Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

CUMHURİYETİ DEMOKRASİYLE TAÇLANDIRACAĞIZ, SOL BUDUR!

Resim Ekleme
Kemal Kılıçdaroğlu
CHP Genel Başkanı


Mustafa Kemal Atatürk, CHP’nin temellerine tereddütsüz demokrasiyi yerleştirdi; yaşamı boyunca da demokrasiyi Türkiye Cumhuriyeti’nin ulaşacağı nihai hedef olarak savundu. “Hâkimiyet bilakaydu şart milletindir” ilkesine duyduğu inançtan ömrü boyunca vazgeçmedi.

Üreten ve hakça bölüşen bir Türkiye’yi, özgürlükler konusunda ödünsüzlüğü, kuvvetler ayrılığını, denetimi, örgütlenme hakkının önündeki tüm engellerin kaldırılmasını, liyakati, şeffaflığı, laikliği, eğitimde bilimselliği ve demokratik değerleri savunuyoruz.

Monarşileri yıkan ve egemenliği, “devredilemez” şartıyla ulusa ait kılan 1789 Fransız Devrimi’yle ortaya çıkan kavramlar olarak kabul edilir “sol/ sağ.”

Bu politik / siyasi ayrışmaya dair popüler anlatının kökeninde ise Fransa Ulusal Meclisi’ndeki oturum düzeni vardır. Şöyle ki: Meclis’in yarım ay şeklindeki oturum düzenin solunda, yeni anayasal düzenin “eşitlik, özgürlük ve kardeşlik” değerleri doğrultusunda kurulmasını savunan “Burjuva Devrimcileri” oturur. Eski düzenin savunucuları ise meclisin sağındadır.

Ancak bir siyasi mit olarak, yüzyıllardır anlatılagelen bu oturum düzeninin taşıdığı anlamı da aşan bir gerçek vardır ki Fransız Devrimi’nin, “feodalizm” başta olmak üzere, devrim öncesine ait olanları hızla yok ettiği gerçeğidir; haliyle insanlık tarihinin en önemli sıçramalarından biridir. Bu sıçramanın dayanağını, ilk cümlede de vurguladığım üzere “egemenliğin devredilemeyeceği şartıyla ulusa ait kılınması” oluşturur.

Bu kısa girişin ardından söyleyebiliriz ki okuduğunuz yazının konusu “sol ve sağ”ın yani bu iki kavramın tarihsel anlamlarının, günümüz Türkiyesi’ndeki karşılıklarını tartışma çabası olarak görülebilir.

I ATATÜRK’ÜN HALKÇILIĞI DEMOKRASİNİN TEMELİ
Cumhuriyet Halk Partisi, sol bir parti olarak kurulmadı. Ancak partimizin kurucusu, ilk genel başkanımız Mustafa Kemal Atatürk, CHP’nin temellerine tereddütsüz demokrasiyi yerleştirdi; yaşamı boyunca da demokrasiyi Türkiye Cumhuriyeti’nin ulaşacağı nihai hedef olarak savundu. “Hâkimiyet bilakaydu şart milletindir” ilkesine duyduğu inançtan ömrü boyunca vazgeçmedi.

Bu tutarlılığının vücut bulduğu iki kavramdan biri “Halkçılık” diğeri “Cumhuriyetçilik” ilkeleridir. Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongresi kararları, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması, 20 Ocak 1921 ve 20 Nisan 1924 anayasaları “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi çerçevesinde oluşmuş tarihsel dönemeçlerdir. Andığım bu tarihsel dönemeçleri birlikte ele aldığımızda ulu önder Atatürk’ün “Halkçılık” düşüncesi, “Özgürlükçü bir siyasi parlamenter demokrasiye” er ya da geç ulaşma isteğinin / hedefinin kaynağıdır.

Bilindiği üzere 1920’lerin Avrupası, demokrasi alanında önemli gerilemelerin yaşandığı bir coğrafyaydı. Kıtanın neredeyse tüm ülkelerinde faşizmin yükselişe geçtiği bir dönemde, Atatürk’ün genç Türkiye Cumhuriyeti’ni çok partili siyasi hayata geçirme çabaları, milletin egemenlik hakkına duyduğu inançtan güç almaktaydı. Bu inanç, o yılların uluslararası siyasi ikliminde faşizme karşı tüm demokratların temsil ettiği değerlerle örtüşmekteydi. Dahası, halkın egemenliğini “ancak - fakat - ama - lakin”siz savunan kurucu bir lider olarak Avrupa siyasasına örnek teşkil ediyordu.

Partimizin II. Genel Başkanı, II. Cumhurbaşkanımız ve ulu önderimiz Mustafa Kemal’in yol arkadaşı İsmet İnönü de “Halkçılık ile Demokrasi” arasındaki anlamlı ilişkiye bağlı bir isim olarak eşsiz sorumluluklar üstlendi. Bilineceği üzere, çok partili siyasi hayata İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde geçildi ve CHP’nin 1950 seçimlerini Demokrat Parti’ye karşı kaybetmesini, bizzat İnönü’nün kendisi “Bu bir yenilgi değil, benim en büyük zaferimdir” sözleriyle değerlendirdi.

ORTANIN SOLUNDAKİLER HALKÇIDIR
Parlamenter demokrasiye geçilmesi ve seçim sonuçlarına duyulan saygı, İnönü’nün yıllar sonra CHP’yi nasıl bir siyasi çizgide kalıcılaştıracağının da işaretiydi.

CHP’yi, 1965 seçimlerine “Ortanın Solu” söylemiyle sokan İnönü, 13 Ağustos 1966 tarihli Kim Dergisi’ndeki demecinde şöyle der: “Halkçı isen ortanın solunda olursun.”

Partimizin III. Genel Başkanı Bülent Ecevit de ilk baskısı 14 Ekim 1966’da yayımlanan “Ortanın Solu” adlı eserinde “Ortanın solundakiler halkçıdırlar. Geniş halk topluluklarının yararını, dar zümrelerin çıkarlarına üstün tutarlar” diyerek CHP’nin o günü ile geçmişi arasındaki ilişkiyi kayda geçirir.

II BEŞ TEMEL SORUN
Peki, günümüz itibarıyla CHP’nin, Atatürk’ün “Halkçılık” ilkesiyle ilişkili sol parti kimliğinin anlamı nedir?

Yazının giriş bölümünde de aktardığım üzere, yaklaşık 230 yıl önce beşeri bilimlerin kavramları arasına girmiş olan “sol - sağ” büyük bir hızla tüm dünya siyasetini şekillendiren temel ayrım olarak kalıcılaşmıştır.

Haliyle, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de uzun yıllar siyaset “sol - sağ” ayrımı üzerinden kendini var etti. Bu ayrımda Cumhuriyet Halk Partisi, kendini “sol” bir parti olarak konumlandırdı: “Ortanın Solu, Sosyal Demokrat, Merkez Sol, Demokratik Sol” vb. tanımlar bu konumlanışın farklı adlandırmaları oldu.  

Türkiye’nin temel sorunlarına biz, bu konumlanış üzerinden bakıyor ve çözüm önerilerinde bulunuyoruz. Bu bağlamda, bugün Türkiye’nin temel problemlerini, “Demokrasi, eğitim, dış politika, ekonomi ve toplumsal barış” başlıkları altında sıralıyoruz. Şüphesiz “demokrasi” sorunu, diğer sorunları da kapsayan bir önem arz ediyor. Çünkü Türkiye’nin diğer dört temel problemini, demokrasi sorununu ortadan kaldırmaksızın çözebilmenizin bir yolu bulunmamaktadır.

Günümüz Türkiyesi’nde, demokrasi karşıtı popülist bir yönetim egemen. Kendini “halkın gerçek temsilcisi” olarak sunan, karşıtlarını “milli irade düşmanı” olarak gösteren, asgari bir demokratik tartışma ortamına dahi tahammül edemeyen, kutuplaştırıcı ve eski uzlaşmazlıkları besleyen bir dili tercih eden, temel hak ve özgürlüklerin kullanım hakkını kendisi için tehdit gören bir yönetim anlayışı...

Kendini denetletmemek için gerekli olan tüm hukuki değişimleri yapan, liyakati ve şeffaflığı ortadan kaldırmış, medyada teksesliliği savunan, tüm muhalif sesleri susturmayı hak gören, yargı bağımsızlığını yok etmiş, güçler ayrılığını ortadan kaldırmış, ülkenin tüm zenginliklerini / gelirini “Saray iktidarı” ve ona bağlı küçük bir zümreye peşkeş çeken “otoriter / tek adam” rejimi...

Hal böyleyken mevcut iktidarın yarattığı “demokrasi sorunu” çözülmeden, diğer dört temel sorunun çözülebileceğini düşünmek yanlış olur. CHP olarak bu gerçekten hareketle, Türkiye’nin temel problemine, solun sahip olduğu “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” değerleriyle çözüm üretiyoruz.

HEDEF GÜÇLÜ PARLAMENTER DEMOKRASİ
Biz, üreten ve hakça bölüşen bir Türkiye’yi, özgürlükler konusunda ödünsüzlüğü, kuvvetler ayrılığını, denetimi, örgütlenme hakkının önündeki tüm engellerin kaldırılmasını, liyakati, şeffaflığı, laikliği, eğitimde bilimselliği ve demokratik değerleri, komşularımızla barış içinde yaşamayı, kimsenin dini, inancı, etnik kimliği ve yaşam tarzı nedeniyle ötekileştirilmemesini savunuyoruz.

Bizim seçmenimiz olsun olmasın, geçmişte karşılıklı olarak haklı / haksız kavgalarımız bulunsun bulunmasın herkes için ve yaşamın her alanında adaleti hâkim kılmak istiyoruz. Bu doğrultuda, yargı bağımsızlığını ve 12 Eylül - 12 Mart yasal / düzenlemelerinden kurtarılmış (yani darbe hukukundan arınmış) güçlü bir parlamenter demokrasiyi hedefliyoruz.

Bunlar bizim sol kimliğimizin olmazsa olmaz hedefleridir. Bu hedefleri gerçekleştirmek doğrultusunda, cesaretle ve ödünsüz bir şekilde, popülist tek adam rejimine karşı, “Tek çare demokrasidir” diyoruz. Popülist tek adam rejiminin bizi çekmek istediği “kutuplaştırıcı” siyaset ve bu siyasetin diline karşı, demokrasi parantezinde gerçekleştirdiğimiz toplumsal uzlaşıyı, toplumsal birlikteliği büyütmeye çalışıyoruz. “Hakkı, hukuku ve adaleti” yücelterek ilerliyoruz.

SOSYAL DEMOKRAT POLİTİKALARIN ÖNEMİ
Neo - liberal politikalar, sadece refahın adaletli bir şekilde dağıtılmasını engelleyen bir tercih olarak nitelendirilemez. Neo - liberal politikaların aynı zamanda popülist iktidarların önünü açtığını da unutmamalıyız. Sosyal devletin çökertilmesi, sosyal güvenlik politikalarının “kâr / zarar” bakış açısına mahkûm edilmesi, gelir dağılımı eşitsizliği vb. faktörler, seçmen tercihlerini “toplumsal güveni sağlayacağı” yanılsamasıyla popülist liderlere yöneltti. Bu yanılsamadan kurtulmanın yolu da sosyal demokrat politikalardır, bunu da unutmuyoruz.

DEMOKRASİ ŞEMSİYESİ ALTINDA
Genel çerçevesini çizdiğim bu bakış açısı doğrultusunda genel başkanı olduğum CHP’nin başarısı, kendi ilkelerinden ve değerlerinden ödün vermeksizin, toplumun büyük bir kesimini demokrasi şemsiyesinin altında buluşturmasıdır. 31 Mart yerel seçimlerinde elde edilen sonuç, bize bunu göstermiştir.

31 Mart yerel seçimleri, sanılanın aksine iktidara yönelik toplumsal karşıtlığın belli adaylar etrafında kümelenmesi nedeniyle ortaya çıkmış bir başarı değildir. Bunu söylersek hem kendimize hem de vatandaşlarımıza haksızlık etmiş oluruz. 31 Mart yerel seçimlerindeki başarı, düne kadar bir araya gelememiş farklı siyasal ve toplumsal kesimlerin “demokrasi” paydasındaki birlikteliğinin sonucudur.

DİKTATÖRE KARŞI SANDIKTA BAŞARI
Daha önce farklı platformlarda Karl Marx’ın “Dünyanın Bütün İşçileri Birleşin” çağrısına atıfla “Dünyanın Bütün Demokratları Birleşin” çağrısında bulunmuştum. Bu çağrının ilk meyvesini, dünyaya da örnek olacak şekilde Türkiye’de aldık. 31 Mart yerel seçimleri, geçmişimiz ve bugünümüz ne olursa olsun, hangi farklılıklarımız bulunuyor olursa olsun, Türkiye’nin demokratlarının büyük bir bölümünün katıldığı “Demokrasi Buluşması” sayesinde kazanılmış bir başarıdır. Başarıda herkesin tuzu vardır, haliyle hakkı vardır. Diktatör özellikleri taşıyan bir siyasi iktidarı sandıkta yenebilmiş olmak, sizin gibi düşünmeyenlerle kurduğunuz eşit ve önyargısız ilişkinin meyvesidir.

“CHP’nin gösterdiği adaya oy verin / Millet İttifakı’nın adayına oy verin. Bu sayede popülist tek adam rejimini ve bu rejimin temsilcilerini sandıkta yenelim” diyerek yola çıkıyorsanız, bugüne kadar size oy vermemiş toplumsal ve siyasal kesimlerle ahlaki, meşru ve eşit bir ilişki kurmak zorundasınız. Yaptığımız budur. Elbette bu ilişkiyi, partimizin sahip olduğu sol kimliğini görünmez kılarak kurmadık, kurmuyoruz. Aksine çok daha şeffaf, çok daha açık bir ilişkiyle bu süreci sürdürdük, sürdürüyoruz.

ADALET YÜRÜYÜŞÜ, ZİHİNSEL DÖNÜŞÜM
Örneğin, Adalet Yürüyüşü’ne Ankara’nın Çankaya ilçesinden başladım. İlk geceyi Yenimahalle ilçe sınırları içinde geçirdim. Yürüyüşün ikinci gününden 23. gününe kadar, CHP’li tek bir belediyenin sınırları içinden geçmedik. Bu durum bizim gibi düşünmeyenlerin de “adalet” talepleriyle buluşmamızı engellemedi. Önce Kartal ve nihayetinde Maltepe’ye vardığımızda ise bizi milyonlar karşılamıştı. Toplam 25 gün süren yürüyüşümüz bizi de bizimle yürüyenleri de, bizi izleyenleri de değiştirdi. Örgütümüzün, siyasi gelenek ve dünya görüşü ayrımı gözetmeksizin, “adalet” için herkesle birlikte olunabileceğinin zihinsel dönüşümü bu yürüyüş sayesinde olgunlaştı. Bizimle hiçbir

III GEZİ’DEN ADALET’E
Sonuç olarak, “Adalet” Yürüyüşü’ne başladığımız Ankara ve finalini yaşadığımız İstanbul ile birlikte Bolu ve Kocaeli’nin merkez ilçesi İzmit’i bugün artık biz yönetiyoruz. Buradaki “Biz” vurgusu resmi olarak elbette CHP’yi temsil ediyor. Ancak benim için “Biz” vurgusu, bizim adaylarımıza oy vermemiş vatandaşlarımız da dahil, demokrasiye bağlılıklarını sandıkta göstermiş olan tüm seçmenlerimizi kapsıyor. Bu içten, samimi kapsayıcılık, “her ne şartta olursa olsun CHP’ye oy vermem” şeklinde özetlenebilecek politik bir yargının yıkılabilmiş olması nedeniyle de son derece anlamlıdır.

Başta, dindar muhafazakâr seçmenlerimiz olmak üzere, ülkücü, milliyetçi, merkez sağ, sol / sosyalist, Türk, Kürt ve/veya kendisini bu nitelendirmelerden farklı ya da dışında tanımlayan herkesi “demokrasi” paydasında buluşturmamız, dünyada otoriter popülist partilere karşı kazanılmış en önemli seçim başarısı olması nedeniyle de büyük önem taşımaktadır.

CHP’liler olarak inanç, köken ve yaşam tarzı ayrımı gözetmeksizin toplumun tüm kesimleriyle kucaklaşmanın mutluluğunu yaşıyoruz. “Demokrasi” paydasında gerçekleşen buluşma sayesinde asgari ücretlilere, emeklilere, taşeron işçilere, işsizlere, gençlere ve kadınlara, sosyal haklarını elde edemeyen meslek gruplarına, emeklilikte yaşa takılanlara, sigortasız çalıştırılanlara ve toplumun geniş yoksul katmanlarına ulaşabileceğimizi, ulaştığımızda ise baharın gelebileceğini gördük.

Yüzüncü yıl hedefi
Gezi Hareketi’nden anayasa referandumuna, adalet yürüyüşünden 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerine kadar pek çok önemli dönemeçte, Türkiye’ye dayatılan baskıcı popülist “tek adam rejimine” karşı güçlenen demokratik birlikteliği büyütmeyi ve zenginleştirmeyi başardık. Verilen demokrasi mücadelesinin ve samimi ittifak siyasetinin öneminin her geçen gün daha geniş kesimlerce anlaşıldığını ve desteklendiğini de görmekteyiz.

Hiç şüphesiz önümüzdeki dönem, Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandıracağımız bir dönem olacaktır. Biz bu yeni dönemde “demokrasi, ekonomi, eğitim, toplumsal barış ve dış politika” alanlarındaki sorunların “Millet İttifakı”nın iktidarında çözülebileceğinin altını çiziyoruz. “Millet İttifakı”, tek bir yurttaşımızı dahi dışarıda bırakmayan siyaset anlayışıyla çok yakın bir zaman içerisinde iktidar olacaktır. Demokratların birlikteliğinin iktidarında, tüm darbe kalıntılarının temizlendiği demokratik bir anayasayı yaşama geçireceğiz; Cumhuriyetimiz demokrasiyle taçlandırılmış olacak.

Atatürk’ün kurucusu olduğu Türkiye Cumhuriyeti için yüzüncü yıl hedefimiz budur, sol budur!

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/sola-hazir-giyim-yakismaz-1728120

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
20.03.2020- 03:29

Sola hazır giyim yakışmaz

Prof. Dr. Bilsay Kuruç, Türkiye’nin 20’nci yüzyılın ikinci dilimindeki beyni ve hafızası. Ecevit’in Göreme Sokak’taki beyin takımı içinde yer alan Prof. Kuruç, “Sola hazır giyim yakışmaz, yaratıcı düşünce şart. Dünyadan kopmayalım, küresel sermayeye teslim olmayalım” diyor.

Resim Ekleme
Mustafa Balbay

Ufuk turuna dünyadan ve tarihten başlasak. Dünden bugüne nasıl geldik?

İnsanlar geçmişte yaşadıklarını tekrar olabilecekmiş gibi düşünürler. Bu bir zaaftır. Ama bu olmadan da yaşayamazlar. Sonuçta geçmişi iyi bilmek gerekiyor. Kapitalizm değişik evrelerle kendi kendini sürüklüyor.

Birinci dönem güzel yıllarımız. 1945-80 arası. İki büyük savaş, 80 milyon ölü. Sonra Soğuk Savaş. Aslında yok etme kapasitesi bakımından daha yıkıcıydı. Ekonomi Amerikan Dolarıyla şekillendi. Öteki paralar bana bağlı olacak dedi. Almanya yıllık yüzde 6, Japonya yüzde 8 büyüdü. 25 yıllık mutluluk. Avrupa’da refah devletleri oluştu.

Bunda sosyal demokrasi de etkin...

Evet, Avrupa’da sermaye ile işçi sınıfı örgütleri ve orta sınıf bir bakıma ittifak yaptı. Ortak program refah devletiydi. Burada sihirli sözcük işçi sınıfı ve orta sınıf ittifakıydı. Sosyal demokrasi de refah devleti sayesinde kendini tanımlayabildi. 1970’lerde barut bitiyor. ABD açık vermeye başlıyor. Yeni dönemin sözcüsü İngiltere Başbakanı Thatcher oldu. Dedi ki, “Toplum diye bir şey yoktur”. Refah devleti bitti.   Sermaye sınıfı artık vergi vermeyecek, devlet sermayeden borçlanacak...

Asıl kapitalizm bu olsa gerek?

Esas kapitalizme geçildi... Geçişi ABD Başkanı aktör Reagan yaptı. Basarım doları, karşılığını tutmak zorunda değilim, dedi. Yönetim yeri de benim Merkez Bankam FED dedi. 80’den itibaren kapitalizmin merkezi sistemi bu... Artık dalgalı büyüme var. Dalgalarda yüzeceksin... Dalgalı olunca balonlar oluştu, krizler dönemi başladı. Artık önemli olan büyümeyi yönetmek değil, krizleri yönetme... Eğitim, sağlık her şey paran kadar. Bu dönem de 2008 krizi ile sona erdi.

AMAÇ KRİZİ ÇÖZMEK DEĞİL
Bugüne gelen süreç...


2008’den bu yana işin kriz boyutu büyüdü. Ekonomi yönetimleri kısa vadeli oldu. Demokrasiyle hiç ilgisi kalmadı. Krizler, yönetimin esası oldu. Kriz yarat, çözme yönet... “Demokrasi piyasalarla gelişir” inancının safsatadan ibaret olduğunu yaşadık. Liberalizmin yerini onun zehirli türü neoliberalizm aldı. Bu yapı, yurttaş değil, piyasa insanı istiyor. Bu dönemin bir özelliği de entelektüel kapasiteyi yok etmesiydi. Bush’un, “Ya bendensin ya karşısın” sözü aslında entelektüel düzeye getirilen prangadır. 1917’nin önemi Lenin, 1923’te Mustafa Kemal, emperyalizme ben sizi entelektüel olarak da yendim dedi.

Biz bu gidişin neresindeyiz?

Biz köylüler ülkesi olarak kurulduk. Cumhuriyet ortaçağ kurumlarının tasfiyesi ve çağdaş uygarlığa adım... Cumhuriyet yüzde 80 köylüyü, üreten yani çiftçi yapmak için yola çıktı. 1940 Köy Enstitüleri ve Toprak Kanunu girişimi bunu adımıydı. Toprak ağaları istemedi, köylülerin de güçlü talebi olmadı. 1950’ler bunun sonuçlarıyla ve CHP’nin süreci iyi okuma çabalarıyla geçti. 1959 İlk Hedefler Beyannamesi, 1961 Anayasası ve yine 1961’de CHP’nin Temel Hedefler Beyannamesi Türkiye’nin son 20 yılını belirleyen önemli belgelerdir.

12 MART, 12 EYLÜL...
Bu belgeler sadece siyaseti değil toplumu da etkiledi değil mi?


Tabii ki, 1950’den sonra fabrika işçiliği çağına girdik, işçi sınıfı sahneye çıktı. Kolektif öğrenme süreci başladı. Her şey çalışma hakkı istemekle başlar. Toplum bu dönemin hakkını verdi. İşçilerle cumhuriyetçiler birbirlerini tanıyıp ittifak kurdular. Ortanın solu, TİP, Haziran 1970 işçi yürüyüşü budur. Bunu gören sermayenin sözcüsü Memduh Tağmaç’tır. Toplumsal gelişme ekonomik gelişmenin önüne geçti dedi. 71’de prematüre, 80’de ağır darbe.

1980 darbesine ekonomik sonuçları bakımından ayrıca bakmak gerekir diyorsunuz?

Evet, o dönemden itibaren Türkiye’ye NATO kapsamında Ortadoğu görevi verildi. Planlı ekonomi bitirildi. Türkiye kapitalizmin zayıf bir halkası haline getirildi. Thatcher’ın dediğini Özal şöyle dedi, “Devlet baba değildir.” Bugüne kadar yerleşerek gelen sermaye rejimi kuruldu. ANAP bunu taşıyamadı. AKP ile daha iyi yaptılar. Son 20 yılda Türkiye’ye 1 trilyon dolar girdi, 3 trilyon çıktı. Tabloya bakıp düşünmemiz lazım. Bir alıp üç veriyoruz.

Yeniden planlama yapıp hedefler üretme zamanı diyorsunuz?

Geçmişte yaptık. Elbette aynısı olmaz, ama nasıl başarıldığına bakmak lazım. O birikim önemli. İsmet Paşa’nın 1965’te, “Ortanın solundayız” dedikten sonra, “40 yıldır böyleydi” demesinin anlamı var. Altını çizmek gerekir, 1976’dan sonra entelektüel kapasite Ecevit’le vücut buldu.

YENİDEN BAŞARILABİLİR
Siz de oradaydınız...


Beni karıştırma.. Bir şeyler yaptık. Söylemek istediğim bugünün gerçekleriyle hareket edip yeniden başarılabilir. Ben Daron’un (Acemoğlu) Türkiye’de mücadele potansiyelinin yetersiz olduğu görüşüne katılmıyorum. Toplumun dinamiklerini görmek ve harekete geçirmek gerekir.

12 Eylül sonrasında SODEP, SHP arayışları vardı, onların sonucu ne oldu?

Türkiye’de sosyal demokrasi 80 sonrası çaresizlik ortamında oluştu... Ecevit kendisine sosyal demokrat demedi, ortanın solu dedi. Sosyal demokrasinin akışındaki en kritik süreç 1986’da Olof Palme’nin öldürülmesidir. Ondan sonra solcu görünümlü neoliberaller çıktı. Örneğin İngiltere’de Blair. Dünyada sosyal demokratlar 1980’den beri aynaya bakıyor, ben neyim diye.

Türkiye’de nasıl?

Türkiye’de daha zor. Bugünkü model içinde işçi sınıfıyla ortak hareket de güç. O zaman radikal bir şeyler düşünecekler... Geleceğin ittifaklarının ne olacağını düşünecekler. Türkiye’deki sosyalistler önce 20’nci yüzyıl gerçeğini tartışmalılar. Sovyet deneyimi neydi? 1945’ten sonra ABD ile dünyayı paylaşmanın sosyalizmle ilgisi var mıydı?

Siz de vurguladınız, Türkiye’de bir mücadele birikimi var. Cumhuriyeti isteyenler de diri olduğunu zaman zaman gösteriyor...

Cumhuriyetçilerin uzun uzun düşünmeleri gerek. Milli Mücadele, Lozan ve cumhuriyet bir bütündür. Kurucu iradedir. Bu kurucu irade Türkiye’de bir partide, Kolomb’un yumurtası gibi bir partide somutlaşmıştır. Başka hiçbir parti bu kurucu iradenin sahibi değildir.

SIFIR YILINDAYIZ
AKP iktidarının çizdiğiniz tabloda işlevi tam küresel sermayeye kaynak aktarmak dediniz. CHP’nin mücadelesini nasıl görüyorsunuz?


ANAP bir derlemeydi. Pilot proje. Şimdi asıl AKP ile bütünleştiler. AKP küresel sermayeye kaynak aktardığı sürece desteklerler. Bunu iyi görmek, buna karşı plan yapmak gerekiyor. AKP’den önce 1961’e kadar Türkiye’yi geri sarması istendi. Şimdi de daha geri sar; 1923’e kadar geri sar diyorlar. Onu yapıyor. Türkiye’de 1980’den beri yaşanan karşıdevrim sürecinde en kritik yıl 2018’dir. Türkiye 2018’de sistem değişikliğine gitmedi. Sistemi kaldırdı. Şu anda bir sistem yok. Ben buna sıfır yılı diyorum. Hâlâ sıfır yılındayız.  

Bu sistemsizlikte en ciddi kaybı nerede görüyorsunuz?

Parlamentonun bütçe hakkının bitmesinde. Bütçe hakkı parlamentonun ruhudur. Türkiye’yi yönetenin tek işi var, Türkiye’nin kaynaklarını dünyaya aktarmak. Bu parlamento denetiminde olamazdı.

Bu tabloda cumhuriyetçilerin hedeflemesi gerekenler neler?

Gördüğüm sorumlulukları şunlar: Dünyadan kopmayacağız ama kendimizi korumak için her türlü önlemi alacağız. Planlı döneme geçeceğiz. Yine altını çiziyorum; bu eskinin aynısı değil. O kolaycılık olur. Bugüne göre planlama. Yeniden toplumsal ittifaklar kuracağız. Dünya bir türbülansta, bu gidişe teslim olmayacağız. 100. yıl   geliyor. Altın hisse CHP’nindir. Bunun sorumluluğunda hareket etmeli.

Sözüm bütün sola; solun içinde geçirgenlik olmalı. Emek-Cumhuriyet ittifakı unutuldu. Dünyada solun dağınıklığından şikâyetin yararı yok. Sol kendine hazır giyim aramamalı. Makul sağ ile uyumlu bir yeni sol aramaya yönelindi. İlk hedef, bugünkü ekonomik modeli değiştirmek, bir sistem getirmek olmak üzere yaratıcı düşünceyi harekete geçirmek gerekli. Yapabiliriz. Bu sorumluluk cumhuriyetçilere düşüyor.

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/sola-hazir-giyim-yakismaz-1728120

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
25.03.2020- 10:25

Son zamanlarda demokrasi üzerine daha fazla yorum yapma ihtiyacı ortaya çıkıyor. İki nedeni var; birincisi söylense de söylenmese de solun sosyalistlerin demokrasi konusunu merkezi bir mücadele ve bir öncelik haline getirmeye çalışmasının gerekliliği, diğeri ise yine kolaycılık ve ezbercilikten kaynaklanan bir demokrasi karşıtlığı... İkincisinin ciddiye alınır bir yanı yok; üstelik ülkede dinci-otoriter bir rejim kurulmuş ve kurumsallaştırılmaya çalışılırken...-evet, bunu geçelim!

İkincisi demokrasi...

Türkiye'de sağıyla soluyla önemsenmelidir. Her siyaset kendine özgü bir ilkeler kapsamında mutlaka savunmalı ve ülkenin rotasının demokrasi hedefine doğru yönelmesine katkıda bulunmalıdır. Bu konunun tartışılır hale getiren zihniyetlerin bile ciddiye alınmaması gerekiyor. Tek adam otoriterliğinin aşılması, kuvvetler birliği uygulaması, meclisin, parlamenter sistemin yeniden tesisi konusunda çaba gösterilmesi genel mücadele doğrultumuzun asgari bir parçası olmalıdır, mutlaka olmalıdır. Sonrasında isteyen demokrasi mücadelesini temel alarak sürdürür, isteyense o demokrasi zemininde sosyalizm mücadelesini farklı biçimlerde yorumlar.

Bu yüzden kendi meşrepince demokrasi bağlamında bir araya gelen irili ufaklı partilere ''sağ ittifak'' diyerek küçümseye çalışmak gerçekte ''boykot'' tarzı bir siyasi tutuma haklılık kazandırmaz. Aslında bu konuda çok fazla diretmek de sola ve bu tavrı gösterenlere bir şey kazandırmaz, kazandırmayacaktır. Çünkü akılcı bir yanı da yok, sola uygun bir yanı da...

Cevap: 3
27.03.2020- 10:23

Marksizm, somut koşulların somut tahlilidir. Bu doğrultuda Marksist bir bakış açısı, diyalektik olarak mevcut durumdaki ana çelişkileri saptayarak, bu doğrultuda tavrını ve konumunu belirler. Bugün bakıldığında Türkiye'de ki ana çelişkilerden birisini, demokrasiden yana olanlar ile anti-demokratik bir düzeni savunan iktidar arasındaki mücadele oluşturmaktadır. Bu durumda Komünistlerin tavrının demokrasiden yana, demokrasinin korunması yönünde olması gerektiğini söylemeye bile gerek yoktur. Zira sınıf ve emek mücadelesinin gelişimi açısından demokratik kazanımlar, bu mücadelenin gelişimi için önemli bir mevziye tekabül etmektedir. Bu sebeple de Komünistler, demokrasi mücadelesinde pasif kalamazlar.

Bu doğrultuda Komünistler Türkiye'de ki demokrasi mücadelesinde, ilkelerinden taviz vermemek kaydıyla Millet ittifakı ile yan yana gelebilirler. Fakat Millet ittifakının sınıfsal konumunun ve bunun bir sonucu olan siyasi düzleminin gerçek anlamda bir demokrasi mücadelesine önderlik edemeyeceğinide bir an olsun unutmamaları gerekir. Millet ittifakının demokrasi anlayışının eninde sonunda varacağı yer, sermayenin sınırlarını çizdiği alanla sınırlı olacaktır. Hele ki bu ittifakın İyi Parti gibi MHP tandanslı birleşenleri olduğu göz önüne alınırsa... Bu sebeple Komünistler, demokrasi mücadelesinde farklı ideolojik ve sınıfsal gruplar ile birlikte mücadele etmekle birlikte, onların arkasına eklemlenmekten ziyade, onlara önderlik etmek için çaba göstermelidir. Aksi bir tutum solu,vesayet rejimini geriletmek adı altında iktidarın peşine takılan kimi liberallerin çevrelerin konumuna düşürebilir.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]