Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

04.04.2019- 09:58

AKP'ye ''dur'' denilmiştir; ''yeter artık'' denilmiştir; ve başarılmıştır; martın sonu bahar da bu yüzden dillendirilmektedir. ''Biz komünistiz, böyle yaklaşmayız'' deyip, Anaplı, İslamcı, solcu değil, faşist sözcükleriyle daha şimdiden atışa başlarsanız belki kimi üyelerinizi tatmin edersiniz ama o kadar. Bunun sonucu üç yüz beş yüz oyu başarı olarak görmeye varır ve toplumsal alanda da bir adım ilerlemek mümkün olmaz. demişim, bir üstteki yorumumda. Kemal Okuyan ise bugünkü yazısında bu paragrafta ileri sürdüklerimin tamamına aykırı, farklı bir yorumda bulunmuş, bugünkü yazısının bir bölümünde. Katılmıyorum; doğru bir yorum olduğunu sanmıyorum ama önce devrimci sosyalist yazarımız hakkında birkaç söz.

Bu ülkenin yetiştirdiği çok önemli bir sosyalist   aydınımız olduğuna inanıyorum Kemal Okuyan'ın. Yalçın Küçük, Metin Çulhaoğlu, ve Aydemir Güler'le birlikte. Aydın olmak, konulara hakim olmak elbette önemlidir ancak o konuları sadeleştirerek anlatabilme becerisi göstermesi de takdir edilecek bir başka özelliğidir. Ayrıca sadece teoriyle uğraşmayıp doğrudan doğruya siyasetin merkezinde bulunması ve bir eylem adamı olma niteliği önemsediğim özelliklerindendir. ( Sanalın bütün sözde sol-sosyalist forumlarında Kürt hareketinin el üstünde tutulduğu ve solculuğun biat etmekten, kuyrukçuluk yapmaktan geçtiği algısının egemen olduğu dönemde SF'de Borga'nın başını çektiği üfürükçülerin dilinde ''köfteci Kemal'' olarak küçümsenmesi gerçekten üzüntü vericiydi. Forumun hemen hemen yarısı bu söylemi diline dolamış, diğer yarısı da bu söyleme sessiz kalarak onay verme modunu sürdürmüştü. Yalan olduğu ve bir iftiradan başka bir şey olmadığı sonradan ortaya çıkmıştı ama, kendini solcu sayan birinin veya birilerinin böyle bir yalanın etrafında kümelenmesinin nasıl mümkün olduğu sorusu üzücü oduğu kadar, gerçekten de düşündürücüydü. Sevindirici yanı o günlerin artık geride kalmış olmasıdır. Üç beş aykırı ve cılız sesin de ciddiye alınır bir yanı yok.)

Kemal Okuyan bugünkü yazısında bu AKP'nin geriletilip geriletilmediği konusunda farklı bir yorumda bulunuyor; farklı ve katılmadığım bir yorum:

''Deniyor ki Ankara ve İstanbul kazanıldı. “Umut kazandı” diyenler var sol adına. O halde altını çize çize söyleyelim. İstanbul ve Ankara’da ne halk kazandı, ne umut. Dahası İstanbul ve Ankara’da CHP’nin kazandığı bile kuşkulu. Bu iki önemli ili AKP kaybetti belki ama kazanan AKP felsefesidir, somut olarak da Türkiye’de AKP’nin temel özelliklerine evet deyip, onun siyaset üslubuna itiraz edenlerdir. İstanbul ve Ankara’nın başına medya ve liberal sol tarafından makyajlanmış iki sağcı; AKP’nin milliyetçilikle İslamcılık arasında kurmaya çalıştığı dengeyi Erdoğan’dan daha büyük hünerle kuran iki AKCHP’li geçmiştir.''

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/kimse-kendini-kandirmasin-260071

Kemal Okuyan'ın bu görüşlerine katılmıyorum; katılmadığımı da baştan beri aktarmaya çalışıyorum. AKP gericiliğinin toplumsal ve siyasal alanda büyük bir etkisinin olduğu, ve bu etkinin CHP başta olmak üzere diğer (düzen) muhalefeti partilerini etkidiği doğrudur. Ancak bu etkinin CHP ve diğer muhalefet partilerinin AKP'lileştiği anlamına gelmez ve bu şekilde yorumlanamaz. AKP'yi de sadece siyasal ve toplumsal alanı bir ölçüde muhafazakarlaştıran bir yapı olarak görme ve gösterme çabasının sakıncalı bir yorum olduğunu, bu yorumun belki bundan sonra söyleyeceklerimizin bir altyapısını kurmak için ileri sürüldüğünü ve böyle bir altyapıda CHP ve diğer düzen partilerine de ''AKP'lileştiler'' demenin kolaylaştığı ama AKP gibi bir karşı devrimci partiyi de sıradanlaştırdığını görmemiz gerekir. AKP sıradan bir burjuva partisi olamayacak kadar cumhuriyet ve laiklik karşıtı bir partidir. AKP'nin 2023 hedefleri vardır, ve bu konuda farklı bir portföyü bulunmaktadır.; böyle bir partiyi, CHP ile aynılaştırmanın mantıklı, tutarlı ve doğru bir düşünce olduğunu ileri sürmek ve böyle bir iddiayı -nedense- ısıtıp ısıtıp ileri sürmek AKP'yi bilerek veya bilmeden sıradanlaştırmak ve -ne yazık ki- AKP'nin değirmenine su taşımaktır.

AKP 31 Mart seçim sonuçlarıyla geriletilmiştir. Özellikle Ankara ve en çok da İstanbul seçim sonuçlarıyla AKP'nin 2023 hedefinin önünü kesici bir özelliği vardır. Çok önemlidir. AKP'nin 2023 hedefi için ( cumhuriyet parantezinin kapatılması) İstanbul'un başlı başına bir önemi vardır. İstanbul bir rant alanıdır AKP için, bu uzun ve ''kutlu'' yürüyüşün sermayesinin büyük ölçüde karşılandığı bir merkezdir. Basına yansıdığı kadarıyla belediyenin bir yıllık   gelirinin yaklaşık 24'te biri başında Erdoğan'ın çocuklarının bulunduğu iki vakıf da olmak üzere bir çok vakıf ve tarikatlara gitmektedir. Bu örmek bile, böyle bir alanın   AKP'nin elinden alınmasının ne kadar önemli olduğunun bir göstergesidir. Zaten AKP'nin İstanbul'u bir türlü vermek istememesinin altında bu ve benzer örnekler yatmaktadır.

Sadece İstanbul değil; İstanbul gibi hemen hemen kaybedilen bütün büyükşehirler için aynı yaklaşım ileri sürülebilir. Türkiye üretimden uzaklaşmış, uzaklaştırılmış ve AKP için AKP'nin yarattığı sermaye sınıfı için bir rantiye alanına dönüştürülmüştür. Bu rantiye de daha çok bugün CHP'nin eline geçen merkezlerde/bölgelerde toplanmıştır. İstanbul'dan başlayarak Antalya, Adana ve Hatay'a kadar uzanan   bütün Ege ve Akdeniz kıyı şeridinin AKP'nin çekim alanından çıkarılması bu yüzden önemlidir, bu yüzden önemsenmelidir ve bu durum da sadece bu yüzden bile AKP'nin geriletilmesi hedefinin büyük oranda başarıldığı anlamına gelecektir; AKP'ye verdiği psikolojik yenilgi duygusu da cabası...

AKP geriletilmiştir; AKP yenilgiye uğratılmıştır.   AKP'nin 2023 yürüyüşü, gezi direnişini saymazsak, hiçbir engelle karşılaşmadan ''cumhuriyet parantezi''ni kapatma hedefi 31 Mart seçim sonuçlarıyla sekteye uğratılmıştır. 31 Martiİkinci gezi direnişidir bu yüzden. Bu sürecin önüne sadece CHP'nin sosyal demokratlığı ile dikilmek ve başarılı olmak mümkün değildi. Böyle olduğu için, tıpkı gezide olduğu gibi sosyalistinden marksistine, muhafazakarından sosyal demokratına kadar pek çok farklı siyasal çevrenin ortak çabasıyla böyle bir sonuç alınagelmiştir. Küçümsenmemeli ve önemsizleştirilmemelidir. ''Mart'tan sonra bahar''ın anlamı da budur, böyle okunmalıdır.


( Devam ederiz)

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
09.04.2019- 10:36

M.Çulhaoğlu'nun bugünkü yazısının başlığı ''Rejim İstanbul'u verir mi?'' Analiz yapmış ve analizin sonunda AKP'nin İstanbul'u vermeme konusunda ayak diremesinin egemen sınıf ile yönetici sınıf arasındaki açıyı daha da açacağını ve bu durumun da yönetici sınıf ve egemen sınıf ilişkileri açısından ''sonun başlangıcı'' olacağı saptamasında bulunuyor. Sadece bu değil, sosyalist aydınımızın bu değerlendirmesi aynı zamanda birtakım saptamalar da içeriyor. Önemli ve en azından ideoloji siyaset konularına bakarken yüzeysellikten bir türlü kurtulamayanların da üzerinde düşünmesi gereken saptamalar içeriyor. Hepsini birden yorumlarız sanırım, zaman elverdiğince. Önce yazının tamamı:

Rejim İstanbul’u verir mi? / Metin Çulhaoğlu

Türkiye gerçekten “nefesini tuttu”, oraya “kilitlendi”:   İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı işi ne olacak, nasıl sonuçlanacak?

Üzerinde durulan iki temel olasılık var. İlki,   rejimin bir süre ayak diredikten sonra “tamam” deyip İmamoğlu’nun kazandığını kabul etmesi, YSK’nın da mazbatayı verip bu işe noktayı koyması. Diğeri ise seçimlerin yenilenmesi (2 Haziran?).

Ancak, bu iki olasılığın her birinin kendi alt olasılıkları da var. Örneğin, İmamoğlu görevine başladıktan sonra devreye gireceği belli olan “oynatmama” müdahalelerinin nereye kadar gidebileceği gibi… İstanbul seçimlerinin yenilenmesi kararında ise, bu karara çeşitli yollara başvurarak direnmekten “İmamoğlu bu kez daha büyük farkla alır” güvenine kadar uzanan çeşitli olasılıklardan söz etmek mümkün.
 
Bu arada, işin dönüp dolaşıp yeni “hodri meydan” naralarına ve davetlerine (genel seçimlere gidilsin) yol açması bile büsbütün olasılık dışı sayılamaz…

“Peki, sen ne diyorsun?” diye sorulacak olursa, ne yazık ki bu soruya verilecek kesin bir yanıtımız yok. Kimsenin olduğunu da sanmıyoruz. Gene de kendi görüşümüz daha ağırlıklı olarak İmamoğlu’na mazbatasının verileceği yönündedir.

Okur kusura bakmasın, ama böyle bir konu bile yola çıkılacak bir “teorik arka plan” ya da “teorik tartışma” gerektiriyor.

***

Burjuvazi tarih sahnesine çıkıp toplumlarda egemenliğini kurduğu dönemlerden bu yana hâkim sınıf ile yönetici sınıf arasında belirli bir ayrım olagelmiştir.   Bu ayrıma değinen bir yazar, tarihsel perspektiften bakarak burjuvaziyi soylulukla birlikte hâkim sınıf olarak tanımlar. Yönetici sınıf ise siyasi iktidarı kullanan sınıftır ve bu sınıfın sermayedarlardan oluşması gibi bir zorunluluk da yoktur (Jacques Pauwels, Büyük Sınıf Savaşı 1914-1918, Çeviren: Çağdaş Sümer,   Yordam Kitap 2019, s.35).

Buradan devam edelim.

Hâkim sınıf, çeşitli sektörleriyle birlikte burjuvaziden oluşur. Yönetici sınıf ise siyasal iktidarın sahibi oluşumlarla birlikte iktidara muhalif, ama düzen içi siyasal yapılanmalarla, devlet ve onun asli kurumlarıyla tanımlanabilir.

Burada bir parantez açıp hemen güncele dönelim: İmamoğlu’na mazbatasının verilmesi, hâkim sınıf ile yönetici sınıf arasında her zaman var olan açının 2019 yılının Nisan ayında bir ölçüde daralmış olmasını gerektirir… Şöyle de ifade edebiliriz: Eğer Türkiye’de burjuvazi olarak tanımlanan bir hâkim sınıf varsa, bu sınıf, seçilmiş bir belediye başkanının ayağının bir şekilde kaydırılmasını kendisi ile yönetici sınıf arasındaki açıyı fazlaca ve tehlikeli biçimde açan bir tasarruf olarak değerlendirecek, bunu istemeyecektir.

Üstüne üstlük bir de ekonomik kriz gündemdeyse, sermaye sınıfı bu krizin (kendi adına) asgari zararla atlatılması için yönetici sınıfla olan mesafeyi daraltmak isteyecektir. “Milli birlik ve beraberlik” temasına yüklenecek, İmamoğlu’na mazbatasının verilmesini de bunun önünü açan bir “olgunluk” olarak görecek ve gösterecektir.

İmamoğlu’nun ayağının kaydırılmasının uluslararası sermaye çevrelerinde yaratacağı olumsuz etki de bir başka endişe kaynağı olarak kenara not edilebilir…

***

Kendi tahminimizden söz ettik ve gerekçelerini kısaca anlatmaya çalıştık.

Ancak, kesin konuşamadığımız da ortada.

Sermaye sınıfı (hâkim sınıf) siyaset alanının süreçlerini ve aktörlerini doğrudan bire bir kendisi belirlemez. Siyaset alanının ve yönetici sınıfın kendi “görece özerk” dinamikleri vardır.   Başka ülkeler ayrı, ama AKP Türkiye’sinde siyasal iktidarın/rejimin bu özerk alanı tepe tepe kullanmakta olduğu, hatta bu alanda yaptıklarıyla düzen muhalefetini de belirli ölçülerde kendine yaklaştırdığı ortadadır.
 
Hâkim sınıf açısından buraya kadar sorun yoktur.

Ancak, nüfusça en büyük 10 ilden 6’sında yönetimi yitirmiş bir rejimin bir de bu illerden en büyüğünde tüm sınırları kör gözüm parmağına zorlayan işlere kalkışması “Ben açıyı daha da açıyorum” şeklinde yorumlanacak ve pek hoş karşılanmayacaktır.

Yaparlar mı, her şeye rağmen gene de yapabilirler.

Ama bunun sonucunda hâkim sınıftan bir not alacaklardır ve “o sınıf açısından” sonun başlangıcı da bu notla birlikte gündeme gelecektir.

https://ilerihaber.org/yazar/rejim-istanbulu-verir-mi-96086.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
13.04.2019- 04:22

Rejimin İstanbul'u vermesinin hiç de kolay olmadığını 10 günlük süreçte gördük. Hala kıvranıyorlar. İtirazlardan, sayımlardan bir şey çıkmayacağı belli olduktan sonra AKP, AKP devletinin polisleriyle Büyükçekmece'yi ablukaya aldı. Hem Büyükçekmece ve hem de İstanbul'da seçimi tekrarlamaya çalışıyor. YSK'nın mazbatayı vermesini bekleyecek ve sonra yarattığı delillerle YSK üzerinde baskı kuracak! Sonucu hep birlikte göreceğiz.

AKP'nin devletten sökülmesi önemli. Egemen güç ile yönetici güç arasında açı kapandı mı, açıldı mı başka ( ama önemli)   bir konu. AKP ile burjuva demokrasisi, kazanılmış haklar ve laik, sosyal cumhuriyet arasında büyük bir açı olduğu, bu açının giderek daha da açıldığı, bu gidişle   cumhuriyeti bir parantez olarak görmeye başlayacağımız   gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalacağımız bir karanlığa doğru yuvarlanırken, özellikle İstanbul seçim sonuçlarının topluma bir umut aşıladığı gerçeğini görmezlikten gelmemeliyiz.   AKP oluşacak olan hem ulusal ve hem de uluslar arası tepkilerin yoğunluğuna rağmen İstanbul'dan vazgeçme noktasına gelir mi?

Zor ama, olasılık dışı değil.

Cevap: 3
13.04.2019- 15:14

Muhalefeti sürekli olarak CHP üzerinden tanımlamaya çalışıyorsunuz. Sanki Millet ittifakı salt bir sosyal demokrasi hareketi niteliği taşıyormuş gibi. Halbuki Millet ittifakının tek bileşeni CHP değildir. Ortada birde İyi Parti gerçeği ve Mansur gibi ülkücü adaylar var. Mesela medyadaki haberlere göre Mansur'un Ankara'da ilk icraatlarından birisi, Ankara'da bir parka Ozan Arif'in isminin verilmesi olmuş. Biliyorsun Ozan dedikleri bu kişi, Hrant Dink'in katillerine türkü yazıp, bu gençlere sahip çıkıyorum diyen birisi. En ufak bir dini nüansta gösterdiğiniz laiklik elden gidiyor refleksini, bu konuda da gösterebilecekmisiniz acaba merak ediyorum. Tabi Rakel Dink'e, kocanızı öldürenlere methiye dizen birisinin adı bir parka verilerek ölümsüzleştirildi ama olsun, AKP geriletildi ya, gerisi önemli değil, demekte size düşüyor bu arada. Hadi gidin söyleyin Hrant Dink'in eşine ve çocuklarına bunları...

Ayrıca 2014 seçimlerinde benzer savlarla çeşitli sol kesimler tarafından HDP desteklenirken, bazıları (muhtemelen sizde bunlardan biriydiniz) bunu kuyrukçuluk olarak mahkum ediyordu. Halbuki şimdi Millet ittifakının desteklenmesi konusunda kendinizi paralıyorsunuz. Yani İyi Parti sizin için HDP'den daha tercih edilebilir bir alternatifmidir? Eğer Sosyalist Sol olarak umudumuzu ülkücü İyi Parti'ye bağlayacak kadar düştüysek, herkesten çok acınacak durumdayız demektir. Evet, daha öncede belirttiğim gibi mevcut siyasal iktidarın yerel seçimlerde geriletilmesi bir kazanım olarak addedilebilir. Fakat bu durum, doğan boşluğu kimin doldurduğu sorusundan bağımsız değildir. Mesela gazetelerden okuduğuma göre Ak Partili bazı kişilerin belediyedeki görevine son veren Mansur Yavaş, onların yerine eski Giresun MHP milletvekilini göreve getiriyorsa, bu emek ve demokrasi mücadelesi adına bir kazanım değildir!

Dolayısıyla biz Sosyalist sol olarak bir alternatif yaratmaktan bu kadar uzakken, AKP'nin yerel seçimlerde güç kaybetmesi meselesi, bizim için toplumu ve emeği örgütleme mücadelemizden sonra gelebilir ancak.


melnur  |  Cvp:
Cevap: 4
14.04.2019- 00:37

Muhalefeti sürekli olarak CHP üzerinden tanımlamaya çalışıyorsunuz. Sanki Millet ittifakı salt bir sosyal demokrasi hareketi niteliği taşıyormuş gibi. Halbuki Millet ittifakının tek bileşeni CHP değildir. Ortada birde İyi Parti gerçeği ve Mansur gibi ülkücü adaylar var. Mesela medyadaki haberlere göre Mansur'un Ankara'da ilk icraatlarından birisi, Ankara'da bir parka Ozan Arif'in isminin verilmesi olmuş. Biliyorsun Ozan dedikleri bu kişi, Hrant Dink'in katillerine türkü yazıp, bu gençlere sahip çıkıyorum diyen birisi. En ufak bir dini nüansta gösterdiğiniz laiklik elden gidiyor refleksini, bu konuda da gösterebilecekmisiniz acaba merak ediyorum. Tabi Rakel Dink'e, kocanızı öldürenlere methiye dizen birisinin adı bir parka verilerek ölümsüzleştirildi ama olsun, AKP geriletildi ya, gerisi önemli değil, demekte size düşüyor bu arada. Hadi gidin söyleyin Hrant Dink'in eşine ve çocuklarına bunları...

Rakel akıllı kadındır, ''AKP gericiliğini yerelde iktidardan uzaklaştırmak için Ankara'da bir parka Ozan Arif verilecekse, kabul ederim'' diyecektir.

Ayrıca 2014 seçimlerinde benzer savlarla çeşitli sol kesimler tarafından HDP desteklenirken, bazıları (muhtemelen sizde bunlardan biriydiniz) bunu kuyrukçuluk olarak mahkum ediyordu. Halbuki şimdi Millet ittifakının desteklenmesi konusunda kendinizi paralıyorsunuz. Yani İyi Parti sizin için HDP'den daha tercih edilebilir bir alternatifmidir? Eğer Sosyalist Sol olarak umudumuzu ülkücü İyi Parti'ye bağlayacak kadar düştüysek, herkesten çok acınacak durumdayız demektir. Evet, daha öncede belirttiğim gibi mevcut siyasal iktidarın yerel seçimlerde geriletilmesi bir kazanım olarak addedilebilir. Fakat bu durum, doğan boşluğu kimin doldurduğu sorusundan bağımsız değildir. Mesela gazetelerden okuduğuma göre Ak Partili bazı kişilerin belediyedeki görevine son veren Mansur Yavaş, onların yerine eski Giresun MHP milletvekilini göreve getiriyorsa, bu emek ve demokrasi mücadelesi adına bir kazanım değildir!

Hemen her seçimde AKP'nin geriletilmesini gerekli görmüşümdür ve yorumlarım da bu yöndedir. Çok önemsiyorsanız, arayıp bulabilirsiniz. ''Demokrasi ve emek mücadelesi'' bakımından da, AKP gericiliğinin yerel iktidardan uzaklaştırılması adına da AKP karşıtlığında birleşebilen bir toplumsal muhalefete muhalefet etmek AKP'nin değirmenine su taşımak anlamına gelir. Bu cümleyi birkaç kez kurmuştum. Siz bana bir kere daha kurdurdunuz!

Dolayısıyla biz Sosyalist sol olarak bir alternatif yaratmaktan bu kadar uzakken, AKP'nin yerel seçimlerde güç kaybetmesi meselesi, bizim için toplumu ve emeği örgütleme mücadelemizden sonra gelebilir ancak.

Bu da bir fikir. Saygı duyarım. AKP'yi iktidardan edecek gücün ''sosyalist sol'' olduğunu söylemek sanırım oy toplamının 75 binden 22 milyona çıkmasını beklemek veya bu yetersiz bulduğunuz toplumsal muhalefetin AKP'yi iktidardan etmesinden önce bir sosyalist devrimi beklememiz gerekecek. Ama şöyle bir gerçek de yok mu? Sosyalistler akıllı insanlardır, ben hiç hoşlanmasam da yürürken sakız çiğneme becerisini aynı anda gösterebilirler; öyle değil mi? Yani, örgütleme mücadelesi ile AKP'yi 31 Mart seçimlerinde yerel iktidardan etme çabası aynı anda olamaz mıydı, sizce?

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]