Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Suriye operasyonunun Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iradesi sonucu gerçekleştiğini, bu saptama yerine ''kapitalizm'' ve ''burjuvazi'' özneli cümleleri öne çıkaran açıklamaların çok fazla zorlama olduğunu söylemiştik. ( https://www.solpaylasim.com/k7902-suriye-operasyonuna-dogru-akp-macera-ariyor.html ) Tekrar edecek olursak, her zaman söylenildiği gibi ''dış politikanın iç politikanın devamı olduğu'' gerçeği de Suriye operasyonunu gerçekten kavramanın yolunun iç politikayı analiz etmekten geçtiğini göstermektedir. Bu bağlamda burjuvazinin Suriye bataklığına girmek isteyeceğini iddia etmenin de mantıklı bir yanı olamaz. Böyle bir risk sadece artık böyle bir riski almaktan başka çaresi kalmamış siyasetler için geçerli olabilir. Bu yüzden Suriye operasyonun anlaşılmasının yolu Erdoğan AKP'sinin içerdeki durumu ile doğrudan ilgilidir.

Bir kaç gün oldu, olmadı; Cumhurbaşkanı Erdoğan bir yurt dışı gezisinden dönerken uçakta yandaş gazetecilere ''millet ittifakının zayıflaması ve parçalanmasının çok önemli'' olduğunu söylemesi aslında Suriye operasyonunun kodlarını vermektedir. Söylenildiği gibi gerçekten de suriye'deki ''terör koridoru'nu ortadan kaldırmak ve ''Kürt terör grupları''nı etkisizleştirmek için böyle bir harekat yapılıyor olsaydı, ilk yapılması gereken bölgedeki PKK-PYD'yi Birleşmiş Milletlere ''teör örgütü'' olarak bildiren merkezi yönetimle temasa geçmek ve operasyonu onlara bırakmak veya en azından operasyona dahil etmek olmaz mıydı? Normali de, risk taşımayanı da bu değil miydi? Bir tek askerin burnu kanamaz, IŞID gibi bir belanın sorumluluğu da üzerimizde kalmazdı. Ama böyle olmadı, olmuyor; çünkü gerçekten de Erdoğan'a iç siyasetteki sıkışmışlığı bir ölçüde de olsa üzerinden atacak bir ''zafer'' lazım. O da sadece Suriye'de var.

Bir başka önemli konu ise Erdoğan AKP'sinin bu hamlesi karşısında ne yapılması gerektiğidir. Evet, düzen içi ve düzen dışı muhalefet bu perspektif karşısında ne yapmalı(ydı) ve nasıl bir muhalif çizgide olmalı? Bundan sonra üzerinde düşünülmesi gereken soru bence bu.

CHP'den başlayalım; Kılıçdaroğlu'nun   oylama öncesindeki açıklamasında ''içimiz yana yana evet diyeceğiz'' mealindeki açıklamasını duyduğumda bulunduğum ortamda yüksek sesli bir tepki vermiştim. Daha birkaç gün önce gerçekten çok önemli bir ''Suriye konferansı'' düzenleyen partinin lideri oylama için böyle bir tavır mı sergilemeli ve böyle bir açıklama mı yapmalıydı? Sonra, Erdoğan AKP'sinin Suriye operasyonunun amacını düşündüğümde içerde ona bu konuda kullanışlı hiçbir koz verilmemesi gerektiğinin de yabana atılmaması gereken bir tavır olduğu kanısına vardım. Özellikle CHP için iç koşullar ve millet ittifakının yapısı oylamada ''hayır'' denmesinin önüne geçiyordu. Böyle bir tavır başta AKP ve MHP olmak üzere İYİP'in de tepkisine ve   CHP tabanının en azından bir bölümünden hoşnutsuzluk seslerinin ortaya çıkmasına yol açacaktı. Parlamentodaki ''hayır'' tavrı özellikle Suriye operasyonunun uzaması durumunda CHP'yi sadece HDP'ye yakınlaştıracak İYİP'in ise ittifak dışına çıkması anlamına gelecekti. Erdoğan'ın da istediği bu değil miydi? Üstelik CHP ve HDP'siz evet oyları da kararın meclisten geçmesi için yeterliyken böyle bir tavrın çok da mantıksız olmadığı ortaya çıkar. Hasip Kaplan'ın İmamoğlu'na tepkisi bence hiç de doğru bir tepki değil. Siyaset bu tür duygusal reflekslerle akılcı bir biçimde sürdürülemez.

HDP'nin ''savaşa karşıyız'' tavrı beklenen bir tavırdı, ama bu tavrın HDP'nin genel siyasi duruşunun toplumdaki algısı nedeniyle kendi çevresi dışında bir etki yarattığını hiç düşünmüyorum. HDP genel ve temel siyasi duruşunu gözden geçirmedikçe/değiştirmedikçe hep bir yalnızları oynamak durumunda kalacaktır ve Kürt toplumunun belli bir kesimi dışında çok fazla olumlu bir etki de yaratamayacaktır. HDP'nin ve Kürt hareketinin legal partisine şu ya da bu şekilde destek verenlerin gerçekten ve samimi olarak bir Türkiye partisi olmak gibi bir amaçları varsa bu konu en kısa zamanda gündeme taşınmalı ve sorgulanmalıdır. Bu yapılmadığında herhangi bir spesifik konuda HDP tarafından alınan veya alınmayan her karar/tavır Türkiye toplumunun bütünü tarafından çok önemli/değerli görülmeyecektir.

Düzen dışı solun sorunu başka. Kitlesellik konusunda yaşanan   sorun bu tür spesifik konularda nasıl bir tutum alırsa alsın kendisine bir geri dönüşe yol açmamakta. Sosyalist sol bu Suriye operasyonunda da beklendiği gibi genellikle doğru bir tavır almıştır. Ama belirleyici bir özne olamadıktan sonra ...-sosyalist solun gündeminden hiç düşmemesi gereken şey hiç olmazsa şu ''birlik'' konusunu Mevlana gibi ''ne olursan ol gel'' şeklinde değil de daha gerçekleşebilir bir formülasyonla savunabilmek olmalıdır. Tıpkı HDP gibi sosyalist solun da genel bir sorunu var ve bu sorun orta yerde durduğu sürece bu tür spesifik sorunlarda bir etkisi ve belirleyiciliği olmuyor.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
14.10.2019- 09:36

Suriye operasyonuyla birlikte muhalefetin durumu bir kez daha gözden geçirilecekse, görünürde PYD-PKK ve Amerika'ya karşı çıkılıyormuş gibi görünen bu operasyona Perincek'in MHP benzeri bir tepki vereceğini önceden kestirmek mümkündü. Aynı şekilde İYİP'in de operasyona destek vereceği ve milliyetçi bir zeminde hareket edeceği belliydi. HDP'nin de tavrı da kestirilebiliyordu. Suriye'deki Kürt gruplarına ilk başta alan kaybettireceği çok açık olan böyle bir operasyona HDP'nin bütün gücüyle karşı çıkması   beklenen bir tavırdı. Sosyalist solun bu harekat için alacağı siyasi tavırda da şaşırtıcı bir şey yok. Bana göre tek merak edilen konu, bir kaç gün önce Suriye konferansı düzenlemiş ve bu soruna önemli bir teşhis koymuş bir partinin oylamada ne yapacağı, nasıl bir konumlanış içine gireceğiydi.

Bence yapılması gereken şey, Suriye sorununda hemen hemen baştan beri AKP karşıtı bir pozisyon alan ve son olarak uluslarası saydıkları bir konferansta akılcı çözüm yolları öneren bir partinin oylamada da benzer tutumu sürdürmesi ve parmaklarını ''hayır'' anlamında kaldırmasıydı. Olması gereken bence buydu. CHP kendi solundaki partiler gibi bir tavır alabilirdi, almalıydı. Ne var ki, Suriye sorununda baştan beri genellikle doğru bir pozisyon alan partinin sürecin kızıştığı ve dış müdahaleye dönüştüğü koşullarda da böyle bir tavrı benimsemesinin yolu/yöntemi donanımlı ve güçlü bir liderlik ve yine donanımlı ve güçlü bir yönetimden geçmekteydi. CHP'de olmayan şey bu.

Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin başına geçmesiyle birlikte umutlar güçlü bir sol Kemalist ve sosyal demokrat bir partinin ortaya çıkmasıydı. Ne var ki, bu konu herşeyden önce bir birikim ve donanıl bir ekip/yönetim gerektiriyordu. İlk kongrede havaya kalkan Deniz Gezmiş posterleri ve Kılıçdaroğlu'nun başına geçirilem ''köylü kasketi'' bu iş için yeterli değildi ve sonuçta yeterli olmadı. CHP'nin girdiği her seçimde aldığı yenilgi AKP'yi devirebilmek için daha sağdaki siyasetçileri partiye doldurmak sonucuna yol açtı. Bu süreç belki on yıl sonra meyvalarını verdi. Parti kendisinden ödün vererek, bir ölçüde AKP'ye benzeyerek AKP'nin beceriksizlikleri ve yapmak istediklerinin toplum tarafından kusulmaya başlamasıyla ilk kez seçim kazanır hale geldi. AKP karşıtı sağla yapılan birliktelik son seçimde İstanbul ve Ankara dahil büyük şehirlerin önemli bir kısmının AKP'den koparılmasına yol açtı. Bir sonraki seçim olan Cumhurbaşkanlığı seçiminin kazanılması da yine aynı ittifakın sürdürülmesini gerekli kıldığı için Suriye operasyonuna CHP'nin ''hayır'' deme şansı kalmamıştı. Bu yüzden CHP'nin ve içinde bulunulan koşulların çözümlemesi oylamada partinin tavrının çok da yanlış olmadığını ve hatta bir zorunluluk olduğunu gösteriyor. AKP'yi iktidardan uzaklaştırmanın yolu CHP'nin bu liderlik ve yönetim kadrosuyla hem HDP ve hem de İYİP ile doğrudan ve dolaylı ittifakın sürdürülmesini gerekli kılıyorsa, parlamentodaki oylamada partinin başka türlü davranma şansı yoktu. Cumhurbaşkanı ve AKP genel başkanının beklediği tepkinin gösterilmemesi ve bu yolla AKP'ye kullanılabilir bir koz verilmediği için -bu koşullarda- ''başarılı'' olduğu bile söylenebilir.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]