Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Güncel Tartışma Konuları
15.05.2019- 01:57

AKP iktidarının sonu mu? - Merdan Yanardağ

Hiç kuşku yok ki, Erdoğan-AKP iktidarı 31 Mart seçimlerinde ağır bir yenilgiye uğradı. Kendisine yönelik toplumsal tepkinin büyüklüğünü ve oy kaybının derinliğini göremeyen AKP iktidarı, bu kez durumu telafi edecek bir tezgah kuramadı. Daha doğrusu, yaptığı hazırlık (sandık oyunu) yeterli olmadı. Bu yenilgi, zaten 2015’ten itibaren bir tür suni denge üzerinde duran iktidar bloğunda çözülme sürecini başlattı. MHP ile kurulan ittifakın da bu çözülme sürecini durdurmak bir yana, hızlandırdığı bile söylenebilir.

İşte, AKP-MHP blokunun Yüksek Seçim Kurulu (YSK) eliyle hukuku ve yasalarını çiğneyerek İstanbul seçimlerini iptal ettirmesi, bu çözülme sürecini durdurma ve belki de tersine çevirme çabasından başka şey değildir. Düşük yoğunluklu da olsa İslami bir rejim kurmaya çalışan, ancak bunu tam olarak başaramayan Erdoğan-AKP iktidarının başka bir seçeneği de yoktur. Durdukları ya da yenilgiyi kabul ettikleri anda düşeceklerini biliyorlar. Siyaset sosyolojisinin yasasıdır bu.

Gel gelelim, 23 Haziran’da yenilenecek İstanbul seçimini kazansa bile, bu durum AKP iktidarının içine girdiği çözülme sürecini durduracak gibi görünmüyor. Çünkü toplum, bu seçimin adil ve dürüst şekilde yapıldığına hiçbir zaman inanmayacak. Bu nedenle söz konusu “başarı” AKP için, Romalıların antik çağda Kartaca karşısında kazandığı Pirus zaferi gibi, yenilgiden daha beter bir “zafer” anlamına gelecek.

Kaldı ki, gerici faşist AKP-MHP bloku, 23 Haziran’da bir kez daha yenilgiye uğratılabilir. Kazanmak kolay değil ama gereği yapılırsa mümkündür. Bu yazıda hem söz konusu gereğin ne olduğunu hem de AKP iktidarının içine girdiği çözülme sürecini ve nedenlerini analiz etmeye çalışacağım.

AKP’NİN TARİHSEL ÖMRÜ

Tarihsel ömrünü dolduran Erdoğan-AKP iktidarı, her yolu ve yöntemi deneyerek siyasal ömrünü uzatmaya çalışıyor. Son 4 yıldır bunu başarmış da görünüyor. Ancak, Erdoğan yönetiminin toplumdan tazelenmiş bir ideolojik ve siyasal rıza üretme yeteneğini artık yitirdiğini saptamak gerekiyor. Fethullahçı Çete ve sağlı sollu liberallerle kurduğu ittifakın dağılması, işini daha da zorlaştırıyor.

Durum böyle olunca, AKP’nin elinde, daha önce de sıkça kullandığı hile, tehdit, baskı ve zor yöntemlerine başvurmaktan başka bir araç kalmıyor. Üstelik, kurulan yağma düzeni nedeniyle kamu kaynakları tükendiği için, eskisi gibi rant dağıtma olanağı da bulunmuyor.

Bütün enerjisini ve dikkatini rejimi değiştirmeye ayıran Erdoğan-AKP iktidarı, ülkeyi yıkıcı bir ekonomik krizin içine sürüklemiş durumda. Bu nedenle, AKP’nin 23 Haziran seçimlerini kazansa bile, yeniden ekonomik istikrarı sağlaması ve görece “refah” üretmesi çok zor görünüyor.

FRAKSİYON PARTİSİ

Dikkat çekilmesi gereken başka bir önemli gelişme de şudur; Erdoğan-AKP iktidarı, klasik burjuva iktidarlarının temel özelliği olan, egemen sınıf ve güçlerin ortak çıkarlarını temsil etme özelliğini de artık yitirmiş durumdadır. Daha doğrusu, kendi dar ideolojik hedeflerine kilitlenen AKP yönetimi, bu temsiliyete olanak sağlayan bütün ortak zeminleri imha etti. AKP, artık egemen sınıf ve güçler içinde sadece bir kliğin, dar bir fraksiyonun partisi ve iktidarıdır.

Emperyalizmin bir iç olgu olduğu gerçeğini aklımızda tutarak belirtirsek eğer; ABD ve Batı daha önce bölgedeki bütün kirli işlerini gördürdüğü AKP iktidarını gözden çıkarmış görünüyor. Kendi dar İslamcı programını hayata geçirmeye yönelen AKP liderliğini, öngörülemez, iki yüzlü ve güvenilmez buluyor. AKP, onlar için artık kullanışlı bir araç olmaktan çıkmış durumda.

Batıcı İstanbul burjuvazisinin de, başlangıçta emekçiler aleyhindeki bütün ayıplı işlerini yaptırdığı AKP iktidarını terk ettiği anlaşılıyor. Ancak, “işin bitti artık evine git, medresene dön” dedikleri İslamcı kadro, “hayır şimdi sıra bizde” diyor. Yakın geçmişte muhalefet çevrelerinin de etkili bir alternatif yaratamadığı anımsanırsa, günümüzdeki siyasal krizin kaynağının esas olarak bu gerilim alanında yattığı söylenebilir. TÜSİAD’ın İstanbul seçimlerinin iptal edilmesini açıkça eleştirmesi ve Ekrem İmamoğlu’na -dolaylı da olsa- destek vermesinin nedeni budur.

Sonuç olarak; AKP iktidarı artık ülkeyi eskisi gibi yöneteme yeteneğini yitiriyor. Erdoğan, bu nedenle sürekli olarak kutuplaştırıcı ve kendi cephesini konsolide edecek bir gerilim siyaseti izliyor. Ancak, bu siyaset tarzı eskisi gibi başarılı olamıyor. Çözülme sürecini durduramıyor. Erdoğan’ın Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray gibi köklü kulüpleri ve taraftarlarını suçlamasının da, daha önce politik tartışmalara pek girmeyen sanatçıların neredeyse bir dalga halinde AKP iktidarını eleştirmeye yönelmesinin de anlamı budur.

İSLAMCI-MUHAFAZAKAR OLİGARŞİ

Türkiye, İslamcı entelijensiya ve muhafazakar-dinci yeni zenginlerden oluşan oligarşik bir grubun eline geçti. AKP iktidarı da, bu İslamcı-muhafazakar oligarşinin, siyasal gücü elinde tutan dar bir azınlığın temsilcisidir. Çünkü, geleneksel iktidar blokunu (emperyalizm, cumhuriyetçi/batıcı sermaye, yüksek bürokrasi, askerler, büyük toprak sahipleri vb.) dağıtan AKP iktidarı, yeni bir iktidar bileşimi oluşturamadı.
Boşluk devam ediyor.

AKP, İslamcı-muhafazakâr sermaye çevrelerinin tümünü temsil etme yeteneğini bile yitirdi. (Fethullahçı sermayenin tasfiyesi.) Toplumsal desteği hangi düzeyde olursa olsun -ki en önemli gücü budur- Erdoğan artık yalnızdır. AKP, tıpkı amblemindeki ampul gibi tavanda asılı ve altı boş durumdadır.

İKİNCİ KEZ YENMEK MÜMKÜN MÜ?

İstanbul seçimleri, daha şimdiden Erdoğan-AKP iktidarı için bir referanduma dönüştü. Muhalefetin adayı Ekrem İmamoğlu çevresinde oluşan ve isabetli şekilde “İstanbul ittifakı” adı verilen demokrasi cephesinin, gerici faşist AKP-MHP blokunu ikinci kez yenilgiye uğratması mümkün.

Bugün demokratik ve tarihsel sorumluluk, gerici-faşist hareketin ülkeye el koyma hamlesini durdurmaktır. Entelektüel, ideolojik ve ahlaki insiyatifi yeniden ele geçirmektir. Bunun başarılabileceği 31 Mart 2019 seçimlerinde gördük.

Öte yandan, yaratılan mağduriyet nedeniyle Ekrem İmamoğlu’na yönelik toplumsal sempati ve ilginin arttığı görüşünden hareketle –ki bu bir gerçektir- onun mutlaka kazanacağın düşünmek, hele hele en az yüzde 55-60 oranında oy alacağını sanmak büyük yanılgı olacaktır. Kazanmak garanti değildir.

Bu nedenle, yapılması gereken şey, 31 Mart seçimlerine göre daha çok çalışmak ve cumhuriyetçi demokratik cepheyi genişletmektir. Yeni bir hesaplaşmaya hazırlamaktır. Sandıklara, oylara ve halkın iradesine örgütlü şekilde sahip çıkmaktır. Ve nihayet, eğer sokakta bir şiddet dalgası yaratılmak istenirse, bu girişime karşı kararlı bir mücadeleyi göze almaktır.

Toplumun yüzde 50’sinden fazlasının bütün baskı, tehdit ve kuşatma girişimlerine karşın AKP iktidarına teslim olmadığını ve direnme yolunu seçtiğini unutmamak gerekiyor. Bir olgu niteliğindeki bu durumun ülkenin en büyük şansı ve en önemli muhalefet zemini / dinamiği olduğunu saptayabiliriz.

Ve son bir not; bütün demokratik ve yasal yollar tüketilmeden, toplumların devrimci bir seçenek ve yol için ikna edilmesi, imkansız değilse bile çok zordur.

https://www.abcgazetesi.com/akp-iktidarinin-sonu-mu-15281

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
17.05.2019- 06:52

Geldikleri gibi gidiyorlar - Ender Helvacıoğlu


AKP (süreci daha geniş alırsak Siyasal İslam) üç koşulu sağlayarak iktidara geldi: Birincisi, Türkiye burjuvazisini ikna etti. Sadece küresel burjuvazi ile bütünleşmiş olan büyük burjuvaziyi kastetmiyorum. Başaltı ve orta burjuvazinin de önemli bir kesimini ikna etti; hatta esas olarak bu kesime dayanarak iktidara yürüdü. Burjuvazi, Siyasal İslam’ın iktidarı altında kârını istikrarlı bir biçimde artırabileceğini ve büyüyeceğini gördü. Laiklik, yaşam tarzı gibi konular ise burjuvazimizi fazla ilgilendirmedi; AKP’nin devlet katlarıyla bütünleştiğinde bu tür aşırılıklarının da törpüleneceğini düşündüler.

İkincisi, Siyasal İslam, emekçiler üzerinde diğer siyasal odakların hiçbirinde bulunmayan bir ideolojik hegemonya potansiyeline sahipti. Burjuvazinin ikna olmasının en önemli nedeni de buydu zaten. Din ile uyuşturulmuş, patronuna biat etmiş, kaderine razı olmuş bir emekçi kitlesi burjuvazi için bulunmaz bir nimetti. Üstüne üstlük, yaşanan ekonomik krizler sonucu biriken emekçi tepkisinin akıtılabileceği, sistem açısından zararız bir havuzu temsil etmekteydi AKP.

Üçüncüsü, kangren olmuş Kürt sorununa çözüm getirebilecek bir odak olarak ortaya çıktı. Eski rejimin siyasal odakları çözüm yeteneklerini yitirmişlerdi, dahası sorunun kangrenleşmesinin nedeniydiler. İslam, Türklerin de Kürtlerin de kabul edebileceği bir çatı (yapıştırıcı) işlevi görebilirdi.

AKP bir Amerikan projesiydi. Ama bu proje yukarda özetlediğimiz geniş bir toplumsal tabana sahipti ve Türk devleti içindeki kliklerin önemli bir bölümünün de desteğini aldı. Erdoğan’ın önünü açan kritik adımlarda sahneye çıkan şahsiyetleri anımsayalım: Devlet Bahçeli ve Deniz Baykal.

Bu tabloya AKP’nin başarılı bir biçimde uyguladığı “mağduriyet” taktiğini de eklemek gerek. Erdoğan şahsında AKP, ceberut rejim tarafından ezilen kitlelerin (emekçiler, varoşlar, Kürtler…) babasıydı. Var olan rejim mağrurdu, AKP-Erdoğan ise mağdur. Türban meselesi de bu mağduriyet taktiğini ete kemiğe büründüren mızrak ucu oldu.

Elbette kolay olmadı; AKP’nin iktidara yürüyüş sürecinde devlet içinde ciddi çatışmalar yaşandı. İş sokağa da döküldü (Cumhuriyet mitingleri). Fakat kritik dönemeçlerde (kapatılma davası, Gül’ün cumhurbaşkanlığı, Cumhuriyet mitinglerinin bıçakla kesilmesi vb.) AKP’yi destekleyen güçler galip geldi.

***
Ve geldik bugüne… Yukarıda dikkat çektiğimiz kıstaslar açısından günümüze baktığımızda AKP’nin ivmesinin nasıl düşüşe geçtiğini de saptayabiliriz. Ve bunun “hatalar” sonucu değil “zorunluluklar” sonucu olduğunu da anlayabiliriz.

– AKP 17 yıl boyunca kendi burjuvazisini yaratma yoluna gitti. Sistem içinde kalıcı bir yer edinebilmek için buna mecburdu. Destekçi burjuvaziye güvenilemezdi, desteği çekebilirlerdi; bu nedenle kendi öz burjuvazisini yaratmak zorundaydı. Aslında kapitalist yolu benimseyen her yeni iktidar bunu yapmak zorundadır. Genç Cumhuriyet de yapmıştı. Fakat o dönemde -neredeyse- sıfırdan bir burjuvazi yaratıldı. Bugün ise AKP kendi burjuvazisini yaratırken, bunu ister istemez kadim Türkiye burjuvazisinin aleyhine yapmak durumundaydı. Türkiye büyük ve zengin bir ülke, bir süre idare edilebilir. Yani belli bir süre hem kadim burjuvazinin gönlü hoş tutulur hem de yeni bir burjuvazi yaratılabilir. Fakat bu sürecin bir sonu var ve sonuna gelindi.

AKP’nin kısa sürede yarattığı vurguncu-soyguncu ve asalak burjuvazinin çıkarının diğer burjuva kesimlerle çelişmesi kaçınılmazdı. Bu, AKP’nin bir çıkmazıdır: İktidara kadim burjuvazinin desteği ile geldi. İktidarını korumak için kendi öz burjuvazisini hızla yaratmak zorundaydı. Ama bu yaratım ister istemez kadim burjuvazinin tepkisini ve desteğini çekmesini getirdi. AKP kendi öz burjuvazisine mecburdur, ama bu mecburiyet onun burjuvazi içindeki tabanını daraltmaktadır. Şimdi bu süreci yaşıyoruz.

Bu çıkmazı en iyi İstanbul belediye seçimlerinde görebiliriz. Erdoğan, çoğu kişinin “hata” olarak nitelediği seçim iptali kararını almak zorunda kaldı. Çünkü yaratılan vurguncu-asalak burjuvazinin (Bizzat Yıldırım ve Albayrak aileleri) vazgeçilmez mekanizmalarından biri İBB’dir; İstanbul’u kaybetmeyi göze alamazlar. Ama bu hamle, Erdoğan’ın Türkiye iktidarını da riske sokmaktadır. Kırk katır mı kırk satır mı durumundadır Erdoğan.

– AKP, Kürt sorunu konusunda, 20 yıl önceki çürümüş cumhuriyet rejiminin pozisyonuna düştü. “Kürt masası” kurma, Kürt sorununu çözme potansiyelini yitirdi. Kürt hareketinin desteği ile iktidara geldin, ama gelinen noktada iktidarını korumak için Türk şovenizmine (MHP’ye) mecbursun, fakat bu durumda seni iktidara getiren Kürt hareketinden kopuyorsun. AKP’nin bir diğer çıkmazı da budur.

– AKP-Erdoğan artık mağdur da değil. Tam tersine, mağrur. Kasımpaşa’nın asi çocuğu, bugün sarayda oturuyor, lüks içinde yüzüyor, yüzlerce korumayla geziyor… Halkın gözünde “ceberut devlet”in günümüzdeki adresi AKP-Erdoğan iktidarıdır. Her türlü haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin, vurgunculuğun, yolsuzluğun, kapkaççılığın, halk düşmanlığının simgesi ve yaşanan ekonomik sıkıntıların sorumlusu Erdoğan ve yakın çevresidir. Dolayısıyla AKP iktidarının en büyük dayanağı olan emekçiler üzerindeki hegemonyası da hızla erozyona uğramaktadır. Ve bu iktidar -tıpkı bir zamanlar Erdoğan’ın yaptığı gibi- yeni “halk çocukları” tarafından tehdit edilmektedir. Bu dönüşümün de en net gözüktüğü alanlardan biri İstanbul belediye seçimleridir.

***
Kısacası, AKP’nin iktidarını korumak için yaptığı zorunlu hamleler, iktidarı yitirmesini hızlandırmaktadır. Tıpkı eski yozlaşmış cumhuriyet rejiminin düştüğü çıkmazdır bu. Gerileyen, ivmesi baş aşağı giden güçlerin kaderidir bu kısırdöngü. Öyle gözüküyor ki, AKP nasıl geldiyse öyle gitmektedir.

Ne kadar direnilirse direnilsin (her yola başvurarak direnecekleri anlaşılıyor), karşı konulamaz bir süreçtir bu. Hani “Türkiye’nin mecburiyetleri” diye bir deyim vardı ya, işte o “mecburiyetlerin” kaçınılmaz sonucudur. Günün meselesi, AKP’nin gidişinin nasıl emekçi halk lehine yönlendirilebileceği sorusudur. Bu “mecburiyetlere” dayanan emperyalist projelerin ısıtılmaya başlandığını da bilelim. Oldukça sıcak bir yaz ve sıcak birkaç yıl bizi bekliyor.

https://www.abcgazetesi.com/geldikleri-gibi-gidiyorlar-15823

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
12.01.2021- 10:14

Sandıkla barikat arasında AKP’nin uzatılmış yenilgisi - Ebru Pektaş

Daha önceki bir yazımızda bahsetmiştik.

Dünyamızda son on-on iki yılda, özellikle 2008’den sonra neredeyse kıta kıta dolaşan bir kitlesel hareketlilik yaşanmaktadır. Occupy Wall Street, Arap coğrafyasında “baharla” başlayan büyük hareketlenmeler, Türkiye’nin Gezi’si, Yunanistan ve İspanya’yı saran grevler, Fransa’da aylar süren Sarı Yelekliler, milyonların onlarca ABD kentinde sistemi kilitleyen ırkçılık karşıtı protestoları ve en son Arjantinde kazanımla sonuçlanan kürtaj hakkı kalkışmaları…

Kitle dinamiği anlamında bu yoğunluğun nedeni açıktır: Geçmişte öyle ya da böyle varlığını sürdüren, sendikada, partide, bağımsız örgütlenmelerde var olabilen, söz gelimi oy kullandığında anlamı olabilen “siyasal toplum” artık pek çok nedenle dımdızlak ortada kalmıştır. Dımdızlak ortada kalan, siyasetten men edilmiş, katılım mekanizmaları darmaduman edilmiş, siyasal mevcudiyeti anlamsızlaştırılmış, yalnızlaştırılmış, atomize edilmiş geniş halk yığınlarıdır. (1)

Dahası günümüzün kitlesel protestoları, sıklıklarına ve yaygınlıklarına bakılırsa pek çok örnekte formel siyasete katılım mekanizmalarından ya da “demokrasiden” daha geçerli hale gelmeye başlamıştır.

“Otoriter kapitalizm” denilen şeyin bir ucu elbette bu olacaktır. Ve nedenler ortadan kalkmadan bu sonuçların ortadan kalkmasını beklemek nafile olur. Demek ki bu kalkışmalar önümüzdeki dönemin en önemli konusu olmaya devam edecektir.

Bu manzaradan Türkiye’ye baktığımızda bir şeyi daha söylemek mümkündür: Elbette Türkiye de bu genel eğilimin benzer nedenlerle tam içindedir. Ama dahası Türkiye bu genel eğilimlerin öyle içindedir ki, rejimin ideolojik özgüllükleri bile dönüp dolaşıp buraya gelmektedir.

Özgüllük şuradadır. AKP, Demokrat Partiden bugüne uzanan Türkiye sağının ideolojik konturları düşünüldüğünde en çok “demokrasi” lafzını kullanan partilerden biridir. Bunun gerçek karşılığının ne olduğundan bağımsız olarak, AKP’nin bir dönem başta AB müktesebatının takibi ve Kürt sorunuyla ilgili hamleler vesilesiyle “yetmez ama evet” çizgisine çektiği insanlar düşünüldüğünde, onun “demokrasi” lafzı geleneksel sağın iddialarındakinden daha sahte değildir.

Daha kötüsü AKP yıllar yılı demokrasi ile seçim sandığını her vesileyle rejim muhaliflerinin başına kakmayı adet edinmiş bir partidir. Seçim başarılarını “demokrasi şampiyonluğu” olarak servis etmeyi de layıkıyla yerine getirmiştir.

Dolayısıyla özgüllük, yukarıda anlattığımızdan farklı olarak, rejimin “kitlelerin siyasetten men edilmesini” değil, siyasete katılmasını istemesindedir ya da bunu özel bir varlık durumuna dönüştürmesindedir.

Az değil, 20 yıla yaklaşan bir iktidarın hani neredeyse kişiliğinin bir parçasına dönüşmüştür bu “seçim ve demokrasi” konuları. Nitekim son olarak Gezi’nin salladığı bir iktidarken, birden yine demokrasi düşmanlarının, darbecilerin hedefinde olma mağdurluğuyla “demokrasiyi” gösteren de bizatihi AKP rejimi olmuştur.

Ne ki hikayenin sonu böyle bağlanacak gibi görünmemektedir.

“Demokrasi şampiyonu” AKP’yi, vaatlerini yerine getirmeyen bir taşra politikacısına dönüştüren yenilgiler silsilesi, yerel seçim hezimetleri ile başlamıştır.

Yenilgi sürmektedir. AKP artık uzatılmış bir yenilginin partisidir.

Boğaziçi’nde polis barikatını aşan kitlenin “demokrasi şampiyonu” AKP’ye seçim demesi, sandığın “hiç beklenmeyecek yerden” çıkması yenilginin bir parçasıdır.

Kayyum rektör protestolarında polis şiddetine karşı büyüyen katılımın, yine düşman çatlatan yaratıcı eylemlerin, il il yaygınlaşmanın anlattığı şey de aynıdır. Yenilgi sürmektedir.

Bu yenilginin bir yıkıma dönüşmesi ancak kuşatıcı bir paradigmanın, demokrasi gibi sahibi belli olduğu sanılan konuları ele geçirmesi ile mümkün olabilir. Bu sebeple adıyla bir demokrasi mücadelesi ancak sosyalistler tarafından karşılanabilir, karşılanmak zorundadır.

Boğaziçi örneğinde olduğu gibi barikattan, polis teröründen, işkenceden, şarkıdan türküden, danstan, yogadan, helvadan çıkan sandığın ve demokrasinin anlattığı budur.

Ayrıca karşı kutupta sağcı-faşist hareketler, bizon adamlar da elbette boy göstermektedir, bunu konumuzun dışında tutuyorum.

KAYNAK

1-https://ilerihaber.org/yazar/barikattaki-kizil-orospudan-demokrasiye-bagzi-anarsik-olaylar-113585.html

https://ilerihaber.org/yazar/sandikla-barikat-arasinda-akpnin-uzatilmis-yenilgisi-121729.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
18.04.2021- 08:28

Yön ve direniş! - Merdan Yanardağ

Türkiye, Yusuf Akçura’nın siyasal ve entelektüel tarihimizin en önemli eserlerinden biri olan, “Üç Tarz-ı Siyaset” kitabının yazılmasının üzerinden yüz yılı aşkın bir süre geçtikten sonra, yeniden tarihsel yönünün belirleneceği bir hesaplaşma kavşağına ve bir yol ayrımına doğru sürükleniyor. Bu ülkenin dramı yarım kalan, diğer bir ifade ile ihanete uğrayan bir demokratik burjuva devrimi ile modernleşme denemesinde yatıyor. Ülke, bu tarihsel deneyimin yüz yıl yenilgiye uğradığı bir ara rejim döneminden geçiyor.

Siyasal ömrünü dolduran ve fakat tarihsel ömrünü uzatmak için bütün kamusal olanakları kullanan Erdoğan-AKP iktidarı, islamcı bir rejimi bütünüyle kuramamanın krizini yaşıyor. Başka bir ifadeyle; hukuku, toplumsal düzeni, siyasal anlayışı ve ahlakıyla Ortaçağ değerler dünyasına yaslanan; dahası bu yolla kalkınabileceğini, ileri teknolojiyi (modernleşme değil) ve güçlü ülke konumunu yakalayabileceğini varsayan islamcı iddia çöküyor. Ortaya rüküş bir siyasal-toplumsal model, bir ara rejim çıkıyor.

Bu dönemde (özellikle 2016 sonrasında) artık güçlendiğini, devleti bütünüyle ele geçirdiğini, kendisine engel olabilecek bütün kurumları dağıttığını ve bu nedenle artık kendi islamcı ajandasının gereklerini yerine getireceğini sanan Erdoğan-AKP iktidarı, gerçek durumun hiç de öyle olmadığını görmenin şaşkınlığını yaşıyor. Bu nedenle; bir yandan ABD ve Batı ile ilişkileri yeniden düzeltmeye yönelirken, diğer yandan toplumu bir kez daha “darbe paranoyası” ile teslim almaya ve böylece solu da kapsayan cumhuriyetçi-aydınlanmacı muhalefet kesimlerini bütünüyle bastırmayı planlıyor.

(...)

Devleti ele geçiren Erdoğan-AKP iktidarı, kamu gücünü elinde bulundurduğu, hukuku askıya aldığı, baskı aygıtlarını sorumsuzca kullandığı ve bütün rant dağıtım araçlarını kontrol ettiği halde, toplumun çok önemli bir kesimi teslim olmuyor. Girdiği her seçimi şu ya da bu şekilde kazanmasına karşın, ülkenin yüzde 50’sinden fazlası, “hayır” demeyi sürdürüyor.

Dolayısıyla bu tablo ve toplumsal potansiyel umutlu olmak ve demokratik direniş yeterlidir.Çünkü, toplumun yarısından fazlası baskıya, hakarete, dışlanmaya, ahlaksızlığa, iki yüzlülüğe karşı mücadeleyi sürdürüyor. Daha önemlisi; başta kültürel ve ahlaki iktidar olmak üzere, ülkenin tam olarak hiçbir zaman AKP’nin hakimiyetine girmediği görülüyor. Bu durumun önemli bir direniş zemini olduğunu kavramak gerekiyor.

Sonuç olarak; Türkiye, totaliter bir rejim inşa etmeye yönelen siyasal islamcı iktidarın yarattığı kuşatıcı baskı ile, bu girişime karşı koyan toplumsal direniş odaklarının yarattığı gerilim ikliminde bulunuyor.Toplum, tarihsel yönünün yeniden belirleyeceği bir yol ayrımına doğru gidiyor.Bütün uzlaşma zeminlerinin imha edildiği bu süreçte, sert bir çatışma ve kırılmanın yaşanması ise kaçınılmaz görünüyor.

Önemli olan şudur; Türkiye gericiliği ne yapmak istediğini biliyor, hedefleri belli.. Çünkü, islamcılar, çok uzun süredir hazırladıkları programı yaşama geçirmeye çalışıyor. Buna karşılık, ülkenin ilerici, sol, cumhuriyetçi ve laiklikten yana kesimleri, büyük bir güç oluşturmalarına karşın, bu saldırıyı karşılayacak bir program ve liderlikten henüz yoksun görünüyor. CHP öncülüğünde oluşturulan ve kesinlikle dikkate alınması gereken “Millet İttifakı” nın varlığına ve kimi başarılarına karşın asıl sorun budur.

https://www.birgun.net/haber/yon-ve-direnis-341681

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]