Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

19.12.2019- 06:08

Özgür Şen SOLhaber'de ''Sosyal demokrasiye akıl vermek'' başlıklı bir yazı yazmış. Yazıyı okuduğumda ilk aklıma gelen şey, TKP'nin özellikle son iki seçimde takındığı siyasi tutumun gerekçesini yazdığı şeklindeydi. Daha önce de yazmaya çalışıyordum; TKP'nin son dönemlerde daha da somutlaştırarak savunduğu bağımsız sosyalist çizginin doğru ve gerekli bir çizgi olduğunu, ne var ki, bu doğrultudaki haklı ısrarının somutlaşmış halinin doğru olmadığını ve partinin kitleselleşme yolundaki çabasına ve ülke siyasetine bir katkı yapmayacağını ifade ediyordum. Hala öyle düşünüyorum. Türkiye'nin siyasi önceliklerinin arasına ve hatta en önüne, hangi konu tartışılmaya açılırsa açılsın AKP'nin iktidardan alaşağı edilmesi koyulmadıkça ve bu konuda ortaya çıkan sağlı sollu muhalefete destek verilmediği sürece izlenebilecek siyasetin tam anlamıyla doğru bir siyaset olacağını sanmıyor ve böyle bir siyasi tutumun da topumda bir karşılık görmeyeceğini düşünüyorum. TKP, AKP iktidarı boyunca -gördüğüm kadarıyla- toplumda haklı bir sempati ve hatta kitle kazanmıştı; bunun nedeni izlediği doğru siyasetti, öngörülerinin doğruluğu ve haklı çıkışıydı. Aynı şeyleri son iki seçimle belirgin hale gelen yaklaşımı için söylemek pek de mümkün değil, gibime geliyor. Sanırım ilk seçim sonuçlarıyla bu siyasi yaklaşımı da test etmiş olacağız.

Özgür Şen sosyal demokrasi ve sosyalizm konusunu karşılaştırrken İngiltere seçimini ve İşçi Partisi lideri Corbyn'i kullanmış. Bence atladığı şey İngiltere ve Türkiye arasında beş benzemez olduğu gerçeğini hiç hesaba katmamış olması... TKP'nin de hatasının bu olduğunu ve alınan siyasi doğrultunun bu somut gerçeği içine almaması, es geçmesi olduğunu düşünüyorum. Yanlış da buradadır. Merkezi iktidarda 17-18, yerellerde 25 yıldır iktidarda bulunan ve artık muktedir hale gelen bir zihniyetin kapsam dışı tutulmasının anlaşılır bir yanı yoktur. Savunulacak bir yanı da bulunmamaktadır. Bu tutumun, TKP'nin son zamanlara kadar izlediği ve haklı bir sempati kazandığı siyasetle de uzaktan yakından bir ilgisi bulunmamaktadır. Ben bu tavrı, daha başlangıcında garipsemiş ve   ''TKP'nin kulvar değiştirmesi'' olarak nitelemiştim ve anlaşıldığı kadarıyla bu -bana göre yanlışlık- Özgür Şen'in bu yazısıyla da hala devam ediyor. Umarım haklı çıkarlar.

Türkiye'nin sosyalizme ihtiyacı var; bu gerçeğin altını sürekli çizmeye çalışıyoruz; ne var ki, bu haklı, bu tarihsel ve bu somut gerçek, AKP'nin bir an önce ülkenin başından kopartılması ve siyasal ve toplumsal alanda meydana getirdiği büyük yıkımın izlerinin bir an önce ortadan kaldırılmasına çalışılması gerçeğinin üzerini örtmesini gerektirmiyor. TKP'nin takındığı siyasi doğrultuda bu gerçek eksiktir. TKP nedense, aldığı siyasi doğrultuda AKP gerçeğine yer vermemektedir ve bu haliyle bir büyük yanlışın içine girmektedir. TKP öteden beri önemsediği ve sürekli vurguladığı   bağımsız siyasi çizgisini yine savunabilir, daha somut bir hale getirebilir ama bunu yaparken AKP ile mücadelesini de daha etkin bir hale getirebilmenin yolunu bulabilirdi. Ergenekon davalarıyla ne yapmak istediği açığa çıkan ve aradan geçen zamanda yapmak istediklerini büyük oranda gerçekleştiren ve muktedir hale gelebilen bir siyasi anlayışa karşı ortaya çıkan sağlı sollu toplumsal muhalefete de muhalif olmanın ötesine geçebilmeli ve iddia ediyorum, bu muhalefetin öncülüğünü yapabilecek bir konuma yükselebilirdi.

TKP bu konuda bir olanağı yitiriyor gibi geliyor bana...

( Devam ederiz.)



melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
19.12.2019- 06:12

Özgür Şen'in SOLportal'da, içinde doğrular   barındıran yazısı:

Sosyal demokrasiye akıl vermek

Birleşik Krallık'ta Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi'nin aldığı ağır yenilginin İngiltere haricinde en hararetli tartışıldığı ülkelerden birisi Türkiye... AKP cenahının bu sonucu sağın sola karşı her zaman galip geleceği gibi gerçekle hiçbir ilişkisi olmayan bir iddiayı desteklemek için kullanmasını ve meseleyi buradan köpürtmesini boşverin. Britanya'daki seçim sonucunun bu kadar ilgi görmesinin asıl sebebi bu değil. Asıl sorun, Türkiye'de en geniş anlamıyla solun, sosyal demokrasiyle hastalıklı ilişkisi.

Hastalıklı çünkü kendisini solcu olarak gören insanlar ısrarla sosyal demokrasiye akıl vermekten, sosyal demokrasinin nasıl bir siyaset izlemesi gerektiğini söylemekten vazgeçmiyor.

Neden? Solun kendi bağımsız gücüyle bir başarı şansı olduğunu düşünmüyorlar da ondan. Aynı nedenle, solun tüm siyasi stratejisi de sosyal demokrasiye göre şekillendiriliyor. Solun gelecekte bir şansı olacaksa dahi bu ihtimal de doğrudan sosyal demokrasinin öncül başarısına bağlanıyor.

Önce sosyal demokrasi kazanacak... İnsanlığın kurtuluşuna giden ilk ve kaçınılmaz adım bu. Sosyal demokrasinin parlamenter bir akım olduğu, dolayısıyla seçimle kazanıp seçimle kaybettiği düşünülürse, bu tartışmanın zorunlu bir biçimde seçimlere kilitleneceğini söylemek için de derin analizlere gerek yok.

Öylesine sorunlu bir yaklaşım ki bu, buradan sol adına sağlıklı bir sonuç çıkması mümkün değil. Corbyn özelinde yaşananlara bakın mesela... İşçi Partisi'nin sola göz kırptığı söylenen politikalarla kaybetmesinden hareketle solculuğun toplumda bir karşılığının olmadığı iddia edilebiliyor. Corbyn vesilesiyle, sosyalizme ve kamuculuğa saldırınca bir taşla iki kuş vuruluyor ve solculuğun itibarı azaltılırken Türkiye'deki sosyal demokrasinin açıktan gericilik ve piyasacılık yapması meşrulaştırılıyor.

Peki tersi daha mı iyi? Corbyn'in yeterince "solculuk" yapmadığı için kaybettiğini düşünenler, İşçi Partisi'ni bu noktada durmayıp daha "solcu" olmaya çağıranlar, açık ki yalnızca İşçi Partisi'nden değil Türkiye'deki sosyal demokrasiden de solculuk bekliyorlar.

Bu tartışmanın sorunu tartışmada adlı adınca solun olmaması. Sol yok ama ne var? Sosyal demokrasi var... Solculaşacak mı, sağcılaşacak mı, seçimi öyle mi kazanacak yoksa böyle mi kaybedecek tartışmaları arasında atlanmaması gereken şu: Sol adına ne yapılacaksa sosyal demokrasi yapacak.

Bu koşullarda solculuğun kazanması mümkün değil. Kendi adı ve bağımsız varlığıyla ideolojik ve siyasi tartışma yürütmeyen bir siyasi hareketin kitle önünde hiçbir şansı olamaz.

Corbyn'in yenilgisi Britanya'da sol değerlere gerçekten bir darbe vurdu. Hayır, Corbyn daha solcu olmadığı için değil... Tam tersine Corbyn'in karşısına solculukla çıkılmadığı, Corbyn'in solculuğu tek başına temsil etmesine izin verildiği için...

Britanya seçimlerinde sol için asıl sorun buydu. Bağımsız bir devrimci partinin çıkıp yalnızca muhafazakarlara değil, İşçi Partisi'ne de karşı tüm gücüyle bu işler öyle olmaz diye bağırması gerekiyordu. Mesela bu dünyada parasız bir sağlık sistemi vergilendirilmeyle başarılmaz ya da Avrupa Birlikçilik yaparak işçi sınıfının hakları savunulmaz denmediği için Britanya'da yıllardır iki partiyle işleyen kurulu düzenin bir kez daha işlemesi ve işçi sınıfının aleyhine bir tablonun oluşması kolaylaştı.

Bu düzenin işleyişine çomak sokmadıkça sol kazanamaz. Corbyn veya dünyanın herhangi bir yerinde sosyal demokrasinin kazanması, solun güçlenmesi anlamına gelmiyor. Hatta tarih bunun tam tersi örneklerle dolu.

Sosyal demokrasiye akıl vermekten vazgeçmeyenler sosyal demokrasinin tüm dünyada ne yaptığını çok iyi bildiğini de görmezden geliyorlar. Kılıçdaroğlu, Corbyn, Çipras ya da başkaları... Liderler gelip geçiyor ama uzun vadede tarihsel olarak sosyal demokrasi bu düzenin sürmesi için görevini eksiksiz yerine getiriyor.

Bizim işimiz sosyal demokrasiye yol göstermek veya krizini tartışmak değil sosyal demokrasinin bu düzen içindeki rolünü teşhir etmek, örneğin Türkiye'nin yaşadığı bu karanlıkta sosyal demokrasinin pay ve sorumluluğunu açıklık ve dürüstlükle söylemek.

Türkiye'de milyonlarca insan bu karanlıktan çıkış için sosyal demokrasiyi hâlâ tek umut olarak görüyor. Kendisini devrimci veya solcu olarak niteleyen insanlar sosyal demokrat partilerde siyaset yapıyor, bu partiler için koşturuyor ve emek harcıyor. Sosyal demokrasiye akıl veren, sosyal demokrasiyi içeriden tartışan, onu sola çağıran ya da ondan bir beklentiyle hareket eden herkes bu umudun canlı kalmasına yardımcı oluyor. Çünkü bu söylem, başka bir sosyal demokrasi, gerçek sosyal demokrasi, daha solda bir sosyal demokrasi, ya da adı ne olursa olsun bir tür sosyal demokrasinin ülkeyi düzlüğe çıkaracağı hayalini besliyor.

Açık konuşalım, bu umut basbayağı umutsuzluk anlamına geliyor ve bu tür bir umut canlı kaldığı sürece Türkiye'de devrimci bir siyasetin işi çok zor.

Sosyal demokrasiye akıl veren, nasıl bir yol izlemesi gerektiğini söyleyen sol, başkalarının da kendisine akıl vermesine, nasıl bir sol sorusuna yanıt aramasına hiç kızmasın. Kendisinden vazgeçen bir siyasete biçim vermeye çalışan çok olur.

Sosyal demokrasi ve sol iki ayrı siyasi akım. Toplumun büyük çoğunluğunun bu ikisini kafasında eşleştirmiş olması bu gerçeği değiştirmiyor. Toplumun böyle düşünüyor olması da zaten sorunun bir parçası ve buna karşı mücadele etmeden de bir adım boyu yol almak mümkün değil. Solu temsil eden komünizmin kendi bağımsız varlığıyla siyaset yapması, her fırsatta bu kimliğinin altını çizmesi bu yüzden önemli.

https://haber.sol.org.tr/yazarlar/ozgur-sen/sosyal-demokrasiye-akil-vermek-276542

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
18.07.2022- 09:08

Sosyal demokrasi - Örsan K. Öymen

İdeolojiler, belli bir ideolojiyi savunan kişilerin eylemleri üzerinden değil, kavramlar ve kuramlar üzerinden anlaşılmaya çalışılmalıdır.

Örneğin, kendilerini komünist olarak tanımlayanların yapıp ettikleri üzerinden komünizm üzerine, kendilerini sosyal demokrat olarak tanımlayanların yapıp ettikleri üzerinden sosyal demokrasi üzerine bir değerlendirme yapılamaz.

Vladimir Lenin, Leon Troçki, Fidel Castro, Mao Zedong, Ho Chi Minh, Josef Stalin, Kim İl-Sung gibi siyasetçiler ve liderler kendilerini komünist olarak tanımlamış olsalar da, sık sık Karl Marx’ın ve Friedrich Engels’in geliştirdiği komünizm kuramından uzaklaşmışlardır. Komünizmi, söz konusu siyasetçilerin ve liderlerin uygulamaları üzerinden tanımlamak, komünizmi anlamamak demektir.

Hatta Engels’in kendisi bile, babasının sahibi olduğu ve işçilerin sömürüldüğü fabrikalarda uzun yıllar yönetim kademesinde çalışmak zorunda kalarak kendi savunduğu kuramlarla çelişki içine düşmüştür.

Engels’in bu çelişkisi üzerinden, kendi geliştirdiği komünizm kuramı eleştirilemez. Kavramlara, kuramlara ve akıl yürütmelere karşı eleştiriler, yine kavramlar, kuramlar ve akıl yürütmeler üzerinden gerçekleştirilebilir.

Sosyal demokrasiye önemli kavramsal ve kuramsal katkılarda bulunan Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin önde gelen kuramcılarından Eduard Bernstein’ın ve Karl Kautsky’nin, bazı konularda aldıkları yanlış kararlar ve emperyalizm sorunu konusundaki hatalı analizleri üzerinden, sosyal demokrasi kuramı da toptan eleştirilemez.  

Bu aynı zamanda mantık biliminin de temel ilkelerinden birisidir. Geliştirilen bir akıl yürütmeye karşı akıl yürütmek ve çıkarım yapmak yerine, o akıl yürütmeyi geliştiren kişiyi karalamak, damgalamak ve bunun üzerinden o kişinin akıl yürütmesini çürütmeye çalışmak, ad hominem yanılsaması olarak bilinir.



***

İkinci Dünya Savaşı’ndan önce sosyal demokrasi, komünizm gibi sınıfsız toplumu hedefliyordu ve üretim araçlarının özel mülkiyetine karşı çıkıyordu. Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi, 1917 yılında Lenin’in öncülüğünde sosyalist-komünist devrimi gerçekleştirdi. Bu parti daha sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne dönüştü.

Lenin devrimi savunurken, Bernstein evrimi ve çok partili parlamenter sistem aracılığıyla sınıfsız topluma geçilmesini savunuyordu. Bernstein, devrimin sancılı bir süreç olmasından dolayı karşıdevrim sürecine yol açacağını, bunun da işçi sınıfının çıkarlarına aykırı olduğunu, sosyalizme adım adım ilerlemenin daha gerçekçi bir yol olduğunu düşünüyordu.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise sosyal demokrasi, sınıfsız toplum modeli yerine, sınıflar arası uçurumu asgari düzeye çekmek; üretim araçlarında özel mülkiyeti ortadan kaldırmak yerine, özel sektöre alternatif güçlü bir kamu sektörü oluşturmak, bu anlamda karma ekonomik modeli uygulamak; daha çok kazanandan daha fazla vergi almak, düşük gelirli kesimin vergi yükünü azaltmak; işçinin işveren karşısındaki haklarını koruyan sendikaları desteklemek ve güçlendirmek; herkese ücretsiz ve nitelikli eğitim ve sağlık hizmetleri vermek gibi yöntemleri benimsedi. Bu süreçte sosyal demokrasi, kapitalizm ile komünizmin bir sentezine dönüştü ve komünizmden daha da uzaklaştı.

İsveç Sosyal Demokrat Partisi’nin lideri Olof Palme ve Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin lideri Willy Brandt, bu ilkeleri Avrupa’da uygulamaya koyan önemli siyasetçiler arasında sayılabilirler.

***

1960’lı ve 1970’li yıllarda Avrupa’daki sosyal demokrat partilerin savunduğu bu ilkeler, CHP’nin kurucusu ve ilk genel başkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün savunduğu ilkelerle büyük benzerlikler taşıyordu. Atatürk’ün, 1920’li ve 1930’lu yıllarda halkçılık ve devletçilik ilkeleriyle ve karma ekonomik model uygulamasıyla, Batı Avrupa’da 1960’larda ve 1970’lerde gelişen sosyal demokrasiyi öncelediği söylenebilir.

CHP’nin “altı ok” olarak da bilinen ilkelerini, 1970’lerden itibaren demokratik solculuk ve sosyal demokrasi ile tamamlaması, yapay bir eklemleme değil, tarihsel süreçle gelişen organik bir bütünleşmedir.

Bunun aksini savunarak CHP’nin bölünmesine hizmet eden iki kesim ise “ikinci cumhuriyetçi” neoliberaller ve Batıfobik Avrasyacılardır!

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/orsan-k-oymen/sosyal-demokrasi-1956661

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
18.07.2022- 09:12

Sosyal demokrasi, kapitalizm ve emperyalizm - Örsan K. Öymen

Emperyalizm, kapitalizmin küreselleşmiş halidir. Kapitalizme karşı mücadele vermeden emperyalizme karşı mücadele verilemez. Antiemperyalist mücadele tek başına milliyetçilik ve jeostratejik hesaplar üzerinden yürütülemez.

Emperyalizm toprakların işgal edilmesine, antiemperyalizm de toprakların işgal edilmesine karşı çıkılmasına indirgenemez. Emperyalizm bir ülkeyi, kamu kurumlarını özelleştirerek, sendikaları edilginleştirerek, ekonomik ve sosyal adaleti ortadan kaldırarak, dinci ve ırkçı cehaleti iktidara getirerek, laikliği yok ederek, bilimi, felsefeyi, sanatı dincilikle asimile ederek de işgal eder.

Kapitalizmin antitezi komünizm olduğuna göre, emperyalizme karşı mutlak bir mücadele ancak komünizm ile olanaklıdır. Ancak bugüne kadar Karl Marx’ın geliştirdiği komünizm kuramını ve sınıfsız toplum modelini uygulayabilmiş tek bir devlet olmamıştır.

Marx’ın kuramından esinlenen bazı devletlerin, Marx’ın hedeflediği sınıfsız, sömürüsüz ve yabancılaşmamış toplum idealine ulaştıkları söylenemez. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Çin, Kuzey Kore, Vietnam, Küba ve Doğu Avrupa’daki Varşova Paktı ülkeleri bunlara dair örnekler arasında sayılabilir.

***

1950’li yıllardan itibaren sosyal demokrasi Marx’tan uzaklaşarak kapitalizm ile komünizmi sentezledi. Sosyal demokrasi sınıfsız toplum yerine, sınıflar arası uçurumu asgari düzeye çekmeyi; üretim araçlarında özel mülkiyeti ortadan kaldırmak yerine, özel sektöre alternatif güçlü bir kamu sektörü oluşturmayı ve karma ekonomik modeli uygulamayı; daha çok kazanandan daha fazla vergi almayı, düşük gelirli kesimin vergi yükünü azaltmayı; işçinin işveren karşısındaki haklarını koruyan sendikaları güçlendirmeyi; herkese ücretsiz ve nitelikli eğitim ve sağlık hizmetleri vermeyi hedefledi.

Bu model, 1920’lerde ve 1930’larda Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’de uyguladığı halkçılık ve devletçilik ilkeleriyle ve karma ekonomik model ile büyük benzerlikler taşıyordu.

Dünyadaki sosyal demokrat, demokratik sosyalist ve demokratik sol partileri bir araya getiren Sosyalist Enternasyonal, 1951 yılında Almanya’nın Frankfurt kentinde gerçekleştirdiği birinci kongresinde, örgütün kuruluş deklarasyonunun 7. maddesinde, “Demokratik sosyalizm emperyalizmin her türünü reddeder. Tüm insanların baskı altına alınmasına ve sömürülmesine karşı mücadele eder” ifadesine yer verdi.

Sosyalist Enternasyonal’in 1989 yılında İsveç’in Stockholm kentinde yapılan on sekizinci kongresinde kabul edilen “İlkeler Deklarasyonu”nun, 6-8, 34-35, 38-43, 79-80, 83-92. maddeleri, dünyada kuzey ve güney yarımküre arasındaki ekonomik ve sosyal uçurumlara dikkat çekti, yoksul ülkelerin ekonomik ve sosyal düzenlerinin geliştirilmesi için mücadele edilmesi gerektiğini vurguladı. Aynı deklarasyonun 59. ve 60. maddeleri, karma ekonomik modeli önerdi.

Kendilerini sosyal demokrat olarak tanımlayan bazı sahte sosyal demokratların, neoliberal ekonomi anlayışıyla, emperyalist dış politikayla, din, mezhep ve etnik kimlik odaklı stratejiyle, sosyal demokrasiye darbe vurmaya çalışmaları, sosyal demokrasinin temel ilkeleriyle ve kavramlarıyla ilgili gerçeği ortadan kaldırmaz.

***

Sosyal demokrasinin, komünist olmayan Atatürk üzerinden eleştirilmesi bir saçmalık ve çelişkidir. Sosyal demokrasinin komünizm üzerinden eleştirilmesi ise doğaldır.

Komünistlerin birçoğu, sosyal demokrasinin, komünist devrimi geciktirmek veya olanaksız kılmak için kapitalizm tarafından geliştirilmiş bir model olduğunu savunurlar. Bu eleştiri, emekçi sınıfın, çalışma ve yaşama koşullarının sınırlı ölçüde geliştirilmesiyle yetineceğini ve komünizmden vazgeçeceğini varsaymaktadır. Oysa bu varsayım mutlak bir doğru olarak ortaya konamaz.

Ayrıca bunun mutlak bir doğru olduğunun komünistler tarafından ortaya konması bir çelişkidir. Çünkü emekçi sınıfın yeterli bulduğu bir düzeni, emekçi sınıfın adına yıkmayı hedeflemenin bir anlamı kalmaz.

Sosyal demokrasi, kapitalizmi ve emperyalizmi belli bir ölçüde engelleyecek bir ara çözüm yoludur; sınıfsız, sömürüsüz, yabancılaşmamış bir topluma doğru bir aşamadır.

Sosyal demokrasi ideal bir model değildir, ancak bugüne kadar uygulanmış modellerin içindeki en iyi modeldir.

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/orsan-k-oymen/sosyal-demokrasi-kapitalizm-ve-emperyalizm-1959173

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]