Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

19.01.2019- 08:15

Seçim dönemindeyiz ve başta AKP olmak üzere   AKP'ye muhalif olanlar da kendilerine uygun gördükleri seçim stratejileriyle seçime hazırlanıyorlar. Düzen partileri olarak gördüğümüz sağlı sollu partilerin kendilerine özgü bir seçim stratejileri olur da, Türkiye solu ve kendini sosyalist, enternasyonalist göreni   bundan geri kalır mı; onların da bir seçim stratejileri var.

Sözde solcu-enternasyonalist dediğim kesimler gerçekte kuyrukçu anlayışlar. Onların seçim stratejileri belli; onlar her dönem Kürt hareketinin yasal partisini takip ediyorlar ve parti ne yapar, neye karar verirse, bizim kuyrukçular da o kararın arkasına geçip akıllarınca da buna bir kılıf bulmaya çalışıyorlar. Boykotsa boykot, seçim desteği ise seçim desteği! Son seçimde de kendilerine uygun gördükleri ama tutarsızlıklarının da farkında olarak ''AKP'yi geriletmek için hadi oylar HDP'ye'' demişlerdi. Bu seçimde ''AKP'yi geriletmek için'' koşulu unutuldu, geriye ''Hadi oylar HDP'ye kaldı!'' Bir samimiyetleri olmadığı gibi, tutarlı da değiller. Çelişik davrandıklarının da bilincindeler aslında, önemsemiyorlar çünkü kendilerinin de önemsenmediklerini biliyorlar. Bir anlamda, öyle, idare ediyorlar.

Geçelim!

TKH'nin yüksek sesle dillendirdiği ''hepsi bir'' söylemi, beni şaşırttı. Aslında şaşırdığım tarafı da var, hiç şaşırmadığım tarafı da! Şaşırdığım tarafı yıllarca iktidarda farklı bir partinin olduğunu söyleyip, tüm stratejisini ve söylemini o farklılık üzerine kuran kadroların şimdi, birdenbire ''hepsi bir''demesi. Şaşırmadığım tarafı ise, seçime kendi adayları ile girecek TKP'ye ses yöneltmeye çalışması. Düzen partilerinin hepsi birse, TKH bu hepsi bir olan partilerin hiçbirine yönelmeyecek ve seçim süreci boyunca onların hepsinin bir ve aynı olduğunun propagandasını yapacak! Kim bilir, üye ve sempatizanlarını da boykot yerine TKP'ye yönlendirir, belki bu yönde bir işaret beklentisi içindedir.)

(Burada bir parantez açmakta yarar var; hakkını verelim TKH'nin ''hepsi bir'' siyasetiyle kuyrukçu yapıların hepsi bir söylemi de bir değil. Kuyrukçular hepsi bir derken Kürt hareketinin yasal partisini bu birliğe dahil etmiyorlar; TKH'nin hepsi bir anlayışında ise HDP de dahil, hepsi bir!)

Önemsediğim parti TKP'dir.

TKP de geçen seçim de dahil, yüksek sesle olmasa da yine bu anlama gelen bir söylemle seçim sathı mailine giriş yaptı. Şaşırdım. Ve şaşkınlığım bu seçim sürecinin başında da devam etti. Yine aynı söylemle ortaya çıktılar. Hepsinin bir olduğunu ileri sürdüler. SOLportal yazarlarının önemli bir kesimi de bu söylemi kullandı. Kendi adaylarına oy verilmesini ve HDP veya daha büyük olasılıkla CHP'deki solu kendilerine çekmenin yolunun da bu söylemden yani ''hepsi bir''den geçtiğini söylediler. Özellikle Orhan Gökdemir bu söyleme olanca hızı ile devam ederken Kemal Okuyan'ın verdiği bir röportajda '' seçim dönemi boyunca hedefe AKP ve Erdoğan'ı koyacaklarını'' söylemesi bir ölçüde yanlıştan dönme yolunda bir adım gibi geldi bana. Umarım bu yönde devam ederler.

Hepsi bir değil, çünkü.

''Hepsi bir'' diyen bir siyasi anlayış ya Erdoğan ve AKP dahil günceli okuma konusunda büyük bir zaaf içindedir, ya da mutlaka ve mutlaka zihninin gerisinde başka şeyler vardır. Solun bu konuda bir zaaf okuma içinde olacağını düşünmüyorum; bu yüzden hepsi bir söylemini kullananların bu söyleme neden sarıldıklarına değinmeye çalıştım.

Hepsi bir değil.

''Hepsi bir'' demek, AKP ve Erdoğan'ı sıradan bir düzen partisi haline getirmek demektir. Ve Erdoğan ve AKP sıradan bir düzen partisi ve sıradan bir düzen öznesi değil. Kuruluş döneminin cumhuriyetini yıktığını söylemiyor muyuz; başta laiklik olmak üzere cumhuriyetin tüm kazanımlarını yerle bir ettiğini ileri sürmüyor muyuz? Öyleyse bu tutarsızlık ne; bu çelişki neden?

AKP tüm meşruiyetini sadece sandıktan almaktadır, yasalardan veya anayasadan değil. AKP 17-25 Aralık'tan bu yana anayasal meşruiyetini yitirmiştir ve tek dayanağı seçimlerdır. Bir seçim yenilgisinin ''hiçbir şey'' olduğunu ileri sürmek süreci okuyamamak, doğru değerlendirememektir. TKP konusundaki şaşkınlığım bu hataya düşmesinde yatmaktadır. Oysa doğru, gerekli ve toplumsal alanda karşılık bulabilecek bir taktik/strateji üretilebilir ve K.Okuyan'ın röportaj sırasında söyledikleri üzerinden bir söylem geliştirilebilirdi.


melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
20.01.2019- 10:14

Öteden beri hepsinin bir ve aynı olmadığını dilimiz döndüğünce anlatmaya çabaladık. Sadece bu 31 Mart Belediye seçimleri için de değil. Bu kadar fazla sayıda parti varsa bunların tamamının aynı olduğunu iddia etmek ve koşullar ne olursa olsun seçim stratejisini bu söylem üzerine oturttmak, sol açısından büyük bir talihsizliktir. Ve üstelik, hepsinin bir ve aynı olduğu iddiasında bulunulan partilerden biri AKP ve lideri de Recep Tayyip Erdoğan'sa!

Hepsinin aynı olmadıkları konusunu belki daha da ayrıntılı yazmak gerekiyor. Düzen partisi oldukları gerçeğine sıkışarak siyaset yapmanın sorunlu bir yaklaşım olduğunun altını çizmek gerekiyor. Ama önce Metin Çulhaoğlu'nun İLERİ'deki yazısını okumak yararlı olacaktır. Çulhaoğlu solun bir kesimin bu ''hepsi bir'' yaklaşımına yorum getirmiş!

Gündem yaratmak ve gündem olmak - Metin Çulhaoğlu

Profesyonel gazetecilik denilen meslekte hiç deneyimimiz olmadı. Belki de bu nedenle başkalarının harcıâlem bulabileceği kimi mesleki tespitler bize ilginç geliyor.

Alanın “duayenlerinden” sayılması gereken Tuğrul Eryılmaz’ın söylediklerinde bu camiayı tanımaya yardımcı olacak pek çok gözlem, anı ve tespit yer alıyor. Bunlardan biri de basında “güncel olanı takip etmekten çok gündem yaratmanın”   esas mesele sayılması ve hep bunun peşinde koşulması (68’li ve Gazeteci, Asu Maro’nun Tuğrul Eryılmaz’la Söyleşisi, İletişim Yayınları 2018, s. 199).  

Bu girişten sonra başka bir alana atlayalım ve soralım: Bugün Türkiye’de sosyalist düşüncenin ve pratiğin, günceli takip etmekten gündem yaratmaya geçememe gibi bir sorunu olduğundan söz edebilir miyiz?

***

Gazetecilik apayrı bir alan; o alanda gündem yaratmanın ortamları da koşulları da herhalde bambaşkadır. İşin o yanını bırakıp sosyalizme dönelim ve soralım: Sosyalizmin “gündem yaratması” mümkün müdür?

Pek öyle görünmüyor.

En doğrusu, basın için geçerli olabilecek “gündem yaratma” çabalarına mesafe koymaktır. Asıl iş, güncelin takibine farklı bir bakış getirerek gündeme ek bir boyut daha katmaktır. Sosyalizmin yapması gereken ve yapabileceği budur.

Geçmişe dönersek, Türkiye’de sosyalizm 1961-71 döneminde Yön ve TİP’le başlamak üzere bunu yapmıştır. Ülkenin, halkın gündeminde ne varsa, bunlara bir de “sosyalizm açısından” bakılabileceğini kabul ettirmiştir. Bu dönemde sosyalizm günceli takip etmiştir; ama ona esir olmamış, güncele kendi yaklaşımını katarak gündemi boyutlandırmıştır. 1970’lerin başından 1980’e uzanan dönemde ise önceki döneme göre daha nicelikli, daha yaygın olduğu halde gündemini kaybetmiştir.

1960’ların sol gündeminin üzerine, “insanca hakça düzen”, “toprak işleyenin su kullananın” gibi sloganlarla 1970’lerin başında Ecevit’in mavi dalgası oturmuştur.      

Sosyalizme ise, Milliyetçi Cephelere, ülkücülere, faşizan gidişe karşı mevzi tutma işi kalmıştır.

Bugün bir 68’liye kendi dönemini sorsanız teoriden, dünyanın 1960’lardaki durumundan; dönemin fikir, sanat ve kültür ortamlarından söz edebilir; 78’liye sorsanız, söyleyeceklerinin büyük bölümü faşizme karşı direniş anlatımından oluşacaktır.  

Dünya ve Türkiye ortamı açısından 68’lilerin şansı, 78’lilerin ise şanssızlığı sayılmalıdır.

***

Konuya dönersek, günümüz Türkiye’sinde sosyalizm, güncellik takibinden hareketle gündemi boyutlandırma çabası içinde olmalıdır diyoruz.  

“Zaten yapıp yapabileceği budur” demiyoruz; yapması gereken budur…

Ancak, ortada “ince” bir nokta vardır: Güncele ve güncelin takibine aşırı odaklanma sosyalist ya da sosyalizme açık denebilecek kesimlerde bir bezginliğe yol açmaktadır. Kendini solcu, sosyalist olarak tanımlayan insanların güncel dünyasının sahte seçmenler, YSK, AKP’nin ne yapıp edip bu işi de kıvıracağı, yerel seçimlere hiç umut bağlanmaması gerektiği, CHP adaylarının ne kadar düzen içi olduğu gibi başlıklardan ibaret hale gelmesi ciddi bir sorundur.

Sahte seçmenlerden başlayıp CHP adaylarının kimliğine uzanan tepkiler ne kadar haklı olursa olsun, bu tepkiler karşılığını örneğin geniş çaplı bir seçim boykotunda bulamayacaksa siyaseten doğru sayılamaz.

Basında, karşılığı olmayan bir doğru gene doğru olabilir; ama siyasette karşılığı olmayan doğru, doğru sayılamaz.

En fazla, bireysel ölçeklerde vicdan rahatlatabilir ki bu da apolitikliğin bir türüdür.

Eğer siyasetten söz ediyorsak, bir vurgu daha: Mevcut durum ve akıl belirli bir sonuca işaret edebilir; ama başka bir sonucun ortaya çıkma ihtimali örneğin yüzde 10 bile olsa ve sonucu önceleyen süreç size kimi imkânlar sunuyorsa oraya asılırsınız ve yüklenirsiniz.

Yaşanan güncel süreçlere umutsuzca bakmak yerine bu süreçleri “güncele sosyalist bakışın” ve buradan hareketle “gündeme girmenin” (henüz gündem belirlemenin değil) zemini olarak görmek en doğrusudur.

Aynı zamanda en “sosyalistçesi”…

Esamisinin okunmadığı, ateş olsa cirmi kadar yer yakacağı söylenen sosyalizmin, herhangi bir seçim vesilesiyle birdenbire düzene ve seçimlere meşruiyet kazandıran bir güç mertebesine yükseltilmesinde bir tuhaflık vardır.

Ya biridir ya da öteki; ikisi birden olamaz…  

Son olarak: Kayyumların hepsi geldikleri yere geri gönderildiğinde, ihtimal bu ya AKP gerilediğinde ve önemli birkaç büyük ili kaybettiğinde Türkiye’de hiçbir şeyin değişmeyeceği düşünülüyorsa, bu yazıyı boş verin, siyaset denilen şeyin kendisinin en baştan tartışılması gerekecektir.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
21.11.2020- 03:19

Forumda başka bir başlık ararken karşıma çıktı bu yorumlar. Çulhaoğlunun hemen hemen bütün yazıları gibi önemli buradaki yazısı. Sosyalist aydınımız tamamını buraya aldığım yazısını ''AKP gerilediğinde ve önemli birkaç büyük ili kaybettiğinde Türkiye’de hiçbir şeyin değişmeyeceği düşünülüyorsa, bu yazıyı boş verin, siyaset denilen şeyin kendisinin en baştan tartışılması gerekecektir.''   diyerek tamamlamış ki, sözünü ettiği seçimler yapıldı, İstanbul iki kez sandık başına gitti ve AKP buralarda iktidarı kaybetti. Bir şey değişmedi mi?

Çok şey değişti aslında. En önemlisi bu ülkenin ilerici, aydınlanmacı, devrimci ve solcu kesimleri AKP'nin sandıkta da yenileceği ve iktidardan alaşağı edilebileceği duygusunu kazandılar. Umutsuzluklarının üstesinden geldiler, üzerlerindeki ölü toprağını attılar. Az şey mi? Önemsiz mi?

Çulhaoğlu söylüyor,   '' günümüz Türkiye’sinde sosyalizm, güncellik takibinden hareketle gündemi boyutlandırma çabası içinde olmalıdır. 'Zaten yapıp yapabileceği budur' demiyoruz; yapması gereken budur…''

Çünkü sosyalistlerin günümüzde -ne yazık ki- gündem belirleme olanakları yoksa, yetersizse ve ayrıca siyasi iktidarı elinde bulunduran anlayışın bu ülkenin başında varlığını ve gücünü sürdürmesinin bu ülkeye ve bu ülke insanına akıl almaz zararlar verdiği açıkken ''hepsi bir'' anlamına gelen söz öbeklerinin üzerinde tepinmenin hem   yararı yoktur ve hem de toplumda bir   karşılık bulması mümkün değildir.

Siyaset her şeyden önce bir pozisyon almaysa ve kendi başına değil, toplumla, kitleyle, kalabalıklarla birlikte yapılmak durumundaysa sosyalistler güncele gözleri kapayamazlar. Günceli görmezlikten gelme adına faşizmi, şovenizmi, dinciliği doğrudan karşıya alacak bir pozisyondan kaçamazlar. Sınıfsal mücadele, sosyalist mücadele her şeyden önce faşizme karşı mücadeledir. Türkiye'de bugünün gerçeği olan AKP otoriterliğini tam boy karşıya koymadan, merkeze almadan bir sol-sosyalist pozisyon gerçekleştirilemez.. Mümkün değil.

Türkiye'nin ilerici birikimi AKP karşısında yerini almış ve bir şekilde AKP'yi iktidardan edecek bir konumlanışı sahiplenmişse sosyalistler bu sürecin dışında kalan bir siyasi pozisyondan   sosyalist çıkar beklentisi içine girmemelidir, diye düşünüyorum. Sosyalist mücadele bu sürecin dışında kalarak yürütülemez ve sosyalist mücadele bu sürece dışsal kalarak da sürdürülemez.

( Çok erken belki ama ilk Cumhurbaşkanlığı seçiminde sosyalistlerin ayrı bir aday çıkaracaklarını ve seçime öyle katılacaklarını duymuştum. Bence de böyle yapılmalıdır. Sosyalistler böyle bir seçime ortak bir adayla katılmalıdır. Eminim böyle bir tavır sandığa gitmeyecek bir kitleyi de sandığa yöneltecektir. Daha önemlisi böyle bir pozisyon alınırken eğer seçim ikinci tura kalırsa Erdoğan karşısında yer alacak adayın destekleneceği ve Erdoğan karşıtı bir tutum alınacağı da açıklanmalıdır. Sosyalist solun bugünün koşullarındaki pozisyonunun bu ikili tavrı   içermesinin ülke gerçeğine uygun olacağını düşünüyorum.)





melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
25.11.2020- 10:35

Bu ''hepsi bir değil'' sözü yıllardır   dilimden düşmüyor. Yazıyazforum'dan beri böyle. Aslında sosyalist sol da bunun farkında. Tersi zaten mümkün değil. Tümünün özel mülkiyetli bir düzenden yana oluşu hepsinin her konuda bir olduğu ve aynı yerde durduğu anlamına gelir mi? ''Hepsi bir değil'' dediğimizde de kastımız bu. Aslında tartışılacak bir konu da değil. Bunu bilmeyen zaten siyasete bulaşmasın, kendi dünyasında günlük tutsun, yeter.

Çok değil, daha düne kadar AKP'nin sıradan bir burjuva partisi olmadığını ve dolayısıyla hepsi bir değil diyerek buna göre siyasi bir konumlanış içine giren siyasetler bugün neden aynı çizgiyi sürdürmez.? Neden dün hepsi bir değil derken, bugün hepsi bir anlamına gelen bir söylem tutturulur?

Sanal ortamlarda kerameti kendinden menkul samimiyetsizliği bir kenara bırakacaksak, özellikle ülkenin en   önemli sosyalist partisinin dün ''hepsi bir değil'' deyişi ile bugün ''hepsi bir''e yakın söyleminin bir tutarlılık taşımadığını söylemek sanki biraz haksızlık oluyor. TKP'den söz ediyorum. AKP'nin pek çok çevre tarafından göklere çıkarıldığı, ve hatta burjuva devrimini tamamlayacak denildiği bir iklimde yalnız kalmayı göze alarak '' bağırsak temizliği yapılmıyor, devlete yerleşmenin ön hazırlığını yapılıyor'' saptamasında bulunan parti o gün nasıl ki bağımsız sosyalist çizgiden yana bir tutum takındıysa, bugün de var olan kaotik siyasal yapıda sosyalizmi daha da güçlendireceğini düşündüğü bir siyasal konumlanış almaya çalışıyor. Tutarlılığı bu bağlamda söylediğimi belirteyim. Böyle yaklaşıldığında doğru ve gerekli bir siyasal tutum olarak da nitelendirilebilir. Hatta parti ileri gelenlerinin arada bir ''partimize katılım var'' veya ''CHP kitlesinden bize yönelik bir kayış var''   şeklindeki açıklamalarını partinin düzen muhalefetinin dışındaki muhalif tutumunun karşılık bulduğu anlamında da alınabilir.

Bense öteden beri bu tutumun yanlış olduğunu, bu siyasetin bir eksiklik içerdiğini söylüyorum. Türkiye'de herhangi bir muhalif çizginin AKP'yi karşısına almadan siyaset yapmasının toplumda önemli bir karşılık görmeyeceğini düşünüyorum. Umarım yanılırım ve umarım partiye katılım mütevazi boyutlarda kalmaz. Ama ne olursa olsun, bir sosyalist parti ve hele hele TKP gibi Türkiye sosyalizminin belkemiğini oluşturan bir parti AKP'yi dışarıda bırakarak bir siyasi konumlanış alamaz. Almamalı. Bağımsız sosyalist çizgide siyaset yapmak hiçbir şekilde AKP'yi iktidardan edecek bir konumlanış anlamına gelmemeli. Bağımsızlık ve sosyalist çizgi toplumsal muhalefetin dışından değil, içeriden de verilebilir-verilmelidir. Ve böylesi, hem süreç içinde ve hem de süreç sonunda partinin toplumla yakınlaşmasını sağlayacak, partinin kitlelerle temasını da kolaylaştıracaktır, diye düşünüyorum. Toplum belki de en ihtiyaç duyduğu bir kesitte sempati duyduğu kesimleri yanında, yakınında görmek ister. Ve yanında, yakınında göremediklerinin de yanına gitmez, yakınına sokulmaz.

İçinden geçtiğimiz dönem dinci faşizmi iktidardan alaşağı etme mücadelesine katkı koymayı dışlayamaz. Yok sayamaz. Görmezlikten gelemez. Bu koşullar ''hepsi bir''in hiçbir inandırıcılığının bulunmadığı bir dönemdir. Unarın bu sürecin dışında kalacak bir tarz-ı siyasette ısrarcı olmayız.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]