Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

COVID'den sonra: Yeni dünyada kapitalizm ve sosyalizm

İLERİhaber bu başlık altında korona salgının etkilerini tartışmaya açtı ve Türkiye'nin   Marksist, ilerici aydınlarına salgının olası siyasi, ekonomik ve toplumsal etki ve sonuçlarını sordu. Bu konuda Korkut Boratav, Metin Çulhaoğlu, Ender Helvacıoğlu, Ferda Koç, Deniz Yıldırım ve Haluk Yurtsever’in görüşlerini bir dosya olarak sunuyorlar, iyi de yapıyorlar. Gerçekten bilgilenmeye ihtiyaç var.


Sunuş yazısında "Sermaye sınıfı bu yıkımdan yeni bir ekonomik düzen çıkarmaya çalışacak. Sermaye sınıfının kimi kesimleri, gün bizim günümüz diyerek hamle yapacak. Sermaye sınıfının siyasi temsilcileri, faşizmi yeniden üretmek için seferber olacak. Bir kısmı da yeni bir tür sosyal demokrasi yaratabilir miyiz arayışına girecek…" diyen Doğan Ergün'ün "Yıkım, kurbanlar ve yeniden kuruluş projeleri…" yazısı...

Yıkım, kurbanlar ve yeniden kuruluş projeleri… - Doğan Ergün

Resim Ekleme


Dünya büyük bir felaketle karşı karşıya… Koronavirüs salgını, insani, kültürel, ekonomik yönleri olan ağır bir yıkımı beraberinde getiriyor.

Her yıkımın en az bir kurbanı vardır.

Uluslararası kapitalist sistem, bu yıkımın da kurbanının emekçiler ve yoksullar olması için var gücüyle çaba sarf ediyor.

Salgının kaynağı, kâr hırsı, doğal tahribat ve yağma.

Salgını derinleştiren, 30-40 yıla yayılmış neo-liberal uygulamalar ve pek çok ülkede sağlık sisteminin felç edilmiş olması.

Salgını emekçiler için ölümcül kılan, halkı hiçe sayan emek rejimi…

Her yıkım, en az bir yeniden kuruluş projesini beraberinde getirir.

Bu kez de öyle olacak.

Sermaye sınıfı bu yıkımdan yeni bir ekonomik düzen çıkarmaya çalışacak. Sermaye sınıfının kimi kesimleri, gün bizim günümüz diyerek hamle yapacak. Sermaye sınıfının siyasi temsilcileri, faşizmi yeniden üretmek için seferber olacak. Bir kısmı da yeni bir tür sosyal demokrasi yaratabilir miyiz arayışına girecek…

Bir de işçiler ve sosyalizm var.

Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bu yana, insanlık için iddialarını geri çektiği düşünülen sosyalizm, şimdi çok daha fazla tartışılıyor, konuşuluyor.

İnsanlık umudu aradığında karşısına bir kez daha sosyalizm çıkıyor.

Türkiye’nin Marksist, ilerici aydınlarına salgının olası siyasi, ekonomik ve toplumsal etkilerini konuştuk.  

Aydınlara şu soruları yönelttik:

1. 2019 dünya geneline yayılmış protestoların damga vurduğu bir yıl olarak geçti. 2020’de ise Koronavirüs salgını tüm dünyanın birinci gündem maddesi. Komplo teorilerini bir kenara bırakarak soracak olursak, salgının uluslararası kapitalizmin bir kriziyle dönemsel olarak çakıştığını düşünüyor musunuz? Bu krizin niteliği nedir ve sermaye salgından nasıl bir yeniden yapılanma beklentisi içine girebilir?

2. Bu yeniden yapılanmanın neo-liberal dönemin emek rejimine nasıl bir etkisi olabilir? Çalışma yaşamındaki düzeni ve emekçilerin örgütlenme zeminlerinin bir dönüşüm içerisine girmesi mümkün mü?

3. Salgın aynı zamanda, var olan ekonomik-siyasi-toplumsal düzenin de sorgulanmasını beraberinde getiriyor. Bu tepkilerin güç vereceği düzen içi ideolojik-politik akımlar neler olabilir?

4. Artan rahatsızlık ve tepkilerin sosyalist alternatife yönelmesi nasıl mümkün olabilir? Sosyalistlerin bu yeni dönemde temel tezleri, önermeleri ve iddiaları nasıl şekillenmeli?

Korkut Boratav, Metin Çulhaoğlu, Ender Helvacıoğlu, Ferda Koç, Deniz Yıldırım ve Haluk Yurtsever’in görüşlerini bir dosya olarak sunuyoruz.

https://ilerihaber.org/icerik/yikim-kurbanlar-ve-yeniden-kurulus-projeleri-110914.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
25.03.2020- 11:37

Tehlikeler ve olanaklar iç içe: Dünya komünizmi çağırıyor


Resim Ekleme

Haluk Yurtsever

“COVID'den sonra: Yeni dünyada kapitalizm ve sosyalizm” başlıklı dosyamız kapsamında görüşlerine başvurduğumuz Marksist yazar Haluk Yurtsever, küresel boyuttaki salgının çözümünün de küresel ölçekte olabileceğini savunuyor. Yurtsever’e göre, koronavirüs salgını 2008 yapısal krizinin sürmekte olduğu bir döneme rastladığı ve bundan sonra olacakları krizin ve sınıf mücadelesinin seyri belirleyecek.

2019 dünya geneline yayılmış protestoların damga vurduğu bir yıl olarak geçti. 2020’de ise Koronavirüs salgını tüm dünyanın birinci gündem maddesi. Komplo teorilerini bir kenara bırakarak soracak olursak, salgının uluslararası kapitalizmin bir kriziyle dönemsel olarak çakıştığını düşünüyor musunuz? Bu krizin niteliği nedir ve sermaye salgından nasıl bir yeniden yapılanma beklentisi içine girebilir?

Sorunuza girmeden önce salgının kendisiyle ilgili birkaç noktanın altını çizmek istiyorum.  

Birincisi, “salgın küresel mücadele ulusal” nakaratını kesin olarak reddetmek gerekiyor. Salgın da çözüm de küreseldir ve “ulusal” yaklaşımlar arasındaki yöntem, zamanlama ve yoğunlaşma farklılıkları, eşgüdüm eksikliğine, zaman ve kaynak savurganlığına yol açmaktadır. Örneğin Çin, salgının hızını yavaşlatmayı, kontrol altına almaya başardı; ama şimdi dışarıdan gelen virüslerden etkileniyor.

İkincisi, yakın erimde salgını durdurmak, yayılmasını önlemek olanaklı değil. İvedi ve yaşamsal gereksinim, salgının yayılma hızını yavaşlatarak var olan sağlık altyapısını ayakta tutmak, böylelikle ölümleri en aza indirmektir. Bunu başarabilmenin en az koşulu, virüs bulaşan kişilerle ilgili doğru bilgilere sahip olmak, yani yeterli sayıda tanı testi yapmak, bu bilgiyle virüs taşıyıcılarını yalıtlamak ve sağaltmaktır. Sorunun ciddiyeti karşısında fiziksel/yüz yüze ilişkileri sınırlamak, hatta köktenci önlemlerle yasaklamak kabul edilebilir. Örneğin, şu anda Türkiye’de göstermelik ve çoğu uygulanmayan önlemler yerine belli bir süre için genel sokağa çıkma yasağı uygulamak salgının yayılma hızını yavaşlatacak gerçek bir önlem olur. “Sosyal mesafe” ise, kriz ve salgın koşullarında ortaya çıkacağı kesin olan kitlesel itiraz ve isyanları, örgütlenmeyi, dayanışmayı önlemeye yönelik bir sloganıdır. Doğrusu, fiziksel/yüz yüze ilişkileri en aza çekerken, zamanın iletişim olanaklarından yararlanarak sosyal dayanışma ve örgütlülük ağlarını geliştirmektir.

BORSALARDAKİ DÜŞÜŞ BAŞLANGIÇ

Soruya gelirsek, koronavirüs salgını, 2008 yapısal krizinin sürmekte olduğu bir döneme rastladı. Bu, yapısal bir krizdir. Özünü şöyle özetleyebiliriz: Teknolojik gelişmelerle birlikte sermayenin organik bileşimi yükselmekte, kâr oranlarındaki düşme eğilimi süreklilik kazanmakta, artık değerin gerçekleşmesinde daralmalar yaşanmaktadır. Günlük ekonomi diliyle söylersek, kapitalist dünya ekonomisi bugün, yatırım ve milli gelir artışlarında durgunlaşma, düşük enflasyon, düşük (hatta sıfır ve eksi) faiz ve hızlı borçlanma içindedir. Salgının, bu süreci ağırlaştıracağı, küresel üretimde büyük düşüşlere, ekonomilerin küçülmesine, birçok gelişmiş kapitalist ülkede firma iflaslarına, sermaye transferlerine yol açacağı kesin görünüyor. 19 Şubat-12 Mart arasında gelişmiş ülkelerin borsalarında yaşanan yüzde 35-40 oranlarındaki düşüş başlangıç gibi görünüyor.

Bu yeniden yapılanmanın neo-liberal dönemin emek rejimine nasıl bir etkisi olabilir? Çalışma yaşamındaki düzeni ve emekçilerin örgütlenme zeminlerinin bir dönüşüm içerisine girmesi mümkün mü?

Çok büyük bir işsizlik dalgası, onun basıncıyla ücretlerde, sosyal haklarda gerileme, salgın “sayesinde” yaşlı nüfusun yok edilmesi, böylece sosyal güvenlik sisteminin “kurtarılması”   vb. beklenen gelişmelerdir. Kâr oranlarını yeniden yükseltmek için ücretleri aşağı çekmek, fiili emek zamanının süresini ve yoğunluğunu artırmak vb. uygulamalara başvuracaklar.   Ne kadar süreceği şimdiden belli olmayan bir kaos döneminden sonra emek süreçlerinde nasıl bir düzen kurulacağını konuşmak, tartışmak için erken. O noktaya kadar bu hamur çok su kaldırır. Olacakları, krizin ve sınıf mücadelesinin seyri belirleyecek. Tehlikelerin ve olanakların iç içe olduğu bir eşikteyiz.

REFORM BEKLENTİSİNDEN UZAK DURALIM

Salgın aynı zamanda, var olan ekonomik-siyasi-toplumsal düzenin de sorgulanmasını beraberinde getiriyor. Bu tepkilerin güç vereceği düzen içi ideolojik-politik akımlar neler olabilir?


İklim krizinden sağlıktaki iflasa, sınıflar arasındaki gelir uçurumlaşmasından, kamusallığın   ve toplumsal olanın yadsınmasının “kapitalizmin yeni normali” olarak dayatılmasına kadar birçok şeyin sorgulanması kaçınılmazdır. Sorunun kritik noktası, bu sorgulamanın hangi içerik ve yönde olacağıdır.   Ahı gitmiş vahı kalmış sosyal demokratlardan, ulusalcılara kadar düzen içi ideolojik-siyasal eğilimler ortamı değerlendirmeye, yönlendirmeye çalışacaklar. Hükümetler devrilecek. “Reform”, “yeniden yapılanma” programları sökün edecek.   “Refah devletine” ve “Keynesçiliğe dönüş” türünden hayallerden,   kapitalist devlet yöneticilerinin salgının emekçi ve yoksullar için yıkıcı sonuçlarına karşı sosyal önlemler alacağı beklentilerinden uzak durmak, bir de bu tür “reform” uğraklarının düzenin zayıf anı olduğu bilinciyle davranmak gerekiyor.

Salgın ve ağırlaştırdığı ekonomik kriz, dünya çapında hegemonya kavgalarını ve yeniden gruplaşmaları da yeni bir evreye taşıyacaktır. ABD, doların dünya parası olmasından gelen üstünlüğünü kullanarak kaostan güçlenerek çıkmaya çalışıyor. ABD Merkez Bankası FED’in mali oligarşiye 1,5 trilyon dolar kaynak aktarması, Suudi Arabistan eliyle petrol fiyatlarını düşürerek Rusya ve İran’ı çökertmeye yönelmesi ilk belirtilerdir. Öte yandan, başta Çin, Rusya ve Almanya olmak üzere, birçok devletin doları dünya parası tahtından indirerek yeni bir dünya parasına geçişi dayatmaları olasıdır.

KOMÜNİSTLERİN YAPACAKLARINA BAĞLI…

Artan rahatsızlık ve tepkilerin sosyalist alternatife yönelmesi nasıl mümkün olabilir? Sosyalistlerin bu yeni dönemde temel tezleri, önermeleri ve iddiaları nasıl şekillenmeli?


Bugünkü dünya, bütün pencerelerinden yeni bir toplumsal düzeni, komünizmi çağırıyor. Kapitalizm bir üretim ve uygarlık tarzı olarak teorik ve tarihsel sınırlarına dayanmıştır. Neoliberal program ve uygulamalar tüm dünyada iflas etmiş, daha önemlisi büyük kitleler tarafından mahkûm edilmiştir. Hoşnutsuzluk ve tepkilerin toplu kitlesel isyanlara bürünmesi, dünya çapında devrimci durumlara yol açması kaçınılmaz görünüyor. Hoşnutsuzluk ve tepkilerin zamanı gelmiş bir düşünce olan komünizme yönelmesi ise birçok başka şeyin yanında komünistlerin ne diyeceklerine, ne yapacaklarına bağlıdır. Bilimsel serin bir akılla, komünist özgüven, cesaret ve iddiayı birleştiren öncülük gereksinmesinin hem önemi hem de olanakları artmıştır. Bu olanakları değerlendirmek ise, kapitalizmi yeryüzünden silme iddiasının, programıyla, somut mücadele hedefleriyle, sözüyle ve eylemiyle gerçek bir hareket olarak ete kemiğe bürünmesine bağlı.

https://ilerihaber.org/icerik/virus-liberalizmi-ezdi-gecti-ama-gerisi-siniflarin-bilek-guresi-110927.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
25.03.2020- 11:42

Virüs liberalizmi ezdi geçti ama gerisi sınıfların bilek güreşi...

Resim Ekleme

Ender Helvacıoğlu

“COVID'den sonra: Yeni dünyada kapitalizm ve sosyalizm” başlıklı dosyamız kapsamında görüşlerine başvurduğumuz Bilim ve Gelecek Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ender Helvacıoğlu bütün siyasal iktidarların geleceklerini bu salgında verdikleri sınavın belirleyeceğini savunuyor. Helvacıoğlu’na göre virüs şunu diyor: “Ben yapacağımı yaptım, liberalizmi yıktım, gerisi sınıfların bilek güreşine kalmış.”

2019 dünya geneline yayılmış protestoların damga vurduğu bir yıl olarak geçti. 2020’de ise Koronavirüs salgını tüm dünyanın birinci gündem maddesi. Komplo teorilerini bir kenara bırakarak soracak olursak, salgının uluslararası kapitalizmin bir kriziyle dönemsel olarak çakıştığını düşünüyor musunuz? Bu krizin niteliği nedir ve sermaye salgından nasıl bir yeniden yapılanma beklentisi içine girebilir?

Olay hâlâ çok sıcak ve sonuçları belirsiz olduğu için yapısal kestirimlerde bulunmak olanaksız; bu nedenle sorularınıza vereceğim yanıtlar ister istemez bir “analiz” değil “zihin jimnastiği” niteliği taşıyacak.

MARX’IN VURGULADIĞI ÇELİŞKİ ŞİMDİ İNANILMAZ BOYUTLARDA…

Bugüne dek görülmemiş bir durumla karşı karşıyayız. Koronavirüs salgını tüm dünyada sadece birinci gündem değil, neredeyse tek gündem. Son zamanlarda bu çapta bir olay var mı diye düşündüğümde aklıma Sovyetler’in çöküşü ve İkiz Kule saldırısı geliyor ama bunlar dahi virüs salgını kadar gündemi işgal edememişlerdi. Dolayısıyla salgının ciddi ekonomik, politik, kültürel ve düşünsel sonuçları olacaktır.

Dünya kapitalist sistemi (zaten başka bir sistem yok) bir süredir yapısal bir dönüşümün sancılarını çekmekteydi. Bu dönüşümün sistemin klasik dönemsel krizlerinden farklı ve daha boyutlu bir olgu olduğunu düşünüyorum. 19. yüzyıl Avrupa endüstri devrimiyle veya en azından 20. yüzyılın başlarında emperyalizm olgusunun ortaya çıkışıyla karşılaştırılabilecek bir dönüşüm. Bu ikisinden farkı bu kez küresel çapta ve çok-merkezli yaşanması. Başta bilişim olmak üzere biyoteknoloji, nanoteknoloji gibi alanlardaki gelişmeler ve bunların bilimsel konular olmaktan çıkıp üretim ilişkilerinde başat rol almaları sistemin yapısını da değiştiriyor. Artık 30-40 yıl öncesinden farklı bir kapitalist sistem var; yani hakim üretim ilişkisinin niteliği değişiyor. Bu da her şeyi değiştiriyor: uluslararası ilişkileri, ulus olgusunu, savaşların niteliğini, devletlerin yapısını, toplumsal ilişkileri, sistem karşıtı hareketlerin niteliğini ve eylem biçimlerini… Marx’ın vurguladığı üretimin toplumsallığı ile mülkiyetin tekelciliği arasındaki çelişki inanılmaz boyutlarda artık. Dünyadaki en zengin 42 kişinin mal varlığının dünya nüfusunun % 50’sine tekabül eden 3,6 milyar insanla eşit olması, dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin küresel servetin % 82’sine sahip olması gibi absürt olguların nedeni bu. Bu dönüşümün başını çeken sektörlerin ihtiyaçları sistemdeki sancıyı da yaratıyor. Bu, sistem açısından bir “doğum sancısı” mıdır, yoksa “can çekişme” mi, bence bu sorunun yanıtı henüz belirsiz ve olasılıklı.

İşte koronavirüs salgını nispeten tedrici biçimde yaşanan bu dönüşümü inanılmaz biçimde hızlandıran ve tüm bileşenlerini tetikleyen bir faktör olarak gündeme ok gibi girdi.

Bir kere bu küresel çapta yayılım gösteren bir salgın (şaka yollu Marslı saldırısı veya göktaşı düşmesi gibi bir şey). Yerel veya bölgesel bir çözümü yok; çözüm küresel. “Çin’i (veya İtalya’yı, İran’ı) etkiliyor, bana ne” diyemezsin. İtalya’daki bir zaaf, Patagonya’da da salgına yol açabilir. “Çin baskıladı, sorunu çözdü” de diyemezsin; Hindistan’dan doğacak yeni bir dalga Çin’i tekrardan etkileyebilir. Nasıl ki küresel burjuvazi bir dünya otoritesine ihtiyaç duyuyor, bu salgının çözümü de böyle.

Başka bir örnek: Dünyadaki bütün siyasal iktidarların geleceklerini bu salgında verdikleri sınav belirleyecek. Salgın gelip geçtikten sonra çok ciddi politik sarsıntılar yaşanacağını düşünüyorum. İtalya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerin mevcut hükümetleri iktidarlarını koruyamayabilir. ABD’de başkanlık seçimini bu salgın sınavı belirleyecek. İran’da ani politik dönüşümler yaşanabilir. Türkiye keza… Çin’in dünya çapındaki pozisyonu yükselebilir.

Bazı sektörler hızla batıp bazıları yükselebilir; daha doğrusu sektörler yapı dönüşümüne zorlanabilir. Kısacası koronavirüs salgını zaten yaşanan süreci inanılmaz biçimde hızlandırmıştır. Hazırlıklı ve esnek olanlar ders çıkarıp uyum sağlayabilecek, olmayanlar ise hızla yok olacaklardır.

Geldi geçti, normale döneriz de diyemeyiz; çünkü artık böyle bir deneyimimiz var ve her an tekrar edebilir. Virüslerin evrimine hakim değiliz, ancak peşinden koşturabiliyoruz.   Wuhan’daki bir “öncü savaşçı” dünya devriminin kıvılcımını çakamazdı; ama mutasyon geçiren bir virüs bu etkiyi yapabiliyor; hep birlikte gördük! Virüsler böyle canlılardır; bu gezegende 3,5 milyar yıldır varlar ve inanılmaz bir evrimleşme-türleşme yetisine sahipler. Onları yenemeyiz, onlara uyum sağlayabiliriz ancak. Zaten uyum sağlayarak evrim geçirebilmişiz; insan DNA’sının yüzde 45’i viral kökenlidir. Virüsler bizim yasalarımıza tabi değil, ama biz onlarınkine tabiyiz. Bu da aslında sorunun dünya, hatta insanlık çapında olduğunu gösterir.

Salgın aynı zamanda, var olan ekonomik-siyasi-toplumsal düzenin de sorgulanmasını beraberinde getiriyor. Bu tepkilerin güç vereceği düzen içi ideolojik-politik akımlar neler olabilir?

Virüs, liberalizmi, demokrasiciliği ezdi geçti. Bu salgına karşı ancak son derece sıkı tedbirler ve kamucu yaklaşımlarla mücadele edilebileceği anlaşıldı. Kimse virüse “bırakınız geçsin, bırakınız yapsın” diyemez. İngiltere hükümeti demeye kalktı, bir hafta içinde ağzının payını aldı. İtalya ve Fransa resmen çaresiz kaldı, teslim oldu. Başlarda Çin’i otoriterlikle eleştirenler bugün “keşke biz de…” diyorlar.

Bilim karşıtlığı veya bilim ile anti-bilimi eşitleyen anlayışlar, örneğin aşı karşıtlığı falan yerle bir oldu. Bugün yüz milyonlarca insan koronavirüse karşı bir aşı bulunsun diye dua ediyor. Bir aşı bulunsa, bunu yaptırmak istemeyeni yakalayıp zorla aşılarlar.

Peki, bu olumlu bir gelişme midir? Kendi başına olumlu veya olumsuz diyemeyiz. Ucu açık ve olasılıklı bir süreçtir bu. Despotik, otoriter ve aşırı merkeziyetçi rejimlere de yol verebilir; paylaşımcı, dayanışmacı, halk inisiyatifine dayalı, sosyalizan rejimlere de…

Bu krizin kamuculuğun, hatta sosyalizmin gerekliliğini kanıtladığı türden görüşlerin -eğer pratik alanda vücut bulmazsa- fazla bir değeri yok. Kamuculuk, emekçilerden yana sınıfsal bir müdahale gelmezse, otoriterliğe ve tekelciliğe dönüşebilir. Sosyalizm kendiliğinden gelmez; yapılırsa olur ancak…

Virüs şunu diyor: “Ben yapacağımı yaptım, liberalizmi yıktım, gerisi sınıfların bilek güreşine kalmış.”

ÜÇ OLASILIK GÜNDEMDE

Artan rahatsızlık ve tepkilerin sosyalist alternatife yönelmesi nasıl mümkün olabilir? Sosyalistlerin bu yeni dönemde temel tezleri, önermeleri ve iddiaları nasıl şekillenmeli?


Kâhinlik yapmadan bu soruya nasıl yanıt verilebilir, bilmiyorum. Deneyelim…

Günümüzün egemen uygarlık modelinin, bu modelin dayattığı yaşam tarzının, kısaca kapitalist sistemin, çok temel bazı insanlık sorunlarını (güvenlik, refah, eşitlik, özgürlük, kardeşlik vb.) çözme potansiyelini yitirdiği kuramsal düzlemde söylenegelir. Normal dönemlerde egemen sistem gerek zor gerekse rıza yöntemleriyle (teknolojik atılımlar, manipülasyon yöntemleri ve elbette din) bunun üstünü örtmeyi becerebilir. Ama büyük doğal afetler, sistemin bu zayıflığının ve kırılganlığının (potansiyel yitiminin) aniden su yüzüne çıktığı, deyim yerindeyse “kralın çıplak olduğunun” fark edildiği dönemlerdir.

Böyle dönemlerde (sadece virüs salgınını kastetmiyorum, bunu da kapsayan daha geniş süreci göz önüne alırsak) kabaca üç farklı olasılık gündeme gelebilir:

Birinci olasılık sistemin sahibi olan egemenlerin çözümüdür. İnsan-doğa çelişkisini kendilerini daha da “doğaüstüleştirerek”, emek-sermaye çelişkisini de insan emeğini gereksizleştirip yok ederek sermaye lehine çözme yolu. Örneğin son koronavirüs salgınında yüksek korunaklı sığınaklara, adalara çekilme, aşıyı sadece ABD için (elbette kastedilen Amerikan emekçileri değil) isteme türünden eğilimler bu yolun göstergeleridir. Eskisinden daha koyu bir egemenlik sistemi ve küresel bir faşizm demektir bu.

Diğer olasılık, çürümüş ve artık bir kabuk haline gelmiş egemenlerin (son temsilcisi küresel burjuvazi) kurtuluşçular tarafından alt edilmesi ve insanlığın tüm sömürü ve ezme biçimlerini tarihin çöplüğüne göndermesidir. Emek-sermaye çelişkisinin, sermayenin ortadan kaldırılması ve emeğin özgürleşmesi biçiminde çözülmesidir. Bu olasılık komünal yaşamın çok daha üst bir düzlemde hayata geçirilmesi anlamına gelir.

Elbette ciddi bir olasılık da mevcut uygarlık modelinin, sınıra gelmiş çelişkilerinin ne egemenler ne de kurtuluşçular tarafından çözülemeyerek çökmesi ve uzun süreli kaotik bir döneme girilmesidir. Tarihte yerel çapta da olsa örnekleri var: Batı Roma’nın çöküşü, Antik Çin’de “Savaşan Devletler Dönemi”, kısa süreli de olsa Anadolu’daki “Fetret Devri” gibi…

Gönlümüz ve aklımız insanlığın tüm ezme-ezilme biçimlerinden kurtuluşundan yana. Biz bu hedefin takipçileriyiz. Ama içinde yaşadığımız süreç bütün bu olasılıkları (veya bunların iç içe geçmiş versiyonlarını) da barındırıyor.

Bir dönüşüm dönemi yaşıyoruz. Koronavirüs salgını bu dönemin hızlandırılmış bir simülasyonunu gösterdi adeta. Sosyalistler ve emek örgütleri belki iktidarda değiller hatta oldukça zayıf durumdalar ama herkes gibi onlar da bu sınavın muhatabılar.

Herkesin bilimin eline baktığı, bilimsel düşünce ve yöntemin karizmasının yükseldiği, paylaşımcılığın ve kolektif tepki verme eğiliminin arttığı, çeşitli kapitalist rejimlerin çaresiz kaldığı dönemler, emek örgütleri için beklenmedik fırsatların da gündeme girebileceği dönemlerdir. Bu dönemin ruhunu kavrayabilirsek ve ona uygun politik-örgütsel-eylemsel taktikler geliştirebilirsek, neden olmasın…

https://ilerihaber.org/icerik/virus-liberalizmi-ezdi-gecti-ama-gerisi-siniflarin-bilek-guresi-110927.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
26.03.2020- 02:37

Panzehir: Yeni bir uygarlık tasarımı

Resim Ekleme

Ferda Koç

“COVID'den sonra: Yeni dünyada kapitalizm ve sosyalizm” başlıklı dosyamız kapsamında sorularımızı yönelttiğimiz Marksist yazar Ferda Koç, küresel boyuttaki salgın için “sermaye komplosu” tanımını kullanıyor. Koç’a göre, sermayenin ayakta kalma stratejileriyle başa çıkmaya çalışacağı salgın krizi daha şimdiden işçi sınıfı içerisindeki farklılıkları derinleştiriyor. Yazar, dayanışmaya dayalı bir toplumsallaşmanın, metalar üzerinden ilişkilenmeden kat kat doyurucu olduğunun her geçen gün daha fazla hissedildiğini belirtiyor. Koç’un şu sözleri dikkat çekiyor: “Üretici güçlerin gelişme düzeyi, insanların biyolojik ve temel toplumsal varlık koşullarını ‘sermayesiz’ üretmelerine uygun hale geldi.

2019 dünya geneline yayılmış protestoların damga vurduğu bir yıl olarak geçti. 2020’de ise Koronavirüs salgını tüm dünyanın birinci gündem maddesi. Komplo teorilerini bir kenara bırakarak soracak olursak, salgının uluslararası kapitalizmin bir kriziyle dönemsel olarak çakıştığını düşünüyor musunuz? Bu krizin niteliği nedir ve sermaye salgından nasıl bir yeniden yapılanma beklentisi içine girebilir?

Öncelikle olayı bir “komplo” olarak gördüğümü söyleyeyim. Ama bu, bir “gizli örgüt komplosu” değil. “İnsanların ve mikropların tüm canlı nüfusu tehdit eden ortak bir komplosu”. Rob Wallace, “Büyük Çiftlikler, Büyük Griplere Yol Açar” adlı kitabının girişinde yapıyor bu belirlemeyi. Wallace'ın komplo içinde yer alan “insanlar”la kastettiği özel bir insan etkinliği olarak neoliberal sermaye birikimi süreci. COVID-19 ve öncesindeki benzerleri (EBOLA, SARS, MERS vb.) bu süreçte yeniden şekillendirilen “neoliberal kapitalist uygarlığın” kaçınılmaz ve sürekli yenilenecek ürünleri olarak tüm insanlığın karşısına dikildi.

Neoliberalizm, dünya nufusunun dörtte üçünü kent merkezlerine yığıp, bütün geçim araçlarını meta pazarından sağlama mecburiyetini yarattı. Milyonlarca tavuğun, binlerce, onbinlerce koyunun, domuzun ve büyük baş hayvanın et-süt-yumurta için bir araya getirildiği üretim tesisleri, onbinlerce insanı aynı anda yüzlerce hayvanla yan yana getiren büyük perakende merkezleri ve yine insanlarla muazzam sayıda canlı hayvanı, pazar yerlerinde, gemilerde ve diğer nakil araçlarında bir araya getiren büyük toptan satış işlemleri ve bütün bunlara ek olarak, neoliberalizmin “yaban hayatın dokunulmazlığını” binbir türlü yolla ortadan kaldıran, insanları yaban hayata musallat eden pratikleri, hayvanlardan insanlara geçen hastalıkların ortaya çıkması ve yayılması açısından tarihte görülmemiş bir uygun ortam oluşturdu. Wallace bu çerçeveden bakarak olayı “tüm canlı hayatı tehdit eden bir sermaye komplosu” olarak ele alıyor. Bu yaklaşıma katılıyorum.

Uluslararası kapitalizmin 2019'un ortalarında başgösteren krizi ile COVID 19 krizi arasındaki ilişkiyi, öncelikle bu ortak zemin üzerinden, aynı sermaye birikimi sürecinin yol açtığı krizler olarak kavramalıyız. Neoliberalizm, gezegenin ve insanlığın züccaciye dükkanında dolaşan bir fil gibi.

UYGARLIK KRİZİ

Belirtileri 2019 sonlarında yoğunlaşan ve 2020'yi pençesine alacağı hissedilen ekonomik krizin önemli olguları, Çin'in ekonomik genişlemesindeki ani yavaşlama, İngiltere'nin Brexit'i yürürlüğe sokması ve FED'in faiz oranlarını sıfıra yaklaştıran hamlesiydi. Uluslararası kapitalizmin 2019'dan 2020'ye uzanan krizi, neoliberal finansallaşma ile üretim süreci arasındaki çelişkilerden, uluslararası kapitalizmin merkezleri arasındaki çelişki ve çatışmalardan kaynaklanan bir “işleyiş sorunu” olarak görünüyordu.

Konvansiyonel üretici faaliyetleri durma noktasına getiren COVID-19 krizi ise, emperyalist kapitalist merkez, bu durgunlukla nasıl baş edeceğini planlamaya çalışırken patlak verdi. Ekonomik genişlemedeki “yavaşlama” tablosunun yerini çok şiddetli bir daralma aldı. Çin'de 2020'nin ilk üç ayında küçülme -%40, AB için ikinci üç ay küçülme tahmini -%22, ABD için ikinci üç ay küçülme tahmini -%24. Bu bir şok tablosu. Bu şok 2019-20 krizinin bir devamı değil, ortaya çıkaracağı sonuçlar da, 2019 krizinin bir derinleşmesi şeklinde olmayacak.

2019 krizi, devrimci bir alternatifi olmadığı için kapitalizm içi bir krizdi. Oysa COVID-19'un neden olduğu kriz ekonomiyi, siyaseti ve hegemonik kültürü bir bütün olarak içine çeken bir uygarlık krizi olarak yaşanacak. Krizin ekonomik bileşenini, siyasi ve kültürel bileşenlerinden ayırmak mümkün değil. Kriz karşısındaki politikayı da öyle.

COVID-19 krizi, kapitalizmin 2019 krizinden çıkmak için bir şekilde yararlanacağı bir “vesile” olarak düşünmek için biraz fazla büyük. Bahçenizdeki ayrık otlarından kurtulmak için evinizi bahçesiyle birlikte yakmak gibi bir şey bu. Dolayısıyla, COVID-19'un 2019-20 krizinden çıkış politikalarına etkisi ne olacak sorusuyla işe başlamayı doğru bulmuyorum. Sermayenin COVID-19 krizinin yarattığı duruma karşılık veren “ayakta kalma stratejileri” üzerine düşünmek daha doğru.

Bu yeniden ayakta kalma stratejilerinin neo-liberal dönemin emek rejimiyle ilişkisi ne olacak? Çalışma düzeninin yeni bir düzenlenmesi ve emekçilerin örgütlenme zeminlerinin buna bağlı bir dönüşümü mü yaşanacak?

Sermayenin ayakta kalma stratejisinin gerçek dışı bir zemine dayanmasını beklememeliyiz. Şu anda çok büyük ve bugüne dek görülmedik bir “seferberlik halinde” yaşıyoruz. İnsanların aylarca evlerine tıkıldığı, üretim ve dolaşımın insanların evlerinden çıkamadığı bir duruma göre yeniden organize edildiği bir süreçte yaşıyoruz.

Bu durumun, bu haliyle ne kadar süreceği, bugünlerden sonra bu yeni “yaşam tarzı”nın ne kadarlık bir kısmının kalıcı hale geleceğini öngörmek de çok zor. Ama belli ki 21.yy'ın başından beri nefesini ensemizde hissettiğimiz yeni ölümcül küresel salgınlar (EBOLA, SARS, MERS ve süregiden Kongo havzası HIV/AIDS salgını) bugünkü kapitalist uygarlığın zorunlu bir bileşeni olarak devam edecek ve bu durum insanların birbirleriyle kurdukları ilişkilerden başlayarak, üretimle ve devletle kurdukları ilişkilerde de karşılığını bulacak.

SERMAYEYE DAYALI ÜRETİMİN GENEL MİMARİSİ DEĞİŞECEK

Öncelikli soru şudur: Bundan sonraki yaşamımıza, bu küresel salgınların herbirimize dayattığı “sosyal mesafelenme” ve “hijyen önkoşullu ilişki”yi kabul ederek mi devam edeceğiz; yoksa içine sürüklendiğimiz bu karantinadan, “Talihsiz” Agamben'in vurguladığı gibi, “çıplak hayat”tan başka bir şeye inanmayan, çıplak hayatı kaybetme korkusunun üyelerini körleştirdiği ve birbirinden kopartığı bir toplumu” reddederek mi çıkacağız?

Sermaye, proleterleştirmenin sınırlandırılması, geçimlik üretimi kent yaşamıyla birleştiren küçük üreticilik modellerinin ve dolaşım ağlarının geliştirilmesi ve meta fetişizmine son verilmesini gerektiren ikinci yolun seçilmesine karşı sonuna kadar direnmeyi isteyecektir. Ama “istemek”le “yapmak” arasındaki açı nasıl kapanacak?

Şu an yaşamakta olduğumuz ekonomik şokların yol açacağı depremlerle sarsılan sermaye, COVID-19 krizinin evlerine tıktığı insanlara, içinde yaşamaya tahammül edebilecekleri bir gelecek sunabilir mi? Üç-dört ay boyunca evlerine tıkılan, işlerini, mesleklerinin geçerliliğini, geçim araçlarını kaybeden on milyonlarca insan, hayatlarında meydana getirilen bu büyük yıkımı sineye çekmeye ve bir “neoliberal virüs” tarafından sıfırlanan hayatlarını, sermayenin gösterdiği kulvarlardan yeniden kurmaya ikna edilebilir mi? Daha da ötesi, bu krizden sonra, uluslararası kapitalizmin sürükleyici merkezlerinin dünyayı bu yeni koşullar üzerinden yeniden kurmaya gücü, mecali kalacak mı?

Ben kapitalist üretimin temel zeminlerinin salgın boyunca önemli bir “yer değiştirme”ye yönelmesini ve böylesi tehditlerden etkilenmeyen bir üretim ve dolaşım düzeni kurma adına bugün ve gelecekte yapılacak düzenlemelerin sermayeye dayalı üretimin genel mimarisinde ciddi değişiklikler yaratmasını bekliyorum. Bu değişikliklerin sınıflar mücadelesinin zeminlerinde ciddi değişikliklere yol açması kaçınılmaz.

Daha şimdiden işyerlerinin COVID salgını karşısında yaptıkları düzenlemelere baktığımızda, işçi sınıfının “uzaktan çalışabilenler” ve “uzaktan çalıştırılamayanlar” olarak bölündüğünü, uzaktan çalıştırılamayanların çok önemli bir bölümünün maddi malların ve hizmetlerin üretiminde çalıştırılan işçilerin oluşturduğunu görüyoruz. Salgın daha başlangıçta işçi sınıfı içerisindeki farklılıkları derinleştiriyor. Uzaktan çalıştırılabilen işçinin evi, kirasını, ısınma, elektrik, internet ve telefon, temizlik, güvenlik giderlerini, beslenme ve mola gereksinimlerini kendisinin karşıladığı bir işyeri birimi haline geliyor. Uzaktan çalıştırılamayan işçi ise bir yeraltı maden işçisi hissiyatıyla, işyerine her gün ölümü göze alarak girecek.

YENİ TOPLUMSAL KURTULUŞ HAREKETLERİ DALGASI…

Bu parçalanmanın emek-sermaye çatışmasının somut talep zeminini bugünden daha derin bir biçimde parçalayacağını öngörebiliriz. Ama bu parçalanmanın işçi sınıfı hareketi içerisindeki parçalanma eğilimini de otomatik olarak güçlendireceğini söylemek doğru değil.

İşçi sınıfının “okkanın altına itilen” kesimin örgütlenmeye ve harekete geçmeye daha yatkın bir katman oluşturması halinde, ücretli emeğin maddi üretimdeki yerini hızla daraltan bir sürece girebiliriz. Bu değişim artığın temellükünde rol üstlenecek yeni “sermayeye bağımlı emek” biçimlerini daha da çoğaltacaktır.

Üretimin örgütlenmesinin bu yeni modelinin insanlığı distopyaya teslimiyete mi yoksa sermaye hükümranlığını sorgulayan bir başka toplumsallaşmaya mı yönelteceği, belirsizliğini koruyor.

Bununla birlikte, içinde yaşadığımız “büyük kapatma” sırasında, temel biyolojik ihtiyaçlarımızın üretimi için ne kadar az emek ve çabaya ihtiyacımız olduğunu, ihtiyaç imalatı endüstrisinin ürünlerine ulaşmak için sarfettiğimiz onca çabanın nasıl da gereksiz olduğunu, dayanışmaya dayalı bir toplumsallaşmanın, metalar üzerinden ilişkilenmeden kat kat doyurucu olduğunu giderek daha fazla hissediyoruz. Bu süreçte edindiği bu deneyimler, ezilen sınıfların “kapatma sonrası” davranış biçimlerini de mutlaka etkileyecektir.

Öte yandan görmeliyiz ki, insanlık ilk defa COVID-19'de somutlaşan bir “ölümcül küresel tehdit” deneyimini zamandaş bir biçimde ve hemen hemen eşit bir risk algısıyla yaşıyor. Daha önce yaşanan insan elinden çıkmış hiçbir küresel “felaket”te, I. ve II. Dünya Savaşları sırasında veya “Nükleer Savaş Tehlikesi” karşısında bu tip bir tehdit algısı ve deneyimi oluşmamıştı. Bu nedenle değişik ülkelerin halklarının, ezilen-sömürülen sınıflarının, bu süreçten çıkış için bulacakları yollarla birbirlerini de etkilemeleri, uluslararası boyutları olacak yeni bir “toplumsal kurtuluş hareketleri” dalgası yaratmaları şaşırtıcı olmayacaktır.

Salgın aynı zamanda, var olan ekonomik-siyasi-toplumsal düzenin de sorgulanmasını beraberinde getiriyor. Bu tepkilerin güç vereceği düzen içi ideolojik-politik akımlar neler olabilir? Artan rahatsızlık ve tepkilerin sosyalist alternatife yönelmesi nasıl mümkün olabilir? Sosyalistlerin bu yeni dönemde temel tezleri, önermeleri ve iddiaları nasıl şekillenmeli?

Krizin yolacacağı yıkımı önlemek için de, bu salgın geçtikten sonra ortaya çıkacak devasa “onarım görevlerinin” de muazzam bir devlet müdahalesi ve kitle seferberliği gerektireceği ortada. 3-5 ay boyunca fiili üretim sürecinin zihinlerinde yarattığı baskı olmadan konu üzerine düşünebilecek yüz milyonlarca insan, bu müdahale ve seferberlik sürecini, “kimin için” ve “neyi yapmak üzere” sorularını sormadan itaatkar bir biçimde büyük sermayenin yönetimine terk etme eğiliminde olmayacaklar. Dolayısıyla COVID-19 krizi sürecini ve sonrasını insanlığın bundan sonraki gelişme mecrasını belirleyecek bir sınıf mücadelesi düzlemi olarak tahayyül etmeliyiz. Kapının arkasında, yenisiyle, eskisiyle bütün işçi sınıfının ve daha da ötesi sermaye-bağımlı bütün sömürü düzeneklerinin “kurbanlarının” entegre edilebileceği yeni bir “emek rejimi”nin olduğunu düşünmüyorum. Artık bunların hepsi “pazarlığa tabii” olacak. Bu pazarlık da tek tek sermayedarlar ile işçileri arasında değil, devletlerle halkı arasında yapılacak.

İSYAN VE DAYANIŞMA LİMANLARINI İNŞA EDELİM

Tabii ki bununla, muhayyel bir masa başında, “halk” adındaki muhayyel bir partiyle veya muhayyel siyasi bütünlükle devlet arasandaki bir müzakereyi kastetmiyorum. Kastettiğim şey, devletlerin, içinde yaşadığımız COVID-19 krizini, (herhangi bir devlet işinde yaptıkları gibi) sınıf tavrıyla yönetmeye kalkıştıklarında karşılaşacakları direnç ve bunlara verdikleri karşılıklarla belirlenecek bir mücadele süreci.

Elbette insanların bu denli şiddetli bir panik ortamında, devlet yönetiminden gelen açıklama ve yönlendirmelere gözlerini diktikleri ve bu günlerde “kamu otoritesine” boyun eğmeye fazlasıyla yatkın hale geldikleri bir gerçek. Hobbes'un Leviathan'ı (burjuva devletler), tarihte ilk defa gerçekten de “insanın insanın kurdu olduğu”, tüm insanların birbirlerini ölümcül birer tehlike olarak algıladıkları ve deneyimledikleri bir zemin üzerinde eylemde bulunuyor. Ama aynı zamanda insanlar, salgını durdurmak için devleti göreve çağırmaları ve otoritesine boyun eğmeye bilinçli bir yatkınlık göstermeleri, onun bu görevi nasıl yapması gerektiği konusunda bir fikre sahip olmadıkları anlamına gelmiyor. Boris Johnson'ı ve Trump'ı “hizaya getiren” özel bir “uyanıklığın” da sahnede yer aldığını görmeliyiz. COVID-19 salgını sonrasında insanların, Noah Harari'nin sözünü ettiği gibi, kendilerini mutlak bir biyopolitik denetim toplumuna gönüllü olarak hapsedeceklerini hiç sanmıyorum.

Bu nedenle, sosyalistlerin, insanlığın tutabileceği en makul yol olan ama sermaye egemenliği altında tutulamayacak olan yolu savunmaları gerektiği kanısındayım.

COVID-19'un son halkasını oluşturduğu ve bir tür olarak insan yaşamına uzanan bu süreklilik kazanmış tehditlerin altında bize dayatılan “çıplak hayat” pahasına sosyal yıkımı kabullenmemeliyiz. Bizi sürekli bir panik altında körleştiren ve birbirimizden koparan varlık temeline mecbur değiliz. Bu temele mecbur olan tek üretim faktörü sermayedir ve üretici güçlerin bugünkü gelişme düzeyi, insanların biyolojik ve temel toplumsal varlık koşullarını “sermayesiz” üretmelerine uygun hale geldi. Temel biyolojik gereksinimlerimizi ücretli emeğe bağımlı olmadan karşılayacak, büyük ölçüde gönüllü ve “keyfi” emeğe dayalı bir “çekirdek üretim” düzeni kurulabilir ve “temel gereksinimler” alanı meta ekonomisinin dışına çıkarılabilir. “Pandemi” paniğinin panzehiri, şimdiki muazzam kentsel “yığılma”ya, büyük pazaryerlerine, ücret bağımlılığına son veren akla uygun yeni bir uygarlık tasarımıdır. COVID-19 paniğiyle evlerimize tıkıldığımız bugün yapmamız gereken şey ise bu yeni uygarlık tasarımına doğru demir almamızı sağlayacak isyan ve dayanışma limanlarını icad etmek, keşfetmek, çoğaltmak ve bu limanlardan ufka bakmaktır.

https://ilerihaber.org/icerik/ferda-koc-yazdi-panzehir-yeni-bir-uygarlik-tasarimi-110968.html







melnur  |  Cvp:
Cevap: 4
28.03.2020- 05:02

Fütüroloji değil en yakın olasılıklar - Metin Çulhaoğlu

Bu ülkenin sosyalistleri olarak bugün geçmişe göre hayli farklı bir durumla karşı karşıyayız.

Koronavirüs olayı dünyanın geleceğine ilişkin öyle soru işaretlerini de beraberinde getirdi ki zulamızda hazır bulunan kopyalık kâğıtlara bakıp bir şeyler söylemek hiç mi hiç mümkün görünmüyor.

Örneğin burada, Türkiye’de durum ortadayken sosyalistlerin o kopyalık kâğıtlarda yazılanlar dışında başka şeyler söylemesi gerekir. Yaşadığımız krizin diyelim Türkiye’nin Atlantik/Avrasya tercihleriyle, Sorosçuların yeni tezgâhlarıyla, liberal restorasyonun ülkenin gündeminde olup olmamasıyla, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının aslında ne anlama geldiğiyle, Kemalizm’den kimlerin kopup kimlerin tam kopamadığıyla, kimin kime kuyrukçuluk yaptığıyla vb. vb. ilişkini kurmak büsbütün imkânsız görünüyor…

Ne yapacağız o zaman?

Tamam, kriz geçince (geçerse) az önce örneklenen konulara yeniden döneriz… Peki, ya o zaman kadar? Sonra, krizin ardından eski konulara yeniden döndüğümüzde bugünlerde yaşadıklarımız hiç yaşanmamış gibi mi davranacağız?

Başka bir yol olmalı.

***

Başka yol denerken fazla uçmayan, bu anlamda “konservatif” bir yaklaşım öneriyoruz.

“Konservatif” terimini kullanmamızın nedeni, yarına ilişkin öngörü ve kestirimlerimizi sistemin (kapitalizm) doğasına ve güncel yapılanmasına dayandırma zorunluluğuna işaret etmektir. Makul sınırlar içinde kalması koşuluyla “fütüroloji” (gelecek bilimi) denemeleri de mutlaka buradan hareket etmelidir.

Bir uyarıdır ve uyarımızın arkasındayız.

Türkiye solunda komplo teorisi denemeleri ile fütüroloji denemeleri ikiz kardeş gibidir. İlki geçmişe ikincisi ise geleceğe dönük olmak üzere ikisinde de sağdan soldan duyulanlarla beslenen hayal gücü ve fantezi merakı gerçeklere hep baskın çıkar. İlki burada konumuz değil; ikincisinde ise, günümüzde görülen çeşitli eğilimlerden sadece biri diğerleri pahasına mutlaklaştırılır, sonra   “yarının dünyasına ve insanına” ilişkin kurgularla harmanlanıp piyasaya sürülür ve denir ki:

İşte geleceğiniz!

Önerdiğimiz “konservatif” yaklaşım ise şöyle der:

Başka her şey bir yana ortada bir kapitalizm vardır; kapitalizmin kendi hareket yasaları, yapabilecekleri yapamayacakları, kendini adapte edebilecekleri edemeyecekleri vardır ve her tür gelecek kestiriminin de en başta bunlardan türetilmesi gerekir…

***

Bunu yapmaya çalışırsak ne görürüz?

Kendi “kesin” görüşümüzdür:

Dünya kapitalizmi ölen ölür kalan sağlar bizimdir diyecektir… Salgın vesilesiyle kendi akılcılığını sorgulayıp birtakım ciddi düzeltmelere gitme gibi bir yolu hiç denemeyecektir… İklim değişikliği ve küresel ısınma gibi olgulara nasıl baktıysa ve bakıyorsa yaşanmakta olan son krize de en fazla öyle bakacaktır… Küçülen ekonomilerin daha da yoksullaştırdıkları dışında “eleğin üstünde” kalan toplum kesimlerine yönelecektir… Bu kesimlerle birlikte tüketim toplumunun “yeni normalini” arayacaktır… Ve nihayet, olası patlamalar karşısında önlem olarak otoriter/totaliteryönelimlere meşruiyet kazandırmanın yollarını zorlayacaktır…

Yukarıda sıraladıklarımız arasında yer alan “tüketim toplumunun yeni normali işin püf noktasıdır.

Çünkü burada tek bir olgunun hem ekonomiye hem de siyaset-ideoloji alanına değen yanları söz konusudur. Bir yandan mal, hizmet ve kredi dolaşımı sürecek, kâr oranları düşse bile artı değer gerçekleşecek, kısacası ekonomi dönecek, diğer yandan da toplumun genişçe bir kesimi tüketim tarzı ve alışkanlıklarıyla düzenin ideolojik, siyasal ve kültürel sigortası olacaktır…

O nedenle Türkiye’deki salgın ortamında konut kredilerinde peşinatın yüzde 10’a çekilmesi o kadar da alakasız bir tasarruf sayılmamalıdır.

***

Kapitalizmin doğası ve bugünkü durumu, koronavirüs belasına rağmen ya da onunla birlikte bunlara işaret etmektedir.

Bunların ardından hem bir özet hem de temel vurgu istenirse, söyleyeceğimiz şudur:

Eğer siyaset denilen meşgaleyi reddetmiyorsak, kurgulanan bir gelecekten günümüze doğru uzanan projeksiyonlarla siyaset yapılamayacağını da bilmemiz gerekir.

Bakın, “pek de iyi olmaz”, “yanlış olur” vb. demiyoruz; yapılamaz, yani mümkün değildir diyoruz.

https://ilerihaber.org/yazar/futuroloji-degil-en-yakin-olasiliklar-111033.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 5
29.03.2020- 12:55

Sosyalizm, kapitalizmin ‘yeni normal’ine karşı mücadeleyle gündeme gelir

"Kapitalizm, sağlık krizini de kullanarak ve bahane ederek kendini hem üretim hem de yönetim süreçlerinde bugünkünden bile daha emek-emekçi düşmanı, daha otoriter yollardan tahkim etmeyi deneyecek, hepsine 'yeni normal'diyecektir..."

Resim Ekleme


Metin Çulhaoğlu

Geçtiğimiz yılın dünya ölçeğine yayılan çeşitli protestolarına bakacak olursak bunların bir uyanışı yansıttığını söyleyebiliriz. Ancak uyanılan uykunun mahmurluğu henüz sürmektedir. Yaklaşık 30 yıllık bir uykuydu bu. Artık bıktırmış olabileceği için ayrıntılarına inmiyoruz; yeniden hatırlarsak, kapitalizmin 30 yıl önce ilan ettiği “tarihsel zaferle” uykuya yatan geniş kesimlerin,   o zaferin kendileri için pek de hayırlı sayılamayacağını fark etmeye başlamalarıdır söz konusu olan.

Virüsle katlanan kriz

Dünya kapitalizmi kendi içsel krizini zamana ve mekâna yayarak daha az hissedilir ve fark edilir kılma çabasındaydı. “Aşma”, “atlatma”, “geride bırakma” demiyoruz dikkat edilirse; bunları yapamamaktadır ve tek yapabildiği,   döneme özel suçlular, günah keçileri yaratarak dikkat kaydırmak ve dağıtmaktır.    

İşler aşağı yukarı böyle giderken sahneye bir de virüs salgını çıkmıştır.

Hem de ne çıkma! Bu pandemi krizi, az önce sözünü ettiğimiz yapısal krizin tam da üstüne gelmiştir. Şimdi üzerinde tahminde bulunulması gereken konu ise şudur: Halk sağlığı felaketiyle katlanmış kriz ortamına kapitalizmin çok daha radikal biçimde sorgulanması mı damga vuracaktır, yoksa mevcut durum yeni bir dikkat dağıtma vesilesi ve/ya da “en yeni normalin” gerekçesi olarak mı kullanılacaktır?    

Krizde iki taraf

Bugün gelinen noktada bizim görebildiğimiz ise, maddeler halinde şöyle:

1) Konuya önce sanki bir “kişi” imiş gibi kapitalizmin kendisi, sonra da onun siyasal temsilcileri açısından bakarsak katlanmış kriz dediğimiz olgunun, bir kendine dönüp çekidüzen verme vesilesi olması, bin nasihatten daha etkili bir musibet olarak işlev görmesi kesinlikle mümkün değildir.   Kimse böyle bir gelişme beklememelidir.

2) 2019 yılındaki protesto/tepki hareketlerinin taşıyıcısı olan, şimdi de salgın nedeniyle can derdine düşen, evlerine kapanmak zorunda kalan geniş kesimler açısından bakıldığında ise olasılıklar daha çeşitlidir.

Yani (1)’de tek bir olasılığa, (2)’de ise farklı olasılıklara işaret etmiş oluyoruz.

Kudurmuştan daha beteri: alışmış…

İlkinde söylenebilecek olan çok açık olarak şu: Kapitalizmin kendisinin, biz solcuların ona atfetmeye pek meraklı olduğu bir “aklı” yoktur; kendi dinamikleri neyi gerektiriyorsa oraya yönelir, onu yapar. Buna karşılık, kapitalizmin devletine, siyasetçilerine ve ideologlarına bir akıl atfedilebilir. Öyledir; ama bugün bu “aklın” örneğin 1930’larda, 1960’larda olduğu gibi bir ölçüde kapitalizmin kendi mantığının dışına çıkabilme imkânı neredeyse hiç yoktur.

Hani “alışmış kudurmuştan beterdir” sözü vardır ya; kapitalizm son 30-40 yıldır bazı şeylere fazlasıyla alışmıştır; dahası, bu alıştıkları artık onun içine, doğasına işlemiştir, ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.   Bu nedenledir ki “akıl” sahipleri sistemi kontrolde tutma, orasını burasını reforme edip bir “normale” ulaşma yerine, temsil ettikleri sistemin sürüklendiği her noktayı “yeni normal” olarak ilan etmekten başka bir şey yapamamaktadır.

İki yön, iki eğilim

İkincisine gelince: Kapitalizmin, anlı şanlı devletlerinin, sağlık sistemlerinin, korona salgınıyla içine düştükleri çaresizlik ve perişanlık kuşkusuz önemlidir ve buna yönelik tepkilerin daha sorgulayıcı, radikal ve alternatif arayan mecralara yönelmesi de mümkündür. Ancak, unutulmaması gereken bir gerçek daha vardır: Bir ekonomik krizde, genel bir siyasal kriz ortamında, bir yasa karşısındaki direnişte, grevde ve benzeri durumlarda “biz ve onlar” ayrımı yapmak, “tek başına kurtuluşun” olamayacağını söylemek hem daha gerçekçidir hem de daha etkili olabilir. Ne var ki korona salgını söz konusu olduğunda insanlar “aynı gemideyiz” klişesine, kendi başının çaresine bakma eğilimlerine çok daha yatkın olacaktır.

Meselenin bu yanını hiç görmeyip salgınla katlanmış krizin insanları topluca, kolektif bir yeni düzen arayışına ve bunun eylemliğine yönelteceğini düşünmek hayalcilik olur.

Özetle şunu söylemiş oluyoruz:   Ortada bir masa vardır, emekçiler, halk, geniş kesimler bu masada bu kez yerini almıştır, ama bu daha başlangıçtır. Sonrası, Ender Helvacıoğlu’nun bu portalde daha önce belirtmiş olduğu gibi iki tarafın bilek güreşiyle belirlenecektir.

Bir dönem kapandı, ama…

Bunlardan vazgeçilmesi kesinlikle mümkün olmasa bile neo-liberalizm/küreselleşme çiftinin balayı dönemi, beslediği ve yaydığı umutlar, aydınlar üzerindeki afyon etkisi artık sonuna gelmiştir. Burası kesindir. Ama kesin olan bir başka gerçek de şudur: Onun yerine bir dönemin başlangıcından söz edilecekse bu dönemin henüz adı yoktur; kesinleşmiş çizgileri, belirgin hatları, diğerlerine baskın çıktığı söylenebilecek eğilimleri de henüz yoktur.  

Bu noktada, sol düşünceye sahip kimi kesimler için bir uyarı gerekecek: Sanki sosyalizm bir “proje”, insanlar sosyalizme bir ”proje” olarak bakıyor; sanki bu proje, iflas eden ya da sonuna gelen projeden sonra devreye girmek için sırada bekliyor…

Sanki virüs salgınıyla birlikte sosyalizm kapıya dayandı, kapı açılsın diye güm güm vuruyor, sanki hemen içeri girecek…

Kuşkusuz böyle bir durum yoktur. Yaşadığımız bugünlerde sosyalizmin kapıyı kuvvetlice vurduğu, evdekilerin de sanki kapıyı açmaya kimi göndereceklerine henüz karar veremedikleri gibi düşünsel/algısal yönelimler hem gerçek dışı hem de tehlikelidir.

Gündelik sınıf mücadelesini sınıf hareketi düzlemine taşımış sınıfsal özneden söz edemiyoruz; bugün için sosyalizmin bir “hareket” nitelemesini hak ettiğine ilişkin kuşkular var, insanlar örgütlenme fikrine ve siyasal örgüt denilen kurumsallığa kuşkuyla ve mesafeli bakıyor ve durum böyleyken kapitalizm bir salgın karşısında çaresiz kaldı diye sosyalizm kendi vazgeçilmezliği kanıtlamış oluyor…

Bu tür düşüncelere fazla itibar edilmemesi gerekir.

Son olarak: Kapitalizm, sağlık krizini de kullanarak ve bahane ederek kendini hem üretim hem de yönetim süreçlerinde bugünkünden bile daha emek-emekçi düşmanı, daha otoriter yollardan tahkim etmeyi deneyecek, hepsine “yeni normal” diyecektir.

Bu yönelime karşı ne kadar ciddi ve kararlı bir direniş gösterilebilirse bir proje olarak değil, ama bir mücadelenin doğal sonucu olarak sosyalizm de o kadar gündemde olacaktır.

https://ilerihaber.org/icerik/sosyalizm-kapitalizmin-yeni-normaline-karsi-mucadeleyle-gundeme-gelir-111087.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 6
04.04.2020- 09:35

İki senaryo - Metin Çulhaoğlu


Koronavirüs “sonrası”(?) dünya dendiğinde ortada kabaca iki senaryo dolaşıyor. Bu senaryolardan biri kötü, diğeri ise iyi...

Kötü senaryonun özelikleri arasında küçülen ekonomiler, işsizliğe mahkûm edilen, gözden çıkarılan milyonlar, insanlar arasındaki dayanışma ve ortak hareket etme eğilimlerini büsbütün körelten bir bencilleşme dalgası, baskıcı yönleri artan, daha da ceberutlaşan rejimler yer alıyor…

İyi senaryo ise kendi içinde iki başlı gibi görünüyor.

İlkinde, kapitalizm yıllardır ne halt etmekte olduğunu kendisi görüyor, sağlık başta olmak üzere pek çok alanda yeniden kamulaştırmalara yöneliyor; örneğin vergi sistemlerinde, başka alanlardaki politikalarda köklü değişiklikler yapıyor, refah devleti ya da “sosyal devlet” modeline yeniden dönüyor.

Burada yapıp edenin (eyleyenin, öznenin) kapitalizmin bizzat kendisi olduğu açık…

Diğerinde ise artık nasıl oluyorsa birdenbire komünizmle karşılaşıveriyoruz. Ama bu komünizmi kim getiriyor, nasıl getiriyor, neyi görüp de getiriyor, meselenin bu yanı pek net değil. Söylenen, aşağı yukarı şu kapıya çıkıyor: Kapitalizmin iflası öylesine ayan beyan ortada ki insanlık artık komünizm diyor, onu istiyor ve/ya da komünizmin kendisi ortalıkta süzüle süzüle dolaşıp insanlığa kendini hatırlatıyor.

***

Bu senaryolara ilişkin görüşümüzü hemen söyleyelim:

Ortada iki değil tek bir senaryo olması gerekir ve o da birincisi, yani kötü senaryodur.

İyi senaryonun ilk varyantı aşırı iyimserlikte maluldür. Kapitalizmin, siyasal bir katalizör olmadan kendi iç mantığıyla yeniden “refah devleti” modeline dönmesini sağlayacak bir aklı olduğunu varsaymaktadır. Daha kötüsü, bu dönüşü gerçekleştirmeye aday görünen siyasi öznelerin pekâlâ faşizan karakter taşıma olasılığını gözden kaçırmaktadır.

Samimi bir uyarıdır: Geçmişte değil, ama dünyanın önünüzdeki döneminde insanların her gördükleri Keynesçiyi ve “sosyal devletçiyi” sosyal demokrat sanmamaları yerinde olacaktır.

İyi senaryonun ikinci varyantı ise “ilginç” denebilecek bir düşünce yapısına hitap eder:

Ekonomi, felsefe, sosyoloji ve siyaset diye gidersek, ekonomiden zaten hiç anlamayan, siyaseti ise bilinçli olarak iteleyip öteleyen ve yok sayan, böylece elinde sadece felsefe ve sosyoloji kalan bu düşünce, sosyalizmin/komünizmin zamanının “artık” geldiğine kanaat getirir ve iş de orada biter.

Gerisi, “o” düşüncenin umurunda değildir.

***

Bütün bu söylediklerimiz, geleceğe ancak karamsar senaryolarla bakılabileceği anlamına mı geliyor?

Böyle düşünmüyoruz ve asıl söylemek istediğimizi şöyle vurguluyoruz:

Dünyanın önümüzdeki dönemi için bugünden yazılacak senaryo ancak olumsuz bir senaryo olabilir. Olumlu senaryo ise bir imkândır, bir potansiyeldir; bugünden hazır değildir ve yazılması gerekecektir.   Başka türlü de söyleyebiliriz: Olumsuz senaryo, bugünkü durumun, yakın geleceğe işaret eden eğilimlerin ve anonim öznelerin yazdığı, olayların kendi doğal akışıyla gerçekleşecek senaryodur. Olumlu senaryonun ise (ki böyle bir senaryo için gerçekten potansiyel vardır) tanımlı öznelerin eylemleriyle, müdahaleleriyle hayatın içinden çıkarılıp olumsuz senaryonun karşısına dikilmesi gerekir.

Yoksa ortada hazır duran bir “olumlu senaryo” falan yoktur.

***

Buraya kadar söylenenlerde, duruma ve eğilimlere Türkiye’den bakıyor olmanın getirdiği, daha genel anlamdaki nesnelliği zedeleyen bir “yanlılık” olabilir mi?

Gerçi eleştirilere açığız, ama olduğunu pek sanmıyoruz.

Var olan kötü senaryo ile var olmayan, ancak hayatın içinde çıkarılarak var olanın karşısına dikilebilecek iyi senaryo diyalektiğinin tüm dünya için geçerlilik taşıdığını düşünüyoruz.

Dünya diyerek meselenin mekân boyutuna işaret etmiş olduk.

Ya zaman (tarih) boyutu?

Yaşanmakta olan bir sürecin,olumlu olanı kendi akışıyla, kendi dinamikleriyle, yani dışardan siyasal bir müdahale olmadan kendi içinden çıkaracağı beklentisinin temelsizliği modern çağların tarihinde ilk kez 1848-1850 dönemi kapandığında ortaya çıkmıştır.

Marx ve Engels’i “sürekli devrim” kavramına yönelten bir düş kırıklığı da yaratmıştır.

Ama bu tür beklentiler ta o zamanlardan bu yana sürmektedir ve yapacak fazla bir şey de yoktur.

https://ilerihaber.org/yazar/iki-senaryo-111305.html

melnur  |  Cvp:
Cevap: 7
07.04.2020- 05:46

Koronavirüs günleri: Sosyalizmi nerede arayacağız? - Metin Çulhaoğlu

İleri’deki köşemizde COVID-19 “sonrası” olasılıklara ilişkin kestirimlerde bulunmaya çalışırken geçtiğimiz hafta sonu medyada ikisi yabancı biri bizden olmak üzere önemli üç aydınla mülakatlar yayınlandı: Noam Chomsky, Franco Berardi ve Taner Timur (*).

Aşağıda, bu mülakatlarda dile getirilen önemli kimi noktalarla birlikte kendi görüşlerinizi aktarmaya çalışacağız.

“Ne yani virüsü de mi liberalizm çıkardı?”

Liberalizme iman etmiş kimileri, liberalizm karşıtlarına yukarıdaki soruyu yöneltiyor.

Oysa liberal politikaları eleştirenler arasında COVID-19’u liberalizmin “yarattığı” gibi saçma iddialarda bulunan kimse yoktur. Söylenen, virüsün bu ölçüde engel tanımadan yaygınlaşmasının ve mevcut sağlık sistemlerinin içine düştükleri çaresizliğin liberal politikaların sonucu olduğudur.

Burada da herhangi bir yanlış ya da abartı yoktur.    

Örneğin Chomsky “SARS’ın değişik bir haliyle yeni bir virüs salgını” olasılığının çok önceden bilindiğini, kimi önlemlerin daha o zamanlar alınabileceğini ileri sürüyor. Chomsky sonra sözü büyük ilaç şirketlerine getiriyor ve diyor ki “onlar için yeni vücut kremi yapmak, insanları nihai bir yıkımdan kurtaracak bir aşı bulmaktan daha kazançlıydı.”

Taner Timur da konunun “küreselleşme” boyutuna değiniyor: “Küreselleşme olgusu maalesef daha çok bir takım olumsuz durumların küreselleşmesi şeklinde ilerliyor. Şimdiye kadar ne özgürlük, ne refah, ne bilim ve ne de -ticari kullanımlar dışında- teknoloji küreselleşti. Şu anda ise, büyük bir hızla, hastalığın ve korkunun ‘küreselleşmesine’ tanık oluyoruz.”

Bu arada, nanoteknoloji, yapay zekâ, robot, elektronik bilmem ne falan derken mevcut sağlık sistemleri en çok neyin sıkıntısını çekiyor biliyor musunuz: Sağlık çalışanlarının kullanacakları kişisel koruyucu donanım! Öyle ki Dünya Tabipler Birliği (WMA) en son açıklamalarından birinde yana yakıla atla deve olmayan bu ihtiyaçtan söz ediyor. Meşhur “tedarik zincirlerine” ne oldu derseniz, WMA kriz sonrasına yönelik talebini şöyle dile getiriyor:

“Hâlihazırdaki COVID-19 krizi sonrası için ise,   tedarik zincirlerinin durumu ve etkililiği ile birlikte dünyayı tehdit eden pandemi durumlarında küreselleşmenin risklerine ilişkin siyasi bir araştırma talep edeceğiz.”

Bu başlıkta bu kadar…

Sonrası: İki yol görünüyor  

Kriz geride bırakıldıktan sonra dünyanın nasıl bir seyir izleyeceği konusunda aradaki önemli bir nüansa rağmen aşağı yukarı aynı şeyler söyleniyor.   Örneğin Chomsky   “oldukça otoriter ve zalim devletlerin yerleşmesinden, toplumun özel kazanç yerine insancıl koşullara göre, insan ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak kökten bir şekilde inşasına kadar” birtakım seçeneklerden söz ediyor.  

Franco Berardi de şöyle diyor: “İki siyasi alternatifle karşı karşıyayız: Ya kapitalist ekonomiyi şiddet yoluyla yeniden rayına oturtacak tekno-totaliter bir sistem ya da insan etkinliğinin kapitalist soyutlamadan kurtuluşu ve fayda temelli bir moleküler toplumun yaratılması.”

Önemli “nüansa” gelince; Taner Timur diğerlerine göre farklı bir olasılıktan söz ediyor:

“Neyse ki madalyonun bir de öbür -ve umut verici- tarafı var! Korona’nın yarattığı kriz kapitalizmin iç dinamiklerinden kaynaklanmadı. Onu sisteme tamamen yabancı bir unsur (Covid-19) tetikledi. Devletler de, kriz korkularının zaten artmış olduğu bir dönemde, yoksulların imdadına koşmak zorunda kaldılar. Böylece bir bakıma dönüşü de hayli zor olan bir yola girildi. İsteseler de istemeseler de artık yoksul sınıfları hesaba katmak zorunda kalacaklar.”  

Timur’un bu beklentisinin aşırı iyimser olduğunu düşünüyoruz.

Daha önce de anlatmaya çalışmıştık:   Karşı tarafın zorlayıcı meydan okuması, düzene soluğunu sürekli ensesinde hissettireceği örgütlü gücü olmadan kapitalist devletlerin özellikle günümüzde “yoksulların imdadına koşmasından”, üstelik bunu yaparak “dönüşü hayli zor olan bir yola girmesinden” söz edilebileceğini hiç sanmıyoruz.

Timur’un bu iyimser beklentisi, az önce değindiğimiz ön koşulun (karşı tarafın zorlayıcı gücü) önceden varsayılmış olmasından mı kaynaklanıyor, yoksa başka bir gerekçeye mi dayanıyor orasını bilemiyoruz.

Sonuçta, Türkiye’de “58 kuşağından” sosyalistlerin özellikle 60’lı yıllara referansla kapitalizmin kendi iç rasyonalitesi, “refah devleti” politikalarına dönüş gibi başlıklarda söylediklerine ihtiyatla yaklaşılması gerektiğini belirtip geçiyoruz.    

“Kör müsün; moleküler süreçlerin totalitesiz çoğaldığını görmüyor musun?”

Franco Berardi 30 yıl önce sosyalist sistemin çöküşünün getiremediği tarihin sonunu bu kez koronavirüsle getiriyor. Bir makro proje olarak tarihin yerini çoğalmaya, moleküler süreçlerin yayılışına bıraktığını belirttikten sonra noktayı söyle koyuyor: “Düşünce, sanat ve siyaset artık totalizasyon (Hegel’ci anlamda Totalizierung) projeleri olarak değil, totalitesiz çoğalma süreçleri olarak görülecek.”

Berardi’nin “iyi” senaryosunda da bu var.

Hemen belirtirsek, Berardi’nin “hepsi bir araya gelip bir toplam oluşturmaktan uzak küçük parçacıklarının”   günümüzde hiçbir karşılığı olmadığını iddia etmiyoruz. Ancak, dünyayı değiştirmek gerektiğine inananların ve bunun için mücadele edenlerin, neyin isteseler de istemeseler de uyum sağlamak zorunda oldukları gerçekleri, neyinse ideolojiyi, kültürü,   üretilmiş belirli bir yaşam tarzını, yapay bir parçalamayı, dağıtmayı vb. yansıttığını iyi ayırt etmeleri gerekir.

Örneğin “işçi sınıfının değişen yapısı” dendiğinde karşımızda kenarından kıyısından dolaşılamayacak,   “eski haline” getirilemeyecek bir gerçek ve buna uyum sağlama zorunluluğu vardır. Buna karşılık Berardi’nin herhangi bir “toplama” ulaşmadan yayılan moleküler süreçleri ayak uydurulması zorunlu nesnel bir gerçekliği değil bir “yapılmışlığı”; “üretilmişliği” yansıtır ve yapılması gereken de bunun karşısında gene yapılmış ve üretilmiş bir totalite çıkarmaktır.  

Bu olmadan sosyalizm de mümkün değildir.

Çok önceleri söylenmişti: Katı olan her şey buharlaşıyorsa, hepsini yeniden katılaştırmak gerekir.

Yazının fazla uzadığının farkındayız; Chomsky’nin değindiği bir “durumla” bitirelim:

ABD’de kimi üniversitelerin kaldırımlarında “Yukarıya bak” uyarısı bulunan tabelalar varmış; yani herkes telefonuna bakarak yürüdüğünden böyle bir uyarıya gerek duymuşlar.

Kim bilir, belki de en doğrusu sosyalizmi bir totaliteye ulaşmayan birbirinden ayrı moleküler süreçlerde aramaktır…

Kimse “Biz zaten 30 yıldır bunu söylüyoruz” demesin; çünkü yeni çıktı…

____________________________________________________

(*) İlgili mülakatlar: N. Chomsky, Yeni Yaşam 4 Nisan 2020; Franco Berardi, 1 artı 1 Forum, 4 Nisan 2020; Taner Timur, Cumhuriyet Pazar 5 Nisan 2020.


Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]