Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Ustalardan ve yazarlardan
22.11.2019- 06:01

Cehaletin cesareti ve 'zuladaki palyaçolar'- Celil Denktaş

Kahramanlar terk ettiğinde, sahne palyaçolara kalır...

Heinrich Heine imzasıyla, Grenouer adlı müzik grubunun 2013 yılında çıkardığı, Blood on the Face albümünde yer alan, Alone in the Dark adlı parçanın, Max Poddubny tarafından çekilen video klibinin sonunda -şarkının sözleri ve klibin içeriğiyle pek bir ilişkisi olmasa da- yer alan bu deyiş, sınıflar çatışmasının kıyasıya yaşandığı her çağ ve yaşanmakta olduğu her toplum için geçerli sayılabilir. Deyiş gerçekten kendisine mi ait, çünkü internette taradığımız onlarca deyişi arasında buna rastlayamadık, bilemiyoruz ama Engels’in bir mektubunda Marx’a övgüyle tanıttığı o ünlü, Silezyalı Dokumacılar/Die Schlesischen Weber şiirinin büyük şairine çok da güzel yakışıyor.

Erdemin, bilginin geriye çekildiği zamanlarda cehaletin boşluğu doldurma hızı hep baş döndürücü olmuştur. Amerikaları yeniden, yeniden keşfetmeye gerek var mı? Bırakın sahneyi terk etmeyi, bir adım bile geri atıldığında pişmanlıkları aratacak kayıpların nasıl da topluma boca edildiğini bugün kırkını doldurmuş her insanım diyen insan yaşıyor. Kırk yıl, toplumların hayatında hiçbir şey. Kaldı ki, aynı yüzyıl içerisine iki büyük paylaşım savaşı ve dünyanın dört bir köşesinde yaşanmış katliamlar sığıverince...

CUMHURİYET VE 'ZULADAKİ PALYAÇOLAR'


Bu hep böyledir ve tarih boyunca idealize edilen erdemli bilgi toplumu, kahramanların kurup filozofların yönettiği cumhuriyetler, kulluktan vatandaşlığa bir türlü geçirilmeyen güruhlara eziyet ediyor diye karalanmaya başlandığında zuladaki palyaçolara gün doğar. Cehaletin, kendisine açılan makamları bir hak olarak görmeye başlamasıyla bilimi önemsiz ve gereksiz görmesi, mantığın yanına bile yaklaşmaması, hatta giderek kendine karşı ciddi bir tehdit olarak algılaması birbirinden ayrı değil. Ama asıl önemlisi, cehaleti o koltuğa oturtarak onu düzenli pohpohlayıp baş tacı yapan, ona ne olduğunu şaşırtan sınıfsal çıkarın kendi sonunu, tüm insanlığın sonuyla birlikte getirdiğini inkâr etmekte direnmesidir. Cumhuriyetin insanca yaşam hakkına getirdiği kazanımlar vs...; hep vesaire olur. Cehalet sermayenin kazanımlarına kılıf oldukça bunların önemi kalmamıştır ve insanca yaşam hakkına hiç erişememek “kader”dir artık...

Oligarkların derdinin bilgi ya da bilimsellik olmadığı apaçık. Zaten “eşyanın mantığı” da bunu gerektirir. Kârlılığın artışı, sermayenin tekelleşmesi, emeğin yağının çıkartılması yanında dünyanın yaşanmaz bir mekâna dönüşmesine doğru hızla yol alınıyor olması, ya da, insanlığın kendi kuyusunu ısrarla kazmaya devam ediyor olması göz ardı edilebilir detaylardan başka bir şey değildir. Mars’ta -ya da herhangi bir gezegende- yaşam formlarının, yerleşim olanaklarının aranıyor olması şaşırtıcı mı; yoksa bilim mi?

CEHALETİN ETEKLERİNE KAPANMAK

Mesele, “cahil cesareti”yle zaten açıklanamaz, bu -her ne denli elini, ayağını artık çekmiş olsa da kalıtımsal bir rahatsızlık veren- mantığa aykırıdır çünkü diğer tarafta açıkça, “bilginin korkaklığı” sırıtmaktadır. Ve de asıl can yakan, bilginin, cehaletin eteklerine kapanmış olmasıdır. Bilgi, sermayenin karşısında çekingenliğin ötesinde nedenini kendisinin bile açıklayamadığı bir paniğe kapılmıştır. Bilgi, burjuvazinin elinde düştüğünde işte böylesi perişanlaşıyor, gerçeklikten kopuyor.

Cehaletin, önüne kim kemik atarsa onun peşinden gitmesi sanrısıysa, burjuvazinin asıl kendi cehaletidir. Çünkü o da kendisine kemik atanın peşindedir ve bunun verdiği ezikliği başkalarının önüne kemik atarak telafi ettiğini sanır. Cehaletin eklemlenerek hâkim ideoloji haline gelmesi durumundaysa kömür, makarna, çamaşır makinesi, market kartı vesairenin işe yaramayacağı ortaya çıkar. Ancak çok geçtir artık. Herkes cahilse, herkes açgözlüdür, herkes sahtekârdır, herkes hırsızdır ve acımasızdır. Cehalet cehaleti besler. Ve tıpkı Konfüçyus’un uyardığı gibi, “Hiçbir şey eyleme geçen cahillik kadar korkutucu olamaz.” Çünkü, gözü doymaz. Akıl, bilim, eğitim, vicdan çarmıha gerilir. Mürşit, paradır.

Doyurduğu kitlelerin artık peşinden gelmiyor olması da nankörlük açıklamasına bile sığmayan bir tuhaf gerçekliktir cahil için. Cehaletin bu çapsızlıkları gülünç gelebilir, hatta geçici bir şakalar dünyasından şöyle bir geçiliyor intibaını da verebilir. Ama bu izlenime, “eninde sonunda bitecek” tavizini vermeniz size aylara, yıllara mal olabilir. Saldıran köpeğe, “hoşt” diyemiyorsanız, karşı koyamıyorsanız, ısırılmayı hatta paralanmayı da sineye çekmeye hazırsınız demektir.

Cehalet artık hoş, nostaljik, zararsız, acınası bir durum olmaktan çıkınca insanlık tehlikede demektir. Yalnızca bilgilisi, akıllısı, muhalifi değil cahilin kendisi de dahil “soy”, tehlike altına girmiş demektir. İnsanca yaşama hakkını bir yana bırakın, yalnızca “hayatta kalabilmek” bile ciddi bir sorunsala dönüşür. Evet, cehaletin dibi soyun sonudur. Çünkü cehaleti adam yerine koyup onunla tartışmaya, onu ikna etmeye çalıştığınızda farkında olmadan siz de batağın içine gömülür kalırsınız.

1923'ÜN İLK BÜYÜK UYARISI


Bu cumhuriyetin kurucusu ta başından uyarmıştı, “En büyük savaş cahilliğe karşı yapılan savaştır”, ve, “Cehalet yenilmesi gereken en büyük düşmandır!” diye. Ama kazananlar ve kaybedenler arasındaki mesafe açıldıkça, kaybedecek şeyleri çoğalanların siyasi gücü arttıkça cehaletin daha yararlı bir araç olduğu hükmüne varıldı, cahillerin dizginleri gevşetildi. Malikler, mülklerini kaptırmamak uğruna kaderlerinin cahillerce giderek daha fazla tayin edilmesine boyun eğdiler. Mülkün büyüğü de küçüğü de aynı tatmini verir. Mülkün büyümesi tatmini hiçbir zaman ikiye katlamaz. Çünkü mülk sahibi olmakla zaten çıta aşılmıştır.

Sosyalizme duyulan gereksinim artık bugün, tarihte hiçbir zaman olmadığı kadar ciddi bir sorunsal olarak insanlığın karşısında duruyor. Mesele artık komünist olup olmamakta değil, mesele bundan böyle insanca yaşamı kendimize layık görüp görmememizde. Cehaleti doğuran, besleyen, büyüten, sırtını sıvazlayıp pohpohlayan, onu tutup koltuğa oturtan sosyoekonomik sistemi ortadan kaldırmak gerekir.

Ve, cehaletle tartışılamayacağını artık anlamak gerekir. Cesaretini elinden almak, tek yoldur. Bunun da güzellikle olamayacağı aşikârdır.

https://haber.sol.org.tr/blog/serbest-kursu/celil-denktas/cehaletin-cesareti-ve-zuladaki-palyacolar-265127

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
22.11.2019- 06:06

Cehaletin cesareti (II)

Dipsiz Göllerin kendiliğinden dolmasını beklemek yerine insanca yaşamı yeniden kurmaya karar veren her insanın kendisinin birer Dipsiz Göl olup direnmesi gerekiyor. Yani onu, hayatı, bizleri ortadan kaldırmaya yemin etmiş her türlü örgütün, şarlatanlığın ve bilumum palyaçonun karşısına dikilerek...

Resim EklemeCelil Denktaş

İkinci kez: “Kahramanlar terk ettiğinde sahne palyaçolara kalır.”
Heinrich Heine

Bir de Goethe’den: “Dünyanın en tehlikeli hali, cehaletin örgütlü harekete geçme halidir.” Ve, Gümüşhane’deki Dipsiz Göl’ün geçenlerde başına gelenler adeta Goethe’nin doğrulanmasıdır. Bu, tam bir işbirliği ve soğukkanlı bir örgütlülük içerisinde gerçekleştirildi. Ve elbette akılla, mantıkla açıklanmaya kalkıldığında kapılınan sel sularının girdabından kurtulma çabasının üzerinde bir çaba bile bize umut vermiyor.

Palyaçolar cahil olamazlar, bu kesin. Ama palyaço olduklarından “mış gibi” davranmak onların temel becerisidir. Bir çıkar, bir yarar vardır ve bu, olmadıkları gibi davranmayı gerektirir. Palyaçoluğu iş edindiklerinden olmadıkları gibi davranmanın hakkını da verirler doğrusu.


Profesörlerin dediğini anlamaya bugünkü ilk eğitimin hâli bile engel değildir. Nedeni söz konusu eğitimin mucizesinde değil, profesörlerin çok basitçe kurmuş oldukları cümlede: “O göl en az 12 bin yıldır orada!” Göl, hiçbir kaynaktan beslenmeden ve suyunu geç buzul çağından bu yana hiç değişmeden koruyarak orada; yani oradaydı. Belki de 18 bin yıldır. Yani, cahiller palyaçoları devreye sokana kadar.

TEHLİKENİN ASIL ADRESİ

Goethe’nin işaret ettiği tehlike işte tam da buradadır. Cehalet, emrine gönüllü palyaçoları da alarak örgütlenmiştir. Cehalet, örgütü aşılmaz ve yıkılmaz bir duvar gibi arkasına almıştır. Günümüzde “zor”u temsil etmektedirler ve ikna edilmeleri olanaksızdır. Mevlana bu durumu şöyle açıklar: “Cahille sohbet etmek zordur bilene / Çünkü cahil ne gelirse söyler diline!” Bilim durmuştur. Bilgi sinmiştir. İntelijensiyaya gelince, çoktan darmadağındır.

Valilik’in basın açıklamasında: 1) Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü, 2) Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü, 3) Müze Müdürlüğü, 4) koskoca bir bakanlık, 5) koskoca bir bakanlık daha ve, 6) silahlı bir güvenlik teşkilatı, o da koskoca, ve bir de define avcıları var; hele o define avcıları... Bilindik slogandır: “Örgütlü gücün karşısında hiçbir kuvvet duramaz!”. Tam da öyle oldu. Böylesine güçlü bir örgütlenmenin karşısında 18 bin yıllık olsan ne yazar!

“Gerisi lafügüzaf”, diyor şair. Gölün dibinde ne var olabilirmiş, olabilir miymiş, doğa katledilmiş, ekosistem yok edilmiş, o göl altından değerliymiş, zekâ seviyesi falan. Kendimizi kandırmayalım. Oyalanmayalım. Onurlu olalım. Dik duralım. Evrile çevrile dövülüp durduğumuzu başkasından saklamayı becersek de kendimizden saklamayalım. Fiziksel ölüm, tıpkı Dipsiz Göl’ün ve onlarca çocuğun ve yüzlerce kadının ve binlerce emekçinin ve buzulların ve okyanusların ve sayısız canlı türünün ve hatta atmosferin başına geldiği gibi değil. Fiziksel ölüm, beynimizin frene basarak boynumuzu eğdirmesi, bizi sefilleştirmesi, bize cehaletin ayaklarını öptürmesi, palyaçoların şaklabanlıklarına yalnızca gülüp geçmek zorunda olduğumuzu buyurmasıdır.

DİPSİZ GÖLLER TUTUMU

İnsanca yaşamı yeniden kurabilmek için Dipsiz Göllerin kendiliğinden dolmasını beklemek yerine insanca yaşamı yeniden kurmaya karar veren her insanın kendisinin birer Dipsiz Göl olup direnmesi gerekiyor. Yani onu, hayatı, bizleri ortadan kaldırmaya yemin etmiş her türlü örgütün, şarlatanlığın ve bilumum palyaçonun karşısına dikilerek. Örgütlü kötücüllüğün karşısında onu bitirecek örgütlü güzelliği inşa ederek. “HAYIR!”, diye haykırarak. Hapisten, işsiz kalmaktan, fiziksel eziyete maruz kalmaktan, hatta bu örgütlü kötülüğün dizginlerini boşalttığı infaz çetelerinin hedefi olmaktan da korkmayarak!

Bir süre sonra kaybedecek bir şeyimizin kalmadığını dehşetle fark etmektense o dehşeti şimdi, hemen yüreğimizde hissederek onu karşıya, örgütlü kötülüğe yönelterek.

Hâlâ alnımız ak yüzümüz pakken, henüz pisliğe bulaşmamışken ve hayattayken, hâlâ elimizi uzattığımızda tutabilecek başka eller bulabiliyorken ve gönüllü örgütlenmenin önü hâlâ açıkken!

Artık karar vermeli!

Ve -anonim- nokta: “Bilime inanan alır mertebe, cahille oturan döner merkebe!”

https://haber.sol.org.tr/toplum/cehaletin-cesareti-ii-274787

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]