında hep bizimle beraber, onun düşüncelerinde, ideallerinde devam etme kararlılığımızda yaşıyor Fidel ve sosyalizm bayrağını hep yüksekte tutma mücadelemizde.

TKP’deki dostlarımız sayesinde farklı basın organlarına da röportajlar verdik. Çeşitli söyleşilere katıldık. Dolayısıyla sadece etkinliklerle sınırlı kalmadı program. Çeşitli yollarla insanlara ulaştık ve Küba’daki gelişmeleri, anayasal süreci anlatma fırsatı bulduk. Bu haftaki programlar sayesinde ülkemizin gerçekliğini çok daha nesnel biçimde Türkiye halkına anlatmayı başardık.
Peki “Küba ile dayanışma” deyince tam olarak ne anlamalıyız? Küba dünyada milyonlarca, belki milyarlarca insanın sempatisini kazanmış bir ülke. Bunun nasıl bir önemi var Küba için? Belki somut örnekler verebilirsiniz…

Küba Devrimi’nin başından beri ABD müttefiklerinin temel hedefi ülkemizi yalıtmaktı. Haliyle bütün bu düşmanca yaklaşımı meşrulaştırmak için ciddi bir medya kampanyası yürütüldü. Ancak Küba Devrimi devrimin ilk gününden itibaren dünyanın birçok yerinde dost kazandı, buna engel olamadılar. Dostlarımız Küba’nın egemen, bağımsız bir ülke kurma hakkının ne anlama geldiğini biliyorlardı çünkü. Bizimle bu kadar uğraşmalarının nedeni de devrimimizin dünya finans kapitalinin dayattığı tek sistem olan kapitalizme alternatif bir model geliştirebilmesi ve bunu yaşatmamız. Bu onlar için tehlikeli çünkü bizim ülkemizde elde ettiğimiz toplumsal kazanımlar aslında bütün dünyadaki insanların her gün istediği kazanımlardı. İçinde ahlak duygusu olan sayısız insan küçücük bir ada halkının kendi kaderine, yanı başındaki kocaman emperyalist devlete direnerek karar vermesine sempati duydular. Yalnız olmadığımızı bilmek, milyonlarca insanın bize destek verdiğini bilmek bir kere bize çok büyük moral destek anlamına geliyor.

Sonuç alınan somut örneklere gelecek olursak...

Ablukaya karşı mücadele bu örneklerden biri. Dünyanın neredeyse her ülkesinde ABD’nin bu politikasına karşı toplumun çeşitli katmanlarından seslerini yükseltenler oldu. Dayanışma hareketi kimi örneklerde yerel, kimilerinde merkezi hükümetleri bu politikaya karşı harekete geçmeye zorladı. Dünyanın çeşitli parlamentolarında abluka karşıtı kararlar alındı. Aynı zamanda BM Genel Kurulu’nda da birçok devletin hükümeti ablukaya karşı oy veriyor çünkü kendi halklarının da bu yönde düşündüğünü biliyorlar.

Bir başka örnek dostlarımızın da desteğiyle yürüttüğümüz medya kampanyası. Küba gerçekliğinin tüm çarpıtmalara rağmen doğru şekilde aktarılmasında bu dayanışma hareketinin çok büyük önemi var. Toplantılarla, konferanslarla, yazılı-görsel basınla ve çeşitli iletişim araçlarıyla Küba gerçekliğini anlatmak için bize çok alan açtılar.

Bir diğer örnek bizim çok fazla maddi ihtiyacımızın olduğu, en kötü dönemimiz olan “özel dönem” yıllarındaki dayanışma pratikleri. O dönemde dayanışma hareketi bize maddi olarak çok büyük yardımda bulundu. Tabii çok önemli olmakla birlikte bu yardımın asıl değeri maddi büyüklüğünde değil. 11 milyon Kübalının sorunlarını dışarıdan gelen yardımla çözemeyiz. Ama öncelikle bu bize çok büyük moral destek kaynağı oldu, diğer taraftan da belki tüm ülkenin değil ama bir okulun, bir enstitünün ihtiyacını karşılayabildik bu desteklerle.

Son örnek olarak da bizim beş kahramanımızın ülkemize döndürülmesi için verilen mücadeleyi verebilirim. Küba Beşlisi’nin vatanlarına geri döndürülmesi için yürütülen kampanya dünya çapındaydı. Bu yoldaşlarımızın tutsak edildiği cezaevlerine milyonlarca mektup yağdı. Dünyanın birçok ülkesinde ABD elçilikleri önünde gösteriler, yürüyüşler düzenlendi. ABD Dışişleri Bakanlığı’na, Başkanlık makamına Kübalı yoldaşlarımızın hapiste tutulmasına karşı sayısız protesto mektubu, dilekçe yollandı. O yüzden Küba Beşlisi’nin geri dönmesinin ilk sebebi onların ortaya koyduğu karakterli duruş, ikincisi tüm Küba halkının tek yumruk olarak verdiği mücadeleyse bunların yanına dayanışma hareketinin tüm dünyada yürüttüğü dayanışma mücadelesinin yazılması lazım ki, bunun etkisi çok büyüktü.  

Bu vesileyle ben bir kez daha tüm dünyada bizimle dayanışan dostlara teşekkür etmek isterim.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
01.12.2018- 21:41

Herkes Küba’nın içinden geçtiği süreci tartışıyor. Özellikle anayasa değişikliği tartışmalarına ciddi bir ilgi var. Ancak bu tartışmaların pek de Küba’nın somut durumunun bilerek yapıldığını söyleyemeyiz. Bunu sizden duyalım, Küba hangi gerçeklik üzerine, nasıl bir tartışmadan geçiyor?

Bu sürecin başlangıcını 90’lara kadar götürmek gerekiyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Küba çok kritik momentlerde, önemli ekonomik adımlar atmak zorunda kaldı. Örneğin 1993’te döviz getirisi kaynağı olarak ülkeyi turizme açtık. Bir başka değişiklikse o zaman devletin elindeki çok büyük çiftlikleri küçük parçalar halinde kooperatifleştirmeye açmamızdı. Yine o zaman benzer şekilde insanların kendi hesabına çalışmasına izin verildi. Döviz kullanım yasağını kaldırdık, bunun için dönüştürülebilir peso diye yeni bir para soktuk dolaşıma. Yine benzer yıllarda turizm gibi sektörleri yabancı yatırımcıya açtık, çünkü bu sektörlerin gelişimi için elimizde yeterli maddi kaynak yoktu.

Fidel’in bize miras bıraktığı devrim anlayışı “devrim, tarihsel anın hissedilmesidir” sözünde ifadesini buluyor. Bu, siz tarihin her dönemecinde o anın ihtiyaçlarına yanıt verecek cevabı bulmalısınız demek oluyor. Bu sürecin bir noktasında, 2010 yılında parti yeni kararlar almak, yeni yönelimler belirlemek zorunda olduğu kararına vardı. Çünkü artık “özel dönem” başlayalı 20 yıl geçmişti ve özellikle Küba sanayisinde çok ciddi aşınma vardı. Makineler eskimişti, kaynaklarımız eskimişti, örgütlenme yapımız eskimişti... Dolayısıyla bizim mutlak olarak ekonomik verimliliği, üretimimizi artırmamız gerekiyordu. Bu aynı zamanda ulaşmış olduğumuz diğer toplumsal kazanımları koruyabilmemiz için de şarttı. Ve tabii bütün bunlarda ablukanın da çok ciddi etkisi var. Üstelik abluka 90’lı yıllarda giderek daha da ağırlaştı. 2010 yılında mali açıdan da çok sıkışık durumdaydık, çok ciddi kredibilite sorunumuz vardı, çünkü önceden alınan krediler ödenemiyordu. Tabii 2008’deki dünya krizinin de etkileri Küba’yı vurdu, dışarıdan aldığımız ürünlerin fiyatı arttı, bizim sattıklarımızın fiyatı düştü. Bir de iklim değişikliğinin Küba üzerindeki etkisi var. Özellikle son yıllarda çok ciddi kasırgalar vurdu Küba’yı ve büyük maddi hasara neden oldu.

Demem o ki bir şey yapmamız, bunlara cevap verip ilerlememiz lazımdı.
Ama bunu da birtakım yaratıcı yöntemlerle yapmamız gerekiyordu. “Şok tedavisi” yapmak istemiyorduk, yani toplumun bir kesimini gözden çıkarıp, bir kenara bırakıp bunu yapamazdık. Aynı zamanda da ülke ekonomisini IMF’nin, Dünya Bankası’nın eline bırakmadan, egemenliğimizi koruyarak bu süreci atlatmamız gerekiyor.

Burayı biraz açar mısınız, şok tedavisini yani?

NEP gibi mesela... Ya da bu tür ekonomik sıkıntıların yaşandığı başka kapitalist ülkelerde olduğu gibi.

Devletin elindeki şirketlerin birdenbire özelleştirilmesi örneğin. Verimliliği artırmak için işçiler işten atılıyor, sosyal haklar azaltılıyor, krizin yükü emekçilerin sırtına yükleniyor. Biz bunlara Küba’da izin veremezdik. Çünkü sosyalizmin özü insan. O yüzden de bir yandan ekonomiyi dönüştürmemiz gerekiyor, ama bu sürecin yükünün halkın sırtına binmemesi de gerekiyor. Aynı zamanda da tüm Kübalıların eşit ve parasız eriştiği hakları korumamız lazım. Üstelik tüm bunları ablukaya rağmen yapmamız lazım. Bu yolda ilerlerken de Küba halkının birliğinin bizim arkamızda durmasını sağlamamız gerekiyor. Bunu yalnızca yurttaşlarının temel haklarını savunmaya dönük çok ciddi siyasi iradesi olan bir halk yapabilir.

Bu bizim açımızdan aşamalı bir süreç. Acele etmeden ama ara vermeden ilerlememiz gerekiyor. Aslında yeni bir yol ve burada çıraklık sürecindeyiz. O yüzden de her adımın sonuçlarını değerlendiriyor, bazen de geri adım atıyoruz. Hep şunu yapıyoruz, adımları önce bir takım pilot yerde deniyoruz, sonuçlarını görüyor, olumlu sonuç almadığımız uygulamaları tüm ülkeye yaymıyoruz. Ve bütün bu süreçte attığımız adımların tamamı Küba halkına danışarak atılıyor. Ben dünya üzerinde Küba kadar ülkesinin ekonomik, toplumsal, siyasi en temel kararlarına dair bu kadar kitlesel katılımla karar alan başka bir ülke bilmiyorum. Örneğin Parti’nin 6. Kongresi’nde “ekonomik yaklaşımlar belgesi” kabul edilmeden çok büyük tartışmalar oldu. Yine 2030’a kadarki ekonomik süreci tarif eden belgeyi çok uzun süre tartıştık. Şimdi de anayasa reform süreci çok kitlesel şekilde tartışılıyor.

Bu da bütün bu süreçte halkımızın en geniş kesimlerinin alınan kararların arkasında durmasını sağlıyor. Ve Küba halkı çok bilge bir halk, ciddi politik bilinci var. Bu saydıklarımın hiçbirisi biçimsel şekilde yapılmadı, ciddi ve gerçek tartışmalar oldu. Örneğin “ekonomik yaklaşımlar belgesi” tartışmaya açıldıktan sonra son kabul edilen hali ilk taslaktan yüzde 86 oranında farklıydı. Şimdiki anayasa taslağında da 700 paragraf var, bunların sadece 8’ine dair değişiklik önerisi gelmedi.

Tüm bunlar atılan adımların halkın bilgeliği ile değerlendirilip zenginleştirildiği güvenini veriyor. Ve aynı zamanda görüyoruz ki halkımız sosyalizmin, Küba’nın sosyalist karakterinin vazgeçilmezliği konusunda hemfikir. Küba’da bağımsızlığı, egemenliği ve sosyal adaleti sağlayabilecek tek düzen sosyalizmdir.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
01.12.2018- 21:45

2030’a kadarki plan hangi aşamalardan oluşuyor, somut hedef başlıkları nelerdir?


Plan kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerden oluşuyor. Şimdiye kadar denediklerimiz aslında planın sadece temellerine dair. Çok büyük ihtimalle gelecek yıl hedefleri belirlemeye geçeceğiz.

Şu ana kadar tartışıp bağladığımız belgelerde ekonomik planımızın ana ekseni, omurgası yer alıyor, aynı zamanda bizim için en stratejik sektörler hangileridir konularını tartışıyoruz.
Daha iyi anlaşılması için şöyle söyleyelim: Ülkeyi kalkındırmak için şart olan sektörleri belirliyoruz. Örneğin hiçbir ülke, en azından bizim koşullarımızda böyle, nitelikli insan kaynağı olmaksızın gelişme sağlayamaz. Biz bunu her gün daha iyiye götürüyoruz, çünkü bizim elimizdeki en güçlü kaynak bu.

Stratejik sektörler konusuna gelecek olursak mesela enerji, sınai kalkınma için enerji gerekiyor. Telekomünikasyon, ulaşım, altyapı, tarım. Tarım halkın daha iyi beslenmesi ve turizm için çok önemli. Tabii inşaat sektörü var, bütün bunları yatay kesen bir sektör.
Peki fırsatlarımız neler, biraz onlara değinirsek... Birincisi Küba’nın uluslararası alanda verdiği hizmetler var, bugün 60’ın üzerinde ülkede eğitim, sağlık ve başka alanlarda çalışan Kübalılar var. Diğeri turizm: Ülkemizin çok büyük avantajları var bu alanda. Bir kere muazzam doğal güzelliklere sahip, çok güvenli, huzurlu bir ülke. Aynı zamanda güçlü bir ulusal kültürü var, ki bu da devrimin politikalarının bir sonucu.

Elimizin güçlü olduğu bir başka alan biyoteknoloji ve ilaç sanayisi. Bu alandaki çok büyük başarıların da devrimin ürünü olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Fidel en baştan beri Küba’nın bilim insanları ülkesi olması gerektiğini söylüyordu. Ve bunu biz daha ülkenin okuma yazma sorununu çözmeye çalışırken, 1961’de söyledi. Devrim olduğunda Küba’da sadece üç üniversite vardı, şu an 67 üniversite var.

Bu saydıklarım genişletilebilir, madencilik eklenebilir örneğin ya da Küba’nın geleneksel olarak ürettiği rom, puro gibi ürünler eklenebilir.

Bütün sektörlerin bir arada işlediği bir ekonomiye sahip olmak, önceliklere odaklanabilmemizi de sağlayacak. Ülkemize dair bir projemiz var bugün, gençler de gelecekte nasıl bir toplum inşa etmek istediklerini biliyor.

Buna eklemediğimiz kısım sayılar... Dolayısıyla gelecek için ne yapacağız, sonraki 5 yıl için ve 2030 için ne yapmamız gerekiyor? Bu sayıları ortaya çıkarabilmek için Küba’daki tüm kurumlar birlikte koordineli bir şekilde çalışıyorlar.

Bir dahaki ziyaretinizde o zaman bunların sonuçlarını konuşma sözü alıyoruz.

Tabii tabii...

Son bir soru daha sormak istiyoruz. Küba’nın içine girdiği süreçte kapitalist ilişki ve üretim biçimlerin Küba’da canlanması, güç kazanması tehlikesine karşı partinin ya da devletin aldığı önlemler var mı? Çünkü tüm bu anlattıklarınıza hak veren ve anlayan hatta destekleyen ama bir yandan da tarihteki örneklerden ve teorik hareket noktalarından bakınca böyle bir tehlike konusunda hassasiyet taşıyan çok sayıda Küba dostu da var dünyada.

Bir zamanlar hepimiz kimi ülkelerin artık zaten sosyalizme vardığına inanıyorduk. Sonra da bir başka gün fark ettik ki hepsi birden yıkılıyormuş. O yüzden şunu da anlamış olduk: Sosyalizm için kimsenin elinde hazır bir reçete yok. Genel birtakım ilkelerimiz var şüphesiz, ama az önce de dediğimiz gibi, o tarihsel anda ihtiyaçları iyi anlamak lazım. Ülkenin geleneklerini, tarihini, uluslararası bağlamı iyi anlamak lazım.

Latin Amerikalı Marksist aydınımızın dediği gibi sosyalizm kahramanca bir yaratımdır, kopyalamak değil.

Çeşitli aşamalardaki sosyalizm arayışlarını iyi tespit etmek gerekiyor. Biz şu an kuruluş sürecindeyiz. İnsanın ve toplumun geliştiği bir aşamaya gitmeye çalışıyoruz. Kimse buna 2-3 yılda ulaşabileceğini söyleyemez. Partimizin 1. Sekreteri Raul’un dediği gibi sosyalizme giden yol hiç bilinmeyen bir yol. Her gün kapkaranlık bir ormanda yürüyoruz, sürekli yeni engeller çıkıyor ve hepsini aşıp yürümeye devam etmeye çalışıyoruz.

Ben üniversitedeyken profesörler dünyadaki güçler dengesinin sosyalizmden yana olduğunu söylüyorlardı. Oysa şimdi neoliberalizmin hüküm sürdüğü, kapitalizmin egemenliğindeki bir dünyada tüm bunları yapmaya çalışıyoruz.

Eskiden sosyalist ülkelerle ticaretimiz karşılıklı ihtiyaçlara göre belirleniyordu, artık böyle bir dış ticaret durumumuz da yok.

O yüzden bizim şu anki düşüncemiz, bu koşullarda, ki hepsi bize karşı, yine de ilerlemeye devam etmek.

Tüm bunlar olurken izlediğimiz temel ilkeler neler diye konuşacak olursak...

Öncelikle bağımsızlık ve ulusal egemenliğimizi koruyacağız.

Tabii sosyal adalet temelinde bir düzeni korumaya, eşitliği korumaya devam edeceğiz; ekonomik gelir seviyesi ne olursa olsun, toplumdaki sosyal konumu ne olursa olsun herkes en temel insani haklara ulaşabilmeli.

Bakın ABD’ye... Latin ya da siyahi bir bebeğin doğumda ölme oranı beyaz bir bebeğe göre 4 kat fazla. Biz Küba’da bu oranı virgülden sonra dört sıfıra kadar düşürdük, tabii tüm Kübalı bebekler için. Küba’da herhangi birisi hastaneye gittiğinde ne para soruluyor ne partiyi destekleyip desteklemediği soruluyor. Küba’daki tüm çocuklar, gençler okuyup meslek sahibi olma hakkına sahip. Sosyal güvenlik ihtiyacı olan herkese bunu sağlamaya çalışıyoruz. Sportif, kültürel faaliyetlere herkesin erişebilmesini sağlamaya çalışıyoruz. Ama ekonomik koşullar bunların hepsini hakkıyla yapmamızı sağlayacak kadar geniş değil maalesef.

Mesela ekonomi alanındaki duruma bakalım. Bu konudaki atılan ve atılacak olan bazı adımları konuştuk. Ama burada da koruduğumuz ilkeler var. Ekonomik plan diyor ki: Devlet mülkiyeti, temel mülkiyet biçimidir. Ekonominin en önemli stratejik sektörleri devletin elinde olmaya devam edecek. Çünkü devlet halkın temsilcisidir dolayısıyla bu sektörlerde elde edilen kazancın Küba toplumuna adil, eşitlikçi şekilde dağıtılmasının da garantisidir.

Ama şunu da söylemek lazım, ekonominin çok küçük bazı faaliyet alanlarını devlet işlettiğinde verimli olmuyor. Bizim devlet dışı ekonomiye alan açtığımız yerler daha çok buralar. Şöyle söyleyelim Küba milli gelirinin yüzde 90’ı devletin elindeki şirketlerce üretiliyor.

Çok önemli bir başka şey de Küba ekonomisinin sosyalist planlamayla yönetilmeye devam edecek olması. Küba’da serbest piyasa falan yok. Şu an bir piyasa var fakat bunun işlevi temelde devlet dışı aktörlerle devletin ilişkilerini belirlemek. Ve bu piyasayı devlet kontrol ediyor. Bu alanı devlet kontrol etmeli ki daha sonra piyasanın ortaya çıkaracağı yükler halkın sırtına binmesin.

Attığımız adımların yanlış sonuçlar verdiği de, geri çektiğimiz de çok örnek oldu. Devlet harekete geçiyor, baskı uyguluyor ve değişiklik hemen eski haline getiriyor. Bu bizim devrimci pratiğimizin sürekli bir parçası olmak zorunda.

http://haber.sol.org.tr/dunya/halkimiz-sosyalizmin-vazgecilmezliginde-hemfikir-251850

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]